‘Soma’ya ateş düşünce…’

Medya
Ahmet Taşgetiren, Beril Dedeoğlu, Nihal Adsız, Elif Çakır, Yıldıray Oğur, Hakan Albayrak, Mustafa Kutlu, Haşmet Babaoğlu, Engin Ardıç, Markar Esayan, Ali Byaramoğlu ve Mehmet Barlas gündemdeki ko...
EMOJİLE

Ahmet Taşgetiren, Beril Dedeoğlu, Nihal Adsız, Elif Çakır, Yıldıray Oğur, Hakan Albayrak, Mustafa Kutlu, Haşmet Babaoğlu, Engin Ardıç, Markar Esayan, Ali Byaramoğlu ve Mehmet Barlas gündemdeki konuları değerlendirdi.

Ahmet Taşgetiren / ‘Soma’ya ateş düşünce…’

Bilmiyorum Camia bünyesindeki arkadaşlar, kaç zamandır “evlere ateş düşmesi”ni bekliyorlardı? 

Dua-beddua her ne ise yapılmıştı ve onun geri dönmesi mümkün değildi.

Çünkü dua-beddua her ne ise, revaçta olan kanaat sebebiyle onun Peygamberimizin icazetinden geçmemiş olması düşünülemezdi!

En sonunda Soma’ya “ateş düştü!”

Fethullah hoca, bu ateşin kendisinin duasına-bedduasına giren ateşle ilgili olmadığını ifade etti.

Dün, Herkül. Org’un yöneticisi Osman Şimşek, sayın Gülen’in bu konudaki değerlendirmesini açıkladı. Zaman’a haber olarak yansıyan değerlendirmesinde sayın Gülen şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Hocaefendi’nin, musibetzedeler hakkında ‘müstahaklar’ demenin katiyen yanlış olduğunu vurguladığına dikkat çeken Şimşek, şöyle devam etti: “Muhterem Hocamız, ‘Bu türlü mülahazalar musibeti ikileştirir’ dedi ve ekledi: ‘Kim bilir, belki hepimizin başka başka günahlarımız vardır. Herkes kendi muhasebesini yapmalı ve kendi günahına tevbe etmelidir.”

Doğrusu buydu. Herkesin kendi günahları vardı ve herkes ona tevbe etmeliydi.

Ama, Camia’nın her ferdi öyle bakmıyordu. Özellikle “İlahiyat birikimi” olanlar, Kur’an bünyesinde arkeolojik kazılar yaparak, Soma ile güncel gelişmeler arasında irtibat kurmanın yollarını aradılar.

Bunlardan birisi Zaman yazarı Ali Ünal olu. Ali Ünal, pazartesi günkü yazısının başlığına “Musibete davetiye çıkarmak” ifadesini koydu. Daha bu başlıktan, Soma olayına nasıl bakıldığını anlamak mümkün olmaktaydı. Birileri “musibete davetiye çıkarmıştı!” Musibete davetiye çıkarmak dendiğinde, akla, kömür ocaklarındaki yanlışlıklar gelebilirdi ama Ali Ünal onu kastetmiyordu.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Beril Dedeoğlu / Yeni Afrika girişimi

Türkiye tamamen iç gündemle sarılmış durumda. Her kaza, her olay, her beklenmedik gelişme bir rejim sorunu olarak tartışıyor; büyük siyasetin fayda kapısı haline geliyor.

Büyük siyasetin sadece içeriden gelişeceğini sanmak anlamlı olmayabilir. Kafamızı arada bir başka dünyalara çevirdiğimizde, içerideki tartışmaları dünyadaki gelişmelerle ilişkilendirmeye çalıştığımızda, ülkeyi bir yerlere götürecek öngörü kırıntılarını yakalamak daha kolay oluyor.

Örneğin geçtiğimiz hafta sonu Fransa’da önemli bir toplantı yapıldı. Fransa Cumhurbaşkanı ile Nijerya devlet başkanı, dört Afrika ülkesiyle bir zirve gerçekleştirdi. Çad, Benin, Nijer ve Kamerun’un katıldığı bu toplantının tematik konusu Boko Haram ile mücadele idi.

