Türkiye (IŞ)İD yüzünden Kürtleri kaybedebilir

Medya
Ruşen Çakır / Türkiye (IŞ)İD yüzünden Kürtleri kaybedebilir Türkiye’nin, (IŞ)İD’e karşı ABD’nin başını çektiği “gönüllüler koalisyonu”nda neden yer almayacağını önceki gün 6 maddeyle (http://www.rusen...
EMOJİLE

Ruşen Çakır / Türkiye (IŞ)İD yüzünden Kürtleri kaybedebilir

Türkiye’nin, (IŞ)İD’e karşı ABD’nin başını çektiği “gönüllüler koalisyonu”nda neden yer almayacağını önceki gün 6 maddeyle (http://www.rusencakir.com/Hukumetin-ISID-tereddudunun-6-nedeni/2868) izah etmeye çalıştım. Açıkçası hükümetin bu kararını ana hatlarıyla doğru buluyorum. Gerek ABD’nin İslam coğrafyasının Afganistan, Irak gibi diğer bölgelerindeki operasyonların bilançoları, gerekse “Obama planı”nın içerdiği zaaflar, eksikler ve yanlışlar nedeniyle, Irak ve Suriye’ye komşu olan bir ülkenin temkinli davranması son derece anlaşılır bir şey.

Fakat bu koalisyonda yer almıyor olması Ankara’nın (IŞ)İD politikasının doğru olduğu anlamına gelmiyor. Aslına bakılırsa siyasi iktidarın, bölgedeki dengeleri daha fazla altüst edecek, dolayısıyla Türkiye’yi de son derece yakından ilgilendiren (IŞ)İD olgusu hakkında somut, elle tutulur bir politikası olduğu da söylenemez.

Çözüm süreci/ (IŞ)İD ilişkisi

Bu politikasızlık, hükümetin kendisi için hayati değer taşıyan bazı ilişkileri ve süreçleri de tehlikeye atmasını beraberinde getiriyor. İlk akla gelen, artık Türkiye’nin kaderinin endekslenmiş olduğu çözüm süreci. Siyasi iktidar, Abdullah Öcalan çizgisindeki YPG, HPG gibi silahlı güçlerin Suriye ve Irak’ta (IŞ)İD’e karşı savaşta öne çıkmalarından ve buna bağlı olarak PKK’nın Batı medyası üzerinden yeni bir imaja kavuşmasından rahatsız.

Bunlara rağmen hükümet Türkiye’de çözüm sürecini hızlandırmayı her şeyin önüne koymak istiyor. Buna karşılık PKK hareketinin bir süredir temel önceliğiyse Suriye ve Irak; bu ülkelerde Kürtlerin kazanımlarını (IŞ)İD ve benzeri yapılara karşı korumak.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Engin Ardıç / Hasan almaz basan alır

Bilirsiniz, bendeniz küçük partilere bayılırım… Minik minik, ne şeker şeylerdir onlar… Hanimiş de amcasının partisi…

Örneğin, büfeciye bile yetmiş üç lira tost parası takıp ortadan kaybolan “işadamlarının” kurduğu partilere. Örneğin, içinden güneş çıkaran burma bileziği kendine simge edinmiş köylülere. Örneğin, cumhurbaşkanlığı seçimini boykot ederek “devrimci kitle çizgisinin bayrağını” yükseltenlere.

Örneğin, evde boş oturmamak için parti kuran emekli memurlara (öyle ya, temizlik var çamaşır var bulaşık var, hanım ayak altından kovalıyor, her gün de kahveye gidilmez ki…) İnsanların bu partileri niçin kurduklarına, ne umduklarına, ne bulacaklarına bir türlü akıl erdiremediğim için. İktidar falan bir yana meclise girmek bile sözkonusu değil, hazine yardımı da nanay… Öyleyse?

Türkiye’de 84 parti var.

Örneğin “Gönül Birliği Yeşiller Partisi”ni duymuş muydunuz? Ama “heavy metal”cilerin Gezi Partisi’ni duymuş olmalısınız.

