Kılavuzluk edenler gençleri özgürleştirmeli

Stklar
Abdullah Güner’in röportajı Hür Beyan Hareketi 2010 yılının Aralık’ında, Ankara’da okuyan bir grup öğrenci tarafından kuruldu. Kuruluşu ve iki senelik faaliyeti genelde İslami camiad...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

Hür Beyan Hareketi 2010 yılının Aralık’ında, Ankara’da okuyan bir grup öğrenci tarafından kuruldu. Kuruluşu ve iki senelik faaliyeti genelde İslami camiada, özelde ise Ankara’daki üniversitelerde eksikliği hissedilen İslamcı bir politik öznenin yokluğunu gidermeye odaklanan faaliyetler oldu.

Ankara’daki üniversitelerde hâkim olan siyasi atmosfer Hür Beyan Hareketi’ni oluşturan öğrenciler için de tevhidî şuur üzerinden adil ve gerçekçi bir politika üretme ve örgütlenme biçimiydi. Bu çerçevede okullarda Müslüman öğrenciler için kimliklerini kuşanabilecekleri bir yaşam alanı açmak, bir yandan da tevhidî yaklaşımdan esinlenen sahih bir siyasi çizgi inşa etmek amacıyla Ankara’daki birçok üniversitede çalışmalarını sürdürüyorlar.

Hür Beyan Hareketi’nin yaptığı çalışmaları ve Türkiye’de gençliği Hür Beyan Hareketi Sözcüsü Emre Berber ile konuştuk.

HÜR BEYAN HAREKETİ

"HÜR BEYAN HAREKETİ, TEVHİDİ ŞUUR ÜZERİNDEN ADİL VE GERÇEKÇİ BİR POLİTİKA ÜRETMEYE NİYETLENEN BİR ÖRGÜTLENME"


Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla, ne zaman kuruldunuz? Kimsiniz, neler yapıyorsunuz?

Hür Beyan Hareketi 2010 yılının Aralık’ında, Ankara’da okuyan bir grup öğrenci tarafından kuruldu. Kurulumu ve iki senelik faaliyeti genelde İslamî camiada, özelde ise Ankara’daki üniversitelerde eksikliği hissedilen İslamcı bir politik öznenin yokluğunu gidermeye odaklanmış mütevazi bir katkı denemesiydi.

Ankara’da bulunan üniversitelerde siyaset Türkiye’nin geri kalan pek çok şehrine nazaran canlı ve riskli bir mecra teşkil ediyor. Elbette Ankara’daki bütün üniversiteler değil ama bilhassa Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ gibi belli başlı üniversitelerin içinde çok kuvvetli bir siyasal atmosfer şekillenmiş durumda. Bu atmosfer genellikle sol siyaset tarafından domine ediliyor ve bu esnada okulların içinde sıklıkla fizikî şiddet ve kaba güç de konuşabiliyor.

Hür Beyan Hareketi’ni oluşturan arkadaşlar olarak bir araya geldiğimizde üniversitelerde böyle bir manzara bulmuştuk, ki hala da aynı manzara söz konusudur. Bir tarafta örgütlü ve tevarüs ettikleri gelenek vesilesiyle tecrübeli sol fraksiyonlar vardı. Ki bu fraksiyonların önemli bir kısmı İslam’ın ‘İ’sine karşı bile alerjiklerdi. Öteki tarafta ise çeşitli çevre, cemaat, dernek ve vakıflarla irtibatta olan fakat okulun kapısından içeri girdiğinde İslamî kimliğini soyunup çıkarmak durumunda kalan tekil bireyler. Tevhidî bir perspektife sahip bireylerin sayısının azlığı da cabası… İşte Hür Beyan Hareketi böyle bir vasatta tevhidî şuur üzerinden sahih bir din algısına yaslanarak adil ve gerçekçi bir politika üretmeye niyetlenen bir örgütlenme denemesiydi. Bu sayede okullarda Müslüman öğrenciler için kimliklerini kuşanabilecekleri bir yaşam alanı açmış olacak, bir yandan da tevhidî yaklaşımdan esinlenen sahih bir siyasi çizgi inşa edecektik.