Terörle mücadele kapsamında yapılan bu toplantının ilk işlevi, adı geçen Afrika ülkelerini bir araya getirmekti. Söz konusu ülkeler arasında radikal terör konusu dışında bir dizi sorun bulunuyor. Sınır sorunu, göçmenler, azınlıklar gibi bir dizi anlaşmazlık aralarında savaş ve savaşa yakın durumlara neden oluyor. Dolayısıyla bir araya gelmeleri öncelikle aralarındaki sorunları barışçı yollardan çözme kararlılığı açısından son derece önemli; tabi bunu sağlayanın Fransa olması da dikkat çekici.

Anti Boko Haram girişimi

Toplantı sonrasında, orta ve uzun vadeli iki planlama konusunda anlaşmaya varıldığı belirtildi. Orta vadede olan belli, Boko Haram ile savaş. Bu çerçevede ortak sınır denetimi mekanizması kurulacak, Çad gölü çevresinde ortak bir askeri güç konuşlandırılacak ve acil müdahale birliği oluşturulacak. Ayrıca, adı henüz konulmamış bu işbirliği, terörizmin finansmanı konusunda ortak çalışacak ve en önemlisi bu konuda BM ile birlikte çalışacak. Kısacası mini bir NATO kuruluyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Yıldıray Oğur / Müstahak mısınız?

8 Ekim 1999 günü Hürriyet gazetesinin manşetinde elinde pankart tutan başörtülü bir kadın vardı:

“20 bin cana saygısızlık”

Haberi okuyunca hem eski Türkiye’yi hem o pankartı hatırlayacaksınız:

“Evleri yıkılmış, açıkta kalmış çaresiz insanları kandırmak için oynanan bu rezil oyun, dün de Marmara Üniversitesi’nin Göztepe Kampüsü önünde sahneye kondu. Türbanları, kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı olduğu için üniversiteye alınmayan eylemciler, vicdanları bile sızlamadan, ‘7.4 yetmedi mi?’ yazılı pankart açıp depremde yaşamını yitiren insanlara ‘Dinsiz damgası’ vurdular. Marmara’yı vuran depremi, ‘Müslüman olmayanlar cezalandırıldı’ diye yorumlayan dar kafalıların zavallı iddialarını, üniversite kampüsü önünde bir saygısızlık abidesi gibi taşıyan türbanlı eylemcilerin 20’si gözaltına alındı…”

Hürriyet’in manşeti kıyameti kopardı.

Ne yaşamış olursa, hangi zulmü çekmiş olursa olsun, kötücül, kınanması haklı bir pankarttı o. Yıllarca Müslümanların da yüzünü aşağıya astı bu nefret dolu pankart.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Elif Çakır / Tartışmaya bak: Maden ocakları kime bağlıymış?

Aleyhinde bir kampanya yürütüldüğü vehmine kapılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız, Cumhuriyet gazetesinden Utku Çakıröz’e verdiği röportajda; Soma’da 301 insanın hayatını kaybettiği ‘maden ocağına’ ilişkin olarak ‘maden ocaklarının” Bakanlığı ile ilgisinin olmadığını söylemiş

Yani hükümetin üyesi bir bakan diyor ki ‘suçlu ben değilim odur’ ama “beni kötü adam ilan ettiler”!

Ne denir bu söze?

Oysa Sayın Bakanımız facianın ilk günlerinde, arka fonda maden ocağından bir saatte sekiz cansız bedenin çıkartıldığı, o can pazarının yaşandığı dakikalarda düzenlediği basın toplantısında ‘2 yıl içerisinde 16 kez denetim’ ve yaptıklarını söylediği ‘denetimlerin’ ne kadar mükemmel olduğunu anlatıyordu bizlere.