Peki “Müdafaa-yı Hukuk Hareketi Partisi”ni biliyor musunuz? Memleketin bir kısmı düşman işgali altında olmalı ki yeniden bir Müdafaa-yı Hukuk mücadelesi başlamış (umarım ileride Cumhuriyet Halk Fırkası’na da dönüşeceklerdir.)

Lütfen bu partiyi, “Türkiye Müdafaa-yı Hukuk Partisi”yle karıştırmayınız. O ayrı. Öyle bir parti de ayrıca var.

“Sağduyu Partisi” var, “Ayyıldız Partisi” var. “Milli Takımın Gol Kısırlığını ve Kanatlardan Akın Sorununu Giderme Partisi” neden yok?

Çeşitli sosyalist partiler var, bir de “Ezilenlerin Sosyalist Partisi” var, demek ki diğer sosyalistler ezilmiyorlar.

“Engelsiz Türkiye Partisi” var… Ayrıca “Engelsiz Yaşam Partisi” var, bu ikisinin kongreye gidip kısaca Engelsiz Parti adı altında birleşme kararı almaları tavsiye edilir. “Toplumcu Kurtuluş Partisi” var, bir de programa ilaveten “Adaletçi Kurtuluş Partisi” var… “Büyük Turan Hareketi Partisi” bile var da, Google’a sordum, kurucusunu tanımıyorlarmış.

Bakınız bir de Güven Parti var.

Güven Partisi değil efendim, Güven Parti.

Güven Partisi deseler eskilerin aklına hemen Turhan Feyzioğlu gelecek, oysa şimdilerde onun veliahtı Metin Feyzioğlu geliyor. Pazarlama diliyle bir “product differentiation” yani ürün farklılaştırması şart, öyleyse kestirmeden Güven Parti yapmışlar. Yoksa partinin adı başkanın adından mı kaynaklanıyor, adamın ismi Güven Özen. (Belki soyadını da değiştirip Parti yapacaktır, belli mi olur?)

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Kurtuluş Tayiz / Cemaat, TSK’ya nasıl sızdı?

Bugün köşemi Gülen Cemaati’nin devlete ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hangi tarihlerde ve nasıl sızmaya başladığını kişisel hikayesi üzerinden anlatan bir okura bırakıyorum. Bu hikayede daha önce rastlamadığım detaylarla karşılaştım. Bana eksiksiz geldi. Ayrıca çok samimi buldum. Onlarca makaleden, uzman yorumundan daha öğretici. Takdir okurun. İşte o mektup: 

Merhaba Kurtuluş Bey, 

Bugünkü yazınıza istinaden bildiğim birkaç şeyi sizinle paylaşma gereği duydum. 

Öncelikle cemaat konusunda, cemaatle yolu hiç kesişmemiş kişilerde ve medyada bilgi eksikliği var. Cemaat, sanıldığı gibi AK Parti döneminde palazlanan bir yapı değil. 

1988 yılında cemaatin açtığı yatılı yurt sınavını birinci olarak kazandım ve aynı yıl yurtta ücretsiz olarak kalmaya başladım. Yurt sınavı yöntemi cemaatin Anadolu’da, özellikle köy ve kasabalarda sıklıkla kullandığı bir yöntemdir ve eleman kazanma konusunda bu yöntemle çok başarılı olmuşlardır. 

İlk sene kendi kasabamda bulunan orta okulu, yurtta ücretsiz kalarak okudum. Okuldaki başarımdan dolayı ikinci yılımda İzmir’de cemaate ait başka bir yurda transfer oldum (O dönem biz buna hicret diyorduk). Orta 2’nin sonunda okuldaki başarımdan ötürü yurt yerine üniversitelilerin kaldığı evde (Basında ışık evler diye bilinir) kalmaya başladım. 

