Edebiyat, sanat, tarih…Dergilerin Ağustos 2015 sayıları yine dopdolu.
On5yirmi5 olarak Ağustos ayında çıkan dergileri sizler için derledik.
İşte Ağustos ayı dergileri…
İTİBAR DERGİSİ AĞUSTOS SAYISI
İbrahim Tenekeci yönetiminde aylık olarak çıkan İtibar’ın Ağustos sayısı Hasan Aycın’ın bir çizgisi ile açılıyor. Derginin şiir sayfaları Ali Emre’nin “Üsküdar’da Kızlar”, İsmail Kılıçarslan’ın “Bir Kadının Gözyaşları İçin Şiir”, Suavi Kemal Yazgıç’ın “Biraz” ve İbrahim Tenekeci’nin “Sürekli Kayıp” isimli şiirleriyle devam ediyor. Bu sayının diğer şairleri ise Nurettin Durman, Emel Özkan, Mehmet Aycı, Abdüssamed Bilgili, Zeynep Tuğçe Karadağ, Nadir Aşçı, Melih Tuğtağ, Mehmet Burak, Seyyid Ensar, Ahmed Ölmez, Bahadır Sancak, Rıdvan Tulum, Recep Terler, Abdullah Mesud, Ayşe Çelikkaya, Rıfat Eroğlu ve Leylâ İpekçi. Bu sayının arka kapak şiiri ise Hüseyin Atlansoy’a ait.
Derginin Ağustos sayısının öykü sayfalarında Cemal Şakar’ın “Hayat İşte”, Necip Tosun’un “Körebe”, Sibel Eraslan’ın “İskele”, Kemal Sayar’ın “Tamirci Çırağı”, Muhsin Macit’in “En İyi Arkadaşımdı Selo”, Zeki Bulduk’un “Dedikodu ya da Ben Öyküsü”, İsmail Özen’in “Fotoğramızı Çeker misin?”, Yunus Emre Özsaray’ın “Postmodern Büyü”, Emine Batar’ın “Bilinçaltı” ve Adem Tekden’in “Uykudan Önce” öyküleri bulunuyor.
Mehmet Dinç: “Hiçbir Bağımlılık İyiye Gitmez”
İtibar’ın Ağustos sayısında, Said Yavuz, Psikolog Mehmet Dinç’le bir söyleşi gerçekleştirmiş. Dinç, “Kendi hayatımızı yaşarsak kendimiz olacağız. Ben hayatı ciddiye almadığımızı düşünüyorum. Hayatı ciddiye almak, üzerinde düşünmeyi, emek vermeyi, sabretmeyi, fedakârlık göstermeyi beraberinde getiriyor” diyor. Derinlikli yazılarıyla dikkat çeken İhsan Fazlıoğlu ise geniş oylumlu bir makaleyle dergide yer alıyor bu ay: “Türkistân’ın İlmî Zihniyetinin Teşrîhi. Hemen arkasından Ercan Yıldırım’dan bir İsmet Özel yazısı geliyor: “Ahir Zamanda Türk Entelektüeli Olmak”. Ali Görkem Userin “Okumanın Geleceği”, Tarık Tufan “Bir Yere Sığmak”, Hüsrev Hatemi “Mahşername Destanı”, Mustafa Ruhi Şirin “Van’da Bir Kardeşim Var” başlıklı yazılarıyla derginin düzyazı sayfalarında yer alıyorlar. Ebru Burcu Yılmaz, Necip Tosun, Mehmet Narlı, Ercan Yılmaz, Ahmet Edip Başaran, Tuba Kaplan, Şahin Bal, Said Yavuz ve Güven Adıgüzel yazılarıyla İtibar’ın Ağustos sayısına katılan diğer isimler
İLİM İRFAN: NAMAZA ÂŞIK MIYIZ?
Günde beş vakit kılınan namaz, günde beş kez bir ahit yenilemek anlamına geliyor. Rabbimizle aramızdaki ahdi yeniliyoruz, onu yeniden imzalıyor, kulluğumuzu bir daha ibraz ediyoruz. Bu yönüyle, insanın yücelişinin bir temsili olan namaz, aynı zamanda insanın unutkanlığının ve nankörlüğünün de bir belgesi oluyor. Yani o kadar unutkan ve nankör olabiliyor ki insan, kul olduğunu günde beş kez hatırlamasını sağlamak gerekiyor.
İlim ve İrfan dergisi Ağustos sayısında (sayı, 36) namaz hassasiyetini dosya konusu olarak işliyor, gündeme taşıyor.
Dosya kapsamında Prof. Dr. Ali Akpınar, Doç. Dr. Ahmet Albayrak, Yrd. Doç. Dr. İbrahim Baz ve Rabia Brodbeck’in yazıları yer alıyor. Prof. Dr. Ali Akpınar, namazın peygamberlerin ortak mirası olduğu vurgusunu öne çıkarıyor. Zor zamanlarda namazın insana nasıl bir serinlik kattığını Efendimizin hayatından bir tabloyla açıklıyor: “Peygamberimiz bir sıkıntı ve bela ile karşılaştığında namaz kılarak Allah’tan yardım diler ve rahatlamaya çalışırdı. O (sas), ashabının suikastla şehit edildikleri haberini alınca Hazret-i Bilal’e hitaben, ‘Ey Bilal, kamet ederek bizi namaza başlat da rahatlayalım!’ buyurmuşlardır.”
Doç. Dr. Ahmet Albayrak hayatın namaz etrafında anlam bulduğunu ifade ettiği yazısında, namazı güzel olan kimsenin hayatının da güzel olacağını vurguluyor.
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Baz ise, namaza tasavvufi pencereden bakıyor. Asıl namazın kalbin secdesiyle eda edildiğini işaret ediyor. “Namaz nasıl ibadetlerin zirvesi ise namazın zirvesi de secdedir. Secdede beden geldiği toprağa yönelir, kalp ve ruh ise Allah’a yönelir. Her şey aslına döner.” diyor, Yrd. Doç. Baz.
Rabia Brodbeck ise kulluğun zirvesinin namaz olduğunu beyan ediyor. Rabia Hanım, namaza olan sevgisini şu sözlerle dile getiriyor: “İslam dinine ilk girdiğim andan itibaren yaptığım tüm ibadetlerin içerisinde namazın mübarek cazibesi beni benden almayı başarmıştır. Müslüman olmadan önce namaza âşık oldum.”