Aynı zamanda aslında okulların muhtaç olduğunu düşündüğümüz bu tip bir örgütlenmeye geniş anlamda Türkiye’nin de ihtiyaç duyduğunu düşünüyoruz.


"İSLAMİ CAMİANIN ÇOK CİDDİ KISMI SİYASET ÜRETMİYOR, KÜLTÜR ÜRETİYOR"

Üniversitelerde ihtiyaç olduğunu düşündüğünüz bu tevhidi anlayış üzerinden örgütlenme biçimine yaşadığınız politik atmosferin neden olduğunu söylüyorsunuz. Bu anlamda İslami camianın da üniversitelerde örgütlenen bir oluşumunun olmadığını görüyoruz. Bu anlamda İslami camianın üniversiteler nazarında ne gibi eksiklikleri olduğunu düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki İslamî yapıları üç yönden eleştiriye tabi tutuyoruz. Öncelikle bu yapıların çok ciddi bir kısmı siyaset üretmiyor, kültür üretiyor. Devasa hayır faaliyetleri, dudak uçurtan eğitim faaliyetleri, dikkatle izlenmesi gereken akademik faaliyetler, paneller, sempozyumlar, konferanslar ardarda yapılageliyor, ama bütün bu faaliyetler bütününden siyasal bir özne neşet etmiyor. Siyasal bir özne ortaya çıkmadığında da bütün bu faaliyetler mevcut iktidarın hanesine birer artı puan olarak yazılıyorlar. İktidarın PR çalışması haline dönüşüyorlar. Bütün bu yapılar AKP’nin parantezi arasında kalıyor, AKP üzerinden devlete ve sisteme entegre oluyor. Yani öncelikle yer yer mekanize edilmiş ve cemaat yapısının kısırlığından arındırılmış bir politik bir gövdeye ihtiyaç duyulduğunu düşünüyoruz. Bu sayede iktidardan bağımsız ve özgür bir duruş kazanılabilir, iktidara rağmen hakkın ve adaletin savunuculuğu icra edilebilir.

İkinci olarak İslamî camiadaki yapılar genel itibariyle siyaset üretmiyorlar, ürettikleri zaman da dış siyaset üretiyorlar. Gözümüz hep dışarıda. İstanbul’dan Suriye’deki Beşar Esad’ın yakasına yapışıyoruz ama üzerinden koskoca bir yıl geçmiş olmasına rağmen Roboski Katliamı hakkında Başbakan Erdoğan’dan hesap soramıyoruz. İçeriye, yakına, elimizin daha kolay ulaştığı yere, daha etkili olduğumuz yere dönmemiz gerekiyor. Bu anlamda, yani konu olarak ve tedriciliği gözeterek yerelleşmemiz gerekiyor.

Son olarak genelde bütün İslamî yapıların ve özeldeyse gençlik gruplarının üniversitelere gereken önemi vermediğini düşünüyoruz. Üniversiteler özgürce siyaset üretilebilen, tebliğ ve davet çalışması yapılabilen gayet işlevsel ve mühim mekanlar. Sanıyoruz ki Müslüman öğrencilerin öğrencileşmesi gerekiyor. Okullarına sahip çıkmaları, ne idüğü belirsiz müdahalelere karşı okullarını savunmaları, okullarında faaliyet yürütmeye odaklanmaları gerekiyor.

İşte Hür Beyan üstte söylediklerimizin yanısıra bu üç eleştiri bağlamında kendisini inşa etmeye ve politik, kendisine daha yakın olan coğrafyayı ve zulmü önceleyen ve okullarda tebliğ, davet ve siyaset yapmayı önemli bulan bir hareket olarak olarak tanımlanabilir. Elbette bu büyük iddiaların içini doldurabildiğimizi iddia etmiyoruz. Ama buna cehdediyoruz ve meseleye teorik olarak böyle bir perspektifle yaklaşıyoruz.


