Ağustos ayı dergileri dopdolu

Edebiyat
Ağustos ayında dergiler yine dopdolu içerikleri ile karşımızda. Bakalım dergilerde bu ay neler var? MISIR: DEVRİMDEN DARBEYE Umran Dergisi Ağustos ayında yayınladığı 228. sayısı “MISIR: DEVRİMDEN DARB...
EMOJİLE

Ağustos ayında dergiler yine dopdolu içerikleri ile karşımızda. Bakalım dergilerde bu ay neler var?

MISIR: DEVRİMDEN DARBEYE

Umran Dergisi Ağustos ayında yayınladığı 228. sayısı “MISIR: DEVRİMDEN DARBEYE” başlığıyla çıktı. Umran, okuyucularına son sayısında şöyle sesleniyor;

25 Ocak 2011 devriminin gerçekleşmesinin ardından Mısır’da yeni bir dönemin kapıları açıldı. Bu yeni dönem hem ülkenin normalleşmesi yönüyle hem de ülkenin geleceği bakımından oldukça önemli bir dönüm noktası teşkil etmekteydi. Devrim sonrasında yapılan ilk meclis seçimlerinde Müslüman Kardeşler hareketinin siyasi organı olan Hürriyet ve Adalet Partisi’nin seçimden açık bir zaferle çıkması batılı mahfilleri hayal kırıklığına uğrattı. Asıl önemlisi ise siyasi parti meselesine mesafeli duran fakat kısa sürede partileşen Selefilerin Nur Partisi’nin ikinci parti olarak seçimlerden çıkması Mısır’ın yeniden yapılanma sürecinde İslâmcıların etkin olacağını ortaya koydu.  

Ortadoğu’da laiklerin, liberallerin ve sol siyasetin meşru yollardan muktedir olmaları mümkün değil. Ortadoğu’da, demokratik siyaset mecraları her halükârda İslâmi hareketleri güçlendiriyor. Mısır’da yapılan meclis seçimlerinden Hürriyet ve Adalet Partisi ile Nur Partisi’nin ilk iki sırayı paylaşarak çıkmasının en önemli nedeni, bu iki hareketin Mısır toplumunda geniş bir tabana sahip olmaları yani organizasyon kabiliyetlerinin fevkalade yüksek oluşundan kaynaklanmaktadır. Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanlığı makamına oturmasıyla tüm dünyanın gözü Mursi’ye dolayısıyla da Müslüman Kardeşler’e çevrilmiş oldu.         

Mısır’da yaşanan bu değişim süreci Mısır’da vesayet düzeninin sona erdiği anlamına gelmiyordu. Fakat bu kadarı bile ortamın havasını değiştirmeye yetti. 3 Temmuz 2013’te gerçekleştirilen darbe aynı zamanda Ortadoğu’daki gelişmelerin uzun vadede alacağı şekli göstermesi bakımından son derece dikkatle takip edilmesi gereken bir gelişme. Anlaşılan o ki Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ve Müslüman Kardeşler hareketinin Tahrir sonrasındaki süreçte izlediği siyaset belli mahfillerde ciddi ölçüde rahatsızlık uyandırdı. Mursi’nin, göreve gelir gelmez uluslararası alanda önemli bir çaba sarf etmesi, stratejik ülkelere düzenlediği ziyaretler, aktif, yönlendirici ve kurucu bir Mısır inşa amacının olduğunu gözler önüne sermekteydi. Gerek bölgesel gerekse küresel aktörler Mısır toplumunun genel yapısı, davranış biçimi üzerinden özellikle de devrim sonrasında devrimi gerçekleştiren muhalifler içinde yer alan liberal, sol grupların tavır ve davranışları yanında Mübarek rejiminin kalıntılarının siyasal pozisyonlarından yararlanarak Mısır’da darbe yaptılar. Mursi karşıtlarının, cumhurbaşkanlığı seçimi ve anayasa referandumu sürecinde daha örgütlü hareket etmeleri ülke içinde Müslüman Kardeşler karşıtlığını pekiştirerek sistematik bir hale getirmeye başladı.

Mısır’ı bekleyen asıl en önemli tehlike, cumhurbaşkanının bu kadar kolay devrilebilmesidir. Bir ülkede özellikle de bir devrim süreci yaşamış; kuşatma altında ağır aksak yeniden yapılanma merhalesine geçmiş bir ülkede cumhurbaşkanının asker tarafından dış dünya ile irtibat kurularak -sırf Müslüman Kardeşler mensubu olduğu için- devrilmesi ülkedeki istikrarsızlığı daha da körükleyecektir. Bu tehlike güçlü ve bağımsız bir Mısır’ın oluşmasını engelleyecektir. Mısır her ne kadar Tunus’tan sonra değişim sürecine girmiş olsa da bir anlamda Arap dünyasının kalbi konumunda. Dolayısıyla burada uygulamaya konulan yeni düzen Ortadoğu’nun tümünü domino taşlarıvari etkileyecektir. Nitekim Tunus’ta son günlerde yaşananlar, Suriye rejiminin Mısır’daki darbeyi desteklemesi ve Körfez ülkelerinin tavırları gelecek hakkında karamsar tablolar çizilmesine neden oluyor.   

Bağımsız ve güçlü bir Mısır’ın, bağımsız ve güçlü bir Türkiye’nin, devrim sürecini başarıyla tamamlamış bağımsız ve güçlü bir Suriye’nin bir araya gelmesi, yani Ankara, Şam ve Kahire hattında güçlü bir ittifakın sağlanması demek küresel sistemin -hassaten Ortadoğu coğrafyasında- tamamen yeniden kurgulanması ve şekillenmesi anlamına gelecektir. Şu an itibariyle küresel güçleri korkutan şey de bu. Ve bu korkunç sonun gerçekleşmemesi için uğraşılmaktadır. Bu yüzden Arap uyanışı önce Körfez ülkeleri marifetiyle Suriye’de boğulmaya çalışıldı, Mısır’daki darbe ise bunun devamı olarak gerçekleşti.