Dahası hayatını kaybeden işçilerin dram dolu hikâyelerini henüz duymaya başladığımız o günlerde ‘301 işçinin ölümüne sebep olan maden ocağının işletme ve iş güvenliğine ilişkin uygulamalarının mevzuatlara uygun olduğunu’ yine Sayın Çelik’in basın açıklamasından öğrendik.

Velhasıl Çalışma Bakanının ‘şahane mevzuat’ açıklamalarıyla “mevzuatlara uygun darbeler” literatürümüze bu kez de ölümleri ekledik.

301 ölümün olduğu yerde, küflü maskelerle arkadaşlarının cesetlerinin üzerinden geçerek canlarını kurtarabilen işçilerin ‘maden ocağına’ dair anlattıkları ortadayken Sayın Çelik eğer bir röportaj verecek idiyse bu sorumluluğun bilincinde bir röportaj olmalıydı.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ali Bayramoğlu / İrtifa 

Türkiye gibi yarı kapalı düzenden çıkmaya çalışan toplumlarda sıkça taşıyıcıların, siyasi iktidarların ‘becerisi ve tarzı’ tek yol fikriyle özdeşleştirilir.

Bunu ANAP döneminde de yaşadık, bugün de yaşıyoruz.

Oysa ‘doğru’nun tek şekli, tek modeli yok.

Siyasi iktidarın yapılması gerekenleri ustaca ve cesaretle yapıyor, Türkiye’nin önünü açıyor, çıtasını yükseltiyor olması, kullandığı modelin ve simgelediği siyaset tarzının aynı oranda tartışılmaz olduğunu göstermiyor.

Makro açıdan ‘doğrular’ yapılır, ‘doğru adımlar’ atılır, ‘çarpıcı sonuçlar’ alınırken, bırakılan tortunun mevcut zihniyet yapısını, siyaset-toplum ilişkilerini olduğu gibi üretip üretmediği, dönüştürüp dönüştürmediği de önemli bir meseledir.

Bugün AK Parti’ye yönelen küfür niteliği taşımayan eleştirilerin önemli bir bölümü bu noktadan kaynaklanıyor…

Gücünü toplumdan almakla, değişim politikalarıyla topluma hareket alanı sağlamakla birlikte, AK Parti toplumla ilişki kurarken, ‘geleneksel sağ söylem’in dışına çıkmıyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Markar Esayan / Çürük zihniyetin altında kalmamak için…

Soma’da üç yüz bir işçi kardeşimizi kaybettik. Bir kez daha Somalı acılı ailelere başsağlığı diliyorum. Mekânları cennet olsun.

Ölenleri geri getirmek mümkün değil. Ama onların arkalarında bıraktığı yetimler, acılı eşler ve akrabalar artık bizim ailemizdirler. Sorumluların hak ettikleri cezayı görmesi, bu kazaların bir daha yaşanmaması ve Somalı ailelerin ‘sağaltılması’ için gereken ne varsa bunu yapmak, talep etmek, gündemden düşürmemek hepimizin görevidir.

Ancak, felaket yaşanmadan hemen evvel, Soma ile ilgili uyarıcı haberin basınımızda hangi boyutta yer alacağı, hak ettiği boyutta yer alsa dahi, bunun bizlerin dikkatini ne kadar çekeceği ile ilgili acı gerçekle yüzleşmek zorundayız.

Soma’daki felaketi önleyecek kapsamlı bir haber, rapor veya bir uzman görüşü, içeriden bir işçi ihbarı, gündemimizde ne kadar yer tutabilir, ne kadar ilgi çeker, buna ne denli sahip çıkılırdı?