"GENÇ OLARAK ENERJİMİZİ DOĞRU YÖNE KANALİZE ETMEYE, AMEL-İ SALİH ÜRETMEYE, DÜNYAYI OLUMLU YÖNDE ETKİLEMEYE GAYRET EDİYORUZ"

Hür-Beyan Hareketi olarak “gençlik” kavramını nasıl tarif ediyorsunuz? Gençlik örgütlenmenizde ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

Gerek dünya gerekse Türkiye zulmün, yozlaşmanın, şirkin ve fesadın sürekli tekrar üretildiği, sürekli kendisini yenileyerek karşımıza çıktığı ve kök salarak hakim olduğu yerler. Şu anda dünya çapında 800 milyon kişinin açlık çektiği ve dünyada her yıl 11 milyon insanın açlıktan öldüğü tahmin ediliyor. Buna mukabil dünyanın en zengin 200 kişisinin toplam malvarlığının tüm dünya gelirinin %41’inden fazla olduğu biliniyor. Türkiye’deyse en yüksek gelirli 14 milyon kişinin gelirlerinin toplamı, ülkenin toplam gelirinin %44,4’ünü oluşturuyor. Dünya çapında 100 milyondan fazla evsizin yaşadığı tahmin ediliyor. Bunların yanında Kürdistan’da, Suriye’de, Afganistan’da, Filistin’de, Mali’de bütün Ortadoğu’da ve hatta dünyanın çeşitli pek çok yerinde kıyımlar, işkenceler, eziyetler ve güçlünün zayıfa reva gördüğü her türlü ahlaksızlık ve zulüm gözler önünde gerçekleşegeliyor.

Ve insanlığın çok büyük bir kısmı burada saydığımız ya da sayamadığımız bütün bu çelişki, gerilim ve zulümlere karşı kayıtsız kalıyorlar. Çünkü buna alışmış vaziyetteler. İtiraf edilsin ya da edilmesin ama normalin bu olduğuna yönelik bir kanaat ister istemez gelişmiş halde. Çünkü insan, tabiatı gereği, uzun bir müddet maruz kaldığı şeyi kanıksıyor, normalleştiriyor.

Zannediyoruz ki eğer illa kategorik bir ayrıma gitmemiz gerekiyorsa, gençliğin tarih sahnesindeki rolü de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Gençler hem ‘yetişkinler’ gibi bu zulüm ve çelişkileri kanıksamamış hem de çocuklardan farklı olarak bu zulüm ve çelişkileri anlayabilmiş farklı bir toplumsal kategoriyi temsil ediyor. Yani çocuklardan farklı olarak hakikat ve adalet için bir mücadeleyi yürütebilecek yeterli olgunluğa sahipler. Üstüne üstlük ‘yaşlılardan’ farklı olarak dünyadaki bütün bu kötülük ve zulmü kanıksamadıkları için enerjik, inançlı, hareketli ve dinamikler.

Biz ise bir grup genç olarak elimizden geldiğince bu enerjiyi doğru yöne kanalize ederek amel-i salih üretmeye, dünyayı olumlu yönde etkilemeye gayret ediyoruz.


"GENCİYLE YAŞLISIYLA HERKES İSTİŞARE EDEREK HAREKET ETMELİ"

İnsan gençken daha savruk, daha gözü kara, daha hesapsız oluyor… Bu anlamda gençlerin doğru yönlendirilmesi zorunlu oluyor. Gençlere kılavuzluk yaparken, örnek olurken hareket ettiğiniz temel dinamikleriniz (değerleriniz) nelerdir?

