Geçtiğimiz hafta sonu İktibas’a konuk olan Prof.Dr. Şinasi Gündüz, “Bir inanç sapması olarak Deizm” konusunda değerlendirmelerini sundu. Deizmin ne olduğu, niçin bir sapma olarak telakki edildiği, nasıl doğduğu, bugünkü halini nasıl aldığı ve Müslümanlar olarak bununla mücadelenin nereden başlaması gerektiğine ilişkin tespitlerde bulundu.
15 Aralık cumartesi günü saat 14’te başlayan programın sunuş konuşmasını Mustafa Bozacıoğlu yaptı. Şinasi Gündüz’ün akademik geçmişi ve sürdürdüğü çalışmalar hakkında bilgi veren Bozacıoğlu, Deizmin gündemdeki yerine koruduğuna ve büyük önem taşıdığına işaret ederek, bu konuşmanın da yeni ufuklar açması dileğinde bulundu ve sözü Prof.Dr. Şinasi Gündüz’e bıraktı.
Sözlerine besmele ile başlayan Şinasi Gündüz, öncelikle burada olduğu için duyduğu memnuniyeti belirtti, buna vesile olanlara Allah’ın rızasını diledi. Gündüz, kendi başına gelen bir olaydan örnek vererek konuya giriş yaptı. Bir toplantı için bulunduğu Türkiye Bilimler Akademisinde bir hanımefendinin kendisine gelerek, 12-13 yaşlarındaki çocuğu ile ilgili sıkıntılarını aktardığını anlatan Gündüz, çocuğun çok ciddi problemleri olduğunu, her şeyi sorguladığını, Tanrıya inanıyor ama dini, peygamberi, kitabı, şeriatı, yaratılışı, hepsini sorguluyor dedikten sonra Diyanet’in bir-iki yıl önce yayınlanan aylık dergisinde kapağa “Deizm, ateizm, nihilizm kıskacında insanlık” başlığı attığını anımsattı. Konya’da bir sivil toplum kuruluşunun İl Milli Eğitim müdürlüğü ile birlikte organize ettiği bir araştırmada “Gençler büyük oranda deist” sonucu çıktığını da ifade eden Gündüz, bundan sonra gelen açıklamaların ise bunu yalanlamak şeklinde olduğunu, “Diyanet İşleri Reisi bile öyle bir şey yok, gençlerimizin elhamdülillah hepsinin dini bütün” dediğini ancak böylece bir çelişkiye düştüğünü, çünkü Diyanet’in dergisinin bile bunun varlığına işaret ettiğini söyledi.
“Peki, nedir bu deizm gerçekten ve niye son dönemlerde daha bir böyle konuşulur popüler hale geldi?”
Deizmin büyüyen bir problem olduğuna işaret eden Şinasi Gündüz neden popüler hale geldi sorusunun yanıtını şöyle verdi: “Şimdi deizmin lügat anlamına baktığımız zaman, ansiklopedik anlamda aslında kimileri Yaradancılık diye tanımlıyor deizm. Yani teizm, Tanrı inancı malum, tanrıcılık anlamına geliyor teizm, teist dinler diyoruz biz mesela Tanrı inancına yer veren dinlere. Deizm ise, teistlerin Tanrısı gibi değil, ama Tanrı’yı yaratan olarak kabul edip evrene müdahale etmediğini düşünen bir anlayış. Dolayısıyla aslında deizm bu açıdan bakıldığı zaman, Tanrıya inanan ama dine inanmayan; Tanrı vardır din yoktur diyen bir akım, dine gerek yoktur diyen bir akım. Bu çerçevede aslında deizm şöyle bir fikir savunuyor diyor ki: Tanrı var -çok Tanrı değil bir tane Tanrı bu- evreni de yaratmış. Evet, yaratan bir Tanrı, düzen de vermiş evrene, insana akıl da yaratmış, ama ondan sonra kendi köşesine çekilmiş. Artık insanla, evrenle, düzenle-müzenle