Orta sayfada sohbetleri yer alan Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi bu sayıda, dinin direğinin ibadet, ibadetin esasının ise muhabbet olduğunu işaret ediyor. Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi ibadetin iki temel şartını şöyle beyan ediyor: “Birincisi, Allah Teala neyi emretmiş ya da yasaklamışsa, Resulü neye davet etmiş ve belirtmişse bunların tamamına sıkı sıkıya sarılmak gerekir. Bu, Allah’a boyun eğmenin ve yaşantıya yansıtmanın adıdır. İkincisi ise, bu bağlılığın Allah’ı hakkıyla seven bir kalpten çıkması gerekir. Çünkü Allah’tan daha fazla sevilmeye layık hiçbir varlık yoktur.”
İlim ve irfan hazineleri
Prof. Dr. Ahmet Ögke, tasavvufta hakikatin mecazlarla nasıl anlatıldığını belirtmiş. Prof. Ögke, mana dilinin en belirgin özelliğinin, tasavvufa ait yüksek irfani hakikatlerin, çeşitli mecazlar, benzetmeler, teşbihler, temsiller, semboller ve metaforlarla ifade edilmesi olduğunu örnekleriyle ortaya koymuş.
Sami Bayrakçı, tasavvuf yolunun büyüklerinden Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin portresini kaleme almış. Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin şu özelliği oldukça dikkat çekici: Helalinden kazanıp, geçimini helal lokma ile sağlama konusunda son derece titizdi. Hace Ahrar (ks), fütüvvet ehlinin özelliklerinden olan el emeğiyle çalışıp kazanmaya da önem verir, kimseden hediye kabul etmezdi.
Prof. Dr. Kadir Özköse bu sayıda Rifaiye tarikatını anlatmış. Rifaiye, Ortadoğu, Anadolu ve Rumeli’de yaygın olan bir tarikattır. Kaynaklar Tarikat-ı Ahmediye yani Rifaiye’yi ilk dönemlerden itibaren Anadolu’da hissedilebilir hakimiyeti bulunan tarikatlar arasında göstermektedir.
İslam’dan nasipsiz bir Müslümanlık hayatının inşa edilmeye çalışılması tehlikesine dikkat çeken Doç. Dr. Mahmut Çınar, günümüzün acı haritasını da çıkarmış: “Dünyanın her tarafında Müslümanlar birbirleriyle maalesef savaşmaktadır. En derin ihtilaflar ne yazık ki onlar arasında bulunmaktadır. Açlık Müslümanların yaşadıkları topraklarda yaygındır. Cehalet, sanki Müslümanların kaderidir. Birbirini ötekileştirme, tekfir etme, dini gerekçelerle savaşma sanki onların hayatlarının kopmayan bir parçası gibi.”
Bu sayıda, Ahmet Edip Başaran dikkat çeken yazılarına devam ediyor. Başaran, Muhyiddin Şekûr’ün Su Üstüne Yazı Yazmak adlı kitabıyla çıktığı arayış ve adayış yolculuğundan haberdar ediyor okuru.
Kırkambar sayfalarında M. Nezihi Pesen namazla ilgili güzel yazılar, bölümler sunmuş okura. Kemal Özer de tohumlarda yapılan fıtrat cinayetlerine dikkatleri çekmiş.
İlim ve İrfan dergisi Ağustos sayısı Ailemiz ekiyle birlikte okurun gönlünü kazanmayı bilmiş.
YÜZAKI: FAZİLETLER SEMASINDA İNSAN İNŞÂSI
Yüzakı dergisinin Ağustos ayı tanıtım bülteni şöyle;
Dünya buhranlar içinde.
Dünkü coğrafyamızda;
Bugün yetmiş küsur devlet var…
Birbiriyle didişen, iç karışıklıklar, fitne ve kargaşalar, katliâmlar, zulümler, istibdatlar içinde yetmiş küsur devlet…
Dün o ihtişamlı devirlerde o birlik nasıl sağlanıyordu?
İnsan inşâsıyla…
Medeniyetimiz insan yetiştiriyordu. Kıtaların zimâmını elinde tutabilen, düşmanını caydıran, kardeşini koruyan; kılıcın da kalemin de kürsünün de meydanın da hakkını verebilen yiğitler…
Evvelâ iç dünyalarında kendilerini inşâ etmiş insanlar…
Sonra nesilleri inşâ etmiş, gönülleri ihyâ etmiş insanlar…
Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir.” (Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd, 2)
Bu merhaleyi tamamlamadan, kendini inşâ edemeden, Mevlânâ’nın tabiriyle ham olan müslüman; İslâm ve şiddeti yan yana getirmeye çok hevesli Batı’nın da tuzaklarına düşerek; çevresiyle, hattâ bütün insanlıkla cihad etmeye kalkıştı mı günümüzdeki manzaralar meydana çıkıyor:
Birbirinin boğazına sarılmış, tekbir getirerek birbirini katleden ve buna cihad diyen müslümanlar!.. İçlerinde uzun sakallı sahtekâr Conilerin, Tonilerin de varlığı âşikâr olan bu gürûhun tek hedefi; bizi İslâm devleti, hilâfet, cihad gibi kavramlardan nefret ettirmek…
Hayır! Onların bir plânı varsa Allâh’ın da bir plânı var.
Cihâdı daha iyi anlama fırsatı sunuyorlar bize:
Cihad evvelâ;
Fazîletler Semâsında
İNSAN İNŞÂSI
Şimdi cihad zamanı!
Nefsimizle, şeytanımızla, insanımızı başkalaştıran, vîran eden, harap eden cereyanlarla, düşmanlarla…
“Onları korkutacak kuvvetler hazırlayın.” (el-Enfâl, 60) buyuruyor, cihâdı emreden Mevlâ…
Onlar en çok hakikatten korkuyor, Kur’ân’dan, vahdetten, ümmet şuurundan, mü’minin mü’minin derdiyle dertlenişinden, dün kıtaların zimâmını elinde kudretle tutan insanı inşâ edecek, fazîletler semâsından korkuyor. Düşman, müslüman doğrayan kılıçlardan ise korkmak bir tarafa, keyifleniyor. Onları kullanarak, coğrafyamızdaki yetmiş küsur devleti daha bölük pörçük, daha perişan, daha cılız hâle getirmenin hesaplarını yapıyor.
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; her medeniyetin kendi insan tipini yetiştirdiği hakikatinden hareketle; çareyi kendi insanımızı inşâ etmek olarak ortaya koydu. Bir şartla; çilelerden şikâyet edip kaçmadan, sebat ve şükürle olgunlaşarak…
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; fazîletler semâsının güneşi Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ahlâkını tahsil ve tatbik etmeye davet ediyor bizi. O’nun Muhteşem Ahlâkı yazı dizisinin, «Hamd ve Şükür» başlıklı ilk makalesinde edâ edilen Ramazân-ı şerif kıvâmını muhafaza üzerine de dikkatlerimiz çekilmekte.