Bu doğru yönlendirme kısmı için söylenmesi gereken bazı şeyler var. Bilhassa İslamî camiada genel olarak ‘yetişkin’lerin gençlerle kurduğu ilişkiyi ziyadesiyle hastalıklı ve yanlış buluyoruz. Aslına bakarsanız bir anda kılıçla keser gibi insan soyunu gençler ve gençliği atlatmış ‘büyükler’ olarak ikiye ayırmak bu hastalıklı yaklaşımın temelini teşkil ediyor. Öncelikle bu kategorik yaklaşımın kendisini sorgulamak gerekiyor. Ardından da eğer böyle bir ayrım yapılacaksa bile gençlerin tamamen tecrübesiz, karar almaktan aciz, sadece itaat etmesi gereken fertler olarak görülmelerini ve İslamî camiada da sıkça rastladığımız şekilde silikleştirilmelerini ayrıca eleştirmek gerekiyor. Bu yaklaşım ve usulle bütün emeği kendisi verip bütün riski omuzlarının üstünde taşısa dahi yaptığı o iş hakkında inisiyatif kullanamayan; şaşkın, kariyerist, abilerini ve üstadlarını ölesiye savunmaya programlı, itaatkar, sadece sırasının gelmesini bekleyen ve zavallı bir ‘gençlik’in yetişmesi kaçınılmaz. Bu sebeple gençlerin ‘yönlendirilmesi’nden bahsederken dikkatli olunmalı. Elbette kimsenin geri kalandan tam anlamıyla bağımsız olduğunu savunmuyoruz. Herkes, genciyle yaşlısıyla herkes, arada sırf yaştan kaynaklı bir hiyerarşi kurulmadan birbirleriyle istişare halinde hareket etmeli. Doğru olan budur. Zaten istişare edildiğinde hakikate daha yakın olan görüş görece uzak olan görüş karşısında anlam kazanacak, üstün olacaktır.

"GENÇLERE KLAVUZLUK ETME POZİYONUNDAKİLER, GENÇLERİN ZİHİNLERİNİ ÖZGÜRLEŞTİRMELİ"

Türkiye’de yıllarca gençliğin önüne birtakım idealler servis edildiğini ama yapılanların genellikle bunların anlatılmasından ibaret kaldığını görüyoruz. Bu anlamda geleceğin inşası için gençlere ne yapmak gerekiyor?

Bu anlamda bizim perspektifimizde de bilgi birikimi ve tecrübesiyle daha ileride olan kişilerden istifade etmek kesinlikle kendisine yer bulmaktadır. Ama bu istifade etmeyi asla üzerimizde herhangi bir tasallut kurmalarına izin vermeden yapmaya gayret ediyoruz. Danışıyoruz, fikir alıyoruz, tartışıyoruz ve ardından kendi içimizde kendi tartışmamızı yürütüp tutumumuzu belirliyoruz.

Bu bağlamda gençlere kılavuzluk etme pozisyonunda olanlardan beklentilerimiz öncelikle gençlere ‘itibarlarını iade etmeleri’ ve gençlerin ‘zihinlerini özgürleştirmeleri’. Gençlerin, sırf yaşlarından dolayı kendilerine karşı bir güvensizlik duyularak, çeşitli zihinsel kalıplar çerçevesinde sıkışmış, üretemeyen ve sadece kendisine emredilen rolü oynayan kişiler halinde tutulmaktan vazgeçilmesi gerekiyor.

"MÜSLÜMAN, HERKES İÇİN ADALETİ SAVUNUR!"

Türkiye’de yakın zamana kadar özgürlüklerle ilgili ciddi sorunlar yaşanıyordu. Bu sorunların birçoğunun bugün çözüldüğünü ya da çözümü için bir şeyler yapılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Türkiye’de özgürlüklerle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de özgürlüklerle ilgili sorunların çözüldüğü tezine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Biz önümüzde bunun aksi bir portre görüyoruz. AKP’ye muhalefet eden veya onun oyun tahtasında oyun hakkı olmayan neredeyse bütün güçler kendilerini çok ciddi ve kuvvetli bir baskının muhatabı olarak hissediyorlar bugün. Sosyalistler ve bilhassa da Kürt Hareketi’ne yakın olan arkadaşlar tutuklu yargılanmayı fevkalade normalleştirmiş haldeler mesela. Tam sınav döneminden önce tutuklanmaları vaka-i adiyeden kabul edilir. Bunun yanında AKP’nin perspektifiyle uyuşmayan İslamî hareket ve şahsiyetler de gerek Hizbu-t Tahrir gerek El Kaide gerek de başka başlıklarla açılan davalarla içeri alınagelmekte. Mesela en son 24 Ocak 2013’te bir Hilafet konferansı bahane edilerek Hizbu-t Tahrir’li 19 kişiye toplamda 119 yıl ceza verildi. 

