Böhürler, AK Parti’nin kırılma noktasını anlattı

Olaylar
Al Jazeera Türk’e konuşan Böhürler’e göre, AK Parti’de alaylılar ve okullular diye tanımlanabilecek kurucularla Davutoğlu’nun ekibi arasında doku uyuşmazlığı var. Böhürler...
EMOJİLE

Al Jazeera Türk’e konuşan Böhürler’e göre, AK Parti’de alaylılar ve okullular diye tanımlanabilecek kurucularla Davutoğlu’nun ekibi arasında doku uyuşmazlığı var. Böhürler, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki fikir ayrılığını da şu sözlerle anlatıyor: “Fakat liderlik tarzları farklı. Bu gerilim, bu yol yöntem, bu yaklaşım nasıl aşılır bilmiyorum. Ama bu aşılmadan da AK Parti yoluna çok da doğru devam edemez diye düşünüyorum.” 

Kongre’ye gittiniz. Nasıldı ortam?

Çok heyecanlı değildi. Delege olduğumuz için oyumuzu kullanmamız gerekiyordu. Bu kongrede beklentinin ötesinde bir değişim yaşandı. Parti’nin karar mekanizması olan yönetim kadrosu değişti. Daha tecrübeli ve partinin siyasetinde kuruluştan beri var olan isimler yönetime geldi. Ahmet Davutoğlu Parti’nin ve Türk siyasi hayatının tecrübesini yansıtan isimleri parti yönetimine koyarak parti kimliği içerisinde bir denge oluşturulmaya çalıştı diye düşünüyorum.

2002’den bu yana AK Parti tarihinde bir ilk yaşandı. İlk kez bir kongrede iki liste, iki aday konuşuldu.

Evet. Yalnız Sayın Davutoğlu’nun aday olma sürecinde de Binalı Yıldırım ismi vardı ve güçlü bir isimdi. Delegelere sorulan “Hangi adaya oy verirsiniz?” yoklamasında Binalı Yıldırım ismi de çıkmıştı. Birdenbire çıkmış bir isim değil.

Ama kongreden 1 gün önce, 1 Kasım’da seçime giderken, ülke böyle bir çatışma ortamındayken son anda çıkınca herkes şaşırdı. Buraya nasıl gelindi, ne yaşandı da son anda böyle gelişmeler oldu?

7 Haziran seçimleri oldu ve AK Parti’de ciddi bir oy düşüşü oldu.

Oradan başlayalım. Siz 7 Haziran seçim sonuçları hakkında hiçbir şey yazmadınız. Neden? AK Parti neden oy kaybetti sizce?  

Yazmadım çünkü zaten herkes birçok şeyi yeterince söyledi. Ama kaybettiğimiz yerlere baktığımızda aday listelerinin elbette önemi var. İstanbul, Türkiye’nin özeti bir şehir. Sadece İstanbul’un demografik yapısından baktığımızda bile aday listelerinde bir eksik görüyorsunuz. Nüfus olarak yoğun il ve ilçelerde kendilerini temsil eden isimleri, halkın tanıdığı isimleri koymamışız. Genç, yeni, iyi eğitimli, nitelikli belki Türkiye’de 5-10 yıl sonra siyasette çok iyi şeyler yapacak isimler koymuşuz. Ama halk oy verirken o isimlerin birçoğunu tanımıyor. Buna ek olarak ‘Nasılsa alırız’ rehaveti ve aşırı güven oluştu. Bu duygu çalışmaları etkiledi. Kendi bulunduğumuz muhitlerde bile teşkilat çalışmalarına tanık olmadık. Kimsenin kapısı çalınmadı. Teşkilatların çalışmaları yetersizdi. Siyaset oturarak yapılacak bir iş değil seçmenin ayağına gitmek zorundasınız. Benim gözlemim daha önce hiç ihmal edilmeyen birebir iletişime önem verilmedi. Buna iktidar yorgunluğu da eklemek lazım. Sadece siyasi kadrolardan söz etmiyorum, teşkilatların içinde de taraflar, ekipler oluşmaya başladı. Bunlar da halkı negatif etkiledi.

Ama yine de yüzde 41 oy var.