Mevlânâ Hazretleri’nin hikmetleri sözleri refâkatinde devam eden Sır ve Hikmet İncilerinde, yol kesici şeytan ve hempâlarına karşı, cemaat olma ve rehber bulma zarureti ele alınmakta.
Yazarlarımız, cihad hakikatini ve türlerini ele aldılar. Devrimizde cihad kavramını istismar etmek isteyenlere karşı peygamberler tarihinden, Siyer-i Nebî’den, Mekke dönemi, Medine Dönemi ve bütün İslâm tarihinden misaller getirdiler. İç karışıklarda müslüman katletmenin asla cihad olmadığını bütün açıklığıyla ortaya koydular. Asıl İslâm dâvâsı için yapılması gereken neslin inşâsı, insanın ihyâsı yolundaki gayretleri misallendirdiler.
Bizi bizim kavramlarımızla vurmaya çalışan Batı’nın gerçek yüzünü ortaya koyan Cemil MERİÇ’e dair bir inceleme, dosyamızı tamamlamakta.
Şairlerimiz mâzîmizi zaferlerle süsleyen Ağustos’ta, gündemin acılarına da bîgâne kalmadan zafer türküleri ve şehid ağıtları yakmakta.
Yeniden zaferlerle dolu Ağustoslara…
DAVET MEKTEBİ DERGİSİ
Davet Mektebi dergisinin Ağustos ayı tanıtım bülteni şöyle;
İslam coğrafyamıza baktığımızda Müslüman kardeşlerimiz; mezhepçilik, kavmiyetçilik, particilik gibi fitnelerle birbirlerine düşürülmüşlerdir. Müslümanların dağınıklığından, bölünmüşlüğünden ve birbirleriyle uğraşmalarından istifade eden emperyalist şer güçleri ittifakla ortaya çıkardıkları terör örgütleriyle coğrafyamızı kana bulamakta, coğrafyamızı parsel parsel bölüşmekte ve maddi manevi kaynaklarımızı sömürmeye devam etmektedirler. Müslümanlar olarak bilinçli bir ümmet olamamanın ızdırabını çekiyoruz. Kendi aralarında ittifak halinde olan küfür milleti de bu ateşe benzinle gelerek yakıcı ve yıkıcı faaliyetlerini hızlandırıyorlar. Emperyalist şer güçlerinin İslam âlemindeki bu katliamlarına, oyunlarına, tehditlerine karşı ancak Allah’ın ipine sımsıkı sarılmakla ve güçlü bir ümmet olmakla cevap verebilir ve bu içler acısı durumdan ancak ittihatla kurtulabiliriz.
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini anın. Hani siz birbirinize düşmandınız Allah gönüllerinizi birbirine yaklaştırdı da O’nun nimetiyle kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişmeniz için Allah size ayetlerini böyle açıklıyor.” (Ali İmran, 130)
Bölgemizdeki bu kan ve gözyaşına rağmen Yüce Allah müminlere vadini gerçekleştirecek ve kaybeden asla İslam olmayacaktır.
Davet Mektebi dergimizin bu sayısında asrını ve sonrasını derinden etkileyen; düşünceleriyle, yaşantısıyla ve şehadetiyle asrına ve sonrasına ışık saçan 20. yy’ın en büyük ve en önemli düşünürlerinden biri olan Seyyid Kutub’u dosya konusu olarak ele alıyoruz. Yazarımız Ekrem Özgüç, Mısır ve küresel tağutların zulüm ve işkencelerine göğüs gererek gayesi uğruna canını veren Şehid Seyyid Kutub’un kısaca hayat hikâyesini, İhvan-ı Müslimin hareketine katılışını, Seyyid Kutub’un deyimiyle “cahiliyeden hidayete dönemini, tevhidi anlayışı ve yaşayışını, islam dünyasındaki etkisini ve Kutub’u hedef alan haksız ve yanlış tenkitleri kaleme aldı. Yazarımız Molla Salih Turgut; derin bir araştırma ve analiz yazısıyla Seyyid Kutub’a yönelik tekfircilik suçlamalarına kaynaklarıyla cevaplar veriyor. Misafir yazarımız Kazım Sağlam ise “Seyyid Kutub’u nasıl okumalıyız” başlıklı yazısıyla bizlerle…
Ayrıca yazarımız Muhammed Özkılınç “Müzmin Hastalık TEKFİR” yazısıyla tekfircilik hastalığının İslam ümmetine verdiği tahribatları kaleme aldı. Seyyid Kutub’un mücadele ettiği emperyalist tağutlar, yerli işbirlikçileriyle beraber günümüzde de Müslümanlara kan kusturmaya devam etmektedirler.
Araştırmacı-yazar Ahmet Varol “İslam Dünyası” köşesinde “Küresel zulme Küresel terör: IŞİD” başlıklı yazısıyla şer güçlerinin İslam dünyasına musallat ettikleri terör örgütlerine ve kirli tuzaklarına değinerek İslam coğrafyasındaki gelişmeleri sizlerle paylaşmaktadır. Gündem Analiz yazarlarımız Mümin Yılmaz Suruç’ta ki terör olayı sonrası bölgemiz ve ülkemiz üzerinden oynanan oyun ve tuzaklar karşısında halkın “uyanık” olması ve inisiyatif alması gerektiğini yazdı. “Türkiye savaşa mı çekiliyor, savaş alanı mı oluyor” başlıklı yazısıyla yazarımız Ahmet Milli Türkiye’nin içinde bulunduğu sancılı dönemi çeşitli yönleriyle analiz etmektedir.” Dolunay, etrafında yoğun bir karanlık olduğunda çok daha iyi görülür! Eğer bir dolunay kadar ışık veriyorsan, etrafındaki karanlıklar senin ışığının değerini yükseltir! Karanlıklar, yakında görünecek bir dolunayın ortaya çıkacağının işaretidir…” diyen başyazarımız Recep Songül Peygamberler kıssalarından çıkardıkları derslerle ümmetin içine düştüğü ümitsizliğe ümit, mücadelesine heyecan katıyor.
Düşünce, aile mektebi, genç kürsü, teknoloji ve edebiyat sayfalarımızla Davet Mektebi Dergimiz gerçek bir mektep olma idealini sürdürüyor.
Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi vesellem): “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” hadisinin verdiği mesaj doğrultusunda her yeni sayıyla birlikte daha iyiye ve daha mükemmele doğru gitme arzusu taşıyoruz. Bu arzumuzu gerçekleştirmede Yüce Allah’ın bize yardımcı olmasını temenni ediyoruz.
Daha güzel ve daha başarılı sayılarda buluşma arzusuyla hepinizi Allah’a emanet ediyor, Yüce Allah’ın bizleri her şeyin en hayırlısına muvaffak kılmasını diliyoruz.
