Nihat Hatipoğlu babasını anlattı

Din Adamları
Peygamber Efendimiz (sav)’i ve Asr-ı Saadet yıllarını anlatışınızdaki ruh halini size aşılayan hocanızı, yani babanızı, yani Resulullah’ın komşusu Haydar Hatipoğlu Hocaefendi’yi bira...
EMOJİLE

Peygamber Efendimiz (sav)’i ve Asr-ı Saadet yıllarını anlatışınızdaki ruh halini size aşılayan hocanızı, yani babanızı, yani Resulullah’ın komşusu Haydar Hatipoğlu Hocaefendi’yi biraz anlatır mısınız?

Kur’an ve sünnetin ölçüleri neyse onu uygular ve uygulattırırdı. O kadar toleranssız bir hayatı vardı. Küçüklüğümüzden beri biz onu; hep Kur’an-ı Kerim okuyan, hadislerle meşgul olan, gece teheccüdlerini kaçırmayan, Allah’ı ve Peygamberi sevdirmeye çalışan biri olarak gördük. Babalıktan çok, eğitici ve öğretici yönüyle etkiledi hep bizi.

Fakat babamda ön plana çıkan şey; İslamî şuur ve sevgi şuuruydu. Sanıyorum Allah ve  Peygamberimize olan sevgisi, bize olan sevgisini de kat kat fazlalaştırdı. Bize olan ilgisi sadece evlat  sevgisi gibi değil, evlatlarının ahirette sıkıntı görmemesi şeklinde de hayatımıza yansıdı. Onu öyle anladı ve öyle uygulattı bize. Hayatı çok sadeydi. Güler yüzlü ve merhametliydi. Önüne gelen herkese tebessüm ederdi.

Daha sonra Hz. Peygamberin hayatını okuduğumda gördüm ki; Hz. Peygamberin izdüşümünü takip etmeye çalışan bir muhibbi, bir divane, sanki öyleydi. Hakikaten Resulü Ekrem’i adım adım takip etmeye çalıştı. Müthiş bir birikimi vardı. Dört mezhebi karşılaştırmalı olarak bilirdi. Usullere çok hakimdi. Fakat fetva verirken takvayı esas alırdı. Ruhsatı değil, azimeti esas alırdı. Tasavvufun kâmil bir insanda görmek istediği şeyi, adı konmamış şekilde biz onun hayatında görürdük. Adı konmamıştı belki. Adını koymayı istemiyordu. Bazı şeyler onda sır halde kalıyordu. Mesela odasına çekilirdi, bizden uzak şekilde. Sabah namazından sonra  odasına gittiğimizde seccadesinin ıslak olduğunu görürdük.

İbn-i Mace bitti, babam gitti

Babanızın İbn-i Mace’yi şerhederken yaşadığı ruh halinden bahseder misiniz?

Bizim mana literatürümüzde, keramet dediğimiz bir çok şeyi biz onda görüyorduk. Mesela bir örnek anlatayım. Hadis çalışırken kitaplarını salona koyar ve gider odasında yatardı. Sırf geceleyin teheccüde kalkmak için.

Annem anlatıyor: “Gece bir ihtiyaç için kalktım. Baktım ki, salonun ışığı açık. Salona girdiğimde ‘Seyda hâlâ yatmadın mı?’ dedim. Saat sabahın 3-4 civarı. Baktım ki, kitabının başında birisi oturuyor. Babana benziyor, fakat baban değil. Bana baktı gülümsedi.”

Annem bunu görünce bağırarak kaçıyor. Annemin bağırmasıyla hepimiz uyandık. Babam rahmetli odasından çıktı. “Hatun ne oldu?” dedi. Annem cevaben: “Hem oradasın, hem buradasın!” Bunun üzerine babam anneme: “Sus, sus” dedi. Bu halleri çok vardı. İbn-i Mace’yi şerhederken tereddütü olduğunda lügatlere bakar, ama kalbi mutmain değilse istihareye yatardı. Ve gece geç saatlerde kalkar yazardı.