hiçbir ilgisi yok. Sadece evreni yaratıyor, sebep-sonuç zincirine dayalı bir kurallar manzumesi koyuyor, insana da akıl veriyor, diyor ki insana ne halin varsa gör. Biz buna dinler tarihinde ‘deus otiosus’ diyoruz. Tabii bu kavram bana ait bir kavram değil, bu meşhur antropolog din bilimcisi Mircea Eliade var Romen asıllı bir yazar, onun kullandığı bir kavram. Latince deus otiosus, aslında işlevsiz Tanrı anlamına geliyor. Yani evreni yarattıktan sonra artık hiçbir fonksiyonu yok, müdahale etmeyen, dolayısıyla ne bir din göndermiştir, ne bir kitap göndermiştir, ne bir vahiy göndermiştir, ne bir şeriat göndermiştir, ne bir ahlak sistemi öngörmüştür, Tanrının hiç böyle bir şeyi yok. İnsana aklı vermiş ve demiş ki; sen aklınla her şeyi hallet. Ahlakı da sen bul, hakikati de sen bul, ne yaparsan yap, yani kendi yağınla kavrul demiş. Deizmin temel şeyi bu. Dolayısıyla deizmde iki temel kavram var: bir Tanrı, iki akıl. Deizm, Tanrı artı akıl buna yer veren bir anlayış, bir din.”
Cazim Gürbüz’ün (HEPAR eski Genel Başkan Yardımcısı) İslam’dan Deizme kitabına atıf yapan Gündüz, bu kitapta “Artık benim imanımın şartları Tanrıya, bilime, sanata, edebiyata, Türklüğe, aşka, Atatürk’e, insan haklarına ve hukuka imandır.” dendiğini belirterek “yani bir deist olarak Cazim’in imanı bunlardan oluşuyor” dedi. Ayrıca, Yaşar Nuri Öztürk’ün Deizm kitabının “Tanrıdan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç” üst başlığını taşıdığını da hatırlatan Şinasi Gündüz, bu kitapta ise “deizmin kutsalı ne dindir, ne ilhamdır, ne kilisedir, ne de camidir. Onun kutsalları; akıldır, bilimdir ve ahlaktır, deizmin kutsalları bunlar. Dincilik bu temel değerleri tarih boyunca yıkan, işlemez hale getiren, hatta onlara savaş açan temel musibet olduğu için deistler dine hayatlarında yer vermemişlerdir” dendiğini ifade etti.
Prof. Gündüz şöyle devam etti: “Deizmin demek ki temel arka planında bir Tanrı var. Deistler, evrenin yaratıcısı bir Tanrı olduğuna inanıyorlar ama diyorlar bu Tanrı teizmin Tanrısı değil. Hele hele monoteizmin Tanrısı hiç değil, yani tek Tanrıcı dinlerin Tanrısı değil.bütün bu tek Tanrıcı dinlerin Tanrısı, müdahaleci bir Tanrıdır. Yani bir şekilde insana, evrene müdahale eder. İşte Peygamber gönderir, kitap gönderir, mesaj gönderir falan ama deizmin Tanrısı böyle değil. Ve bu çerçevede deizm, bir dine ihtiyacın olmadığını söylüyor ve dinin kavramları olan dolayısıyla vahiy, peygamberlik, kitap, ibadet, benzeri şeyleri de kabul etmiyor.
Peki, böyleyse o zaman hakikati nasıl kavrayacağız?
Diyor ki deizm; akıl var, tecrübeler var. Yani akıl ve ampirizm, hakikati kavramanın yegâne şeyi. Tabii Batıda birçok bu deizmin el kitabı gibi kullanılan şeyler var. Mesela bir tanesi şu Bob Johnson’ın ‘God Gave Us Reason-Not Religion’ kitabı var, yani ‘Tanrı bize Akıl verdi-Din değil’ kitabı var. Yine, ‘Focus On Reason’ ‘Akıl Üzerine Yoğunlaşmak’ denilen bir başka kitap var. Bunların temel şeyi bu.