“Sakın gevşemeyiniz, karamsarlığa kapılmayınız. Eğer mümin iseniz üstün gelecek olan taraf sizlersiniz.”(Al-i İmran 139)
HAKSÖZ: ÇÖZÜM SÜRECİ NASIL DEVAM EDEBİLİR?
“Kur’an’ın aydınlığına doğru” şiarıyla aylık yayınını sürdüren Haksöz Dergisi, Ağustos 2015 tarihli 293. Sayısında Suruç’ta yaşanan saldırıdan sonra artan PKK şiddetini ve operasyonları merkeze alan bir manşetle çıktı: “Çözüm Süreci Nasıl Devam Edebilir?”
PKK şiddeti ve sokaklara yansıyan vandalizmle açığa çıkan güvenlik sorunun nasıl çözüleceğinin de tartışıldığı Gündem yazısının yanı sıra konuyu Rıdvan Kaya, ABD’nin Türkiye’ye dayattığı IŞİD operasyonu bağlamında; Haşim Ay, sürecin muhtemel akıbeti yönünde; Güney Uzun ise hassaten AK Parti hükümetinin IŞİD ve PKK’ya dönük tutumu çerçevesinde ele alıyorlar.
Dergide son zamanların öne çıkan konusu İslamcılık’ın nasıl gündeme geldiği ve tartışmayı başlatanların çelişkileri Hamza Türkmen’in yazısında kapsamlı olarak değerlendirilirken Musa Üzer de konuyu tartışanların mevzuya ne kadar vakıf olduklarını sorguluyor.
Mustafa Yılmaz “özgürlük” üzerine hem kavram ve hem de perspektif analizinde bulunurken modern özgürlük algısı üzerine dikkat çekici tespitlerde bulunuyor.
Fabrice Balanche’den yapılan bir çeviride Suriye’de yaşanan kriz ve bu kriz bağlamında Alevilerin konumu değerlendiriliyor.
Ersoy Göveç, Milli Eğitim Bakanlığının gündeme getirdiği “seviye sınıflar”ın neye tekabül ettiğini ve içerdiği sorunları konu ediniyor.
İbni Arabi Okumaları üzerinden yazı dizisine devam eden Mustafa Akman, İbni Arabi’de vahdet-i vücud felsefesini masaya yatırıyor.
Murat Bakaç, Peygamberimizin (s) hayatından örneklerle çocuk eğitimi ve gençlere nasıl yaklaşmak gerektiği üzerine tespitlerde bulunuyor.
Mustafa Siel, Kamer Suresi tefsiri bağlamında mucizelerin peygamberlere hangi amaçla verildiğini yorumluyor.
Ömer Bitlis, WhatsApp grubu olarak başlayıp yoğun yardım faaliyetleriyle dikkat çeken ve “İstanbul Ensarları” adıyla oluşan grubun çalışmaları hakkında dergi okuyucusunu bilgilendiriyor.
Kültür-sanat ve edebiyat sayfalarında Murat Aydoğdu, Halil İncekara ve Ali Değirmenci’nin denemeleri; Bünyamin Doğruer ve Gülnur Aşcı Yetkin’in de şiirleri dergideki yerini alıyor.
UMRAN: ALACAKARANLIĞIN GÜNDEMİ
Umran dergisinin Ağustos 2015 sayısının tanıtım bülteni şöyle;
7 Haziran 2015 genel seçimlerinin ardından Türkiye’nin sonuçları öngörülemeyecek alacakaranlık bir gündeme doğru hızla ilerlediğini söyleyebiliriz. Mesele sadece koalisyon görüşmelerinin nasıl neticeleneceğinin ötesine geçmiş bulunmaktadır. İç ve dış politikanın ayrılamayacak derecede Türkiye’nin iç güvenliğini ve toplumsal kesimlerini doğrudan etkilemesi milliyetçilikler başta olmak üzere toplumsal fay hatlarını yeniden hareketlendirmiş durumdadır. Bu çerçeveden “Suruç’ta canlı bomba niye patlatıldı?” sorusu üzerinde durmak daha yararlı olabilir. Olay sıcaklığını korurken, Kilis’te meydana gelen saldırı ve Türkiye’nin koalisyon güçlerine dâhil olması, tampon bölge oluşturma teklifinin kabul görmesi meseleyi daha da karmaşık hale getirdi. Dış politika ve uluslar arası ilişkiler boyutunu bir yana bırakırsak şunları söyleyebiliriz:
Taksim kadife darbe sürecini tertipleyen “şer ekseni”nin, hoşnutsuzlar cephesini sürekli olarak genişletme stratejisini göz önüne aldığımızda, siyasi iktidarların hamlelerine karşı hamle yapmak üzere daha önceden bazı taktikler ön görülmektedir. Siyasî iktidarların ön görülemeyen taktiklerine karşı da, kısa bir zaman içerisinde hazırlık yapılmakta, farklı taşeron yapılar devreye sokulmaktadır. Bu nedenle Kürt seçmenini AKP’ye karşı daha da tepkili hale getirip HDP’de saflarını sıklaştırmak amacıyla 11 Mayıs 2013 Reyhanlı, Kobani, 5 Haziran 2015 Diyarbakır provokasyonuna benzer bir provokasyon Suruç’ta devreye sokmuş olabilir. 32 kişinin ölmesine, yüzlerce kişinin yaralanmasına sebebiyet veren Suruç provokasyonu IŞİD’e fatura edilmiştir. Irak-Suriye hattında ve özellikle Kobani’de olan olaylardan dolayı IŞİD’e tepkisi olan Kürt halkının, bu olayla beraber tepkisi çok daha fazla artmıştır. Bu olay öteden beri sürekli bir biçimde defansif konuma mahkum edilen İslâmî hassasiyet sahiplerini daha da zor durumda bırakmıştır. Haberlerin ağında, bir taraftan İslâm terörizmin kaynağı gibi gösterilirken diğer taraftan “Gerçek İslâm’ın” terörle ilişkilendirilemeyeceği, İslâm’ın özünde barışçı, hatta hümanist bir din olduğuna yönelik söylemler ısrarla dillendirilmektedir. Müslümanlar da bu bağlam içerisinde, büyük bir telaşla İslâm’ın terör ile ilişkisinin olmadığına yönelik savunular dillendirirken, reaktif bir tutuma, tanımlayıcıların tanımlamalarına vaziyet alışa mahkûm edildiklerini fark etme fırsatı dahi elde edememektedirler. Bu konumlanış, aslında Müslümanların reaktif konumda tutulmalarının politik bir yoludur. Belirlenmişliğin dışında tavır alışı engellemenin yolları ve argümanları oldukça etkin bir biçimde kullanılmaktadır.