Orta 3. sınıfın sonlarına doğru dinimize hizmet için askeri liseye gitmem konusunda telkinlerde bulunuldu. Benimle ilgilenen belletmen abi ile birlikte İzmir Konak’ta bulunan Güney Sahil Komutanlığı’ndan askeri liseye giriş belgelerini temin ettik. Artık askeri lise sınavına girecektim.  

Beni hemen Çankaya’da sol eğilimli bir dershaneye yazdırdılar (Takiyye başladı yani). Yanılmıyorsam 3 veya 4 aylık bir kayıttı ama ben toplamda 3-4 gün gittim. Askeri lise sınavı öncesinde beni Balıkesir Teknik Astsubay Okulu sınavına soktular (Bilgimi denediklerini sonra öğrendim). 

Askeri Lise sınavı geldi çattı. Sınavdan bir gece önce belletmen abi bana test getirdi. Bunu birlikte çözeceğiz dedi. Sorulara ve cevaplara iyice yoğunlaşmamı istedi. “Genelde bu tür sorular çıkıyor” dedi. Aynısı çıkarsa hepsini işaretlememem konusunda da uyardı. Tam 100 soruydu.  

Sınav için Güzelbahçe’de bulunan Maltepe Askeri Lisesi’ne gittik. O nizamiyeye 200 metre kala “ben seni burada bekleyeceğim” dedi ve ben sınav için okula giriş yaptım. Kağıtlar dağıtıldı. O DA NE? Akşam çözdüğümüz soruların aynısı!  

Ama bir eksiklik var! Sınavda yanılmıyorsam 25 tane de İngilizce soru vardı ama o soruları akşam bana vermemişlerdi (İkinci takiyye de bu). Geri kalan 100 soruyu bazılarını bilerek yanlış işaretleyerek doldurdum.  

Belletmen abi “Sınavdan erken çıkma” dediği için hemen çıkmadım bekledim. Birkaç kişi çıkmaya başlayınca ben de çıktım. Çıkar çıkmaz “Bu soruları bir gün önce nasıl aldık” diye sordum. Cevabını net hatırlamıyorum ama bir şekilde geçiştirdi. Nihayetinde ASİL listeden iyi bir dereceyle okulu kazandım.  

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ahmet Kekeç / Niçin ülkenize karşı bu kadar nefret dolusunuz?

Enver Aysever diye biri… Bir yazıya konu olacak önemde ve değerde biri değil… Zaten, “biri” diye tahfif ettiğim ve çok iyi ettiğim bu arkadaşın hallerini yazacak değilim.

Konu, onun etrafında odaklandığı için ismi bu yazıya girdi…

Hazır kendi ayağıyla gelmişken, bir-iki gözlemimi aktarayım yine de…

Bir ara CHP Parti Meclisi’ne seçtiler bunu… Milletvekili de olacaktı. Olamadı. Seçilemeyecek bir yerden aday gösterildiği için küstü, istifa etti. İstifasını da bir güzel çerçeveleyip sattı…

Ne güzel olacaktı oysa…

Mehmet Bekaroğlu ve Enver Aysever’in ibretlik iktidar yürüyüşünü ibretle izleyecektik.

Bir arkadaşım, “Tiyatrocudur bu Enver Aysever” demişti.

Ne yazdı, hangi oyunu sahneledi, “tiyatrocu” sıfatını hak edecek ne yaptı da ismi tiyatrocuya çıktı, bilmiyorum. Tiyatrocu olsaydı, duyardık… Romancı olsaydı da duyardık… Ayrıca romancıymış. Ağlak bir şeyler yazmış galiba… Ben okuyamadım… E, olsun… Bu ülkede bozuk Türkçeyle “kelimelere dans ettiren usta yazar” olunabiliyor, Enver Aysever’in romanlarına da bir yer bulunacaktır elbette…

Enver kardeşimiz, bir süredir, CNN Türk’te program yapıyor.

Şimdi “izlemedim” desem, “küçümsediğin için böyle söylüyorsun” diyeceksiniz.

Gerçekten izlemedim…

Sadece “başarılarını” izliyorum bu arkadaşın.

