Siyasi yumuşama ve ölçüsüzlük

Medya
Hayrettin Karaman, Yusuf Kaplan, Faruk Beşer, Fehmi Koru, Akif Beki, Berril Dedeoğlu ,Yalçın Akdoğan, Sibel Eraslan, Oral Çalışlar, Haşmet Babaoğlu, Burhaneddin Duran ve Mahmut Övür, gündemd...
EMOJİLE

Hayrettin Karaman, Yusuf Kaplan, Faruk Beşer, Fehmi Koru, Akif Beki, Berril Dedeoğlu ,Yalçın Akdoğan, Sibel Eraslan, Oral Çalışlar, Haşmet Babaoğlu, Burhaneddin Duran ve Mahmut Övür, gündemdeki konuları değerlendirdiler.

Hayrettin Karaman / Günümüzde İslam Devleti

Günümüzde İslâm Devleti kavramı hakkında ve bunu oluşturmak için ortaya konan hareketler üzerinde daha alimce, fakihçe ve daha soğukkanlı durmak ve böyle yaklaşmak gerekir. Benim şöyle bir tespitim var: Türkiye’de devleti genellikle mühendisler, seküler bilim alanlarında okumuş ve yetişmiş insanlar yönettiği gibi dünyada da İslâm Devleti hakkında konuşan, İslâm Devleti’ni oluşturmak için bir harekete liderlik eden insanlar arasında, merhum Humeynî’yi ve merhum Aliya’yı istisna edersek, pek fakih ve hakîm yoktur. Yakın çevrelerinde tuttukları ve tavsiyelerine önem verdikleri İslam alimleri de ya yoktur veya azdır, yetersizdir.

Sonra bütün bu insanlar bulundukları toplumda öngördükleri hareketi, hür bir ortamda değil, bir baskı altında sürdürmek zorunda kaldılar. Bu da ortaya konan her fikrin, her davranışın tepkisel olması sonucunu doğurdu. Asıl kaidelerden ve ideal düzenden uzak kalındı.

Bir de bu hareketleri yürüten zevatın çoğunun selefî çizgide olmaları vâkıası vardır. Selefî anlayış, genel olarak hikmet çizgisinden biraz uzak kalmıştır. Ben burada hikmeti, yalnızca felsefe olarak değil, felsefe, fıkh/kelam ve tasavvuf olarak alıyorum. Binaenaleyh daha ziyade hikmet-i İslâmiyeyi kastediyorum. Hikmet-i İslâmiye’yi de yalnızca bilgi olarak almıyorum. Aynı zamanda eğitim boyutunu da göz önünde bulunduruyorum. Dolayısıyla da tasavvufu/zühdü devreye sokmuş oluyorum.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Faruk Beşer / Aile sempozyumundan

Geçtiğimiz hafta sonu Medeniyet Vakfı’nın düzenlediği Aile Sempozyumu için Ankara’da idik. Dolu dolu iki gün yaşadık. Çok güzel insanlarla tanıştık, çok değerli ilim adamları ve ilim kadınları dinledik. Vakıf başkanı Beşir Eryarsoy ve değerli arkadaşları tevazu içerisinde herkesle ilgilenip sempozyumun verimli olması için ne gerekiyorsa yaptılar. Aynı Ekip geçen yıl da ‘Uluslararası Hasan el-Benna’ sempozyumu yapmışlar. Bildirileri iki cilt halinde basılmış.

Bu sempozyumda benim bildirim ‘İslam Ailesinin Belirleyici Özellikleri’ idi. Fırsat bulursam ondan da özetler sunacağım. Ama fakire bir de son değerlendirme oturumunda görev verdikleri için bütün bildirileri dikkatlice dinledim ve kısa notlar aldım. O notları kendi ifadelerim haline getirerek bir kısmını sizin de istifadenize sunmak istiyorum. Farklı konularda söylendikleri için cümleler arasında tutarlılık aranmasın. Hepsinin söyleyenini kaydedemediğim için bazılarının isimlerini veremeyeceğim.

Önce çoğunluğu profesör, diğerleri yazar olan bildiri sahiplerinden bazı isimler vereyim:

Mustafa Ağırman, Ömen Faruk Harman (bildirisini başkası okudu), Ahmet Taşğın, Beşir Eryarsoy, Faruk Beşer, Hamdi Döndüren, Orhan Çeker, Mustafa Tekin, M.Mahfuz Söylemez, Bekir Sağlam, Hacı Duran, Abdullah Özbek, Celaleddin Vatandaş, Necdet Subaşı, Mustafa Aydın, Ömer Küçükağa, Yasin Aktay, Sefa Saygılı, Abdurrahman Arslan, Süleyman Arslantaş, Burhanettin Can, Mahmut Hakkı Akın, Zuhal Güney, Hayriye Bican, Demet Tezcan, Hülya Şekerci, Sabiha Alpat Ateş…

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Fehmi Koru / Kim, nerede duruyor?