Bununla birlikte Müslüman Kardeşler’in haftalardır sürdürdükleri protestolar Arap sokağının uyandığının ve artık kolaylıkla göz ardı edilemeyeceğinin göstergesi olarak okunabilir. Bu bakımdan Mısır’daki darbe sürecinin asker kontrolünde devam etmesi mümkün değil. Her şeye rağmen bölge artık eskisi gibi değil ve köprünün altından çok suların geçtiği değişmez bir gerçek. Darbe yönetiminin ‘baltacılar’ marifetiyle olsun, güvenlik güçleri aracılığıyla olsun katlettiği insan sayısının günden güne artması, krizi derinleştirmeye dönük planlı, hedefli operasyonlar yürütüldüğünü açıkça ortaya koyuyor. Fakat netice ne olursa olsun Mısır artık hiçbir zaman Mübarek dönemindeki gibi olmayacak. Mısır toplumu iradesine sahip çıkarak askeri rejimi devirmeyi öğrendi. Artık eskiye dönmek muhal!

İletişim: www.umrandergisi.com  

İTİBAR ZENGİN BİR İÇERİKLE KARŞIMIZDA

İtibar’ın Ağustos sayısı çıktı. Yaz rehavetine kapılmayan derginin 23. sayısında zengin bir içeriğin yanı sıra eleştirmen Ömer Lekesiz’le ve yazar İbrahim Paşalı’yla yapılmış iki söyleşi de yer alıyor. 

İtibar’ın 23. sayısı olan Ağustos sayısı usta çizer Hasan Aycın’ın imzasını taşıyan bir çizgiyle açılıyor. Ardından Tuba Kaplan’ın “Hesap Lütfen” şiiri geliyor. Bu sayıya şiirleriyle katılan diğer isimler ise Büşra Dilek, Dilek Kartal, Fatma Şengil Süzer, Emel Özkan, Bünyamin K., Said Yavuz, Adem Turan, Mehmet Narlı, Mehmet Tepe, Belya Düz, Soner Karakuş, Nadir Aşçı, Orhan Özekinci, İsmail Kılıçarslan ve Cevdet Karal.

Bu sayının öykü sayfalarında, romanlarıyla tanınan Işık Yanar’ın yayınlanan ilk öyküsü “Tozlu Yapraklar”, Cemal Şakar’ın görsel-deneysel öyküsü “AVM”, İsmail Özen’in “Karda Derin İzler” ve Akif Hasan Kaya’nın “Oyun Bitti” öyküleri yer alıyor. Ayrıca N. Ahmet Özalp’in Osmanlı döneminin anonim bir halk romanı olan Tarih-i Kırk Vezir’den seçip çevirdiği geleneksel bir hikâye de yer alıyor.

Sanatı ve Düşünceyi Merkeze Alan İki Söyleşi

İtibar’ın Ağustos sayısında Ali Görkem Userin tarafından hazırlanan iki söyleşi yer alıyor. Eleştirmen Ömer Lekesiz’le yapılan, “Sanatçının İşi Sanat, Sanatın Muhatabı da Onun Kıymetini Bilecek Olanlardır” başlıklı söyleşi günümüz sanatı etrafında eleştirel bir yaklaşımı merkeze alıyor. Yeni kitabı Entelektüellerin Hurafeleri’yle dikkatleri yeniden üzerine çeken yazar İbrahim Paşalı ise derginin diğer söyleşi konuğu. Paşalı, “Kadim Bir Geleneğe Sahip Olmadan, Medeniyetten Bahsedemeyiz” başlığını taşıyan söyleşisinde düşünce dünyası, yeni kitabı ve diğer çalışmalarıyla ilgili merak edilenleri samimi bir dille ortaya koyuyor. 

Düşünce ve Edebiyat Yazıları

Ağustos sayısının düzyazı sayfaları ise İhsan Fazlıoğlu’nun “Kim Aydınlanacak: İnsan-Makine mi?, Makine-İnsan mı?” yazısıyla açılıyor. Bu yazıyı Arif Ay’ın “Hasan Aycın’dan Mısır’a Mektup” ve Hüsrev Hatemi’nin “Her Şey Emanetle Başladı” yazıları takip ediyor. M. Fatih Andı ise önceki sayıda başladığı, Cahit Zarifoğlu’nun “Menziller” şiiriyle ilgili incelemesine bu sayıda devam ediyor. Çok sayıda düşünce ve inceleme yazısının yer aldığı Ağustos sayısına yazılarıyla katılan diğer isimler ise Atasoy Müftüoğlu, Ali Görkem Userin, Furkan Çalışkan, Mustafa Akar, Ercan Yıldırım, Yusuf Genç, Sait Mermer, Mustafa Ruhi Şirin, Ahmet Edip Başaran, Suavi Kemal Yazgıç, M. Fatih Kutan, Gökhan Ergür ve Güven Adıgüzel.

