Yaşasın Sosyal Medya!

Medya
Belki bir nasihat niyetine söylenen söz ‘bin müsibet’e değdi. Ve ortaya Defne Devrimi çıktı. Hareketi iki ‘comandante’ Vivet Kanetti ve Özlem Gürses ile ntvmsnbc’den...
EMOJİLE

Belki bir nasihat niyetine söylenen söz ‘bin müsibet’e değdi. Ve ortaya Defne Devrimi çıktı. Hareketi iki ‘comandante’ Vivet Kanetti ve Özlem Gürses ile ntvmsnbc’den Dilara Eldaş konuştu.

Geleneksel medyada, sosyal medyada yazanlardan okur – kullanıcı yorumlarına kadar aslında herkesin söylemlerinde daha duyarlı olması çoğumuzun kabul ettiği bir gerçek. ‘Nefret söylemi’ne karşı olan Defne Devrimi hareketini savunanlarla konuştuğunuzda da görüyoruz ki, bu hareket hep yeşil kalmalı ve unutturulmamalı.

Defne Devrimi denildiğinde akla ilk gelen isimlerden Yazar Vivet Kanetti "Gazetecinin dili değişmiyorsa eğer; bireye bakış, siyaset ve rejim de iyileşmedi" diyor. Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Müdürü Özlem Gürses ise kısa vadede ümitli olmasa da "Medyada yöneticiden çalışana herkesin daha duyarlı olması gerektiğini" düşünüyor.

V.K: Defne Joy Foster çok genç bir kadındı. Medyadan herkesin bildiği, televizyonlarla herkesin evine girmiş biriydi. Böyle ani ölümler sarsar insanları, biz bunu Twitter’da da çok net hissettik. Hemen ertesinde çok tuhaf, şiddetli bir köşe yazısı gelince Twitter’da tepkiler akmaya başladı. Yazan kişiye karşı herkeste öfke vardı. O an şöyle bir karar aldık; kızdığımız kişiyi değil, korumak istediğimiz kişiyi anacaktık. Her tweet’in ardına #defnejoy etiketi eklemeye başladık. Harekete pek çok kişi katıldı, hareketi çok çabuk sahiplendi. Demek ki bu konuda toplumda bir ihtiyaç doğmuş, bunu görmek müthişti. Böyle şeyler genelde 2-3 gün sürer, sonra söner. Bu harekette öyle olmadı. Her tweet’in ardına (konu ne olursa olsun) #defnejoy eklenmeye devam edildi. Bu şu demekti; başka şeyler konuşabiliriz, konuşuyoruz ama bu konu aklımızın bir tarafında hep var, unutmuyoruz. Hareket 3-4 haftada iyice kuvvetlendi, yayıldı ve ardından imzaya geçtik. Kendiliğinden gelen bir talep bu. Biri siteyi kurdu, metin hep beraber kaleme alındı. Kadro hep açık ve dinamik oldu. Her an herkes bir ucundan katılabildi. Bir de öyle “biz en bilenleriz, siz de takip edersiniz” gibi bir elit kadro ile ortaya çıkmadı. Siteye ilk giren ilk imzayı attı.

İmzalayan kaç kişi oldu?
V.K:
9 bin kişiye gidiyoruz, zaten hedefi 10 bin olarak belirlemiştik. Bu kadar hızlı yayılması bize yeni teknolojinin hediyesi diyebiliriz. Facebook sayfası da açıldı. Birkaç arkadaşımız oraya hakikaten müthiş emek verdiler. Hedef bu: bir süreklilik yatarmak. Tepki de: Her zaman birinin nöbette bulunması.

Ö.G. Sadece Twitter’da değil, medyanın kendi iç yapılanmasına da girmesi lazım konunun. Şelale Kadak, Erdoğan Aktaş kendi medyalarında da tepki veren isimlerden bazıları.

