Mürekkep Haber’den Oğuz Çetinoğlu, Kitâbiyat isimli köşesinde ‘Artık Telgrafın Tellerine Kuşlar Konmuyor’ isimli kitabı ele aldı.
Çetinoğlu’nun yazısını şöyle;
23 Ekim 1840 târihinde ‘Postahâne-i Âmire’ adı ile kurulan işletme, Türkiye’nin en eski ve köklü kuruluşlarından biri idi. 1855 yılında telgraf, 1909 yılında telefon hizmetleri vermeye başladı. 1913 yılında ‘Posta, Telgraf ve Telefon Umum Müdürlüğü’ (PTT) adını aldı. 20 yıl boyunca İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak çalıştıktan sonra 1933 yılında Bayındırlık, 1939 yılında Ulaştırma Bakanlığı’na bağlandı.
24 Nisan 1995 tarihinde PTT’nin son ‘T’si ayrılarak kısa adı ‘Türk Telekom’ olan ‘Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi’ kuruldu. 14 Kasım 2005 tarihinde Türk Telekom’un % 55 hissesi, 6.550.000.000 dolar bedelle, ‘özelleştirme’ adı altında yabancılaştırılarak Lübnan asıllı Oger Ortak Girişim Grubu’na satıldı.
Nüfusu 500.000 civarında büyük bir aile teşkil eden Telekom çalışanları, şu veya bu sebeple kurum ile ilişkileri kesilmiş olsa bile birbirlerinden ayrıl(a)madılar. Aynı kurumda çalışmalarına devam ediyorlarmış gibi, bir arada olabilmek için TELEKOMCULAR DERNEĞİ’ni kurdular. http://www.telekomculardernegi.org.tr adresli nternet siteleri var. Kurumda çalışanlar ve ayrılanlar ayırımı yapılmaksızın, acı ve tatlı haberleri üyelerine iletiyorlar, sesli veya sessiz olarak Yusuf Nalkesen’in Kürdili Hicazkâr şarkısının nakaratında olduğu gibi ‘Ayrılsak da berâberiz’ dercesine haberleşiyorlar.
Haberleşmekle de yetinmiyorlar, zaman zaman bir araya gelip geçmiş günleri yâd ediyorlar, kurumdaki günlerden kalan hâtırâlarını anlatıyorlar. Bu hâtırâları, ‘aramızda kalmasın-herkes bilsin’ diyerek kitaplaştırıp Türk ve dünya kamuoyuna sunmayı kararlaştırmışlar.
‘Artık Telgrafın Tellerine Kuşlar Konmuyor / PTT ve Türk Telekom Anıları’ isimli kitap bu kararın ürünüdür.
Kitap yalnızca Türk Telekom’cuların değil, Türk olsun olmasın Türkiye’de yaşayan herkesin ilgisini çekecek hâdiselerle, bilgilerle dolu. Acısıyla tatlısıyla, yüz kızartan çirkinlikleri, gurur duyulacak asil hareketleri, hasbî yardımlaşma arzuları, Bizans entrikalarını andıran ayak kaydırma operasyonları, hırsızlıklar ve yolsuzluklar, aptalca işlenen hatâlar ve zekice planlanan soruşturmalarla adâletin tecellisinin sağlanması… Renkleri bol sevgili milletimizin, aziz vatanımızın bilinen ve bilinmeyen içyüzü, kimin ilgisini çekmez ki?
Kısa bir süre ‘TELEKOM’cu Dr. Fahri Atasoy, felsefe, sosyoloji ve psikoloji ilim dallarındaki uzmanlığının kendisine kazandırdığı tecrübe sâyesinde yaptığı derin tahlillerle dikkat çekiyor. Satırlar arasında bütün bir Türkiye, her kesimi ile topyekûn Türk milleti var. Onlar bizim insanımız.
Telekomcular Derneğinin Başkan Yardımcısı Fazlı Köksal meziyetleri ile övünmüyorsa da tam bir Kayserili. Zeki bir müfettiş, gayretli-çalışkan ve fedakâr bir bürokrat, yetenekli ve kalemi kuvvetli bir yazar. Duygulu, hassas bir gönül adamı…
Türkiye, güzellikler diyarı, sevecen insanlar cennetidir. Kin, haset, kıskançlık ve intikam duygularının esiri olarak dünyayı kendisine de çevresine de cehennem hâline getiren zebânilerimiz de yok değil. Ne mutlu bizlere ki… Türkiye’mizin gökkuşağını andıran güzellikler yelpazesini oluşturanlar ekseriyettedir. En kötülerinde bile hoşluklar bulmak mümkündür. Çünkü bizler, ölü köpekteki güzellikleri görebilen bir Peygamberin ümmeti, huzur inşa eden bir kültürün mensuplarıyız.
Artık Telgrafın Tellerine Kuşlar Konmuyor isimli kitap Türkiye’nin, çok hassas bir objektifle çekilmiş fotoğrafı gibidir. 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde, 464 sayfalık kitap, Mayıs 2015’te yayınlandı.