İletişim: www.itibardergi.com    

Ayraç Dosya: “Cittaslow: Salyangoza Saklanan Şehirler”

Ayraç 46. sayısını yayınladığı Ağustos ayında zengin bir içerikle okuyucularını selamlıyor. İşte bu ay Ayraç’ta okuyacaklarınız…

Dosya Yazarları: Yunus Emre Tozal, Ayşegül Tozal, Salime Kaman

İ. Ömer Gök, Hasan Parlak, Mevlüt Üçpınar, Nihal Yormaz, Dr. Şerefnur Atik

Prof. Dr. Kemal Sayar: “İnsanın tabiata özlemini şehirlerden alırsak,

yalnızca şehirleri değil, insanı da kaybederiz”

Mimar Semih Akşeker: “Aklı ve vicdanı olan herkesi,

modern mimari ve şehirciliği reddetmeye davet ediyorum.” 

Türkiye’nin ilk CittaSlow ilçesi Seferihisar Belediye Başkanı M.Tunç Soyer:

“Büyükşehirler sürdürülebilirliklerini yitirdiler, insanlar büyükşehirlerden kaçmak istiyorlar artık.”

Cittaslow ilçelerimizden Yenipazar Belediye Başkanı Yüsran Erden:

“Keşke Cittaslow gibi Milli bir manifestomuz olsaydı da, arkasından gidebilseydik…”

İletişim: iletisim@ayracdergi.com

 

TÜRK EDEBİYATI DERGİSİ “FATİH, BELLİNİ VE RÖNESANS” BAŞLIĞIYLA ÇIKTI

Türk Edebiyatı Dergisi 478. sayısını yayınladığı ağustos sayısında “Fatih, Bellini ve Rönesans” başlığıyla çıkıyor. Ağustos ayında okuyucularının karşısına dopdolu bir sayı ile çıkan Türk Edebiyatı dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Beşir Ayvazoğlu, Türk Edebiyatı okuyucularına şöyle sesleniyor;

Sevgili Türk Edebiyatı okuyucuları,

İçinde bulunduğumuz yıl, İstanbul’un fethinin 560. yılı. Bu vesileyle “Fâtih, Bellini ve Rönesans” başlıklı yazımda, Fâtih’in son yıllarında İstanbul’a davet ettiği İtalyan ressam Gentile Bellini ve Rönesans’la ilişkilerine bir göz atarak daha çok popüler tarihçiler tarafından bir Rönesans padişahı, dolayısıyla bir hümanist olarak takdim edilen Fâtih’in asıl niyetinin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Savunduğum görüş şu: Rönesans ressamlarının bile ne yaptıklarının tam idrakinde olmadıkları bir devirde, Fâtih’in bu tarihî dönüşümü fark ederek adımlar attığını iddia etmek doğru değildir. Tarih dönemlerinin birbirinden kesin çizgilerle farklılaşmasına yol açacak sert kopuşların hiç yaşanmadığı biliniyor. XIX. yüzyıl Fransız tarihçisi Michelet’nin “Rönesans” diye adlandırdığı dönemde antikiteye ilgi duyan aydınlar ve sanatçılar, özellikle erken dönemde, başlattıkları hareketin nelere yola açacağını bilemezlerdi. Fâtih’in de böyle bir sürecin şuurunda olması imkânsızdır. İtalya’da gelişmekte olan resim sanatıyla ve “antikite”yle ilgilenmesine bazı tesadüflerin yol açtığı söylenebilir. İtalyan sanatçıları hem resim sanatına meraklı olduğu, hem de hâkimiyeti altına almak istediği İtalya hakkında bilgi edinmek için davet etmiştir.

Necmeddin Turinay’ın ilk bölümünü geçen sayıda yayımladığımız “Şairlerin Abdülhak Şinasi Okuması” başlıklı yazısının ikinci ve son bölümünü bu sayıda okuyacaksınız. Türinay, bu yazısında 1934 yılından itibaren Türk şiirinde “mazi tahassürü”nün aşırı derecede arttığını, bunun da Hisar’ın etkisiyle açıklanabileceğini iddia ediyor. Bu amaçla gözden geçirdiği şairler şunlar: Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Necip Fâzıl, Fâzıl Hüsnü Dağlarca…

Genç bir akademisyen olan Şeyma Karaca da, Hasan Ali Toptaş’ın son zamanlarda üzerinde çok konuşulan Heba adlı romanını “gerçeklik-kurmaca” ilişkisi açısından ele aldı. 

Almanya’da yaşayan yazar dostlarımızdan Kadri Akkaya’nın “Türkoloji’nin Almancası” başlıklı yazısının da ilginizi çekeceğini tahmin ediyorum. Türkoloji konusunda Avrupa’da ilk çalışmalar Paris’te başlamışsa da, bu ilim dalında daha sonraları Almanca konuşulan ülkelerin üniversitelerinde büyük Türkologlar yetişmiştir. Viyana, Berlin, Göttingen ve Giessen üniversitelerinde bu alanda dünya çapındaki önderlik yarışı hâlâ devam etmektedir. Kadri Akkaya bu konuyu enine boyuna değerlendirdiği yazısının yanı sıra, Almanya’da yaşayan Türk asıllı iki genç Türkologla, Dr. Sevgi Ağcagül ve Hayrettin Aydın’la Almanya’da Türkoloji’nin bugünkü meselelerini konuştu. 

Türkiye’de halk biliminin büyük isimlerinden Nail Tan’ın “Türkiye’de Halk Bilimi Çalışmaları”nın 100. Yılı” başlıklı makalesine de dikkatinizi çekmek istiyorum. Halk bilimini ülkemizde bir bilim dalı olarak değerlendirip kamuoyuna tanıtan ilk yazıları 1913 yılında Ziya Gökalp, 1914 yılında da M. Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik Bölükbaşı yazmışlardı.