Kim bilir, şu anda hangi sektörlerde, hangi eğimi yanlış hesaplanmış virajda, adam sendeciliğin hüküm sürdüğü yerlerde bizi bekleyen yaşanmamış kaç ölüm daha var? Hatırlarsınız, aynı yolda üstgeçit yapılmadığı için insanlar sürekli ölürdü eskiden. O bölgenin halkı, bilmem kaçıncı ölümden sonra o yolu kapatır, belki birkaç kişi daha oradaki çatışmada yaralanır, sonra gereken yapılırsa yapılırdı.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Hakan Albayrak / Alman basınının hezeyanı, Alman hükümetinin sağduyusu

Evvelâ mühim bir not: Bugün, 1864 Çerkez Sürgünü’nün 150’nci yıldönümü. Çarlık Rusya’sı ile savaşta şehit düşen atalarımı ve bütün Kafkasyalıları selamlıyorum. Soykırımda ve sürgün yollarında can veren atalarıma Rahmet-i Rahman diliyorum. O büyük felaketten sağ kurtulan atalarımı bağrına basan Osmanlı Devleti’ni hürmetle anıyorum. Bizi içlerine alan Anadolu, Suriye, Ürdün, Filistin, Bosna ve Kosova halklarına şükran sunuyorum. Atalarımın yurdu, hasretim Kafkasya’ya Cenâb-ı Hakk’tan hürriyet diliyorum. Yarım kalmış bir hesaptır Kafkasya.

***

Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’a tepkiyi abarttılar diye bizim gazeteleri eleştirmiştim.

Demiştim ki: “Bizim camianın basınına bakarsak, Almanya ile bütün köprüleri atmamız gerekir. Böyle saçmalık olmaz. Orada ikibuçuk milyon vatandaşımızın yaşaması başta olmak üzere pek çok sebepten ötürü ilişkilerimizi mümkün mertebe iyi tutmamız gereken bir ülkeden bahsediyoruz.” (Star, 3 Mayıs 2014)

Ana akım Alman basınının Soma faciası ile ilgili yayınlarında Başbakan Erdoğan’a reva görülen inanılmaz hakaretlere bakıyorum da, bizim gazeteler sütten çıkmış ak kaşık gibi kalıyor.

Almanya’nın en ciddiyetsiz gazetesi Bild (Doğan Drubu’nun ortağı), herhalde ‘Biz seviyeyi onlardan fazla düşüremeyiz’ deyip, Hürriyet gazetesi yazarlarının makalelerine yer veriyor internet sitesinde.

Almanya’nın en ciddi gazetelerinden biri olarak bilinen Frankfurter Allgemeine ile Almanya’nın en ciddi haber-yorum dergisi olarak bilinen Der Spiegel dergisi de seviyeyi düşürdükçe düşürüyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Mustafa Kutlu / Uzayan Gölgeler

Artık yazı yazamıyor, pek okuyamıyorum. Pil ağır ağır bitiyor. Mektuplara cevap veremiyor, davetlere gidemiyorum. Ama yine de kalan gücümü kullanarak her gün (Cumartesi hariç) Dergâh’a gelmeye, 24 yıldır çıkardığımız Dergâh dergisini çıkarmak için çabalıyorum. Bu dergiden üç nesil yetişti. Şimdi onlar kendi dergilerini çıkarıyor. Onlarla gurur duyuyorum.

Genç arkadaşlar, dostlar yeni kitaplarını gönderiyor. Şöyle bir göz atıyor, kitabı karıştırıyorum. Şiir kitabı ise bir iki şiir okurum. Hasta, yaşlı ve yorgunum. Eh, kırk yıldır süren vatan-millet-Sakarya serüveni. Hakk’ın rızası için sürdüreceğiz gücümüz yettiğince. Her yıl çıkarmaya çalıştığım bir kitap ve bu dergi beni hayata bağlıyor. Bazan okuduklarım beni heyecanlandırıyor. Haklarında yazayım diyorum, yazının hakkından gelemiyorum.

Emine Batar, Dergâh’ta hikâyelerini yayımladığım bir hikâyeci. Acaba hangi metni yayınladım? Bilemem ki. Sabah yediğimi unutuyorum.

Romanda, hikâyede, sinemada (sanatta) vb. aradığım iki unsur var.

1- İnandırıcı olacak

2- Etkileyici olacak.