Görünen o ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarında siyaset yapmadığınız ve/ya da hükümetin kanatları altında oyun oynadığınız müddetçe müthiş bir ifade özgürlüğüne sahipsiniz. Ama eğer terste duruyorsanız soruda bahsedilen ifade özgürlüğünün gerçek hayatta pek de karşılığı olmadığını göreceksinizdir.

İslamî camianın kimi kronik sorunlarının çözüldüğünden bahsedilebilir. 28 Şubat sürecinde hissedilen baskının kalktığı da muhakkak. Ama bunun bizi yanıltmamasına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü Müslüman adaleti savunduğu zaman kendisi için değil herkes için adaleti savunur. Ama İslamî camianın üzerindeki baskının kalktığından bahsedilebilse bile camianın kronik sorunlarının çözüme kavuşturulduğundan bahsedilemiyor. Mesela tek başına başörtüsü meselesi bile durumu izaha kadir gözüküyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi 10 yılı aşkın süredir iktidarda. Bu gün herkes mutabık ki eskisi gibi de değil, hem iktidarda hem de pekala muktedir. İstediği takdirde başörtüsü problemini çözebileceği konusunda pek bir şüphe olduğunu zannetmiyorum. Ama kamu sektöründe sorunun çözümüne dair atılmış hiç bir adım yok. Fiilen oluşturulmuş bazı durumlar dışında hala hiç bir serbestiyet söz konusu değil. Üniversitelerde başörtüsü ne idüğü belirsiz bir genelge vasıtasıyla serbest bırakıldı. Ama bu konuda da herhangi bir güvence sağlanmış değil. Arkadaşlarımız dekanları değiştiğinde başörtüsüyle okula girmelerinin tekrar yasaklanabileceği konusunda endişeleniyor. İşte iktidar tam olarak bunu istiyor zaten. Meseleyi kendisine ve kendi siyasetine endeksliyor. Bu gün çok fazla başörtülü ‘AKP giderse elde ettiğimiz bu kısmî serbestiyet de gider’ diye düşündüğünden dolayı AKP’ye saplanmış halde. Başörtüsü serbestiyetinin getirilmemesi, serbestiyet olan yerlerde de bunun kanunî bir güvenceye kavuşturulmaması tam da bu sebepten. Buna bizim bildiğimiz Türkçe’de istismar diyorlar. İşte AKP bırakın ‘öteki’lerin özgürlüğünü, kendisinden saydıklarının özgürlüğünde dahi bu şekilde davranıyor. Bu kadar samimi.

Bu sebeple gerek bu tür örnekler üzerinden temsil edilen zihinsel kodlar, gerek de geri kalan bütün uygulama ve düzenlemeler hesaba katıldığında özgürlükler konusunda ciddi bir ilerlemenin kat edildiğini zannetmiyoruz. Hala siyasal iktidarı elinde tutan kuvvet hızla şeytanlaştırıyor, öfkeyle eziyor, parçalıyor, sindiriyor, teslim almaya çalışıyor, istismar ediyor, kullanıyor, yararlanıyor, sömürüyor.


"BİR AMACA ODAKLANMAYI TALİM ETMELİYİZ"

Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki gençlerin büyük bir çoğunluğu imkanı olsa yurt dışına gidebileceğini ve orada yaşayabileceğini söylüyor. Sizce gençler Türkiye’den neden gitmek istiyorlar? Gençlerin yurt dışına bu kadar tevarüs etmelerini nasıl yorumluyorsunuz?

Bu soru aslında gençlerin neyden memnun olacağıyla, gençlerin beklentilerinin ne olduğuyla beraber irdelenmeli. Ne yazık ki sıklıkla tespit edildiği gibi Türkiye’de genç nesil bir devlet politikası olarak depolitize edilmiş halde.

Bu pencereden baktığımızda Türkiye’deki gençlerin çoğunun ilk fırsatta yabancı ve müreffeh bir ülkeye ‘kapağı atmak’ istemesi, ilk fırsatta ‘köşeyi dönmeye’ çalışması daha rahat anlaşılabilir. Depolitize edilerek ‘kutsallarından arındırılmış’ ve sistemin makbul vatandaşı haline getirilmiş nesillerin ilk fırsatta yurtdışına gitmek isteyenler olması aynı zamanda bir ironi teşkil ediyor.