Eser, yetenekli bir Telekom’cu olan Harun Yavruoğlu’nun profesyonelleri aratmayacak mükemmeliyetteki karikatürleri ile zenginleştirilip güler yüzlü sevimliliğe büründürülmüş. Hoş karşılanabilecek bir-iki dil kaidesi hatâsına rağmen kullanılan temiz Türkçe, kitabı rahat okunur hâle getiriyor. Bu güzellik; 166 adet hâtıra yazısını seçerek, ‘yayınlanabilir’ olanların sayısını 84’e düşüren jüri üyelerinin ve kitapta varlıkları belirtilmemiş olmasına rağmen, müspet etkileri hissedilen editör, redaktör ve musahhih olarak görev yapan ekibin başarısıdır.
Yaşadıkları ülkeyi 1980’li yıllardan sonra tanıma imkânı bulanlar; bugün faydalandıkları teknolojik imkânların, bilgisayarın ve hayatı kolaylaştıran ve hatta konforlu hâle diğer unsurların bulunmadığı Türkiye’yi kabullenmekte zorlanıyorlar. 35-40 yıl önce, telefon abonesi olabilmek için başvuru tarihinden sonra 5-10 yıl beklemek gerekiyordu. ‘Normal’ veya ‘acele’ olarak adlandırılan ücret târifesine göre çok daha pahalı olan şehirlerarası ‘yıldırım’ telefon görüşmeleri için bile 3-5 saat sıra beklendiği oluyordu. Şehir içi görüşmelerde ‘çevir’ sesini duyabilmek için onlarca dakika beklemek gerekiyordu. Kitapta yazısı bulunanlar, o günlerden bu güne gelişin hikâyesi de kısaca anlatıyorlar. Kadirşinas okuyucu, emeği geçenleri fâtihalarla yâd ediyor.
Bu sayfayı tâkip edenler bilirler: Tanıtımı yapılan kitaptan ‘tadımlık’ bölümler alıntılanır. En uygun bölümün belirlenmesi için kitap, tekrar tekrar gözden geçirildi. Hiç kimseye haksızlık etmemek için bir tek yol vardı: Kitabın tamamını alıntılamak… Bunun maddî imkânsızlığını herkes takdir edecektir. Seçim imkânsız olduğundan, rastgele açılan bir sayfa tercih edildi.
Erzurum’da PTT Bölge Müdür Yardımcısı olarak görevli Erzurum doğumlu Tahsin Kaya (TK)’nın 218, 219, 220, 221, 222. Sayfalardaki yazısı kısaltılarak aşağıya alındı:
‘TK bir akşam eve geldiğinde Konya’da yüksek öğretim görmekte olan biricik evladı, ciğerpâresi oğlunun hasta olduğu haberini alır. Telefon ettiğinde, berâber olduğu arkadaşından uyumakta olduğunu öğrenir, görüşemez. Bir müddet sonra aradığında yine aynı bilgiyi alır. Şüphelenir ve eşine: ‘Hazırlan Konya’ya gidiyoruz’ Der. Saat 23.30’da yola çıkacakları sırada telefon gelir. Heyecanla ahizeyi eline alır. Arayan oğlu değil, bölge illerinden birinde hat bakıcısı olarak çalışan bir elemanıdır. Ağlamaklı bir sesle: ‘Sayın Müdürüm, benim kızımı kaçırdılar.’ Der. Aralarında şu konuşma geçer:
-Ben burudan ne yapabilirim ki? Elim yetmez, gücüm çatmaz. –Müdürüm, bizim sâhibimiz gökte Allah, yerde sizsiniz. –Bana numaranı ver, araştırır, seni ararım.
TK, Konya’ya gitmeye kararlı olmakla birlikte, verdiği söz sebebiyle ne yapacağını bilemezken, oğlu arar ve merak etmemesini, yükselen ateşinin düştüğünü, iyi olduğunu söyler. TK, çok duygulandığından konuşamaz ve telefonu eşine verir. Eşi uzunca bir süre konuştuktan sonra; ‘Oğlumuz iyi. Evladı için senden yardım bekleyen bir baba var. Ona babalık etmelisin.’ Diyerek görevini hatırladır.
Tanımadığı ve hayatında hiç görüşmediği halde ümidini müdürüne bağlayan birine ilgisiz kalmayı kendisine yakıştıramaz. İl Emniyet Müdürlüğü’nü arar. Santral görevlisi polis memuru, bu saatte kimsenin bir şey yapamayacağını, fakat genç vali yardımcısının belki ilgilenebileceğini söyler. İrtibat sağlanınca kendisini tanıtır ve durumu anlatır. Vali Muavini telefon numarasından kızın babasına ulaşabileceğini ve yardımcı olacağını söyler. Buna rağmen TK bütün gece uyuyamaz. Sabahleyin işyerine gittiğinde, sekreteri, Vali Yardımcısının kendisini aradığını söyler. Kaçırılan kız bulunmuş ve ailesine teslim edilmiştir. Problem yoktur.