Peki, insanın sorumlulukları var mı yapıp etmesi gereken? Tanrıdan hareketle hiçbir sorumluluğu yoktur ama insan olarak sorumlulukları vardır diyor insanın. Yani insan olarak sorumluluklarımız başkalarına iyilik yapmaktır. Yani akıl çerçevesinde işte iyiyi bulmak ve başkalarına da iyilik yapmak gerekir. İyiyi kötüden ayıramıyorsan senin eksikliğin din değil akıldır diyorlar. Dolayısıyla iyiyi kötüden ayırt etmek için dine ihtiyacımız yok, akla ihtiyacımız var. Dolayısıyla akıl hakikati kavramanın yegâne vasıtasıdır diyor deistler.”
‘Deizm felsefesi ‘ahiret’ düşüncesi ile çöküyor’
“Peki, deistlere göre bir ahiret düşüncesi var mı? Yani dünyadaki varlığımızın bir gayesi var mı, bir amacı var mı? Bu anlamda işte bir ahiret fikri var mı?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor Şinasi Gündüz: “Doğrusu deistlerin bu konuda kafaları karışık, bir kısmı diyor ki; hayır, ahiret diye bir şey yok, öyle bir şey yok. Bakıyorlar evrene, işte insan yaşar, ölür ve her şey biter, pili biten bir makinenin artık işlevini kaybetmesi gibi görüyorlar. Ama bir kısmı diyor ki; hayır, ahiret var ama biz bilemeyiz. Ahiret var ama ahirette ne olacak biz bilmiyoruz, dolayısıyla bu konuda önemli bir kısmı agnostik, bilinemezci takılıyorlar. Çünkü ahiret kavramı aslında deizmle birarada düşünüldüğünde absürt bir kavram haline geliyor. Çünkü ahiret, öte dünya düşüncesi; eğer gerçekten bir hesap varsa, bir yargı varsa, yapıp-ettiğinin bir karşılığını göreceksen makul bir şey olur. Böyle bir ahiret de varsa, o zaman sana hesap soracak birinin de olması lazım, seni hesaba çekecek birinin olması lazım. Seni hesaba çekecek birisi varsa, o zaman bunun adına Tanrı de, başka bir şey de, bir üstün güç olması gerekiyor, dolayısıyla deizmin temel felsefesi çöküyor orada. Dolayısıyla deistler bu konuda gerçekten aslında bir kafa karışıklığı içerisindeler şeklinde bir durum ortaya çıkıyor.”
Mesela ateizmle karşılaştırdığımızda deizmin pozisyonu ne? Deistler niye kendilerini ateizmden uzak tutmaya çalışıyorlar?
Deizmin ateizm ile arasındaki farka da değinen Gündüz, şöyle devam etti: “Şimdi deizm bu konuda aslında ateizme şu eleştiriyi yöneltiyor: Diyor ki; ateizm varlığı, var oluşu açıklamada yetersizdir. Çünkü Tanrı tanımaz bir perspektiften hareketle var oluşu izah edemezsin sen. Evreni izah edemezsin, insanı izah edemezsin nasıl var oldu, buradaki işte bu kural, düzen, bu evrendeki mükemmel yapı nasıl meydana geldi, bunun sadece bir tesadüfle, rastgelelikle diyor izah edemezsin. Mutlaka bunun var edicisinin olması gerekiyor, işte bu var edici de Tanrı diyor. Dolayısıyla biz ateist değiliz. Peki, o zaman senin dinlerle sorunun ne? Dinler de işte bir Tanrının varlığını kabul ediyor, teist dinler. Ama diyor, dinler akılla ve bilimle çelişiyor. Dahası, dinler birçok maraz üretiyor, tarihte üretti, bugün de üretiyor, dolayısıyla din de bana hitap etmiyor diyor. Bakın temel şey aslında sanki şu gibi gözüküyor: Varlığı açıklamak için bir Tanrıyı zorunlu olarak kabul ediyor, ama içinde yaşadığı kendi yaşam tarzı, hayat algısı dinin varlığını da gereksiz, anlamsız kılıyor gibi gözüküyor. Bu anlamda, sen hangi çağda yaşıyorsun, bu çağda buna inanılır mı, akıl ve bilim senin neyine yetmiyor tarzı böyle çıkarımlarla dini sorgulamaya çalışıyor. Bir karikatüre yansıdığı gibi, bütün dinleri aslında aklı, beyni prangalayan bir yapı olarak resmediyorlar.”
