Onun için üzülen, dua eden o kadar fazla insan var ki… Biz de o insanlara Ayşe Şasa’yı sorduk. Herkes onu başka bir kelimeyle tanıttı. Peki, Ayşe Şasa ne demekti? Kimlere ne öğretmişti ve onlardan neler öğrenmişti? Mustafa Kutlu’dan, Sibel Eraslan’a, İsmet Özel’den Leyla İpekçi’ye kadar herkesin ayrı ayrı cümleleri var. İşte tanıyanların kaleminden Ayşe Şasa portresi. Yeni Şafak gazetesinde yer alan haberi buyrun beraber okuyalım!
Sibel Eraslan: Parıldayan bir inci
Ayşe Şasa, acıyla kurduğu sedeften evinde parıldayan nadir bir incidir benim için. İnce uzun parmak uçlarında hayatın tezatları oynaşır, tefekkür ve sanat ile yalnızlık ve uğultulu kalabalık, aynı anda iç ve dış, med ve cezir.
Leyla İpekçi: Koltuğuna kainatı sığdırır
Yeşilçam’ı içeriden deneyimleyen bir senarist olarak sinemamızın dilinin kendine has niteliklerine kavuşması üzerine düşünmüş ve kitaplar yayınlamıştır. Yalnızlığı, sessizliği ve tenhayı sever Ayşe hanım. Fakat hayatımda tanıdığım en sosyal kişilerden biridir. Muhabbet ehlidir, etrafındakilerle güçlü ilişkiler kurar. Dünyayı gezdiği halde toplumundan kopuk onca insanın arasında pencere kenarındaki koltuğundan dünya turuna çıkar. Nerede umut vaat eden bir yazı, bir kitap, bir söz, film, düşünce duysa izini sürer. İnsanları tevhid bilincine çağıran her türlü eserin yayılmasını ister, bunun için katkıda bulunur. Koltuğuna kainatı sığdıracak kadar geniş bir yüreği vardır. Tabiri caizse vahdette kesretin kesrette vahdetin canlı bir tefsiridir bana göre.
Emine Eroğlu: ‘Telefon avrat’
Ayşe Hanım’ın Gramofon Avrat isimli bir senaryosu vardır. Ondan mülhem rahmetli eşi Bülent Oran Ayşe Hanım’a ‘telefon avrat’ dermiş, sürekli telefonda konuştuğu için. Ayşe Hanım Gayrettepe’de ‘kule’ denilebilecek kadar yüksek bir binada oturur ve telefonla ‘dünyayı’ yönetir. Dostlarını sık sık arar. Haber alır, kendinden haber verir, istişare eder, eğer muhatabı müsait ve o da havasında ise derin derin sohbet eder. Her güzel şey için defalarca teşekkür eder. Ben ta öğrenciliğimden Dergah dergisinde çıkan Yeşilçam Yazıları’ndan hayranıyım onun. Delilik Ülkesinden Notlar’ı yayımladık önce. Sonra, Şebek Romanı, Bir Ruh Macerası… Yayıncısı olmaktan onur duydum hep.. Kitaplarıyla ilgili okur geri dönüşlerini, sarf edilen cümleleri, yazılan yazıları itinayla aktardım ona. Kitapları adeta onun sessiz kulesinin dışına taşan sesi, kalpleri evirip çeviren Allah’tan beşeriyet için kesintisiz bir iyilik duasıdır. Anne şefkatidir benim için Ayşe Hanım, ‘Emineciğim’ diye söze başlayan… Umuttur, insan hangi kuyunun dibinde olursa olsun, Allah’ın ipine sarılırsa selamete çıkar emniyeti veren. Vefadır, hastane köşesinde şifası için Hakk’a yönelmiş bir tazarruyu yeniden yeniden hatırlayan. Velhasıl, insaniyettir gönül bağını koparmayan, nezaket ve istikametini bozmayan. Yaşadığım sürece dilimde dua, gönlümde muhabbettir.
Suavi Kemal Yazgıç: Malumattan çok irfana yakındır
Çok sıkıntılı bir dönemimde Sadık Yalsızuçanlar, bana Ayşe Şasa’nın telefon numarasını verdi. O günden beri Ayşe Hanım bana hep bir anne şefkati gösterdi. Yaptıklarımı destekledi ve iç dünyamı zenginleştirdi. Nice sıkıntımı onun desteği ile atlattım. Ayşe Şasa’nın üzerimde hakkı çoktur. Onunla telefonla görüşmelerim esnasında öğrendiğim şeyler internete bağlı olduğum esnada öğrendiklerimden kat kat fazladır. 20 yıldır her gün en az yarım saat telefonla konuşurduk. Bu benim için sohbet kültürünün bir simülasyonu gibidir zira. Çoğu sohbette bir yazardan, bir yazıdan, bir kitaptan haberdar olurum. Öte yandan şunu da vurgulamak zorundayım. Ayşe Şasa, malumattan ziyade irfana yakın bir kişi.