V.K. Herkes onlar kadar cesur olmayabilir medyanın içinde; o da anlaşılabilir. Bir de pastadan pay aldıkları için geri duranlar var.

‘ONLARIN GÜZEL MAAŞLARI VAR’

Tek sebep bu mu?
V.K.
Tabii. Gayet güzel yerleri ve maaşları var.

Defne Devrimi nelere karşı çıkıyor, itiraz ediyor?
V.K.
Medya dilindeki nefret içeren, aşağılayan söylemleri eleştiriyoruz. Dil üzerine düşünmek ciddi bir şey. Sadece yazı işlerine teslim edilemeyecek kadar ciddi. Gazetecinin dili değişmiyorsa, bu bireye bakış, siyaset ve rejim de iyileşmedi demektir. Daha çok demokrasi varsa, mutlaka medyanın dil de değişmelidir. Bize belli bir medya dilini dayatanlar esasen toplumu da istiyorlar, buna alışmışlar.

Ö.G. Kılıçdaroğlu’nun söylemi gibi olacak ama; medyanın problematiği de bu olmaya başladı: İçinde insan yok! Bütün o haberleri verirken, görüntülerin üzerine kurgusal efektler döşerken, iğrenç tanıtımlarını yaparken, içinde insan yok. Sivil kitle ile medya arasında bir bağ kalmadı.

Haber dilini öğretmiyorlar mı gazetecilikte?
Ö.G.
Ben o üniversiteden gelmedim.

V.K. Bu çok ciddi bir iş. Sadece iletişimcilerin öğretebileceği bir şey değil. Mutlaka başka bilim ve sanatlardan gelen kişiler devreye girmeli. Bir de Türkiye’de gazeteler uzun yıllardan beri, başka iş yapan kişilerin bir tür vitrini olmuş. Doğrudan gazeteciliğe yatırım yapılmamış. Hakiki gazetecilik pahalı bir iş.

Biraz empati çözmez mi bu işi?

Ö.G. Empati de yeterli değil. Haber yazmanın artık bir formülü var; biraz seks, azıcık duygu sömürüsü, biraz heyecan. TV’de bu daha fena, hiç gerçek olmayan görüntüler de eklenerek haber yapılıyor… Bu refleks kolay kolay değişmez, "yaz" dendiğinde insanın aklına ilk gelen seçenek bu artık; ikinci, üçüncüye zaman yok.

HINCAL ULUÇ’A ALTIN KELEBEK VERİLMEMELİYDİ

Hıncal Uluç’a Kelebek Ödülü verilmesi birçok insanı çok sinirlendirdi, siz ne düşünüyorsunuz o konuda?
Ö.G. Son çırpınışlar.

HINCAL ULUÇ’A ALTIN KELEBEK VERİLMEMELİYDİ

Verilmeli miydi, verilmemeli miydi?
V.K.
Elbette verilmemeliydi. Ödül vermek bir sahip çıkmadır. Bir yerde memnunum çünkü; kimler kimleri destekliyor, kimler kimlerin arkasında sonuna kadar durmaya hazır, belli olsun. Çünkü bu sistemi birlikte kurdular.

Halkın seçtiği kişilere verilen ödüller ama bunlar?
V.K.
Bilemem kimlerin seçtiğini…

Ö.G. Çok şaşırdığımı söyleyeyim. Hakikaten halkın oyları ile gelen bir ödülse bu, bir şeyleri yanlış okuduk demektir. Ben öyle olduğuna pek inanamıyorum doğrusu; sanki “merak etme biz buralardayız daha” der gibi bir sahne vardı orada.

V.K. Aslında belki biraz da Defne Devrimi’ne bir kafa tutuş bu ve hareketimizin öneminin teslimi.