Bakırköy Belediyesi’nde bir şey olmuş galiba… Bir makama getirilmiş… Kültür işlerini mi emanet etmişler, ne? Öyle bir şey… Gelir gelmez bir sürü kafa koparmış. Bazı tiyatrocuları kapı dışarı etmiş, filan…

Memleketimizin “bağımsız ve bağlantısız” tek medya grubu olan Doğan Medya Grubu’nun maşallahı var…

Neredeyse CHP’nin “insan kaynakları” birimi gibi çalışıyor…

Bütün partili “değerler” bu gruptan çıkıyor.

Başyazarlarını CHP’ye milletvekili olarak göndermişlerdi, hatırlayacaksınız.

Hani, “Bunlar analarını da satarlar” diyen başyazar…

Bir yazı işleri elemanları, çoraplı ayaklarıyla masaya fırlayıp, “Yaşa, varol Kemal Kılıçdaroğlu” diye alkış ve tempo tutarken basılmıştı. Bu yazı işleri elemanı, aynı zamanda CHP’nin resmi üyesidir.

Eski genel yayın yönetmenleri Enis Berberoğlu’nu da CHP’nin “medya koordinatörlüğü”ne atadılar.

Berberoğlu ayrıca Parti Meclisi üyesidir…

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Fatma Barbarasoğlu / ‘Medeniyetler Savaşı’ kurgusu ve IŞİD

Bu yazı için IŞİD meselesi ile ilgili her şeyi unutalım bir anlığına.

ABD projesi idi, El Kaide’den kopan gruptu, Irak bataklığında El Maliki’nin mezhepçi politikaları ile güç kazandıydı, Suriye’nin belirsizliğini sağlayan fonksiyon icra ediyordu vs.

Sadece propaganda biçimine odaklanalım.

Bütün terör örgütleri dikkat çekmek ister. Kendi gücünü, etkisini yaptığı eylemlerin şiddeti üzerinden ortaya koyar.

IŞİD’in eylemlerinde ne görüyoruz?

Kadınları kaçıran, kadınlara şiddet uygulayan, esir aldığı Batılıları işkence ile öldüren, bu ölümleri videoya çekerek öldürdükleri kişinin devletine servis eden ‘şeytan’ profili görüyoruz?

Video servisine maruz kalan ülkelerin yaptığı ilk iş video kayıtlarının gerçek olup olmadığını araştırmak.

IŞİD’in propagandası, BBC dizisi ‘Black Miror’un bazı bölümleri ile pek uyumlu görünüyor.

‘Black Miror’ anladığımız manada bir dizi değil. Her bölümde farklı bir hikaye anlatılıyor. Bölümleri birbiri ile birleştirip dizi haline getiren ortak duygu, adalet.

Dizi, 21.yüzyılın ‘adalet’ini, ‘seyir’ metaforu eşliğinde görünür kılıyor.

Adaletin kendisi değil seyir olarak karşılığı önemli. Nitekim ‘White Bear’ adlı bölüm, ‘Adalet Parkı’ motifi eşliğinde ele alınıyor. ‘Adalet Parkı’ında, suçluların hafıza kayıtlarına müdahale edilerek her defasında onların yeniden yakalanması ve cezalandırılması performansı icra ediliyor. Ve bütün bu sahnelere ellerindeki cep telefonu ile katkıda bulunan, kayıt alan seyircinin eşliğinde ‘hak yerini bulmuş’ oluyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ahmet Taşgetiren / Hükümetin performansı

Davutoğlu hükümeti, bir Ak Parti hükümeti hiç kuşkusuz, ama üç dönemdir iktidarda bulunmanın yıpranmışlığı veya yorgunluğunu üzerinde taşıyan bir hükümet görüntüsü vermediğini herkes görüyor. 

Aksine yola yeni çıkmışlığın heyecanı yansıyor Hükümet çalışmalarına…

Bunda yine hiç kuşkusuz Ahmet Davutoğlu’nun bayrağı taşıyor olmasının büyük rolü var.