İdeolojik olarak ve kimi açılardan metod olarak desteklemiyoruz ve baştan aşağı pek çok eleştiriye tabi tutuyoruz ama bu gün dünyanın pek çok tarafından insanlar ‘Küresel Cihad’ parolasıyla el Kaide ve geri kalan selefi gruplara katılarak mallarını, ailelerini, yurtlarını, sevdiklerini geride bırakıp dünyanın başka çeşitli coğrafyalarına cihad etmeye, canlarını ortaya koymaya geliyorlar. Buna mukabil Türkiye’deki genç nesil hakkında sizin söylediğiniz gibi bir durumun varlığından bahsediliyor. İşte meseleyi buradaki gerilimden yakalamalı. Acaba kimilerini refahtan zahmete getirten şey nedir? Ötekileri zahmetten refaha çeken şey nedir?

Dediğimiz gibi bu durumun esas sebebi depolitize edilmiş, bencilleştirilmiş, amaçsızlaştırılmış, anlamsızlaştırılmış olmamız. Öncelikle bu cendereyi kırıp hayatımızı anlamlı kılmalı ve bir amaca odaklanmayı talim etmeliyiz.


"SOSYAL MEDYADAN MAKSİMUM FAYDAYI DEVŞİRMEK GEREKİYOR"

Sanal dünyanın nimetlerinden biri de gençlerin sosyal medyada kendilerini ifade etmelerinde aracı olması. Hatta son dönemde ‘Arap Baharı’yla sosyal medya üzerinden gerçekleşen ayaklanmaların, devrimlerin olduğu söyleniyor. Sosyal medyayla ilgili ne düşünüyorsunuz? Gençler özellikle Facebook ve Twitter’da başka bir dünyada yaşıyor gibi… Bu dünya nereye gidiyor sizce?

Sanal dünya gerçekten iletişimde bir çığır açtı. Hepimize çok kuvvetli ve işlevsel bir zemin bahşetti. Her ne kadar Arap Ayaklanmaları’nı sosyal medya ile tanımlamayı uygun bulmuyorsak da günümüzdeki herhangi bir toplumsal olayda sosyal medyanın gücü yadsınamaz seviyeye varmış vaziyette.

İşin doğrusu sosyal medyanın kendisine değiştirilemez ve "üstesinden gelinemez" herhangi bir öz yüklemeyi yanlış buluyoruz. Daha ziyade sosyal medyayı işlevsel bir araç olarak görüp bundan en bereketli şekilde nasıl istifade edebileceğimizi araştırmamız gerekiyor. Muhtemelen sosyal medyayı ve önümüze serilen yeni ulaşım ve iletişim araçlarını en işlevsel şekilde kullanan güçler geleceğin belirlenmesinde daha etkili olacaklar. Meseleye bu ciddiyet ve bilinçle yaklaşıp sosyal medyadan maksimum faydayı devşirmek gerekiyor.

Altını çizmek gerekir ki sosyal medyaya veya bu cenah üzerinden kurulan ilişkilere de gereğinden fazla anlam yüklememeye gayret edilmeli. Esas olan hiçbir zaman bu bahsettiğiniz dünya değildir. Esas olan sokaktır, hayatın göbeğidir, gerçekliğin kendisidir, cami cemaatidir, okuldaki öğrencidir, çarşıdaki esnaftır. Bu sebeple sosyal medyadan kurulan ilişkilere de dikkat etmek, kırılganlıklarının farkında olmak gerekiyor. Sahici örgütlenmeler jest, mimik, hal ve tavırlar üzerinden kalplerin birbirine daha kolay temas ettiği yüz yüze sohbetlerle kurulabilir.


 

"TÜRKİYE’DEKİ GENÇLERDE SİYASALLAŞMA SORUNU VAR!"

Sizce Türkiye’deki gençlerin en büyük problemi nedir?

Elbette böyle geniş kapsamlı bir soruya kolayca tek bir cevap vererek konuyu kapatmak mümkün değil. Fakat yine de bazı şeylerden bahsetmek mümkün.