Elbette yüzde 41 da az bir oy değil. Ama mesela İstanbul’da yüzde 11 oy kaybı var. Bu önemli bir şeydir. Burada hükümetin icraatlarına bakmak lazım. Geçmiş söylemlerle arasındaki çelişkilere, hayal kırıklığı oluşturan sebeplere bakmak lazım. Kürt meselesindeki tutumun da bunlara etkisi var. Çünkü en çok düşüşün yaşandığı yerler Kürt bölgeleri. Neredeyse Kürt bölgelerinde en çok oy alan partiydik. Onların duygusal olarak kırılmalarını sağlayacak, onları kaybetmeye sebep olacak noktalara bakmak lazım. Bu analizleri parti de yaptırdı. Mesela gençlerin  oyları az, gençlerin oy verdiği partiler sıralamasında AK parti 3. sırada. Genç kitleyi kaybettik. Tek bir sebep söylenemez. Ama seçmen bir mesaj verdi: Ben hala sana güveniyorum ama gerekirse seni terk edebilirim. O mesaj, biraz da bugünkü değişikliğe sebep oldu. Kırgınlar oluşmuştu, belki birtakım kırgınların gönlünün alınması söz konusu oldu ya da bu süreçte olacak. 1 Kasım seçimlerine doğru o eski siyasi tecrübe biraz daha derleyip toparlayabilir diye düşünüyorum. Ama tabii ki bu Kongre’nin sonucu olarak Sayın Davutoğlu’nun liderliğinde gerçekleşecek. Bu değişim ekiplerin buluşması, birleşmesi gibi de görülebilir.

“Okullular halkla iç içe değildi”

Siz kongre günü yazdığınız yazıda AK Parti’de alaylılar ve okullular’dan söz ettiniz. Alaylı kim? Okullu kim?

Eski siyasetten gelen kurucu kadro– ki bunun içinde eski ve yeni karışıktı – olarak ilk defa 2001’de siyasete başlamıştık. Ama 1985’ten beri siyasetin içinde olan Bülent Arınç da, DYP’den gelen Hüseyin Çelik de, ANAP’ın eski kadrolarından Cemil Çiçek de oradaydı. Onlardan çok şey öğrendik. Teşkilatla ilişkiler, Türkiye’deki toplumun sosyolojisine siyasi olarak bakış, siyasi iletişim, siyasi ilişkiler noktasında çok ders aldık. Şimdi Ahmet Hoca’nın kadrosu ise çok iyi eğitimli. Bizim için çok iyi eğitim diye bir kriter yoktu. Milletvekili adaylıklarında üniversite mezunu, yüksek lisans elbette önemliydi ama illa da siyasetin dersini görmek gerekmiyordu. Siyasette halkın nabzını tutmak, dinlemek bunlar başka şeyler. Doğal olarak halkın isteklerini anlarken de yorumlarken de başka bir sağduyu, birliktelik, samimiyet de geliştirmeniz gerekiyor. Teoriler çok daha fazla yol gösterici olmuyor. Ahmet Davutoğlu akademik gelenekten geliyordu. Çok talebe yetiştirmişti. Bilim Sanat Vakfı, Boğaziçililer Derneği, vb. Doğal olarak siyasete girdiğinde, o ekip de siyasette buldu kendini. Ama bu ekip idealistti ancak halkla iç içe değildi. Medeniyet, kültür, tarih bu konuda söyleyecek şeyleri vardı. Ama pratikten uzaktılar. Anlatmayı ve öğretmeyi daha seviyorlardı. Birçoğunun çalışmalarına baktığınızda günlük siyasetin dilini küçümseyen bir yaklaşımları olduğunu da görürsünüz. Eski ekiple yeni ekip arasında bir doku uyuşmazlığı ortaya çıktı. Ve uyuşmazlık yer yer çatışmalara da dönüştü. Keşke o doku uyuşmazlığı bir değere, bir sinerjiye dönüşebilseydi. Bilginin gücüyle tecrübenin yani o halkın, toplumun sesini algılayan siyasi sağduyunun sesi keşke bir araya gelebilseydi.

Yani alaylılar mı okullular mı egemen oldu?