Deizm nedir, nasıl ortaya çıkmıştır?
Prof. Gündüz, deus otiosus denilen, yani eylemsiz Tanrı, işlevsiz Tanrı ya da müdahale etmeyen, emekliye ayrılmış Tanrı düşüncesinin, evreni yaratıp düzen verip köşesine çekilmiş Tanrı düşüncesinin aslında çok eskilerden beri bilindiğini, Aristo’nun tanrısının da böyle bir tanrı olduğunu, cahiliye dönemi Araplarında da bir Allah inancı olmakla birlikte onların yaşamlarına egemen bir ilah olmadığını, Türklerde ise Şaman geleneklerinde bu tür bir inanç bulunduğunu kaydeti. Gündüz, yalnız bunların hiçbirinin deizm olarak adlandırılmadığını da söyledi.
Deizm dediğimiz akımın aslında aydınlanma dönemi ile birlikte ortaya çıktığını belirten Gündüz, bilim ve bilgi kavramlarının bu dönemde -kabaca 17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyıl başları- yeniden tanımladığını, bilgi denilen şeyin mutlak kaynağının sadece akıl ve tecrübi veriler haline geldiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Dolayısıyla eğer akıl ve tecrübi verilerle doğrulanmıyor ya da yanlışlanmıyorsa, sizin bilgi diye kabul ettiğiniz şeyin bilgi değerinin olmadığı, bu olsa olsa dogmatik inanç olabilir tezi ortaya atıldı. Ve buradan hareketle Avrupa da dinin bütün kavramlarını şey gibi savurdu, elinin tersiyle bir tarafa itti ki din bu anlamda özellikle Hristiyanlık ciddi anlamda bir darbe aldı.”
Yahudiliğin de bu işten nasibini aldığını belirten Şinasi Gündüz, Haskala denilen aydınlanmacı bir Yahudilik anlayışı ile birlikte reform Yahudiliği, liberal Yahudilik, yeniden yapılanmacı Yahudilik gibi mezhepler ortaya çıktığını, Amerika’da yaşayan 6-6,5 milyon Yahudinin çoğunun bu mezheplere tabi olduğunu kaydetti.
Aydınlanma dönemi düşüncesinin, Tanrı inancı ve din konusunda ateizme de büyük ölçüde kılavuzluk yaptığını ifade eden Gündüz, insanların dinle birlikte Tanrıyı da sorgulamaya başladığını, bu konuda Auguste Comte’un pozitivizm önermesine değindi. Buradaki bilim ve akıl vurgusuna tamam demelerine karşın Kant ve Hume gibi bir takım düşünürlerin, Tanrı konusunda bu tutumun ciddi anlamda problem ürettiğini ve bu nedenle varlığın izahında Tanrıya ihtiyaç olduğunu söylediklerine dikkat çekti.
Deizmin de bu çerçevede temellendiğini kaydeden Gündüz, ABD’nin kurucu babalarının hemen hemen tamamının deist olduğunu, Batı dünyasında birçok insanın -kendisini deist olarak tanımlamasa bile- zihniyet ve yaşam tarzı olarak zaten deistleşmiş durumda olduklarını anlattı.
Peki, deizm neden bu kadar aslında Batı dünyasında yaygın hale geldi ve son dönemde bizde de gittikçe yayılıyor gözüküyor?