Acaba ‘bağımsız’, kendi başına buyruk bir dış politika izlendiği için mi Türkiye’nin Batı ile arası açılıyor? Bazılarının iddiası bu ve bunu hükümetin ‘başarı’ hanesine yazılacak bir ‘gerekçe’ olarak ileri sürüyorlar…

Oysa Ak Parti hükümetinin başarısı Batı ile de iyi geçinmeyi gözeten bir ‘milli’ dış politika çizgisi izlemesindendi. Bugün de, şartlar yakın dönemde çok farklı hale gelmiş olsa da, Türkiye’nin dış politikasının genel hatları pek değişmedi.

Bazı Batılı liderlerin hoşnutsuzluk belli eden çıkışlarını ‘iç politika’ gerekleriyle açıklamak mümkün…

Dış politika tercihi gibi görünen Ankara’nın bazı tavırları, aslında bir eksen sapmasıyla değil, iç politika hesaplarıyla ilgili… Dışarıdan gelen çoğu haksız ve anlama özürlü eleştiriler Ak Parti’nin Türkiye içindeki destek zeminini genişletiyor…

Siyasiler, özellikle seçim ortamlarında, dışarıyla aranın açıldığı görüntüsüne bu yüzden fazla aldırmıyor.

Dış-iç politika dengesi bugüne kadar Ak Parti için hep olumlu sonuçlar verdi.

Konuyu şimdi ele almamın sebebi, dikkat edilmezse dengenin bozulabileceği endişemdir. Köklü altüst oluşlar yaşandığı bir döneme girildiği izlenimini güçlendiren gelişmeler var dünyada ve kendi içiyle aşırı ilgili olduğu için değişimi doğru değerlendiremezse, Türkiye, bu defa kaybedenler safına itilebilir…

Dikkate alınması gereken bir endişe bu.

Çin ile Rusya arasında, Şanghay’da, Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tanıklığında önceki gün 30 yılda 400 milyar dolara bâliğ olacak bir ‘doğalgaz’ anlaşmasıimzalandı. Tek başına kalsaydı, iki ülke arasındaki tarihi çelişkileri bile unutturan ekonomik gerekliliklerin zorladığı bir yeni durum sayabilirdik yakınlaşmayı… Ancak eş-zamanlı olarak Çin ile ABD arasında başgösteren çatışmacı ortam, Çin-Rus yakınlaşmasını ekonomiden öte bir anlama taşıyor.

Ne oldu ABD ile Çin arasında? Şu: ABD dışişleri bakanlığı, çelik, nükleer tesis ve güneş enerjisi alanlarında çalışan firmalarının hassas bilgilerini bilgisayar korsanlığı yoluyla çaldıkları iddiasıyla beş Çinli subaya dava açılmasına karar verdi.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Akif Beki / Diktatörlük müyüz ‘illiberal demokrasi’ mi?

Allameler ihtilafta, kararı siz verin.

Ben aynca bir yargıda bulunmavı abes görüyonını. Esasen şu iki kare her şeyi anlatıyor tek başına; anadan üryan soyar gibi, sistemin ne idülüğünü çırılçıplak teşhir ediyor. İlkinde olay yeri Ankara. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği TOBB’un mali genel kurulu… Sırasıyla önce Başbakan Erdoğan konuşuyor. sonra da CHP Lideri Kılıçdaroglu. Tayyip Erdoğan: “Bana diktatör diyenlerden bazıları şu an karşımda oturuyor.

Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Diktatör olsam bunu yapabilir miydiniz?…” Kemal Kılıçdaroğlu: “Sayıştay raporlannı getirtmeyeceksiniz, anayasal kurumu çalıştırtmayacaksınız. Cumhuriyet 1 laik Parüsi’nin billbord’lara paramı ödeyerek vereceği ilanı yayınlatmayacaksınız. Yasama ve vargı benim için ayak bağı’ diyeceksiniz, sonra bu ülkede demokrasiden söz edeceksiniz, hukukun üstünlüğünden söz edeceksiniz. Bunlar doğru değil değerli arkadaşlar…” Türkiye, bütün arızalarına rağmen bir demokrasi midir? 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Yıldıray Oğur / Ya Allah, Bismillah’la açılan Ford fabrikası…

Siyaset Bilimi’ne giriş dersleri Niccola Machiavelli’nin Prens’i ile başlatılır.

27 kez Türkçe’ye çevrilmiş kitap. Ama pek okuyan olmamış herhalde.

Öyle olsaydı. Dün olan biten daha az şaşkınlık oluştururdu.

Gezi’nin birinci yıl dönümü yaklaşıyor. Bundan yaklaşık bir yıl önce direnişçilerin kalesi olan Divan Hotel’in catering hizmeti verdiği bir törenle Başbakan Erdoğan Koç grubunun yeni Ford fabrikasını açtı.

