Kur’an hayatımızı şekillendiren bir rehber/hidayet kaynağı olmaktan çıkartıldı ya; artık o, insanoğlunun elinde, kendisinden birtakım mamuller yapılmak istenen bir deri, kağıt ya da kumaş parçasından ibarettir. İsteyen, istediği imalatı Kur’an’dan devşirme yetkisini kendinde bulmaktadır. Bu tür ‘devşirmecilerin’ elini tutacak herhangi bir merci yoktur. Akla hayale gelmedik uçuk fikirler Kur’an’a söylettirilmektedir. Bu uçuk fanteziler genellikle ‘bilimsellik’ ölçülerinde pazarlanmaktadır. Kur’an’ın kendisi, ona yapılan bu değersizleştirme (haşa onu paçavraya çevirme) girişimine ‘ıdîîn’ (15/Hicr, 91) kelimesiyle dikkat çekmektedir.
Kur’an, Allah’ın bizim gibi bir elçi vasıtasıyla, biz kulların hayatımızı düzenlememiz için inzal buyurduğu bir dünya ve ahiret tasavvuru olmaktan çoktan çıkartılmış bulunmaktadır. Şu anda kendini Kur’an’a nisbet eden toplulukların Kur’an’a yaklaşımları, İsrailoğulları’nın Tevrat’a ve İncil’e yaptıklarından hemen hiçbir farklılık göstermemektedir. Günümüzün Samirîlerine bakınca, Yahudi ve Hristiyan ‘din adamı’ türündeki mafya babalarının fonksiyonunu daha iyi anlıyoruz.
Kur’an ya atalar diniyle dinlenenlerin geleneksel hezeyanlarına kurban edilmekte, ya da tarihsellik, yorum-bilim gibi kafa bulandırıcı metotların malzemesi yapılmaktadır. Sanırsınız ki Allah bu hidayet kitabını, dalalete düşmeyesiniz, hayata dair bütün kurallarınız ondadır diye göndermemiş de, size kıyamete kadar sürecek ve içinden hiç kimsenin çıkamayacağı bir tartışmalar/cedeller/polemikler/hezeyanlar hazinesi(!) bırakıyorum, bütün uğraşınız bu polemikler üzerine olmalıdır demiştir de, şeytana görev bırakmayacak derecede her gün yeni bir hezeyan maddesi keşfedilmektedir.
Kur’an’ın bir hayat kitabı olduğu, biz müminlerden Allah’ın razı olacağı tarzda bir dünya kurmamız için indirildiği tamamen gözden ırak tutulmaktadır. Bunun yerine Kur’an’ın tarihselliği, kıssaların vaki olup olmadığı, ahkam ayetlerinin zorunlu değişkenliği, Kur’an’ın bir siyasal sistem önerip önermediği, Rasulullah’ın eşleriyle ilgili açıklamaların Kur’an’da neden yer aldığı, yeniden dirilmenin mümkün olup olmadığı gibi meseleler tartışılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki yakın zamanda önümüze atılacak yenileri, şimdiki karmaşaya rahmet okutacaktır.
Kur’an üzerinde söz söylemeye bir şekilde müdahil olacak İslamî bir otorite bulunmadığı için herkes Kur’an’la ilgili her şeyi yazabilmekte ve konuşabilmektedir. Kur’an olabildiği kadar entelektüel tartışmalara malzeme yapılarak, gerek muhafazakar toplumlar, gerekse İslam dışı toplumlar nezdinde güvenilirliğini yitirsin istenmektedir. Büyük projenin önemli bir ayağı budur. Bir tane Kur’an yok; herkesin Kur’an’ı kendine şeklinde özetlenebilecek bir entelektüel kibirle, Kur’an’dan istinbat edilen en sağlam içtihatlar bile modası geçmiş marjinal yorumlar muamelesine tabi tutularak kolaylıkla reddedilmektedir.
Eskiden Kur’an, sünnet ve benzeri İslamî kavramlarla ilgili her türlü ‘çıfıt’ yorumlar hemencecik müsteşriklere atfedilirdi. Şimdi ise yerli çıfıtlar müsteşrikleri masumlaştırmış durumdalar.
Zahiren Kur’an’a inanan toplulukların bir ‘İslam ümmeti’ oluşturamadıkları, yeryüzünde bir ‘İslam toplumu’ndan bahsetmenin neredeyse imkansız olduğu doğrudur. Bugünkü dünya toplumlarına İslam’ın dünya ve ahiret görüşünü açık, berrak ve somut olarak sunacak, İslam ahlakı işte budur diyebileceğimiz bir ‘İslam ümmeti’ örneğimiz maalesef yoktur. Ama bu, kendisini Kur’an’a nispet eden toplulukların (yani bizim) sorunumuzdur, Kur’an’ın değil. Kur’an, ilk nazil olduğu toplumda da, öyle kolayına hayat nizamına dönüşmemişti. Allah Rasulüne yakıştıracak bir bayağılaştırma yaftası bulmakta zorlananlar neden böyle davranıyorlardı ki? Tek dertleri, Kur’an’ın hayatı ele geçirmesi değil miydi? Ama her şeye rağmen karşılarında, kendisini davasına tam olarak adamış bir Elçi bulunduğu, Kur’an’dan ve Allah’tan zerre kadar şüphe etmediği, kalbi imanla dopdolu olduğu için, Kur’an elle tutulur gözle görülür bir hayat nizamına dönüşmüştü. Kur’an dağ ve çöl şartlarında yepyeni bir İslam toplumu doğurmuştu. Bu İslam toplumunun doğuşunu siyer kitaplarından okumak çok heyecanlı olmaktadır ama unutmayalım ki bu işin asıl heyecanı, o gün o pâk İslam toplumunun oluşması için can verenlerin, kan verenlerin, mal verenlerinkiydi. Eğer en başta Allah Rasulü’nün dirayeti, basireti, şecaati, kalbur gibi imanı, siyasi ufku, sabrı; hasılı o mükemmel ahlakı olmasaydı, Kur’an ta o günden birazı laboratuvara, birazı müzeye gönderilmek üzere paketlenirdi.