“Türkiye’de Popüler Tarihçilik” adlı kitabından tanıdığımız Dr. Ahmet Özcan, M. Şakir Ülkütaşır ve Abdülkadir İnan’ın birlikte yazıp yayımlamayı planladıkları, ancak sadece tek fasikül çıkarabildikleri Türkoloji Ansiklopedisi’nin hazin macerasını anlatıyor. Özcan’ın yazısını, Ali Sali’nin gazeteci Ahmet Dinç’le yaptığı röportaj takip ediyor. Röportajın konusu, Dinç’in Anadolu’dan topladığı, çoğu sözlükler dâhil hiçbir kaynakta, kayıtta bulunmayan on bir bin kelime ve kavramı bir araya getirdiği Türkçenin Kayıp Kelimeleri adlı sözlük çalışması… Yasemin Özcan Gönlüal da, Ödemiş Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi’nde kurulan Türkiye’nin ilk sözlük kitaplığını tanıtıyor. 

Bu sayının dikkate değer yazılarından biri de Kâmil Yeşil’in “Yunus Emre Türkçesi ile Ramazan Hadisleri” başlıklı yazısı. Ramazan hadislerinin bir araya getirildiği Fedâil-i Ramazanu’l-Mübarek adlı yazma eseri değerlendiren ve metnini veren Kâmil Yeşil’e göre, bu eserde kullanılan söz varlığı, öncelikle Yunus Emre’nin şiirlerinde ve Dede Korkut Kitabı’nda görülmektedir.

Bu sayımızı Berik Şahanov, İmdat Avşar, Osman Koca ve Ufuk Aykol hikâyeleriyle; Mehmet Narlı, Mehmet Aycı, İsmail Aykanat, Muhammed Hüküm, Yasin Mortaş, Sedanur Saka, İlhan Kayhan, Mehmet Mücahit Yılmaz, Kerem Nadir, Adnan Sayım, Cengiz Aydın, Necip Fazıl Akkoç ve Ahmet Mahir Pekşen de şiirleriyle zenginleştirdiler. Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu…

Daha güzel ve daha zengin sayılarda buluşmak ümidiyle ve muhabbetle efendim.

İletişim: www.turkedebiyati.com.tr

YEDİKITA’DAN KIBRIS DOSYASI

Kıbrıs’ın Fethi’nin 442. yılında, Yedikıta Dergisi’nden dikkat çekici Kıbrıs dosyası…

Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesinin (1 Ağustos 1571) üzerinden 442 yıl geçti. Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi Ağustos sayısında Kıbrıs Adası’nın fethinin önemi ve bırakılan tarihi miras ile ilgili çok önemli bir dosya yayınladı. 

Prof. Dr. İdris Bostan ve Prof. Dr. Ara Altun ile yapılan röportajlarda, Ada’nın fethi ve günümüze ulaşan tarihi mirasla ilgili ilgi çekici bilgilere yer verildi. Yazıda, Kıbrıs adasının 14 asır önce 649 yılında Halife Hz. Osman döneminde Hz. Muaviye kumandasındaki ordu ile kuşatılması ve vergiye bağlanmasından günümüze kadar yaşanan tarihi olaylara da değinildi. 

“Kıbrıs Şarapları İçin Fethedilmedi!”

Kıbrıs’la ilgili araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. İdris Bostan, Kıbrıs’ın fetih kararı için ortaya atılan ‘Ünlü şarapları için fethedildi’, ‘Yasef Nassi’nin dönemin padişahı Sultan İkinci Selim’i yönlendirmesi sonucu gerçekleşti’ gibi iddiaların gerçeği yansıtmadığını söyledi. Bu tür iddiayı ortaya atanların Osmanlı sefer politikasını bilmediklerini ifade eden Prof. Dr. Bostan, “Hâlbuki İkinci Selim, daha şehzadeliği sırasında Osmanlı toprakları arasında kalan bu adanın önemini görmüş ve padişah olması halinde ilk işinin bu adayı fethetmek olduğunu dile getirmiştir.” dedi. 

Kıbrıs’ın fethedilmesi kararında bazı devlet ümerası ile uleması arasında ihtilaf ortaya çıktığını da belirten Prof. Dr. Bostan, Lala Mustafa Paşa’nın Divan’a pek çok defa arz sunarak adanın fethini savunduğunu kaydetti. Buna karşılık sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın Venedik’e yeni ahitnâme verildiğini ileri sürerek yeni çatışma alanı açılması taraftarı olmadığın dile getiren Prof. Dr. İdris Bostan, nihai kararın Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvasının formüle edilerek alındığını belirterek şu bilgiyi verdi: 

“Ebussuud Efendi, Kıbrıs’ın vaktiyle ‘Dâr-ı İslâm’ olduğunu ve zaman içinde kâfirlerin eline geçtiğini, medrese ve mescitlerinin tahrip edilerek içinde Hıristiyan âyini yapıldığını, İslam padişahının bu duruma son vermesi gerektiğini, arada var olan ahitnamenin buna mani olmayacağını Hudeybiye Antlaşması’nı misal vererek fetvasında zikretti. Halifenin bu sefere karar vermekle Hazret-i Peygamber’in sünnetine uyduğunu savunarak sefer konusunda tartışmaya son noktayı koymuş oldu.”

Vakıf Eserleriyle Donatıldı

Kıbrıs’taki tarihi eserlerin envanterini Yedikıta okurları için derleyen ve bu envanterin haritasını merhum Prof. Dr. Oktay Aslanapa ile birlikte hazırlayan Prof. Dr. Ara Altun ise, Osmanlı Devleti’nin, fethettiği yerlere adalet yanında imar da götürmeyi bir fetih politikası olarak benimsediğine dikkat çekti. “Bu politikayla fetihten hemen sonra Kıbrıs Adası’nın en parlak günleri başladı. Dinî yapılardan ticaret müesseseleri ne kadar pek çok yeni bina inşa edildi. Bunların birçoğu günümüzde de varlığını devam ettirmekte; Kıbrıs Adası’nın gerek tarihî gerekse mimari zenginliğine ışık tutmaktadır.” diyerek tarihi miras zenginliğine vurgu yaptı. 