Ne olup-bittiği belli olmayan, sisli puslu bir atmosferde, bilmece gibi duran metinler bana bir şey söylemiyor. Evet biçimle, dille hüner gösterebilirsiniz. Ama bu cambazlık bize dokunmaz. Yeni edebiyat anlayışı şunu getirdi: Ne anlattığınız değil, nasıl anlattığınız önemli. Hayır. Ne anlattığınız da önemlidir, hatta daha da önemli. Kelimelerle bir senfoni yazmaya kalkarsınız. Zor iştir. Şiirde bazan olur, çünkü Haşim’e katılıyorum, şiiri müziğe (âhenge) yakın bulurum. Unutmayın Necip Fazıl’ın ‘Çile’ şiirinin yayımlandığında adı ‘Senfoni’dir. Bu şiirin nefis bir analizini Prof. Dr. Orhan Okay yaptı. Mutlaka bulup okuyun.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Yağmur Atsız / İki mülâhaza (Kıymetini bilene)

Öyle her ipini koparan cumhurbaşkanı olamaz!

Hele “başkan” hiç olamaz! 

Peki, devletin başına kim geçsin?

Meselâ şöyle biri olabilir mi:

Haram lokma tatmayan, palavralar atmayan, infiâl yaratmayan, şerefini satmayan, bire on bin katmayan, yurddaşı aldatmayan, hiç çamura yatmayan, kalbleri kanatmayan, selefi aratmayan, gözümüze batmayan, vâlide ağlatmayan veeee…. bizleri yerimizden… dehşetle fırlatmayan biri…

Bence olabilir.

Şimdi lütfen tehevvüre kapılarak “Kardeşim, sen burada kendini târif etmişsin!” demeyiniz!

Eğer öyle olsaydı ‘fevkalâde yakışıklı olmak’ şartını da eklerdim.

Hayır, cumhurbaşkanlığı bana göre bir iş değil.

Sabahın kör karanlığında kalk, her Allâhın günü en az on dört on beş saat hıngır hıngır koşuştur, asgarî 150 kişiyle tokalaş, bir alay mendebura nâzikâne davran ve en geç üç hafta sonra o günki 56. kabûl resmine doğru yol alırken yâverine dönerek “Yâhu, kaç saatdir aklımda; bir türlü sormaya fırsat bulamadım. Bu sabah kahvaltıda o gelip karşıma oturan hanım kimdi?” diye sorup “Eşinizdi, Beyefendi.” cevâbını alarak apışıp kal!

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Mehmet Barlas / “Yeni Türkiye”yi eski bilgilerle anlayamayız

Yeni Türkiye eskisinden çok farklı… Kendi tarihimizle yüzleşme cesareti gösterdiğimiz için sadece tabular yıkılmadı. Demokrasinin üzerindeki askeri ve bürokratik vesayet kalktı.

Ama bu Yeni Türkiye’yi anlamakta zorlanan beyinler, eski bilgilerle dolu. Öylesine şartlandırıldık ki, Türkiye’nin gerçek potansiyelinin ne olduğunu anlamaya bile çalışmadık.

Gerçek potansiyelimiz

Şimdi anlıyoruz ki meğer havaalanları, limanlar milyar dolarlarla ölçülen değerlere sahipmiş. Yıllarca bu mekânlara “Kamu hizmeti yapılıyor” denilerek, bütçeden ne ödenekler gitti… Sonra bir özelleştirme ile bunların gider değil gelir kalemleri oluşturduğu anlaşıldı. Üstelik bunlar özel sektöre geçtikten sonra hizmetler daha iyileşti.

Meğer THY dünya rekabetinde ön sırada yer alabilirmiş. Meğer Türkiye bir turizm ülkesi olabilirmiş… Otoyol da yapabilirmişiz, gökdelen de dikebilirmişiz ve hatta Boğaz’ı su altından da geçebilirmişiz…

Ya şu yıllarca “Tekel”e mahkûm edilmemize ne demeli? Anasonsuz rakılar bile içtik… Sigaralardan odun parçacıkları çıkmasını doğal karşılamaz mıydık? Rahmetli Turan Güneş “Bu sigaralara ancak yeniçerilerin solukları yeter” derdi.