Kur’an’ın İslamî bir hayat kurmasını istemeyen, devrin entelektüel ve siyasi önderlerinin Muhammed (a.s)’a bir teklifleri vardı: “Muhammed!” diyorlardı, “Ya bundan başka bir Kur’an getir, ya da bunu değiştir!” (10/Yunus, 15). Bugünden baktığımızda Mekkelilerin bugünün entelektüellerinden görece daha dürüst davrandıklarını görüyoruz. Kanaatimce başka bir Kur’an istemek ya da onu (tanınmayacak derecede) değiştirmek, Kur’an’a inanmış görünüp, onu işlevsizleştirme niyetinden çok daha dürüstçedir. Kişi Kur’an gibi bir kitaba ya inanır, ya inanmaz; ya içindedir Kur’an’ın ya da dışında. Ya ondan razıdır, ya da değildir. Mekke müşrikleri biliyorlardı ki, Kur’an’ı kabul ettiklerinde hayatları bütünüyle değişecekti. Bu değişimi içlerine sindiremediler ama (Mekke döneminde) münafıklık da yapmadılar. Münafıklar malum olduğu üzere Medine şartlarında peyda oldu. Münafıklık, Allah’a teslim olamama ile dünyevi çıkarlarından vazgeçememe haletinin izdivacından ibarettir.
Modernizm denilen küresel cahiliyeye söyleyecek bir çift söz geliştirip de, Kur’an’ı bugünkü şaşkın perişan insan yığınlarına hidayet rehberi/hâdî olarak önerme yürekliliğini gösteremeyenler, Kur’an’ı değiştirmeye ya da alternatif Kur’an’lar getirmeye koyulmaktadırlar.
Kur’an konulu ilimler tahsil etmiş kişilerden beklerdik ki, Kur’an şirkin, küfrün ve zulmün her tonunu, her biçimini nasıl reddetmektedir, bunu anlatsınlar. Kur’an kimleri Allah’ın dostu, kimleri düşmanı ilan etmektedir, müminler kiminle velayet bağı kurmalıdırlar, Kur’an insanların akidesine göre bir ayrım yapmakta mı, yapmamakta mıdır, bunun üzerinde nefes tüketsinler. Kur’an mesela tağut kavramıyla nasıl bir itikadi-siyasi insan portresi çizmektedir? Daha doğrusu böyle bir portre çizmekte midir? Kur’an’a göre en büyük zulüm nedir? Bugün kendilerini İslam olarak tanımlayan toplumların akidelerinde Kur’an’a aykırı maddeler var mıdır? Haram ve helal kavramları nostaljik iki kelime olmanın ötesinde Müslümanların hayatlarında belirleyici bir işleve sahip midir? Bugün bir İslam ahlakından söz edebilir miyiz? İslam bir devlet dini midir, yoksa tamamen kişinin vicdanıyla alakalı bir dua dini midir? Dünyanın her tarafında, geçmişinde İslam bulunan kavimlerin katliama, tecavüze, sömürüye maruz kalıyor olmasının İslam’la bir izahı yapılabilir mi? Ve dünya toplumlarını, hızla içine yuvarlanmaya doğru gittiği ateş çukurundan İslam’ın kurtarması mümkün müdür, yoksa İslam artık tarihte kalmış bir hayal midir? İslam’ın örtü ve gençlerin eğitimi gibi meselelerde söyleyeceği söz tükenmiş midir? Bütün bu sorulara cevap beklerdik entelektüellerden ama onlar çok iyi bir performansla Kur’an’ın içini boşaltmakla, her geçen gün Kur’an’ın tarihte kalmış, bugünümüze hiçbir mesajı olmayan bir kesitini(!) faş etmekle meşguller…
Kısacası İslam’ın bu entelektüel dostlarının(!) yaptığını, onun düşmanları yapamamaktadırlar.
Rasulullah Muhammed (sav) zamanındaki örnek İslam toplumunu bir kere daha oluşturabilmek öncelikle Kur’an’ın o gün Rasulullah ve o ilk Kur’an nesli tarafından anlaşıldığı gibi anlaşılması ve onlar gibi bir çaba içine girilmesi ile mümkündür. Kur’an merkezli böyle bir İslam toplumunu bir kere daha inşa etmenin önündeki en büyük engel ise, müminlerin Kur’an’a olan itimatlarını sarsmak, adı konulmasa da Kur’an’ı İncilleştirmektir. Fakat biz şuna iman ediyoruz: Allah bu Kitabı indirmekle, kafirlerin rızaları hilafına da olsa nurunu tamamlamıştır. O nur kıyamete kadar eksiltilemeyecek, gözden ve gündemden düşürülemeyecek, öneminden hiçbir şey kaybettirilemeyecektir.
Mehmed Durmuş