Tayyip Erdoğan’ın lider özellikleri nasıl önceki Ak Parti hükümetlerini, “farklı” yapmışsa, burada da Davutoğlu’nun kişiliği kendine özgü bir Hükümet performansına imkan verecek gibi gözüküyor..

Davutoğlu, “Türkiye rüyası” olan bir insan ve üzerine Başbakanlık gibi bir sorumluluk, yani ülkenin tüm imkanlarını bu rüyayı hayata geçirmek için seferber etme sorumluluğu yüklenince, öncelikle bu sorumluluğu ifa edebileceğine kendisinin inanması gerekir, buna inandığı zaman da, canını dişine takıp, bu yükün altından kalkma iradesini yüklenmesi gerekir.

Ben Davutoğlu’nun bu görevi üstlenmeden önce böyle bir zihni-kalbi süreçten geçtiğini düşünürüm.

Görevi aldı ve işe koyuldu.

İşte Söğüt’te, 2023 için “Türkiye cihan devleti olmalı” ufkunu koydu. Geçmişinde cihan devletleri kurmuş olan bu toprağın çocuklarından kim bu rüyayı görmek istemez?

Tayyip Erdoğan’ın “güdülecek adam” aramadığından nasıl adım kadar eminsem, yüreğindeki Türkiye sevdasını bildiğim Davutoğlu’nun ifa edeceği Başbakanlığın, asla “Güdülecek adam” niteliğiyle sürdürülemeyeceğinden de adım kadar eminim.

Belki bir şey daha, Başbakan Davutoğlu, kendisinin gördüğü Türkiye rüyasının, aynı zamanda hareketin lideri olan Tayyip Erdoğan tarafından da görüldüğüne inanmış olmalıdır ve o Cumhurbaşkanlığında kendisi Başbakanlıkta bu yolun birlikte ve aynı heyecanlarla yürüneceğinden emindir.

Evet, Ak Parti, Hükümette epeyce yol aldı, Davutoğlu Hükümeti, bu gerçeği dikkate alarak hem Ak Parti hükümetlerinin oluşturduğu zemin üzerinde yürüyor, ama hem de, yola yeni çıkıyormuş gibi hamleci bir görüntü veriyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Salih Tuna / Ne olur bu pis tuzağa düşmeyelim!

Batı’da mezhepler üzerinden herhangi bir ayrışma veya kapışma veya çatışma duyuyor musunuz?

Halbuki, tarih boyunca Doğu’ya nazaran çok daha kanlı ve çok daha uzun süre birbirlerini gırtlaklamışlardı.

Uzlaşma derseniz, imkân ve ihtimali yoktu.

Mamafih enerjilerini yerle yeksan eden ve sonu gelmeyecek olan bu çatışmaya bir şekilde son verdiler.

Kestirmeden söyleyecek olursak, mezhep farklılıklarını sorun olmaktan çıkardılar.

Bu sorunu Doğu yaşayacaktı, yani topyekûn Müslümanlar.

Yanış anlaşılmasın, Doğu’daki mezhep asabiyetinin yegâne müsebbibi Batı’dır diyecek değilim.

Bir yığın hurafe, bir yığın efsane, bir yığın menkıbe üzerinden insanlar birbirini kesiyor, birbirinin evini barkını bombalıyor, birbirine hayat hakkı tanımıyorsa o insanların din algısını ve bu algıya kaynaklık eden ‘din kültürünü’ elbette sorgulamak icap eder.

Lakin mahut sosyolojik zeminin ötesinde Batı’nın iğvasını, malum planlarını görmemek aptallık olur.

Bir örnek vermek istiyorum:

İran-Irak savaşı döneminde, Halepçe’de, 16 Mart 1988’de, Saddam’ın kimyasal silahlarıyla çoluk çocuk kadın ihtiyar 5 bin Kürt kardeşimiz tüm dünyanın gözleri önünde feci bir şekilde katledilmişti.

Yazının devamını okumak için tıklayın…