Prof. Şinasi Gündüz bu soruyu şöyle yanıtladı: “Çünkü deizm, aslında insanın içerisinde yaşadığı statükoyu meşrulaştırıyor, yani fiili durumu meşrulaştırıyor. Şöyle ki; mesela deizm modern Batı geleneğini şekillendiren kültürel bir arka plan var değil mi? Bu kültürel arka plan işte pozitivisttir, seküler toplum yapısına sahiptir, liberal değerleri önemser, kutsar, ahlakı küresel boyutta tanımlar. Artık bir küresel hukuk var, bir de küresel etik var, küresel ahlak var. İnsan merkezli bir evren ve hakikat anlayışına sahiptir, dolayısıyla önemli olan insanın tatmin edilmesidir. Yani şu evrenin patronu insandır, Tanrı değildir, patron benim diye düşünür. Ve bu çerçevede hedonizm gibi insanın duyguların tatmini gibi bir takım kavramlara da değer verir. Aslında deizm, bakın bütün bunları meşrulaştıran, yani sekülerizmi, pozitivizmi, liberalizmi, hedonizmi ve Batının diğer kültürel geleneğini arka planını oluşturan ya da onun temel ayaklarını oluşturan bütün değerleri meşrulaştıran bir yapı arz ediyor.
Yaşar Nuri bakın kitabında -o söz konusu ettiğim kitabında- deizmle ilgili şöyle bir şey diyor: Deizm denince akla ilk gelmesi gereken, dinci zihniyetin ve din üzerine hegemonya kuran, Allah ile aldatma odaklarının aklı prangalayan hurafe ve dayatmalarını insan hayatından söküp atma olgusudur. Bu temel anlayışla baktığımızda deizm, laikliğin felsefesidir diyor. Asıl son cümlesi doğru. Gerçekten deizm, laikliğin felsefesidir. Dolayısıyla deizm, laiklik -sekülerizm- dediğimiz sosyal yapıya felsefi ve dinsel bir arka plan kazandırıyor ve onu meşrulaştırıyor. Batıda yaptığı şey de budur zaten deizmin.”
Cevapsız sorular
“Deizm, var oluşun hakikatini, amacını açıklama konusunda bir belirsizlik içindedir, bir agnostisizm içerisindedir. Deiste mesela şunu sorsak: Tamam, sen bir tanrıyı kabul ediyorsun, evreni yarattı, düzen de koydu. Peki, Tanrı niye yarattı evreni? Niye yarattının cevabı var mı? Ya da bu düzeni niye koydu, sana niye akıl verdi; bunun bir amacı, şeyi var mı? Dolayısıyla bir deist için bunun bir cevabı yok. Dolayısıyla varoluşun amacını, hakikatini izah etme konusunda yetersiz.”
Deizmin din konusundaki yaklaşımlarının çok genellemeci olduğunun altını çizen Gündüz, hele hele özellikle İslam dikkate alındığında yüzeysel ve tutarsız olduğunu belirtti ve şöyle dedi: “İslam’ın, örneğin akla karşı olduğu, bilime karşı olduğu tezi herhalde en son söylenecek bir şeydir. En azından Kur’an-ı okuyan bir insan Kur’an’da işte akla, düşünmeye, tefekküre alabildiğine vurgu yapıldığını bilen bir insanın böyle bir şey söylemesi saçma olur. Yine mesela din tamamıyla hurafeye dayanır tezi çok saçmadır, çok genellemecidir. Doğrudur, dini hurafeleştiren bir sürü insan vardır, hurafeyi din haline getiren insan vardır. Ama din hurafedir demek çok saçma bir şeydir. Çünkü İslam hurafeyle mücadele eden bir dindir bu açıdan baktığımız zaman. Aynı şeyi işte din şiddet ve kaos üretir tezi için veya ahlaksızlığa yol açar tezi için de söylemek mümkün. Mesela din şiddet ve kaos üretir tezi gerçekten çok saçma. Çünkü tarihin her döneminde din şiddet ve kaosa malzeme yapılmıştır, biz bunu biliyoruz.”