Dünyalar O’nun olmuştur. Oğlundan iyi haber gelmiştir, bir babaya yardımcı olmuştur.
O kişiyi aramayı düşündü ise de, ‘Onun araması gerekir’ diyerek vazgeçer. Bir hafta boyunca aramaz. Yine de üzerinde fazla durmaz. ‘Balık bilmezse Hâlik bilir’ der ve meseleyi unutur. Sonrasını kendisinden öğrenelim:
‘Sabah işyerime geldiğimde sekreter hanım içeri girdi ve ‘Efendim, misafirleriniz var. Kalabalık oldukları için toplantı odasına aldım ve çay ikram ettim, sizi bekliyorlar.’ Dedi. Merakla toplantı odasına gittim. Mutlaka bir yerden bir talep için siyasî ekip geldi diye düşünüyordum. İçeri girdiğimde, hemen hepsi büyük bir nezaketle oturdukları koltuklardan kalktılar. Yüzlerinde bir mahcubiyetin verdiği ifadenin yanı sıra bir makamda olmanın gururu ve değer verilen bir insanla görüşmenin sevincini görmem hiç de zor olmadı. Gelenler kaçırılan kızın ailesiydi. Benden yaşlı olan beylerin elime eğilmeleri aslında mensubu olmakla gurur duyduğum TÜRK TELEKOM’a duyulan saygının yansımasıydı. Hele kaçırılan ve henüz on üç veya on dört yaşlarındaki genç kızın, kızaran yanaklarından dökülen utanç duygularına karışmış sevgi tebessümleri, ömrüm boyunca hiç unutamayacağım bir hâtırâ olarak hafızamda yer etti.
Herkes kendi ölçüleri içerisinde bir çıkınla gelmiş ve teşekkürlerini bizzat ifade etmişlerdi. Sekreteri çağırdım ve tüm getirdiklerini personele dağıtmasını söyledim. Çaylarımızı içerken sordum: ‘Neden beni aradın veya benim sana yardımcı olabileceğime nasıl inandın?’ Yaşlı hat bakıcımızın verdiği cevap, üstlenmiş olduğum görevin kutsiyetini ve hayat mücadelemde edindiğim gerçeğin, Şeyh Edebali’nin Osman Beye, ‘Oğul; insanı yaşat ki Devlet yaşasın.’ ifadesinin ne kadar doğru olduğunu bir kere daha anlatmıştı.
Şimdi devleti kırparak yıldız yapanları, tarih önünde bir kere daha lanetliyor ve kendi ikbal ve ihtirasları uğruna bu güzide kuruma vurdukları darbenin hesabını burada olmasa bile ahrette sorulacak günü bekliyorum.
Adam bana şöyle demişti; “Müdürüm o günün sabahı arkadaşlarla iş yerinde konuşurken senin adın geçti, bazı arkadaşlarımız seni hiç tanımadıkları halde senden bahsettiler, bende akşam eve geldiğimde bu durumla karşılaştım. Aramadığım yetkili kalmadı, herkes başından savdı. Çaresizlik içerisinde düşünürken hanım ‘Bey, niye kara, kara düşünüyorsun, Allah büyüktür eğer sen evladına helal lokma yedirdi isen, işine aşına ihânet edip başkası yapar demedi isen ve ben ona helal süt emdirdi isem, Allah bizi darda bırakmaz mutlaka bir sebep gönderir hele sabret’ dedi. İşte ne olduysa bilmiyorum o anda siz aklıma geldiniz ve sizi aradım. Yani müdürüm, bizim de babamız sizdiniz.”
O gün, anladım ki, bir âmir, sadece temsil ettiği kurumun görev ve sorumlulukları içerisine kendisini hapseden biri değildir. Âmir; görev yaptığı kurumun tüzel kimliğini, unsurlarını ve özellikle de personelinin her türlü mesuliyetini de üslenmek mecburiyetinde olan ve bu sorumluluğu kendisinde bulandır. Sadece kendi rahatlığını ve kendi meselelerini düşünen insan, mevsimsiz açan yaprak gibidir, bu gün vardır yarın olmayacaktır.
Âmir; karanlık geceleri aydınlatan yıldızlar gibi hep ışık saçmalıdır. Unutulmamalıdır ki ‘Dünyada Hüma kuşunun nesli tükense bile kimse baykuşun gölgesi altına girmez. (Sadi).’
Not: Gözpınarlarınız harekete geçmediyse, yetersizlik, metni özetleyendedir. O zaman kitabı edinip okuyunuz. ‘Devlet ve devleti temsil edenler nasıl olmalıdır? İnsanoğlu niçin yaratılmıştır? ’ şeklindeki sorulara sağlıklı cevap veremeyenlere de okutunuz.
AKIL FİKİR YAYINLARI: Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-514 77 77 e-posta: bilgi@akilfikiryayinleri.com www.akilfikiryayinlari.com