Topçu Kışlası 100 Yıl Önce Satılmış!

Yedikıta Dergisi’nde bu ay yer alan en dikkat çekici mevzulardan biri de Tarihçi Yazar Harun Tuncer’in yayınladığı “İttihatçılardan Satılık Kışla!” makalesi… Planı ve haritası olmadığı iddia edilen Taksim Topçu Kışlası’nın plan ve haritasının; daha da önemlisi, kışlanın 1913’te bir yabancı firmaya satıldığının belgeleri ilk defa gün yüzüne çıkıyor… 

Dergide ayrıca, Prof. Dr. Salim Aydüz’ün “İslam Medeniyetinde Takvimler”, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Görevlisi Kasım Hızlı’nın “Sultan’ın Basın Danışmanı (Luis Sabuncu) Ermeni Meselesine Çözüm” ve Prof. Dr. Fethi Gedikli’nin “Eskiden Çevreyi Kirletenler Asılırdı” başlığı ile verilen yazısı ilgiyle okunacaklar arasında bulunuyor. 

Yedikıta Dergisi, bu sayısı ile birlikte “Kıbrıs Mimari Kültür Haritası ve Piri Reis’in Kıbrıs Haritası (1526)” posteri okurlarına hediye ediyor. Piri Reis’in, fetihten 46 yıl, günümüzden 487 yıl önce çizdiği sanat eseri değerindeki harita ve haritanın ilk defa yayınlanan metinleri dikkat çekiyor.

İletişim: www.yedikita.com.tr

GENÇ DERGİ: TEŞHİR AFETTİR

Genç dergi, ağustos ayında yayınladığı 83. sayısında hastalıklı bir hal olarak nitelendirdikleri ‘teşhir’i kapağına taşıyor. “Teşhir afettir” başlığıyla çıkan derginin son sayısında neler var? Mehmet Lütfi Arslan’a kulak verelim…

Biz, görünmenin ve göstermenin hoş sayılmadığı bir medeniyetin çocuklarıyız. Bizde saklamak, örtmek ve ifşa etmemek esastır. Biz iyiliği de örteriz, günahı da örteriz. İyiliği örteriz, çünkü tevazu gibi bir hasleti önemseriz. Kötülüğü örteriz, çünkü kötünün yayılması, en az kötü kadar kötüdür, biliriz. Hak bilsin, halk bilmese de olur der, geçeriz. Hakikatin tam anlamı ile buradan başka bir yerde ve başka bir zamanda, üstelik insanlar eli ile değil, Hak eli ile ortaya çıkartılacağına dair inancımız bize bunu böyle öğretmiştir. Hâsılı, biz açmayız, örteriz.

Ama ne yazıktır ki son dönemde bir görünme ve gösterme merakı aldı başını gidiyor. Teşhir diye ifade edebileceğimiz bu hastalıklı hali, bir alarm zili şeklinde kapağa taşımamız bu yüzden. İnsanlar giyimlerinden bedenlerine, özel hayatlarından sosyal ilişkilerine her şeylerini kendi dışındakilerin gözüne sokma tavrı içerisindeler. İşin kötüsü bu halin gayet doğal görülmesi ve bir tür yarış havası içerisinde her geçen gün daha da vahim bir yere doğru seyretmesi. Teşhir, bizim genetiğimize aykırı bir sapma hali ve bu marazi hal sosyal dokumuzu fena halde tahrip ediyor. Bu sapmanın en açık etkisi de mahrem dairesinin silikleşmesiyle ortaya çıkıyor.

Türk Dil Kurumu, mahrem kelimesine, gizlilik anlamı veriyor ki mahrem gibi bir kavrama ancak bu kadar mahrem kalınabilir. Mahrem gizlilikten çok daha özel bir muhtevaya sahip. Bize ait değerler dünyasının şifre kelimesi olan bu kavram mutlak hakikatle ilişkili olarak bizim “özelimizin” sınırlarını çizer. Mahremiyetini gözeten bir insan aslında insanın mutluluğu için konulmuş sınırları gözetmiş olur ki bu sınırlar son tahlilde toplum mutluluğunu da sağlamayı hedefler. Bozulma ve çürüme bu sınırların ihlali ile başlar. Mahremiyet zedelendiğinde insanın özündeki hakikatle buluşmasının önünde engeller belirir, çünkü fıtrata aykırı iş yapan mutlak güzellik ve olgunluğa doğru yolculuğunu erteler.

Teşhir, mahrem kavramını ortadan kaldıran bir toplum suçudur. Sırf görünme ve gösterme kastıyla bize kendi mahremlerini sınırsız ve sorumsuz bir şekilde açanlar aslında sadece kendilerine kast etmekle kalmazlar, bizim mahremimizi de abluka altına almış olurlar. Daha kötüsü, teşhir yolu ile kendi mahrem dünyasını sınırsız ve sorumsuz bir şekilde açan birisinin sergilediği narsistik duruş bizatihi mahrem kavramını örseleyen ve içini boşaltan olumsuz bir çarpan etkisi oluşturur. Kapağımız böyle önemli bir konuyu gündeme getiriyor, umarız faydalı olur.