Tahmin edilebileceği üzere Suruç’taki patlamanın faturasını vakit kaybetmeden AK Parti’ye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, Türkiye’nin Suriye politikasına çıkaran, ölümleri bu çerçevede araçsallaştıran, malum anlayışın ürünü pek çok yazı kaleme alındı medyada. Bununla birlikte AK Parti ile Cumhurbaşkanı arasında üslup ve tarz bakımından ayrışmanın vuku bulduğu sürekli biçimde işlenip duruyor. Çözüm süreci olarak adlandırılan açılım politikalarını her türlü riski göze alarak başlatan siyasi aktör, olup bitenlerin tek sorumlusu konumuna oturtuluyor. HDP eş başkanlarından Selahattin Demirtaş’ın saldırı sonrasında doğrudan cumhurbaşkanını hedef alan açıklamaları da seçim süreciyle alakalı olsa gerek. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Kırıkkale’de veya meclis başkanlığı hevesi kursağında kalan CHP’li Deniz Baykal’ın açıklamalarında görüldüğü üzere büyük olasılıkla erken/tekrar seçimler geliyor.
Türk siyasî hayatının bundan sonra nasıl şekilleneceği aynı zamanda Türkiye ve İslâm ilişkisinden bağımsız olarak ele alınamaz. Son yıllarda seküler Kürt siyasî hareketinin hem içerde hem dışarıda “ılımlı İslâm”ın temsilcisi olarak görülen hükümet karşısında sürekli bir biçimde allanıp pullanması, bununla birlikte İslâm’ın hep kötü ve insanlarda nefret oluşturacak hareketler ve semboller çerçevesinde gündeme getirilmesi sebepsiz değildir. Haberlerin ağında şu ya da bu şekilde İslâmcılık tartışmalarının tekrarlanmasını da göz ardı etmemek lazım. Gelgelelim Türkiye’de İslâmcılık üzerine yapılan tartışmaların kaderi sıradan kariyerizmin ötesine geçemiyor. İslâmcılık tartışması yürütenlerin büyük çoğunluğu varlık sebeplerini İslâmcılık üzerine söyledikleri sözlere bağlamış durumda. Türkiye ile İslâmcılık arasında irtibat kurmayan,kuramayan bu aydın taife, modernizmin aydın icadının tüm özelliklerini göstererek, ülkenin, Müslümanların modernleşme yönünde dönüştürülmesi uğruna sürekli yeni ve köksüz fikirlerin taşıyıcılığını yapmaktadır. 2012 yılında başlayıp gelişen, yine bu sene ortaya çıkan İslâmcılık tartışması, Türkiye’de Müslümanların İslâmî dönüşümü gerçekleştirmesi yönünde tetikleyici fikirler geliştirmekten ziyade her aydın grubunun kendi meşrebi ve şahsi ikbali hatta arafta kalma konumunu muhafaza uğruna savundukları görüşlerin yekûnundan oluşuyor. Kendi grubunu en doğru üzerinde görmek başka bir şeydir, başka bir grubu asla doğru olamaz görmek ise daha başkadır. Hele ki kendi eğilimi dışındakileri tenkide tabi tutarken hiçbir belge, delil veya sağlam örnek göstermeden topluca yargılamak, adeta topunu torbaya doldurup uçurumdan fırlatmak neyin nesidir?
İslâmcılık tartışmasının Ramazan ayına denk getirilmesi İslâmcılık meselesinin gerek inanç değerlerini gözeten gerekse yeni ve modern fikirleri yansıtan içerikten yoksun olması, birey ve grup menfaatlerini gözetmeleri İslâmcı yeni kariyeristlerin en büyük malzemesi olduğunu da gösterir. Dolayısıyla bu tartışmaların İslâmcılık düşüncesine, Müslümanlara, Türkiye’nin İslâmî dönüşümüne hiçbir katkısı bulunmuyor. Kariyeristlerin birbirlerini ihbarları, İslâmcılığa zarar verdiği için, “devletin” teklifini kabul eden ya da etmeyen kariyeristlerin yazıları, konuşmaları, matbuat çabalarının sistemi daha da semirttiği en büyük hakikat olarak ortada duruyor. “Devlet” İslâmcılar için hem bir eleştirinin hem de gelecek tahayyüllerinin konusu olmuştur. Bu yüzden iyice müptezelleşen tartışma maalesef fikrî bir tartışma olmaktan son derece uzaktır.
Müslüman toplumların entelektüelleri, Batının belirlediği kurucu çerçevede meseleyi değerlendirmek, biçimlendirilmiş söylemler ve kavramlaştırmalarla tartışmak suretiyle self-oryantalizasyona mahkûm olmakta ya da en azından böyle bir tuzağa düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktalar. Müslümanlar, ısrarla meseleyi oryantalist konumlandırma ve tanımlama biçimleriyle tartışırken, telaş ve kaygıyla İslâm’ı temize çıkarmanın gayreti içindeler. Bu tavır, oryantalist kavrayışın kamufle edilişine işlevsel bir katkıdan öte gitmeyecek bir çaba olacaktır. Uyanış ve diriliş hareketlerinin Müslümanları gelecek zamanlara daha dinamik biçimde taşıyabilmesi için özeleştiriden mahrum yürümemesi gerekir. Esasen başlangıçta uyanış hareketleri, zaten bir özeleştiri aktivitesi sonucu doğmuştu. Ne var ki bugün başka her tür kitlesel harekette gözlenebileceği gibi, bu hareketin türlü türevleri arasında da, giderek özeleştiriden uzaklaşma, gruplaşma asabiyeti tehlikesi bazı sinyaller vermektedir. Oysa toplumsal hayat sürekli değişim rüzgârları önünde devinip durmaktadır. Sosyal değişim ve dönüşümlerin nabzını tutamayan toplumlar, tıpkı şimdiki Müslüman toplumlar gibi her tür rüzgâr önünde savrulup dururlar. Değişim ve dönüşüm yine gerçekleşir. Ancak bu sefer kendi iradeleri dışında birilerinin arzuları istikametinde bir değişim yaşanır. Bu da toplumu kendine, gelenekçilerin çokça sevdalı bulundukları köklerine öylesine yabancılaştırır ki bütün bilgi ve birikimleri bir anda kül olup uçuverir.
İKTİBAS: “BÖLGEMİZDEKİ YAKICI GERÇEKLİKLER”
İktibas’ın Ağustos 2015 sayısının tanıtım bülteni şöyle;
İktibas Dergisi Ağustos 2015/440. Sayısı “Bölgemizdeki Yakıcı Gerçeklikler” manşeti ile e-dergi (pdf&epub)* olarak okuyucusuyla buluşuyor.