Hilmi Yavuz: İpek kanatlarıyla aramızda dolaşıyor
Ayşe Şasa, iki melek kanadı gibi karşılıklı açılmış ipek sayfalarda, birine Cehennem’ini, ötekine de Cennet’ini yazarak ulaştırdı alınyazısını. Cehennemin, evet; dizi dizi asılmış insanlar, çocuk leşleri, bütün evreni kaplayan cesed kokusu, sevdiklerinin çığlıkları, kopmuş kellerleri ve uzuvları’ ile yaşanan o ‘sınırsız ve korsunç’ bunalımın yazısı bu sayfalardaki… ‘Deliler Ülkesinden Notlar’, aslında bu cehennemin, tahammülfersa parçalanmışlık duygusunun izleridir. Sonra Cennet’i okuyoruz, melek kanadı ipek sayfalarda, Şeyh’ül Ekber’in bembeyaz harmaniyeye bürünmüş ince gövdesi ve Kurtuba güneşinin altın ve nurdan inşa ettiği esmer ve görklü yüzüyle, arasıra arkasına dönüp bakarak, Ayşe Şasa’ya kılavuzluk ettiği günler… Ayşe Şasa, hem Cehennem’ini hem Cennet’ini yaşadığı bir hayatın ermişi olarak, ipek kanatlarıyla aramızda dolaşıyor. Ayşe Şasa, ‘ölümsüzlüğün baharına’ adımını attığı Cennet’te, gördüklerini yazıyor: Hazreti Mevlana’nın duman rengi sarığını gören Ayşe Şasa değil miydi? Babil’in Asma bahçelerini? Hilali ve haçı? Çan ve ezan seslerini işiten o değil miydi? Ayşe Şasa, bir ermişin hayat hikayesini anlatıyor, ipek kanatlı sayfalarda…’Bu, az şey değil.’
İhsan Kabil: Nezaket ve nezahat abidesi
Ayşe Şasa, benim için sinemacı kimliğinden öte bir insan olarak ruhi tekemmülün bir simgesidir. Yirmi yıl kadar önce tanıştığımızda, geçirdiği ruh serüveni benimkini de anıştırdığından, bir ruh yakınlığı doğmuştu ve o bugünlere kadar devam etti. Son derece ince bir hissediş ve algılayışla insan ilişkilerini geliştirmesi, adeta bir nezaket ve nezahet abidesi olma hususiyeti taşıyan hal ve tavırlarıyla hep bir örnek teşkil etmiştir. Sinema üzerinden Batı’yla, dünyayla hesaplaşmasını, döneminin önemli düşünce ortamlarından geçerek yapmış, sonunda kendi kökten gelen medeniyet iklimiyle sahici bir sentezi ortaya koyabilmiştir. Özgün ve şahsiyetli bir özgüvenden hiç taviz vermemiş, tasavvufi duyuşun getirdiği esnek ve olgun duruşu ruhuna sindirmiş ve bunu her tavrında hissettirme yoluna gitmiştir.
Cihan Aktaş: Kibritçi kız
Sevgili Ayşe Şasa benim için eşi rahmetli Bülent Oran’ın ifade ettiği şekilde ‘Kibritçi Kız’dır. Bir masal kahramanı kadar yalın, duru, gerekli ve yakındadır. Laf olsun diye konuşmadı, ahkâm kesmedi, nerede yaşarsa yaşasın kulakları sokağın (mahallenin) seslerine açık oldu. Çünkü aslında gotik şatoda bile seccadesindeydi, bu varoluşu tanımlamaya çalışıyordu Bir köşkte yaşadığı yabancılığın acısını (üşümeyi) seccadede sürdürdüğü hayatla kendi yurdunu kurmanın imkânına dönüştürebilmişti.. Türkiye’den uzakta olduğum yıllarda İstanbul’dan gelen beklenmedik bir telefon herhalde ondandır diye düşünürdüm. Bazı gazetelerde ‘ölümle pençeleşiyor’ şeklinde manşetler atılmasını yadırgadım. Hastane ziyaretim sırasında –henüz komada değilken- hayata sıkı sıkıya bağlandığı izlenimi edinmiştim. Ancak o ölüme yaklaşırken de ‘pençeleşme’ diye ifade edilecek bir tavır içinde olmazdı. Hayat hikayesini ‘hakikat arayışının özeti’ olarak tanımlıyordu.
Gülper Refiğ: Siyah krep şalları kişiliğini tamamladı
Ayşe Şasa eşim Halit Refiğ’in çok yakın dostuydu. Gerçek bir entelektüel olarak, dünyadaki büyük düşünürler örneğinde gördüğümüz gibi irfan ve hakikat yolculuğunda nihai hedefe varmaya muvakkaf olmuş, Muhiyyiddin Arabi’nin yolunda ve tasavvuf inancında aradığı huzuru bulmuştur. Aynen Batıdaki J.W. Goethe, Victor Hugo, G. Flaubert, R.M.Rilke gibi, Şasa da çocukluğundan itibaren yetiştiği Batı kültürü ortamından kendi vicdanı ve sağduyusu ile sıyrılıp büyük değişimi gerçekleştirdi. En ahlaklı ve gerçekçi sinema yazarımızdır demek yanlış olmaz. Giyiminde hangi tercihi yaparsa yapsın o daima özel kişiliği ile hep can dostumuzdur. Siyah krep şalları onun hem kişiliğini tamamladı hem de gerçekten çok yakıştı.