Şimdi alaylılar var. Toplumun derdini alaylıların daha iyi anladığını düşünüyorum.

Bu olay tabanda olumsuz bir algıya neden olabilir mi?

Bunu göreceğiz. Henüz bilmiyoruz. Seçim çalışmasını illerde teşkilatlarımız yürütecek. Onların eksik, yanlış çalışması genel oy oranını etkiler. Ama ben AK Parti’nin oy kaybını AK Partili olanların AK Parti’ye oy vermediği şeklinde yorumladım. Hatta 3 dönem AK Parti’ye oy vermiş olanlar bu seçim oy vermedi. Orada bir kırgınlık, bir umut kaybı var. AK Partili seçmen “Siz bizim umudumuzu yerine getirmediniz” diyor. O kırgın olan kesime belki bu değişimle, alaylıların tecrübesiyle daha çok ulaşılabilir.

Bu kırgınlığın sebebi, bu anlattıklarınız mıydı?

Bir sürü sebebi olabilir. Biz siyaseti okulda öğrenmedik. Siyaseti sahada, onlarla iç içe, onları çok dinleyerek öğrendik. Biz konuşmaktan çok halkı dinlemeyi sevdik ve tüm politikalarımız da o çerçevede ortaya çıktı. Şimdi o dinlemeyi kaybedip fazla konuşmaya başlayınca orada bir kopuş oldu. Belki o kopuş tekrar o dinleyen yaklaşımla telafi edilebilir.

“Herkes birbirine daha güvensiz bakıyor”

Bülent Arınç geçenlerde ”AK Parti’nin kuruluşunda ‘biz’dik, şimdi ‘ben’ olduk” dedi. ‘Ben’ kim sizce?

Bilemem. Sayın Erdoğan’ı mı, Sayın Davutoğlu’nu mu? Yoksa bir tutum ve davranışı mı ima ediyor? Yani herkesin “Ben, ben değerliyim, ben önemliyim. Benim dediğim olur” diye ortaya çıktığı bir siyasi kimlik profilini mi kast ediyor, onu bilmiyorum. Biz daha önce bir ekiptik. Kişi siyaseti değil, ekip siyaseti güttük. Mahalle teşkilatındaki bir görevlinin katkısı da bir MKYK üyesinin katkısı da çok önemliydi. Bu ekip çalışmasının hepimiz çok içindeydik ve birbirimize çok destek olduk. Belki onu kastediyordur. Şimdi herkes siyaseti bir kişisel ikbal, kişisel beklenti amacıyla yapıyor. Herkese sirayet eden bir “Ben önemliyim, ben olmazsam olmaz” gibi ‘ben’ üzerinden giden bir dil var.

Beşir Atalay da “Ortak akıl ilk zamanlardaki kadar devrede değil” dedi.

Elbette değil. O zengin tartışmaları yaptığımız zamanlar yok artık. Herkes birbirine biraz daha güvensiz bakıyor, biraz daha tedbirli konuşuyor açıkçası. Tabii bu süreç zarfında çok şey yaşandı. İlk yıllar askerle karşı karşıya gelen bir partiydi. Sonra bambaşka şeyler oldu, işte cemaat meselesi, diğer meseleler… Bu güvensizlik ve tedbirlilik hali samimi konuşmaları etkiliyor. Bir meselenin oturup samimi, gerçek düşüncelerle çok konuşulabildiğini zannetmiyorum.

Bu tespitler yaşananların sonucu mu yoksa Erdoğan ya da Davutoğlu gibi liderlerin tercihleri mi?