Bu sayımızda, Siyasi Analiz bölümünde Abdullah Pamuk’un “Bölgemizdeki Yakıcı Gerçeklikler”; Kavramda ise “Tefsir ve Usulü” konusunun işlendiği yazılarını okuyabilirsiniz.
Düşünce yazılarında, Atasoy Müftüoğlu’nun “Gerçeklerin Dünyasına Geçmek”; Hüseyin Bülbül’ün “Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olmak”; Hikmet Ertürk’ün “Yürünebilir Yollar”; Osman Coşkun’un “Müminler Birbirlerinin Kardeşidir”, Biz Bu Kardeşliğin Neresindeyiz?”; Aykut Akça’nın “Din Dili”; ile A. Birol Ulaş’ın “İnanmak ve Yaşamak Üzerine”; yazılarını bulabilirsiniz.
Bir Site Bir Alıntı bölümünde da ise, Dünyabülteni sitesinden Aynur Erdoğan’ın “Kapitalizm, Liberalizm, Demokrasi ve Protestan Ahlakla Kendisini Kökleştirmektedir” röportajını okuyucularımız için alıntıladık.
Müslümanların Sorunlarında ise Hüseyin Bülbül’ün “Bir İhmal Bin İhlali Getirir” yazısının yanı sıra
Sanat-Edebiyatta Dr. Mehmet Akif ŞAHİN’in “Sessizlikle yüzleşmek vakti” Mehmet MORTAŞ’ın “İçimizdeki Kuyu”; Esma Gül’ün; “Ne Olursan Ol Gel Ama Kesin Tövbe Ederek Gel!” ile, Hayrunnisa AKÇA’nın “Ruhunu Ne Hissettiğinin Önemi Yok Dilin Ondanda Ehemmi”; yazılarını bulabilirsiniz
Dergimizin gündem bölümünde ise, her zamanki gibi özenle seçip iktibas ettiğimiz köşe yazılarını sizlerin istifadesine sunduk, zevkle okuyacağınıza inanıyoruz.
*Not: İktibas Dergisi yayın hayatına e-dergi (pdf&epub) olarak devam edecektir.
SABİT FİKİR AĞUSTOS SAYISI
Sabit Fikir’in Ağustos 2015 sayısının tanıtım bülteni şöyle;
Bir butik yayıncıyı, yaşadığı içten coşkuyla hemen ayırt edebilirsiniz. Türkiye gibi bir ülkede, o heyecanı taşıması, bir tiyatrocunun tiyatro, sinemacının sinema yapma, şairin şiir yazma arzusundan farklı değildir hiç. Ama bir yandan da, okur tarafından görülen, bilinen biri de olmaz; kitabını bastığı yazar kitaplarını imzalarken, o ya bir dosyanın içine gömülmüştür ya da depoda kitap taşıyordur. Barthes’ın yazma arzusunun kökenine dair yaptığı tespitleri yayımlama arzusu için de düşünebiliriz. Bu arzu, tıpkı yazma arzusu gibi, okumaktan duyulan hazzın neden olduğu sevinç ve umuttan alır gücünü.”
SabitFikir’in Ağustos 2015 tarihli 54. sayısının dosya başlığı, “Yayıncılığın Gizli Kahramanları”… Bülent Usta, Türkiye’deki diğer her şey gibi, hakkında bir kavram karmaşası bulunan butik yayıncılığı mercek altına alarak, “Butik yayıncı kimdir? Türkiye’de butik yayıncılık ne durumda?” sorularına yanıt arıyor:
“Kitaptan Avrupa ülkelerinin tümünden daha yüksek vergi alan, sansür davalarıyla uğraştıran, kitapçıların ve edebiyat dergilerinin birer birer kapandığı bir ülkede, butik yayıncılığın devam etmesi bir mucizeyse, bu mucizenin sürekliliği için kafa kafaya verip çareler düşünmemiz şart.”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay kararlı bir şekilde butik yayınevlerinin en harika kitapları arasında dolaşıyor. Kendisine edebiyattan, sanattan, felsefeden, mimariden, söyleşilerden, müzikten nadide bir buket yapıyor.
Ayşe Çavdar ise bu sayıda, EdebiyatDışı’na belli bir alanda yayın yapan “tematik” yayınevleri gibi, belli bir alana ilgi duyan okurlara/araştırmacılara hizmet veren tematik kütüphanelerden birini konuk ediyor. Salt Araştırma’dan Sezin Romi, “Burayı tarif etmek için kütüphane, arşiv gibi tabirler yeterli değil. Çünkü günümüzde araştırmanın daha geniş bir evreni var,” diyor.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
SabitFikir’in bu sayısının Çizgi Roman sayfaları her zamankinden de renkli. Hakan Bıçakçı, Dövüş Kulübü 2’nin yayınlanması vesilesiyle, üzerinden epey zaman geçen Dövüş Kulübü romanına dönüyor, Chuck Palahniuk’un deyimiyle, “kaseti başa sarıyor.” Yankı Enki, korku edebiyatının klasik damarını içinde barındıran en önemli canavar anlatılarından biri sayılabilecek Hellboy’u ele alırken, Fisun Yalçınkaya Stefan Zweig’ın Son Günleri’ni inceliyor: “Uzun uzun yazmış, dolu dolu yaşamış bir adam ve onun yazdıklarıyla satır satır uğraşmış, kısacık yaşamış bir kadının hikayesi bu…”
Ceyhan Usanmaz ise dört kişilik ekibiyle birlikte, son birkaç yıl içinde Türkiye’de hızla yayılan gerçek kaçış oyunlarından birine, Agatha’nın Anahtarı’na dahil oluyor. İstanbul’daki sayısız seçenek arasından, özellikle bu oyunun ilgisini çekmesinin nedeni, Ahmet Ümit’in aynı adlı kısa öyküsünden esinlenilmesi.
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Sami Baydar, Aziz Hatman, Jack Kerouac, Mario Vargas Llosa, Mete Ercis, Alejandro Zambra, Elie Wiesel, Elias Canetti, David Duchovny, Deborah Levy ve Edna O’Brien’ın eserlerini güvenilir eleştirmenler küçük İskender, A. Ömer Türkeş, Ali Bulunmaz, Nazan Maksudyan, Osman Çakmakçı, Oylum Yılmaz, Emre Bayın, Hayati Roman, Gökçe Gündüç, Melisa Kesmez ve Burcu Bayer yorumluyor.
F. Cihan Akkartal, Televizyon yazısında, “en iyi yazılmış sezonu”nun reytingleri, aldığı olumlu eleştiriler ile coşkulu yorumları karşılayamayınca, sonunun geldiği anlaşılan Hannibal’ı değerlendiriyor. Fakat Hannibal’ın karnı acıkınca hangi sofraya oturacağı belli olmaz elbette; zira ufukta bir Hannibal uzun metrajı görünüyor.