Ramazan’da GENÇ Gönüllüler, Afrika seferindeydi. Uganda, Tanzanya, Burkina Faso ve Gana’ya giden kardeşlerimiz oralardaki sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içinde belki bütün ömürlerini olumlu etkileyecek harika işlere imza attılar. Yaz bitmedi ama… Bu ay sonu itibarıyla Çanakkale’de bir kampımız olacak. Yine gönüllülerimiz, Türkiye’de okuyan misafir öğrencilere Çanakkale’nin burcu burcu şehit kokan ikliminde ev sahipliği yapacaklar.

Bayramımız mübarek olsun. Rabbimiz daha nice bayramlara aşk, şevk ve gayret ile erişmeyi nasip eylesin. Bizi kendine doğru yolculuğumuzda yalnız bırakmasın, kendisi dışındaki sahteliklerin gözümüzü kamaştırmasına müsaade etmesin. İkbal, “Batı uygarlığının ışıltısı gözümü hiç kamaştırmadı, çünkü benim gözümde Medine sürmesi vardı” der. Her işimizde rehberimiz En Güzel İnsan olsun, O’nun sünneti ve yolunu tutmak anlamında gözümüzden Medine sürmesi eksik olmasın.

Bir sonraki sayımızda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz.

İletişim: www.gencdergi.com

BAYRAMLAŞAN İMAN KARDEŞLİĞİMİZ

İlim ve İrfan dergisi istikrarlı yürüyüşünde, “Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz!” ayet-i kerimesini esas alarak kardeşliğimizi en geniş manevi, sosyal ve psikolojik unsurlarıyla yeniden hatırlatıyor. 

Dergide, kardeşlik bağlamında İsmail Acarkan, Doç. Dr. Selahattin Yıldırım, Zeki Bulduk ve Mona İslam’ın kaleme aldığı yazılar, kardeşliğimizi bütün hücrelerimize kadar yeniden diriltiyor, yeniden hatırlatıyor. Kardeşimizi kaç kez affedelim, diye soran İsmail Acarkan, “İnsanın aslı ve fıtratı temizdir ve yücedir. Sonradan ona bulaşan ve onun temiz aslını örten günah ve kötülüklere bakarak ondan yüz çevirmek, ona küsmek, onu yok saymak imani idrak ve anlayışa sığmaz. Allah’a iman eden mü’min; insanlardaki o İlahî özü ve fıtratı görür ve bilir. Bu özü gören mü’min böyle bir kardeşine küsebilir mi, onu dışlayabilir mi, yok sayabilir mi? Hele hele ona düşmanlık edebilir mi?” diyor. 

Derginin orta sayfasında İrfan Kaynağı köşesinde yazıları yer alan Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi de bu sayıda kardeşlik konusunu işliyor. “Bütün içtenliğimle söylüyorum ki, Müslümanlar arasındaki düşmanlık ve ayrılık, dinimizden uzaklaşmaktan, İslam düşmanlarının aramıza kin ve nifak tohumları ekmesinden ve bu dinin mensuplarının birlikteliğini bozup bizleri kolay lokma haline getirme emellerinden başka bir şeyle açıklanamaz. Temennim herkesin şunu anlamasıdır: Resulullah’ın getirdikleri, olması gerektiği gibi tam manasıyla anlaşılırsa Müslümanlar arasında barış, huzur ve kardeşlik ortaya çıkacaktır.” diyen Şeyh Muhammed Muta’ Haznevi, dinimize bağlılığımızla kardeşlik hukukumuzu her zaman sağlamlaştıracağımızı işaret ediyor. 

Bu sayıda Sorgu-Sual köşesinde Ömer Tuğrul İnançer var, İnançer, “Efendimizin cemalini seyrederek ölmek isterim.” diyor. Usta çizer Hasan Aycın ise, Nazer ber-kadem kavramını çizgisiyle yansıtıyor. 

Bayramın ruhu, ruhun bayramı

Ahmet Birler imzasını taşıyan ve Ramazan bayramının ruhunu anlatan yazı, bayramı yaşamanın inceliklerini ortaya koyuyor: “Bayram, dünyadan biraz daha soğuyarak ruhani olana meyletmiş olan mü’minleri, ayrılığın sebebi olan maddi bedenden, telifin, tevhidin, birlikteliğin sebebi olan ruha yaklaştırır. İnsan insanın maddi nitelikleriyle oluşan perdeleri aşabilse arkasında bulunan ruhtaki İlahi özü ve nefhayı görecektir.”  

Prof. Dr. Süleyman Derin, İmam Rabbani Hazretlerinin bir mektubundan hareketle sahabe efendilerimize hürmetin, bakışın, sevginin nasıl olması gerektiğini temel itikat ölçülülerimizi esas alarak dikkatlere sunuyor. Fitneler, krizleri içinde içeriden yıkılmaya çalışılan temel inançlarımızın, Asr-ı Saadet’ten bugüne geldiği gibi, yine berrak ve billur biçimde var olmasının sahabe efendilerimize bütüncül bir hürmetle korunabileceğini vurguluyor.  

“Sadakatin Zirvesi Ebu Bekir Sıddık (ra)” başlıklı yazı ise Saadettin Acar imzasını taşıyor.  Hazret-i Ebu Bekir Efendimiz, bütün savaşlarda Peygamber Efendimizin yanında yer almış; Uhud’ta Efendimize kendini siper etmiş, Tebuk savaşı hazırlıklarında tüm servetini Resulullah’ın emrine vermiştir. Peygamber Efendimiz tüm kritik kararlarında onunla istişare etmiş ve her zaman görüşlerini önemsemiştir.

Kâmil Yeşil ise menkıbelerin ruh iklimiyle örülü hikaye tadındaki yazısında nasibi olmak kavramını işliyor..   