Hepsi… Ama biz de sorunluyuz. Bunu MKYK’dayken defalarca söyledim. Liderlik ayrı bir şey, ciddi bir yetenek, karizma istiyor. Türkiye’de de kolay kolay lider yetişmiyor. Sayın Erdoğan lider kimliği olan birisidir. Fakat o toplantılar her zaman çok farklı tartışmalara, itirazlara da sahne olmuştur. Orada konuşamayan yanına gidip söyler, onu yapamayan özel randevu alır söyler. Bu durum, liderlerin de toplumdan beslenmesini kolaylaştırıyordu. Çünkü Türkiye’nin her köşesinden çeşit çeşit insan vardı orada. Onun önü kapatıldığı zaman, sadece bürokratların verdiği bilgilere dönüldüğü zaman Türkiye’yi tanımaya ilişkin bilgilerde de noksanlık oluşuyor. O bilgi notları ruhsuz kalıyor, halkın duygusuna dair yeterli ipuçları vermiyor. Tayyip Erdoğan’ın bu partide kurucu liderliği tartışılmaz. Elbette Sayın Davutoğlu da onun isteği ve onayıyla gelmiş birisidir. Ama kitlelere kendini sevdirmiş, bir karşılık bulmuştur. Fakat liderlik tarzları farklı. Bu gerilim, bu yol yöntem, bu yaklaşım nasıl aşılır bilmiyorum. Ama bu aşılmadan da AK Parti yoluna çok da doğru devam edemez diye düşünüyorum.

“Erdoğan ve Davutoğlu arasında fikir ayrılığı var”

Yani Sayın Erdoğan ile Sayın Davutoğlu arasında bir gerilim mi var?

Bence bir fikir ayrılığı var. Bunu tabii ki herkes gibi dışarıdan bakarak söylüyorum. Çünkü milletvekilleri listeleri yapılacak, hızla yeni bir seçime gidiyoruz. Genel kongre kararını Sayın Davutoğlu parti yönetimiyle birlikte aldı ama seçim öncesi de çok gerekli değildi. Davutoğlu ekibiyle seçime giderdi zaten hepimiz de desteklerdik. Davutoğlu orada bir iradi karar verdi.

1 Kasım seçimlerinin sonuçları Türkiye için çok önemli çünkü bir taraftan terör bir taraftan Kürt meselesinin kendini dayattığı sorunları var. Aslında kavgayı kişisel olarak algıladığımız zaman meseleyi çözemiyoruz. Yani Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu’nun yerinde başka isimler de olabilirdi. Bugün Türkiye’de bir yönetim krizi var. 200 yıldır aynı merkeziyetçi yapıyla yönetiliyoruz. Ama 200 yıllık yönetim anlayışının değişmesinin artık kendini dayattığı bir noktadayız. İlk defa seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Yönetim erki içinde seçilmiş bir cumhurbaşkanının nasıl modellenmesi gerektiğine ilişkin yasal bir çalışma yapılmalı ki bugün yaşadığımız şey biraz da bu kriz. Bir yandan seçilmiş bir cumhurbaşkanı bir taraftan da seçilmiş bir parlamento ve hükümet var. Eski anayasanın ortaya koyduğu çerçeve yetersiz kalıyor.

Diğer yandan Kürt meselesinin talepleri var. Orada büyük bir terörle karşı karşıyayız. Aynı zamanda PKK’nın terör örgütü kimliğiyle bir tehdidi var. Diğer taraftan özyönetim konuşulmaya başlandı. Sonuçta her yere çiçek değil, patlayıcılar ekildi. Bunu bir iç güvenlik ve terörle mücadele olarak görüp, Kürt siyasetinin taleplerine halktan bakmalıyız. Bir mesele biz duymak istemiyoruz diye yok edilemez. Bir arada yaşarken Türk halkının da devletinin de razı olabileceği bir uzlaşma zemini bulunabilir. Elbette bunun şiddetle sağlanmasına karşıyım. Masum bir sürü insanı öldürerek  barış sağlanamaz.120’ye yakın asker, polis şehit oldu. Bu insanlar da halkın çocuğu, yoksul, gariban insanların çocuğu. Böyle tehditlerle bu iş ilerlemez ama bizim de siyasetçiler olarak “Bunu nasıl durdurabiliriz” diye düşünmemiz lazım. AK Parti bunu ilk yıllarında başardı. 90’lı yılların o ağır tablosundan çıkışta bir barış dili sundu. O barış dili de onu iktidara taşıdı aslında. O yüzden şimdi bu tekrar konuşulmalı. Aslında bugün konuştuğumuz konular, Erdoğan – Davutoğlu tartışmasının çok ötesinde. Türkiye’nin siyasi yönetim modeli tartışmasıdır, anayasanın ve bir an önce yeniden yapılmasına ilişkin bir zorunluluğun getirdiği başlıklardır.