Müzik yazılarına şarkıcı, şarkı yazarı, “multi-enstrümantalist”, yapımcı, aranjör, aktör ve ressam David Bowie ile devam eden Hilmi Tezgör, Simon Critchley’in David Bowie’sinin sizi bir oturuşta Bowie hayranı yapabileceğini belirtiyor. Dünyadan sayfalarında da Mert Tanaydın, metropol insanına ne yapacağını şaşırtan şu yaz sıcaklarında, dünya yayın piyasasında öne çıkan “yaz okuması” önerilerini derliyor.
SabitFikir’in kapak illüstrasyonu Geray Gençer’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; dikkatli gözler, iç sayfalarda çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
AYRAÇ AĞUSTOS 2015 SAYISI
Dergisinin Ağustos 2015 sayılı tanıtım bülteni şöyle;
Okurlarımıza 70. kez merhaba demenin kıvancı ve mutluluğu içindeyiz. Ayraç dergisi yakın bir zamanda birçok değişikliğe gitti. Önce kurumsal anlamda yeni bir çatının altında devam etti yolculuğa. Bütün yayıncıların ortak çilesi olan dağıtım konusunda çok ciddi bir iyileşme süreci yaşadı. Sonra editörleri değişti. Yazar kadrosu da hem değişti hem çeşitlendi. Mizanpaj ve diğer teknik konularda da fark edilir bir yenilenme hâlinde. Yeni yayın dönemine erken girdiğimizi söyleyebiliriz. Ayraç dergisi artık okurla daha yakından ilişki kuracak, kitap ve yayınevi çeşitliliğiyle okuruna zengin bir içerik sunacak. Yalnızca kitap tahlil yazıları değil kitap dünyasına dair haberler, röportajlar, yayınevlerinin mutfağına ışık tutan yazılar, biyografiler de yar alacak. “Şiirin Gündemi”, “Kurmaca Gündemi” ve “Editörün Masasındakiler” okurdan olumlu not aldı. Çocuk edebiyatı sayfalarımız çocuklar ve anne babalar için önemli bir kaynak olmaya devam ediyor. 70. sayımızda, İhsan Oktay Anar’ın “Kitab-ül Hiyel” adlı kitabını analiz eden Onur Ramazan’ın “Postmodern açıdan Kitab-ül Hiyel” isimli çalışmasını siz değerli okurlarımıza ek olarak hediye ediyoruz.
İyi okumalar.
VUSLAT: ALLAH ONLARA ZULMETMEDİ
Vuslat dergisinin Ağustos 2015 sayısının tanıtım bülteni şöyle;
Yalnızca Allah’a Teslim Olmak Kur’ân’da geçmiş ümmetlerin, kıssaları anlatılır. Peygamberlerin kendi toplumlarına/ ümmetlerine/ coğrafyalarına nasıl davette bulunduklarını, nasıl bir dil kullandıklarını ve nasıl bir tepkiyle karşılaştıklarını, ince detayına kadar Kur’an-ı Kerim’de haber verilir. Bütün Peygamberlerin ortak çağrısı, insanları yalnızca Allah’a kulluk etmelerine davet etmeleridir: “Ad (halkına da) kardeşleri Hud’u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur…” (Hud, 11 /50) “Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” (Hud, 11 /61) “Medyen (halkına da) kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah’a ibadet edin, O’ndan başka ilahınız yoktur…”(Hud, 11/84) Allah Kullarına Zulmetmez Allah (c.c.), kullarına karşı çok lütufkârdır. Allah, her kavme, kendilerini düzeltmeleri ve tevbe etmeleri için, mutlaka zaman imkân tanımıştır. Kur’ân’dan aldığımız bilgiler neticesinde, bizden önceki kavimlerin helâkı birdenbire olmamıştır. Her kavmin, helak olmasının ayrı ayrı nedenleri vardır. Allah kullarına zulmetmez. İnsanlar, ancak kendi eleriyle kendilerine zulüm ederler. Rabbimiz Allah, Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus, 10/44) Günümüzde de insanlar, kendi fıtratlarına, Allah’ın verdiği hayata /cana/mala/akla zulüm ediyorlar. Allah, şirk koşmayın diyor, insanlar şirk koşuyor. Allah, zinâ yapmayın diyor, insanlar zinâ yapıyor. Allah, faizin her türlüsü haram diyor, insanlar faizi normal görüyorlar. Aynen önceki kavimlerin, Allah’ın kanunlarını hiçe sayıp, kendi beşerî kanunlarını, yaşamlarını normal gördükleri gibi… LGBT Yine günümüzde homoseksüellik için yürüyüş yapanlar, Hz. Lut (a.s.)’ın, kafir ve müşrik kavminin özelliklerini taşımaktadırlar. Bu çirkin, ahlâksız bir hayat için mücadele edenler, hem fıtratlarını bozmuşlar, hem de Allah’a açıkça isyan etmişlerdir. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Lut da, hani kavmine demişti ki: ‘Siz, açıkça gördüğünüz hâlde, yine de o çirkin utanmazlığı yapacak mısınız?’ Siz gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz (yaptığı şeyi) bilmeyen bir kavimsiniz” (Neml, 27/54-55) Dergide Yazısı Olan Yazarlar Prof. Dr. Muhammed Fatih Kesler, Prof. Dr. Adnan Demircan, Mustafa Çelik, Ahmet Varol Hüseyin K. Ece, Abdullah Dai, Muhammed İslamoğlu, Ziya Gündüz, Süleyman Güle, Murat Said Özdemir, Rıdvan Sevin, Ahmet Bal, Halil Kara, Seyfulislam Çapanoğlu, Nasruddin Yasin,
MESELE DERGİSİ AĞUSTOS 2015 SAYISI
Mesele dergisinin Ağustos 2015 sayısının tanıtım bülteni şöyle;