“Hele hele dinin ahlaki sorunlara yol açtığı, ahlaksızlık ürettiği tezi tamamen sakat olan bir şeydir. Bazı insanların, ahlaksız insanların din adına ahlaksızlık yapması, dinin ahlaksızlık ürettiği anlamına gelmez.” diyen Prof. Gündüz, deizmin bir başka çıkmazına da şöyle işaret etti: “Deizm dini reddederken -çünkü şunu diyor: Ben Tanrı’ya inanıyorum, dini kabul etmiyorum, din diye bir şey benim hayatımda yok- ama adı konulmamış aslında bir din var. Deizm, akıl ve tecrübenin kendisini din ediniyor. Yani akıl ve tecrübeyi kutsayan bir din olarak ortaya çıkıyor ve kendi kutsallarını üretiyor deizm, böyle de bir çıkmaz içerisinde.”
Deizm niye yaygınlaşıyor, niye bugün bizim meselemiz olarak biz bunu konuşuyoruz?
“Kuşkusuz bunun arkasındaki en önemli nedenlerden bir tanesi; mevcut toplumsal yapıdaki din anlayışında problemler bulunması. Mevcut din anlayışında birçok problemler var, dindar insan tipolojisinde problemler vardı.” tespitinde bulunan Gündüz, “Her yerde Hayri hoca bunu söylüyor, ben de burada ondan hareketle söylemiş olayım. Mesela dindar insanın kutsalı eğer masa, nisa, kasa olduysa, yani dini biz sadece işte koltuk kapma, cebimizi doldurma ve hazlarımızı tatmin etme aracı haline getirdiysek, bu sorunlu bir din anlayışıdır ve sorunlu bir dindarlık tipolojisidir.” dedi.
Gündüz, ikinci bir neden olarak ise “Seküler yaşam tarzının dine karşı duruşu”nu gösterdi. Şöyle dedi Güdüz: “Bu da aslında deizme önemli ölçüde malzeme sunuyor. Çünkü seküler zihniyet, aslında dini en azından işte batıda sekülerizmin yaygınlaştığı son birkaç yüzyıldır görünen, yaşanan tecrübe bunu ortaya koymuştur. Dini alabildiğine sosyal alanda itibarsızlaştıran bir değer haline getiriyor sekülerizm. Çünkü sekülerizm -malum sosyal hayatın din-dışılaştırılması anlamında ben bunu kullanıyorum sekülerizmi- sosyal hayatta yani toplumsal hayatta her türlü olguyu kendi hinterlandı olarak görüyor.”
“Sekülerizm şöyle bir söylem geliştirdi: Din eğer ekonomide, eğitimde, kültürde, sanatta, estetikte, siyasette, askeriyede, devlet yönetiminde, şurada-burada görünür hale gelirse, bakın işte din ahlaksızlığa yol açar, din işte yalancılığa yol açar, din üçkâğıda yol açar, din şiddete yol açar, din insanlar arasında ayrımcılığa yol açar, din şuna yol açar-buna yol açar. Bunun propagandası yapılıyor. Bunun propagandası yapıldığı için sekülerizm, sürekli dinin kutsallık alanı, kendi hinterlandındaki görünürlüğüne karşı bir mücadele yürütüyor ve doğrusu bu tarz yaklaşımlar, bu tarz tezler ve bu tarz propagandalar aslında toplumdaki din karşıtı deizm gibi akımlara da önemli ölçüde malzeme oluşturuyor, referans sunuyor.”
Peki, bu deizm dalgasına karşı çözüm ne, ne yapılmalı?
Öncelikle doğru tespitlerde bulunmanın önemine işaret eden Şinasi Gündüz, bu tespitlerini şöyle sıraladı: “Bugün yüz yüze olduğumuz sorunların müsebbibi din değil, dinin kendisi değil. Dindarlar değil demiyorum, din değil, bu bir. İkincisi; salt aklı, pozitivist tecrübeyi ve insan merkezli hakikat anlayışını din edinen Batı kültürünün insanlığı getirdiği nokta ortadadır, gerçekten dünya genelinde ortadadır.”
