Tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık’ın geçtiğimiz yıllarda Şair ve Patron kitabının yayınlanmasının ardından "Divan şairleri, şiirlerini para için mi yazıyordu?" tartışması alevlenmişti. Kitapta dile getirilen "şairler caize (para) karşılığı şiir yazıyordu" iddiasına, Prof. Dr. İskender Pala’nın başını çektiği sahanın yetkin isimleri tepki göstermişti.
İskender Pala, "Eğer bir şair, şiirden para kazanmak isteseydi, divan edebiyatının en güzel eserleri olan gazelleri para ile satardı." şeklinde karşılık vermişti. Prof. Atilla Şentürk ise İnalcık’ın tarihçi olması hasebiyle edebiyat konularına uzak kaldığını ve yanlış genellemeler yaptığını söylemişti. Osmanlı edebiyatında hamilik geleneği ile ilgili yeni bir çalışma kitapçı raflarında yerini aldı. Bu kez konuyu ele alan tarihçi değil bir edebiyat doktoru. Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Tuba Işınsu Durmuş’un hamilik sistemiyle ilgili çalışması "Tutsan Elini Ben Fakirin" (Doğan Kitap) adıyla kitaplaştı.
Dr. Durmuş, kitapta sanatı ve sanatçıyı koruma, finanse etme anlamına gelen hamilik sisteminin doğuda ve batıda benzer örneklerinin olduğunu ortaya koyuyor. Hamilik sisteminin sadece şiir sunup karşılığında para almak gibi basit bir şekilde yorumlanamayacağını belirten Durmuş, şair ve hami arasındaki ilişkiyi "alışverişten çok hediye değişimi" olarak görüyor. "Osmanlı’da hamilik sisteminin işleyişi içerisinde haminin destekleyen, sanatçının da desteklenen konumda olarak Osmanlı kültür ve sanatının gelişiminde çok önemli rolleri olduğu söylenebilir." diyen Durmuş, Osmanlı döneminde yönetici olmanın en önemli vasıflarından birinin sanatı ve sanatçıyı korumak olduğunu ifade ediyor. Durmuş, hamilerin büyük çoğunluğunun kendilerine takdim edilen şiirleri, bu işten anlayan biri olarak değerlendirdiklerine, şiir ortamının ve şairin üslubunun belirlenmesi konusunda aktif rol aldıklarına dikkat çekiyor.
Osmanlı döneminde padişaha ve üst düzey yöneticilere şiirlerini sunan şairler farklı miktarlarda hediyelerle ödüllendiriliyordu. Caize olarak çoğu zaman gümüş akçe ya da yünlü ve ipekli elbise veriliyordu. Caize miktarı bin ile 3 bin akçe (20-60 altın) arasında değişiyordu. Bu bağışlar genelde devlet hazinesinden yapılıyordu. İyi bir şair aldığı ücret karşılığında geçimini rahatlıkla sağlayabiliyordu. Şairler açısından en büyük iltifat, padişahın musahibi yani danışmanı, sırdaşı olmaktı. Yazar Durmuş, Fatih Sultan Mehmet’le, Mevlânâ Kadir; Sultan Selim’le Halimi Çelebi; Kanuni Sultan Süleyman’la Baki’nin ilişkisinin bu çerçeve içinde değerlendirilebileceğini söylüyor.
Tûbâ Işınsu Durmuş, Osmanlı’da şairlere para verilmesinin "sünnet" olarak görüldüğünü belirtiyor. Şairlere caize vermeyi "İslami bir gelenek" haline getiren olay şöyle gerçekleşmiştir: Hz. Peygamber aleyhinde hicivler yazan Ka’b bin Züheyr bir müddet sonra bu düşüncesinden pişmanlık duyar ve tevbe eder. Peygamber’in huzuruna gelerek, "Banet Süâdü" diye başlayan kasidesini okur, Müslüman olduğunu, tevbe ettiğini ve af dilediğini dile getirir. Kasidenin son kısmında da Peygamberimiz’i ve Ashâb-ı Kirâm’ı metheden beyitleri söyler. Kaside içinde bir beyit var ki, Peygamber Efendimiz ondan son derece memnun olmuştur. O "tâc beyit" şudur: "Şüphe yok ki, Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah’ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlardan bir kılıçtır." Bu beyti duyan Hz. Resûlullah, o anda üzerinde bulunan mübarek bürdesini [hırkasını] çıkarıp bu büyük şâire hediye ederek memnuniyeti yanında tebrik ve takdirlerini de belirtir. Bundan sonra "Banet Süâd" diye başlayan kaside "Kaside-i Bürde" olarak anılmaya başlar.
Durmuş, ‘divan şairleri para karşılığı şiir yazıyordu’ ve ‘dalkavuk edebiyatı’ tartışmalarının yeni olmadığını da söylüyor. Osmanlı edebiyatının üretildiği dönemde şiirleri iyi olmayan şairlerin zaman zaman hamiler tarafından korunup kollanması hep gündeme gelmiştir. Sistem içinde istedikleri ölçüde yer alamayan şairler çoğu zaman sunulan şiirleri orijinal bulmaz ve üstü kapalı olarak yöneticileri daha adaletli davranmaları konusunda eleştirir.
MURAT TOKAY – Zaman