Mesele kitap dergisinin Ağustos sayısı çıktı: “Yaşadığımız hikâye: Tarih” Mesele kitap dergisi 104. sayısında kapağına tarih, tarihçilik ve tarihyazımını taşıdı. Günümüzde tarihin yalnızca geçmişten, bir “hikâye”den ibaret olmadığı, bunun çok ötesine geçerek yaşanmakta olan hayatın kendisini de etkilediği ve dönüştürdüğü ortaya çıkmaya başladı. Bu etkiyi yaratan şey farklı tarih yaklaşımları olurken, tarih anlayışındaki çeşitliliği yaratan da toplumsal hareketlerin ve toplumsal hafızanın ürünü oldu. 104. sayımızda yaşadığımız hikâyenin izini sürüyoruz. Dosya konusu için E. J. Hobsbawm, tarihçinin ikilemini yazdı: “Evrensel ve kimlik arayışı arasında tarihçi”. Ali Akay, postyapısalcı tarih yaklaşımını tartıştı: “Tarih nereye doğru bakmakta?”. Can Semercioğlu, Bülent Somay’la Tarih, Otobiyografi ve Hakikat’i konuştu: “1915’te ayrı olan iki irade, 1923‘te buluştu”. Gülhan Balsoy, kadınların gözünden yazılan tarihi anlattı: “Kadın ve toplumsal cinsiyet tarihçiliği üzerine”. Slavoj Žižek, tarihselci göreciliği ve yanlış tanımayı tartıştı: “Tarihselciliğe karşı tarih”. Candan Yıldız, Özlem Kaya ve Ayhan Işık’la sözlü tarihçiliği ve resmi tarihi konuştu: “Resmi tarih nasıl aşındırılır?”. Gün Zileli, tarihçilik ve yalan ilişkisini yazdı: “Stalinist tarih yazımının yöntemleri”. Kapak konusunun yanı sıra kitap değerlendirmeleri, kültür-sanat ve sinema yazıları, röportajlar ve güncel konulara dair yazılar Mesele’nin 104. Sayısında: Şöhret Baltaş yazdı: “Suruç katliamından Varkiza ruhuna tarih unutmaz” Tarık Ali, Yunanistan’da yapılan referandumun ardından SYRIZA’nın geldiği konumu yazdı (çev. İrfan Özdabak): “Günlük” Prakash Kona, Nazileri, yeni muhafazakârları ve sömürge sonrasını yazdı (çev. İbrahim Beyazoğlu): “21. Yüzyılın Amerikan Manifest Destiny’si” Uğur Selçuk Akalın, Tonak, Tanyılmaz ve Savran’ın Marksizm ve Sınıflar kitabını değerlendirdi: “Marksizm ve Sınıflar vesilesiyle kapitalizm ve neoliberalizm” Canan Mengüloğul, Georgiy Plehanov’un Tarihte Bireyin Rolü Üzerine kitabını değerlendirdi: “Tarihte bireyin rolü” Feyzi Çelik, Stefan Zweig’ın Joseph Fouché: Bir Politikacının Portresi kitabını değerlendirdi: “Fransız Devriminde karşı-devrimci bir portre: Fouché” Deniz Can Emin, Sibel Özbudun’la Marksizm ve Kadın: Emek, Aşk, Aile kitabını konuştu: “Marksizm ve kadın” Ali Mert, Metin Çulhaoğlu’nun Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu kitabını değerlendirdi. Christopher Shea, Stanley Milgram’in İnsan Hayatını İfşa Eden Deney kitabını değerlendirdi: “Stanley Milgram ve kötülüğün belirsizliği” Fahrettin Ege, Ömer Faruk’un Yarabıçak kitabını değerlendirdi: “İhlale davetiye: Yarabıçak” Cansu Karagül, Kadir Akın’la kitabı Ermeni Devrimci Paramaz’ı konuştu: “Ermeni meselesini anlamayan sosyalist eksiktir” Mahmut Şenol, Ferhat Uludere’nin Don Quijote’nin 3. Cildi kitabını değerlendirdi: “Parodi Roman’ işte budur!” Ali Önder Şalıkara, televizyon dizileri ve edebiyatçılar arasındaki ilişkiyi yazdı: “Has edebiyatçılıktan TV dizi yazarlığına: Yalanın yozlaşması”
DERİN TARİH AĞUSTOS 2015 SAYISI
Derin Tarih dergisinin Ağustos 2015 sayılı tanıtım bülteni şöyle;
Erzurum Kongresi’nin 96 yıllık sır perdesini Derin Tarih aralıyor. Erzurum Kongresi kararları Nutuk’ta nasıl sansürlendi? Makaslanan tutanaklardan, Erzurum Kongresi’nin diğer ülkelerdeki kongrelerden farkına, 1982’de ‘yeniden’ toplanan Erzurum Kongresi’nden, kongrenin bilinmeyen kararı “Türk-Kürtsüz, Kürt-Türksüz Yaşayamaz”a renkli ve şaşırtıcı bir dosya sizleri bekliyor. Muhteşem bir kitap hediyesi daha! Sultan Abdülhamid’in misyoneri Muhammed Alexander Russell Webb’in II. Abdülhamid’in Osmanlı’ya Hizmetleri kitabı ilk kez okurlarla buluşacak! BAŞKA NELER VAR? İngilizlerin Osmanlı’yı yıkan petrol oyununu F. William Engdahl Derin Tarih için yazdı. Ermeniler Bizans’ı değil Selçuklu’yu tercih etmişti! Muharrem Kesik Selçuklu tarihinin bilinmeyen yönleri açıklamaya devam ediyor. İsmail Kara edebiyat duayeni Nurettin Topçu’yu tarihsel bakış açısıyla satırlara taşıyor. İstanbul’un hafızası Semavi Eyice bu kez bakışlarını Balkanlar’a çeviriyor. Balkanlar’daki Osmanlı mirasının serencamına ortaya kokuyor. Kovboy efsanesi bitiyor. Lonn Taylor’un kaleminden Amerika’nın son sığır çobanları kovboyların tehlikelerle dolu hayatına mercek tutuyoruz. IV. Murad devrin İskender’i mi? Osmanlı’nın Neron’u mu? Abdülkadir Özcan açıklıyor. Doğu Türkistan’daki Çin zulmünün perde arkasını ve bilinmeyenlerini Mehmet Saray’dan dinliyoruz. İsmail Akbal Türk dostu Afgan Abdurrahman Nihad’ın öyküsünü satırlara taşıdı. Geçtiğimiz ay Ermeni soykırımını tanıdığını açıklayan Belçika’nın, tehcirden 10 yıl önce Kongo’da nasıl içler acısı bir soykırım yaptığını biliyor musunuz? 500 yıllık hesap: Osmanlılar ve Kızılbaşların bilinmeyen cephesi Tufan Gündüz’ün kaleminden. Yavuz Bahadıroğlu Malazgirt zaferinin nefes kesen dakikalarını anlattı. The Dirt on Clean kitabının yazarı Katherine Ashenburg, Batı’nın Kirli Tarihi’ni anlattı. İslamın ilk müezzini Arap değil, Habeşli bir köle idi. Adnan Demircan Bilal Habeşî’yi anlattı. Mim Kemâl Öke, “Geleceğin tarihini nasıl yazardınız?” sorusunu cevaplıyor. Zamanın ve zeminin yükünü sırtlanan “masa”nın öyküsünü Şeyma Aydın yazdı. Mehmet Doğan “Kent” kelimesinin tarihî duraklarında soluklandı.
On5yirmi5