Şimdi her biri farklı çeşnilerde rakı markaları var tercihimize sunulan… Tekel’in alıp kullanmadığı ve depolarda saklanıp sonra yakılan tütün stokları da artık haber olmuyor.

Düşünebiliyor musunuz bir zamanlar “70 sente muhtacız” diye anlatılan Türkiye, enerji ithalatı için yılda 60 milyar dolar ödüyor. Kentler doğalgazla ısınıyor… Eğer kömür madenlerinde çalışanların can ve iş güvenlikleri sağlanmazsa, kömürü de ithal edebileceğimizi biliyoruz. Bırakalım enerji ithalatını… Türkiye’nin son dönemde GSM cep telefonlarının ithalatı için 50 milyar dolara yakın ödeme yaptı.

Telekomünikasyon Kurumu’ndan bir yetkili, 5-6 yıl önce “Türkiye’den her yıl yaklaşık 3.5 milyon cep telefonu yurtdışına bakıma gidiyor” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Buna göre telefonlar arızalandığında telefon eski ve ucuzsa atılıyormuş ama değerliyse servise götürülüyormuş. Servisteki onarımda ise donanım arızaları giderilemeyince cihaz yurtdışına gönderiliyormuş.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Haşmet Babaoğlu / Yeni kolonyalizm kapımıza gelip dayandı!

Gauck’un bütün “gak guk”larını ayrıntısıyla tartışan medyamız Almanya Cumhurbaşkanı’nın Mısır’daki idamlar sorulunca nasıl cevap verdiğine dikkat etmedi. 

Oysa birçok şeyi özetleyen bir cevaptı.

Konuk Cumhurbaşkanı önce hayali bir aynada üstünü başını düzeltti: “Almanya’da idam cezası yok.”

Sonra şu gayet egosantrik (siz isterseniz avrosantrik diye düzeltin!) açıklamayı yaptı: “Biz Avrupalılar için idam cezası anlaşılır bir şey değil ve çok endişeliyiz.”

Düşünün…

Daha baştan “pisliğe” elini (Avrupa’yı) bulaştırmama…

Daha baştan içinde küçümseme barındıran bir mesafe koyuş…

Daha baştan tartışmayı hukuk ve idam cezası üzerinden yürütüp siyaseti ve idama mahkûm olanları bağlamın dışına atma çabası… Tabloyu böyle tanımlamam haksızlık mı? Hayır!

Nitekim Gauck’un cevabının son cümlesi de yine mazlumlar üzerinden değil, bir 19. yüzyıl kolonyalisti gibi muktedire tavsiye niteliğindeydi: “Şimdiki Mısır yönetimiyle temasa geçilip daha ölçülü bir yargılama isteyebiliriz.”

Niye birkaç hafta geriye gidip bunları hatırladığımı soracak olursanız, söyleyeyim…

Uzun uzadıya düşünüp konuşmamız gereken çok önemli bir konuya giriş olması için.

Artık lafı dolandırmadan kabullenmeliyiz ki, Türkiye bir krize sürüklenmek isteniyor ve bu sadece iç dinamiklere dayanan bir süreç değil.

Ortada yeni ve açıkça uluslararası bir dinamik var.

Suriye, Mısır ve Ukrayna’da olanları işaret taşları sayabiliriz.

Şimdi de detaylara dönüp şu tabloyu değerlendirin…

Anglosakson basınında Erdoğan eleştirileri bitmek bilmediğinin farkındayız. Şimdi de bir maden kazası bahane edilerek Der Spiegel’in internet sitesinde “Cehenneme git!” başlığı atılıyor; Başbakanın Almanya gezisine karşı Alman siyasetçiler ve medya “gelmesin!” kampanyasına kalkışıyor. Bunlar rastlantı olabilir mi? 

Yazının devamını okumak için tıklayın…