Son hadis sözünü bitirdiğinde, baktık babam hüngür hüngür ağlıyor.  Neden ağladığını annemize sorduğumuzda: “Babanız diyor ki; ‘Hanım şimdi ben ne yapacağım? Çünkü ben her gece Hz. Rasulullah (sav) ile beraberdim. Şimdi nasıl ağlamayayım?’ diye hüzün gözyaşları döküyordu” cevabını veriyordu. Ben o muhabbetin boş olmadığı kanaatindeyim.

Resulullah’a dilekçe veren adam

25 Mayıs 1995 tarihinde Türkiye’ye dönmek için Medine havaalanına giderken durmadan Ravza-ı Mutahhara’ya bakan ve sonunda “Sevgililer Sevgilisi”ne kavuşan babanız Haydar Hocaefendi’nin hayata gözlerini yummadan önceki halleri de çok ilginç…

Bir gün İbn-i Mace’yi şerhederken ona ben katiplik yapıyordum. O esnada çok ilginç bir hadisle karşılaştım. “Kimin gücü yetiyorsa Medine’de ölsün. Çünkü ben Medine’de ölene mutlaka şehadet edeceğim” diyordu, hadis-i şerifte Hz. Peygamber.

Babama, “Nasıl ölsün?” diye sorduğumda: “Oğlum, Allah-û âlem insan hastalanırsa oradan çıkmasın, orada ölsün” dedi. Babamızın bize müthiş bir sevgisi vardı. Ama Resulullah’ın sevgisi daha ağır bastı. Bazı insan lütuf kapılarını zorlar ya, lütuf böyle tecelli eder mi, diye. Ben onu hep Medine konusunda öyle gördüm.

İlginç bir örnek aktarayım. Vefatından önce bir şey yazmış. Ben o sırada Almanya’daydım. Daha önce defalarca Hacca gitmesine rağmen beni vekil tayin etmişti. Vaazında “Ben Rasulullah’a dilekçe verdim. Geçen senelerde kabul etmedi, bu sene inşaallah kabul eder” sözleri çok mânidardır.

“İstikametinize dikkat edin”

Biz kendisini ağabeyimle Hicaz’a yolcu etmeye gittiğimizde ilginç bir hadise gelişti. Biz büyüdükten sonra bizi hiç öpmeyen babamız, elini başımıza sürer, “namazınıza dikkat edin” derdi. Bu defa elini öptüğümüzde, ağabeyim ve benim yanaklarımdan öptü. Dedi ki: “İstikametinize dikkat edin.”

Babanız neden Türkiye’ye getirilmedi de, Medine’de Hz. Osman’ın hemen yanıbaşındaki Cennet’ül Baki’ye defnedildi?

Bu hususta bize çok şeyler anlatıldı. Ama musellem, doğrulanmış şeyler olmadığı için bunları anlatmıyorum. Ama şu mesele gayet sahih. Yanındaki doktor anlatıyor:

“Oturduk, herkes uçağa alınıyor. Ama hocam kalkmıyor yerinden. Hocam kalkalım, dediğimde; ‘kalkarız, acele etme’ dedi. Bir müddet sonra ‘gel abdest alalım’ dedi. Abdest aldık. Daha sonra oturduk. Dalgındı. Ama rahatsızlık alameti yoktu. Bir ara dedim ki: “Hocam kaç defa Hacca gittiniz?” Bana döndü dedi ki: “Bundan sonra sayılmaz”. Ve birden sağ tarafa döndü birini görmüş gibi. Ondan sonra uzandı oraya. Ben figan edince, çevredekiler geldiler. Bu arada uçak da yarım saat gecikmişti. Fakat bütün araştırmalara rağmen pasaportu bulunamadı. Pasaportu bulunamayınca uçak onsuz hareket etti. Uçağın hareketinden kısa bir süre sonra tekrar bakıldığında ise pasaportu gömleğinin içinden çıktı.” Yani orada gösterilmedi onlara. Orada kalsın diye. Ve Hz. Osman’ın yanıbaşına, Cennet’ül Baki’ye defnedildi. (devam edecek)

Röportajın devamını okumak için tıklayınız!

Milat