“Yani adam bütün dünyayı kendi çıkar ve menfaati için sömüren bir kültür üretmiş durumda maalesef. Yani bugün Batı kültür algısının ürettiği işte Batı toplum modeli; bunu bir defa bir tespit olarak bir kenara koymak gerekiyor.”
“Batı değerlerini ve Batı kültürünü kutsayan bizler, yani dünyanın bu tarafı, kendi değerlerine yabancılaşmış, sosyal ve kültürel açıdan asimile olmuş bir toplum modeli çiziyoruz.”
İğneyi kendimize batıralım
Şinasi Gündüz, “Şimdi bu tespitlerden sonra bence biraz da kendi kendimize iğneyi batırmak gerekirse, kendi kedimize sormamız gereken, üzerinde düşünmemiz gereken hususlar var. Nedir mesela bu? Örneğin gençlerimize ve çocuklarımıza nasıl bir gelecek planlıyoruz sorusunu mesela bence herkes kendine bir sormalı.” dedi ve bir futbolcunun sözlerinden örnek verdi: “Bu İstanbul takımlarından birinde oynayan siyahi bir futbolcu. Demba Ba mı acaba ismi, belki siz hatırlarsınız. Ben çocuğumun iyi bir Müslüman olarak yetişmesini hedefliyorum, en büyük idealim bu diyor.” Bu ifadeden çok duygulandığını aktaran Gündüz, şöyle devam etti: “Kur’an’ı okuduğum zaman ben şunu görüyorum: Hazreti Lokman da dahil, Hazreti İbrahim de dahil, onun evlad-ü ıyali de dahil birçok Müslüman, çocuklarına diyor ki oğlum Müslüman olarak can verin. Zengin olarak can verin demiyor. Şimdi demek ki, bakın biz aslında toplumdaki, Müslüman insanlarda ciddi anlamda bir zihin kayması yaşadık. Bakın birincisi bu; çocuklarımıza ve gençlerimize iyi bir gelecek planlaması yapmıyoruz, yapamıyoruz.”
Gündüz, ikinci sorunun, “birbirimizle ilişkilerimizde neleri esas alıyoruz sorusu” olduğunu belirterek “Mesela birbirimizle ilişkilerimizde esas aldığımız şey, gerçekten işte Allah’ın emr-i bil-maruf nehy-i ani’l-münker dediği değerler mi, yoksa başka şeyler mi, çıkar-menfaat ilişkileri mi? Maalesef toplumda çıkar ve menfaat ilişkileri.” dedi.
Prof. Gündüz’e göre bir başka önemli nokta ise, toplumda çok sakat, yanlış bir din algısı, yanlış bir İslam algısı bulunuyor olması. Gündüz sözlerine şöyle devam etti: “Bu din ve İslam algısı nereden kaynaklanıyor? Dinin kendisinden mi? Özellikle İslam’ı ben burada kastediyorum; dinin kendisinden kaynaklanmıyor. Ama nereden kaynaklıyor? Sorunlu din algısından, dindar insan tipolojisinden kaynaklanıyor. Bugün insanlar gerçek anlamda neyi din ediniyorlar, neyi ilah ediniyorlar sorusuna cevap aradığımızda şunu görüyoruz: Ekonomik anlamda kapitalist, sermaye, çıkar. İnsanlar arasında ilişkilerde faydacıyız, çıkarcıyız, hesapları buna göre yapıyoruz, hazcıyız, işte tatmin duygusu.”
Dindar nesil meselesi
“Şunun mesela kesinlikle bence ifade edilmesi lazım: Hurafeler kesinlikle İslam’ı temsil etmiyor. Resmi din anlayışı da İslam’ı temsil etmiyor. Bakın bir dönem, bir dönem değil hâlâ herhalde gündemde. Devlet işte son birkaç yıldır kendisine şöyle bir siyaset benimsedi ve bunu da sağda-solda söylüyorlar, işte bizim amacımız dindar nesil yetiştirmek. Peki, dindar nesil ne demek? Yani bunun altını nasıl dolduruyoruz? Dindar nesil ne demek? Dindar nesil, devletin resmi din algısına sahip olan nesil demek; anlamı bu. Tıpkı zamanında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının temel felsefesinin, işte aydın adamlarına sahip olup din hizmetlerinin bunlar marifetiyle yürütülmesi.”