Öte yandan, aslında kültür – sanat programına gelen bir ödül olması bir şeyi değiştirmez mi?
V.K.
Kültür – sanat konusuna hiç girmeyeyim, kalkıp da “Maleviç resimlerini herkes yapar! Bilbao Guggenheim Müzesi tam bir rezalet!” demiş birine veriyorsun ödülü, Kenan Evren “Picasso resmini ben de yaparım” dediğinde hepimiz gülüyoruz ama, kültür ödülü verilmiyor. Bu nedenle de Hıncal Bey’e kültür – sanat ile ilgili bir ödülün verilmesini doğru bulmam. O apayrı bir konu. Fakat burada güzel olan, bir üniversitede hiçbir şiddet kullanmadan, yani yumurta dahi atmadan, sadece ıslık çalarak ona tepki verilmesidir.

İnternette söylendi, “Ödül alırken salondaki kadınların bakışlarını izleyin, ne kadar sert” diye. Salondaki birçok kadın bu ödülü hiç içine sindirememiştir ama magazin dünyasında, “biz bunlara mecburuz, muhtacız” anlayışı hakim. Kendini rehin hissetme durumu… Üniversite öğrencileri kadar özgür olamıyorlar. Ama o salondaki pek çok kişinin gece eve döndüklerinde pek rahat uyumadıkları kanısındayım. Evet, tepki vermeleri gerekiyordu. Birinin de sahneye çıkıp, “durun ya, bir dakika” demesi gerekiyordu. Bu yurttaş ve gazeteci görüşüm. Ama bir romancı olarak, insanları da anlamak durumundayım: “Bu adımı atarsam, bir daha ne gazetelerin magazin sayfasına çıkarım, ne konserlerimi duyururlar” diye düşünmüş olabilirler. Kolay bir karar değil. Yine de çok dilerdim öyle birinin çıkmasını.

O kadar nüfuzlu mu köşe yazarları?
V.K.
Söylediğim, sistemle alakalı. Altın Kelebek, “Hürriyet” demek. Ayrıca bu ödülü Hıncal Bey’e vererek sistem, “biz sadece tek bir grupla sınırlı değiliz, biz bir takımız” demeye de getiriyor.

Ö.G. Ne ödüller alınırsa alınsın, o yazı iğrenç bir yazıdır. Bu da böyle biline!

“O yazıya verilmedi ödül” diye bir savunma olabilir mi?
Ö.G.
Hayır, olamaz. Eğer bu ülkede insanlar söyledikleri bir cümleden dolayı bunun ömür boyu sorumluluğunu ve sonuçlarını yaşamak zorunda kaldılarsa, bu herkes için geçerli olabilmelidir. Hiç yazılmaması gereken, arşivlere girmemesi gereken, korkunç bir yazıdır.

V.K. Ama bazı ödüllerin arşivlere girmesi çok iyidir, unutulmaz artık kimler tarafından kimlere verilmiş olduğu. Geçsin tabii kayda.

Belki ilerde Defne Devrimi ödülleri olur ya da dersi?
V.K.
Belki ilerde, önce biz kendimiz bunu hak ettiğimize inanalım.

Ö.G. Ben hemen bir PR müdürü olarak fena bir fikir değil, diyeyim. Vivet tabii ki her türlü mevki, makam, iktidar dengelerini düşünüyor, eminim. Ama ders, ödülden daha güzel bir fikir!

Üzülerek görüyoruz ki Defne Devrimi’ni desteklediğini söylediği halde özümseyememiş kişiler var. Twitter’dan #defnedevrimi etiketiyle birkaç yoruma bakacak olursak: “Hıncal bu ülkeyi terk et artık.” “Ahmet Kaya’ya çatal fırlatanlar Hıncal’a da bir şeyler fırlatsaydı” gibi…

V.K. Evet bu problematik Twitter’da da var.

Ö.G. İçerik her zaman sorunlu olabilir, bu ifade bizim imza metnimizin uzağında ifadeler. O manifestoyu okuyan, içselleştiren kimsenin böyle cümleler kullanacağını zannetmiyorum. Daha iyi yollar bulunabilir.