Adem Dönmez, okurlarını Urfa’ya peygamberleri ziyarete götürüyor. 

Derginin Ailemiz bölümü ise, bayramı bayram gibi yaşamanın ipuçlarını sunuyor.

İletişim: www.ilimveirfan.com

BİLGE ADAMLAR DERGİSİ’NİN 33. SAYISI ÇIKTI

Bilge Adamlar Dergisi’nin 33. sayısı “Medyatik Kuşatma” başlığıyla yayımlandı. Sayıda Yusuf Kaplan ile gerçekleştirilen söyleşinin yanı sıra şu makaleler yer alıyor;

Röportaj: Yusuf Kaplan ile “Medyanın Dili ve Doğası, Dünyası ve Önemi” Üzerine…

Adnan İnanç: Medya: İmha ve İnşa Sarkacında

Beytullah Emrah Önce: Gücün İktidarı, Medyanın Gücü

Alev Erkilet: İslami Moda Dergileri

Abdullah Yıldız: Medya ve Şeytan

Ali Akel: Medya-Siyaset İlişkisi ve ‘Dördüncü Kuvvet’ Yanılsaması

Bülent Sönmez: İmaj, Küfr ve Söz

Ferda Kürün: Medyanın Özgünlük ve Özgürlük Sorunu

Hasan Postacı: Bir Toplumsal ve Siyasal Mühendislik Aracı Olarak Medya

Mehmet Hayri Kırbaşoğlu: İslami Medyanın İslam’la İmtihanı

Ertuğrul Cesur: Muhafazakar Medyanın Sefaleti

Dilaver Demirağ: Gelmekte Olanın Tekniği

Selçuk Kütük: Medyanın Gücü – Gücün Medyası

İbrahim Keskin: Medyanın Kitlesel Etkisine Yönelik Bir Değerlendirme

Ali Öner: Medya-Güç İlişkileri Bağlamında Zihinsel Dönüşüm

Şükrü Hüseyinoğlu: Değişen Medya Düzeni, Değişmeyen Medya Alışkanlıkları

Reha Ruhavioğlu: İslami Medyanın Roboski İmtihanı

Erdal Şahin: TV’nin Meydan Okuyuşu Karşısında Çağdaş İnsanın Serencamı

Aslan Değirmenci: Psikolojik Savaş Aracı Medya

Salih Seyhan: Türkiye’de Gazeteciliğin Başlangıcı

Özgür Selvi: Bilgi Toplumu ve İletişim Etiği

Bahadır Tok: Tarih Felsefesi (ve Müslümanlar) Üzerine… -dosya dışı-

Röportaj: Kürşar Atalar İle “Düşüncenin Okullaşması” Üzerine… -dosya dışı-

İletişim: www.bilgeadamlar.net

KARABATAK’IN 9. SAYISI OKUYUCUSUYLA BULUŞTU

Nitelikli ve zengin içeriğiyle sanat ve edebiyat dergileri arasında özel bir yer edinen Karabatak, yaz sayısı ile okuyucusuyla buluştu.

Derginin merakla beklenen dosyasının konukları bu defa romanların gölge kahramanları. Kapsamı ve anlatım diliyle öne çıkan dosya, A.Ali Ural’ın “Herkes Başrolü Oynuyor” yazısıyla başlıyor. Ana karakterin tek kişilik evreninde geri planda görünen bu kahramanlar, Karabatak yazarlarının kalemleriyle başkahraman mevkisine yükseliyor. Naime Erkovan Tatar Çölü’nden Terzi Prosdocimo’ya, Fatih Taşçı Anayurt Oteli’nden Ortalıkçı Kadın’a, Güzide Ertürk Alice Harikalar Diyarı’ndan Cheshire kedisine, Bünyamin Demirci Ağaca Tüneyen Baron’dan Cosimo’nun şövalye amcası Carrega’ya, Şafak Çelik Küçük Ağa’dan Çolak Salih’e, Tuna Lütfü Yukay ise Dorian Gray’in Portresi’nden Hetty Merton’a haklarını teslim ediyor.

Karabatak özellikle fantastik edebiyat sevenlerin zevkle okuyacağı bir yazarı konuk ediyor 9. sayısında. Genç öykücülerimizden Güzide Ertürk’ün sorularını Türk okuyucuları için cevaplayan Ursula K. Le Guin “Hayal gücü hayatımı dengede tutuyor. O olmadan gerçeği nasıl kavrayabilirim?” diyor.

Karabatak’ın bu sayıdaki şairleri; A.Ali Ural, Ayşe Sevim, Yahya Kurtkaya, Dursun Güzel, Çayan Özvaran, Meryem Kılıç, Emirhan Kömürcü, Yusuf Duruk, Koray Feyiz, Kamil Remzi Cin, Şafak Çelik, Sümeyra Yaman, Metin Erol, F. Nuriye Torun, Fuat Eren, Berkay Öztürk, Hayrünnisa Çetin ve Vefa Lök. Dünya şiirine de kapılarını hep açık tutan Karabatak’ta Sare Öztürk Mahmud Derviş ve Raşid Hüseyin’den, Bünyamin Kasap Gottfried Benn’den, Prof.Dr. Mehmet Kanar ise Ahmed-i Şamlu’dan çevirdikleri şiirlerle edebiyat zevkine yeni tatlar katıyor okurun.

Her sayıda olduğu gibi bu sayıda da poetika yazıları, deneme ve öyküleriyle dikkat çekmeye devam ediyor Karabatak: Hasan Akay ve Yahya Kurtkaya poetika yazılarıyla; Mehmet Sabri Genç ve Sümeyra Yaman denemeleriyle; Bahar Paşalı, F. Büşra Helvacıoğlu, Hüseyin Akın, Hasibe Çerko, Ayşe Uçkan, Ela Korgan, M. Sabri Gümüş ve Yasemin Yıldız öyküleriyle derginin irtifasını yükseltiyor. 