“Devletin bu resmi din anlayışı -sadece Türkiye’yi kastetmiyorum- bütün resmi din anlayışları, dinin kendi değerlerine yabancı nesiller üretiyor, yani her tarafta böyle. Ya bakıyorsun işte milliyetçi, ırkçı, şoven Müslüman tipleri ortaya çıkardı. Bir şekilde sekülerleşmiş, liberal zihniyetli insanları ortaya çıkardı.”
İslam’ın değerleri bizi yönlendirmeli
Toplumda olumlu rol model olmanın önemini vurgulayan Prof. Şinasi Gündüz şöyle dedi: “Oturalım, emin olun 7/24 yıllarca tu-kaka diyelim, deizm kötüdür, ateizm kötüdür, agnostisizm kötüdür; bunun bir etkisi olmaz, olur belki ama çok sınırlı olur. Ama önemli olan olumlu rol model olabilmek. Bir yazarın sahabeyle ilgili güzel bir tanımlaması var, benim hoşuma gidiyor, şöyle diyordu o yazar: Sahabe çarşıda-pazarda yürüyen birer Kur’an’dı. Gerçekten İslam’ın değerleri bizim hayatımızı ne kadar yönlendiriyor, bizde ne kadar yansıyorsa, bizim sözümüzün o kadar değeri olur yarın.”
“İnandığımız değerlerden hareketle bir duruş sergilemek ve rol model olmak önemli. Ailede bunu gerçekleştirmek önemli, fakültede, okulda, mektepte gerçekleştirmek önemli, toplumda gerçekleştirmek, iş yerimizde gerçekleştirmek önemli.”
“İnandığımız değerlerin hayatımızda ne kadar yansıtıldığı, inandığımız değerleri ne kadar kendimiz özümsemişiz, bunun bir defa hesabını kendimiz vermemiz gerekiyor. Ve dahası ki ben çok önemsiyorum bakın; biz dinler tarihini anlatırken deriz ki dinin üç tane temel değeri var, bütün dinlerin. Bir; inanç alanı var, o itikat dediğimiz alan. İki; ibadet-muamelat alanı var. Üç; ahlak alanı var, bütün dinlerde ahlak alanı. Şimdi biz İslam’ı alırken hayatımızda bu üçüncü alanı maalesef sadece kâğıt üzerinde söylüyoruz.”
İman ve amelin ayrılmaz parçası güzel ahlaktır
Resulullah’ın örnekliğine dikkat çeken Gündüz, “Hazreti Peygamber (a.s)’la ilgili onun en güzel ahlak üzere olduğuyla ilgili vurgulara dikkat edersek, Kur’an’da adalete, doğruluğa, iyiliğe, ihsana, bağışlamaya, bütün bu değerlere vurgu yapan ayetlere dikkat ettiğimiz zaman, Allah’a imanın ve salih amelin ayrılmaz bir parçası güzel ahlaktır.” dedi.
İman etmenin ve bu değerleri hayata yansıtmanın önemine vurgu yapan Gündüz sözlerini şöyle tamamladı: “Ve ben şunu düşünüyorum: Hazreti Peygamberin sadece bu hadisi şerifi, yani kişi kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için istemedikçe ya da kendisi için istemediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz, sadece bunu esas alsak hayatımızda, emin olun birçok şeyi değiştirmiş oluruz. Herhalde dünyada ne açlık kalır, ne savaş veya zulüm kalır, ne haksızlık kalır, ne fırsat eşitsizliği kalır, her şey çözülür. Demek ki burada biz Müslümanların öncelikle bir defa dinin bu değerlerine iman etmemiz lazım ve bunu da hayatımızda göstermemiz gerekiyor ki bu çerçevede sözümüzün bir değeri olsun.”