Kuzey Kürdistan’ı istisna kabul edersek Türkiye’de gençlerde (ve hatta elbette yetişkinlerde de) ciddi bir siyasallaşma sorunu olduğundan bahsedilebilir. Türkiye’de toplumla siyaset arasında çeşitli mekanizmalarla makyajlanan ciddi bir kopukluk söz konusu. Bunun doğal bir neticesi olarak toplum siyasallaşmayınca, siyasetin de toplumsallaşması mümkün olmuyor. Netice itibariyle siyasal egemenlik halk kitlelerinden kibirle uzaklaşmış, onlara asgari anlamda bağımlı olan, onları yöneten ve yönlendiren çeşitli odakların elinde şekilleniyor.

Gençlik bakımından ise bu sorun çok daha belirgin. Gençler görebildiğimiz kadarıyla yetişkinlerden daha da apolitik bir karakter taşıyorlar. Davası, meselesi, kaygısı, endişesi, toplumsal herhangi bir problemi olmayan bir ana akım genç nesille karşı karşıyayız.

Elbette bu durum için kalkıp da bu genç nesli suçlamadan önce onları bilinçli bir şekilde buraya doğru getiren süreci incelememiz gerekiyor. Bilaistisna her gün tamamen anlamsızlaşmış ve değerini kaybetmiş bir hayat tarzı internet ve görsel medya üzerinden gözlerimizin önünde allanıp pullanıyor. Örgün eğitim sistemi üzerinden bizlere verilen kırık dökük Kemalist ideoloji yerini hızla neoliberalizme bırakıyor. Zemin ve anlam altımızdan çekiliyor. Son on yılda birden çok doğrunun olabileceğini vurgulayan kaç tane sinema filmi çekildi acaba?

Öte yandan bir de bizim de kendimizi mensup hissettiğimiz İslamî camiada görülen ‘madalyonun öteki yüzü’ söz konusu. Bu post modern neoliberal zihinsel tahakküm elbette bütün dünyayı tesiri altına aldığı gibi bizim mahallemizde de ciddi bir etkisi var. Biraz da bunun katkısıyla siyaset yapmadan siyasallaştığını zanneden, kimseyi rahatsız etmeden dünyayı kurtardığına vehmeden, kültürel faaliyetlerle devrimcilik / İslamcılık yaptığını düşünen bir tavır var içimizde. İşte bu tavrı da yine siyasallaşamama başlığı altında değerlendirmek gerekiyor. Hem bu sahte siyasallaşma daha da tehlikeli. Çünkü bu tip davranışlar sadece gençliği tanımlarken de belirtmeye çalıştığımız dinamizmi ve heyecanı öldürmeye yarıyor. Elimizdeki potansiyeli de heba ediyor.

Velhasıl gençliğin hayattaki rolünü oynaması ve Allah’ın rızasını kazanması için doğru bir ontoloji üzerine yine doğru bir ahlakı yerleştirmesi ve bu ahlakın uygulayıcısı olması gerekir. Zaten bahsettiğimiz siyaset bu ahlakın zaruri bir neticesidir. Bu da bizim için Tevhid, Adalet ve Özgürlük demektir.


"ADALETİN HÂKİM OLDUĞU BİR ÜLKE İSTİYORUZ"

Türkiye’yi gençler üzerinden düşündüğünüzde nasıl bir gelecek tasarlıyorsunuz? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsunuz? Gelecek hayalinizi kısaca anlatır mısınız?

Adaletin hâkim olduğu bir ülke istiyoruz. Allah’ın hadsiz nimetlerin hakça bölüşüldüğü, insanların etnik ya da ulusal aidiyetlerini özgürce geliştirebildiği, Amerikan emperyalizminden ve onların her türlü sömürücü, istilacı, yozlaştırıcı hamlesinden vareste, kula kulluk etmenin ve insanların birbirleri üzerinde ilahlık taslamasının kökünün kazındığı adil bir ülke, bölge ve hatta dünya tasavvurumuz var.

Ayrıntılı Bilgi İçin: www.hur-beyan.net

On5yirmi5