Karabatak, edebiyatı belli türlere hapsetmiyor. Gezi yazılarını dil ve kurgu açısından bir deneme ve öykü kadar değerli kılan yazarları var çünkü. Rahşan Tekşen’in İstanbul’da, F. Hande Topbaş’ın dünyada gezerken gördükleri, bilgiyle sanatın harikulade harmanına dönüşüyor. 9. sayı kültür yolculuklarına yeni bir kapı daha aralıyor. Edebiyat ve Şehir yazılarıyla H. Hümeyra Şahin bundan böyle her sayı bir dünya şehrinin kültürel nabzını tutacak. Kitap köşesinde Muhsin Mete; Mustafa Kutlu’nun son kitabını ele alırken, John Lennon’ı ele aldığı müzik yazısıyla Oya İşeri Gever yeni bir köşe açıyor Karabatak’a: Aktivist. Hüseyin Sorgun tiyatro yazısıyla Necip Fazıl ekseninde dolaşırken, Hakan Bilge Ortadoğu sinemasını irdeliyor. Çizimleriyle Ertan Ayhan Sertöz; fotoğraflarıyla Kemal Kaya ve Ali Fuat Altın; fotomanipülasyon, illüstrasyon ve eşsiz tasarımıyla Sedat Gever Karabatak takipçilerine yine zengin bir içerik sunuyor.

İletişim: karabatakdergisi@gmail.com

BÂB-I ŞEFKAT DERGİSİ’NİN 3. SAYISI OKUYUCULARLA BULUŞTU

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Darülaceze Başkanlığı’nın çıkarmış olduğu Bâb-ı Şefkat dergisi, zengin içerikli 3. sayısıyla gündemdeki yerini almış bulunuyor.  Dergiye ek olarak verilen Darülaceze’nin kurucusu Cennetmekân Sultan Abdülhamid’in şeyhi ve mürşidi Ebu Şamat’a gönderdiği Kudüs mektubu çok tartışılacak gibi görünüyor.

Derginin protokol yazıları ülkemizde aile, sevgi ve şefkat konularında insanlığa evrensel bir vizyon sunduğumuzu gösteriyor. 

Darülaceze İdare Meclisi Başkanı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin yazdığı önsözde hep birlikte büyük bir aile olmanın ulviliğine dikkatlerimizi çekiyor. 

Darülaceze İdare Meclisi İkinci Başkanı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Zahteroğulları, insan eskise bile sevgi noktasında yaşlanmadığına vurgu yapıyor. 

Darülaceze Başkanı Nevzat Bayhan edebî kalemiyle bizleri şefkat medeniyetinin sıcak kollarında gezdirip bunun Darülaceze özelinde nasılda neşvünema bulduğunu gösteriyor. 

Derginin Genel Yayın Koordinatörü Nevzat Özkaya, Darülaceze’de gerçekleştirilen kültürel etkinliklerin ve anlamlı ziyaretlerin resmini çekiyor. 

Dergi aynı zamanda muhtelif makalelerle zengin bir içeriğe sahip bulunuyor.  

Prof. Dr. İskender Pala, “Bizim Yunûs” başlıklı yazısıyla İlahi aşkın simgelerinden Yunus Emre üzerinde durarak okuyucuya şiir lezzetini ve aşk şerbetinin iksirini anlatıyor. 

Darülaceze İdare Meclisi Üyesi Zehra Sevingen Sağır, geleneğimizde âlime ilmi için, büyüğe de yaşı için ihtiram edildiğini belirtip bize örf ve adetlerimizi hatırlatıyor. 

Uygulamalı Gerontolog Dr. Şerif Esendemir, “Kıdemliler İçin Sürdürülebilirlik Politikası” başlıklı yazısında yaşlılar için mekân ve elbise tasarımının sürdürülebilirliği noktasında bizi evrensel bir ekolojik vatandaşlık duyarlılığına davet ediyor. 

Hülya Göksu yazısında içinde bulunduğumuz ramazan ayının Darülaceze’deki muhteşem atmosferine bizi sokarken, Selda Taş ise 18-24 Mart Yaşlılara Saygı Haftası’nda düzenlenen “Huzurlu Sesler Yarışması”na katılan Darülaceze sakinlerinden Hasan Gülbüz’ün Darülaceze’de sağlık ve huzuru bulmasını yaptığı mülakatla kanıtlıyor. 

Darülaceze Gönüllüsü Rabia Christine Brodbeck, yaratılana hizmet etmenin Yaratan’a hizmet anlamına geldiğinin önemine değiniyor. 

Yazar Yosuf Tosun, Darülaceze’nin kurucusu Sultan Abdülhamid’in Kudüs’e bakışını vererek adeta yukarıda bahsedilen mektubun arka planını sunuyor. 

Sonuç olarak dergi, “Minnet Duyguları” ve “Darülaceze’ye Yolu Düşen Ünlüler” gibi alıntı yazılarıyla, İlhan Yardımcı’nın kaleminden “Millî ve Mistik Folklorümüz” başlıklı özgün bir makalesiyle, “Babam Aldülhamid” başlıklı bir kitap tanıtımıyla, Darülaceze kültürel faaliyetleriyle, basında çıkan Darülaceze’yle ilgili haberlerle ve ziyaretçi mektuplarıyla sosyal ve kültürel hayatımıza ışık tutuyor. 

On5yirmi5