Ya Allah, Bismillah, diyerek açılmış ilk Ford fabrikası olabilir bu. Açılışta kürsüden konuşurken az önce telefonda konuştuğu Alman Şansölyesi Merkel’in fabrika açılışına selamlarını da iletti haziruna. Birkaç gün sonra da yine Gezi’nin yıl dönümünde Köln’de yüz bine yakın AK Parti taraftarına konuşması bekleniyor Başbakan’ın. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını belki de Almanya’nın göbeğinden başlatacak…

Sadece bir yıl önce 12 yıllık iktidarının en büyük kalkışmasıyla boğuşan bir Erdoğan vardı. Başbakanlık ofisinin basılıp fotoğraflarının devrik liderler gibi parçalanma görüntülerinin tüm dünyaya servis edilmesine çalışılan, Fas’tan gelip gelmeyeceği bile tartışılan bir lider. Ardından 17 Aralık Cemaat ayaklanması geldi…

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Beril Dedeoğlu / Rusya-Çin Anlaşması

Rusya ile Çin, dünya dengelerini önemli ölçüde etkileyecek bir anlaşmaya imza attılar. Anlaşmanın konusu yaklaşık 400 milyar dolarlık doğalgaz. Rusya, Çin’e 2018’den itibaren her yıl yaklaşık 40 milyar metreküp gaz satacak. Çin doğalgaz ihtiyacının büyük kısmını Türkmenistan’dan sağlamaktaydı, bu proje ile Rusya’nın Türkmenistan-Çin ilişkilerini de belirleyeceği öngörülebilir.

Hali hazırda iki ülke arasında doğalgaz boru hattı mevcut olmasına rağmen, yapılan anlaşmayla yeni boru hattı da inşa edilecek. Ayrıca imzalanan anlaşmalar sadece enerji konularını kapsamıyor, iki ülke arasındaki 90 milyar dolarlık ticaret hacminin yaklaşık on yıl içinde iki yüz milyar dolara çıkarılması öngörülüyor.

Kapsamına ve önemine uygun olarak bu anlaşmanın müzakerelerinin on yıldan uzun zamandır sürdüğünü hatırlatmak lazım. Ayrıca, bu müzakerelerin de ‘raunt’ olarak adlandırılması mümkün, zira son derece çekişmeli geçmiş. Sonunda metinler hazırlanmış, kalemlere mürekkepler çekilmiş ve Putin’in Çin gezisinde imzaların atılması planlanmış. Putin’in üç gün önce gerçekleştirdiği Çin ziyareti sırasında da anlaşma imzalanmış.

Çin Ulusal Petrolü ile Gasprom arasında imzalanan anlaşma konusunda anlaşıldığı kadarıyla son dakikaya kadar bazı uzlaşmazlıklar yaşanmış. Tıpkı Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlayacağı Ekim 2005’deki toplantıda olduğu gibi, Pekin’de de saatler durdurulmuş, imzalar son dakikada, Putin ülkesine dönmeden hemen önce imzalanmış.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Yalçın Akdoğan / Siyasi yumuşama ve ölçüsüzlük

Demokrasinin diyalog, hoşgörü, tahammül ve uzlaşıya dayandığı bilinen bir gerçektir. Demokratik rejimlerde hükümferma olması gereken bu değerlerin öncelikle siyasetçiler arasındaki ilişkiye yansıması gerekir. Türk siyasetinin son dönemde giderek ‘aşırı, aykırı, ajitatif, hakaretamiz, ölçüsüz’ bir üslüp üzerinde dönmesi hem siyaseti zayıflatan, hem demokrasiyi güçsüzleştiren bir etki yapıyor. 

Muhalefet liderlerinin sıradan sözler gibi ifade ettikleri ‘katil, hırsız, yolsuz, yalancı, hain’ lafları siyasi diyalog kanallarını havaya uçuruyor. Liderlerin birbirinin yüzüne bakamayacak sözler sarfetmeleri, ilişkilerin kopmasını da beraberinde getiriyor. Öyle olunca törenlerde birbirine sırtını dönen, gözünü kaçıran, tokalaşmayan siyasetçi görüntüleri oluşuyor.

Muhalefet partileri iktidarı yerden yere vurmayı, düşman gibi konumlandırmayı kaçınılmaz bir siyaset gibi görürlerse büyük hata ederler. Başbakan Erdoğan’a söylenen her ağır sözün toplumun büyük kesimini oluşturan AK Partililer üzerinde nasıl bir psikolojik etki yaptığını düşünmemek akılcı bir davranış olmaz.

David Russell’ın, “Hayattaki en zor şey; geçeceğin köprülerle, yıkacağın köprüleri ayırt etmektir” der. Siyasetçinin işi köprüler yapmaktır. Bunun ilk adımı da gönül köprüleri kurmaktır. Köprüleri havaya uçurmayı siyaset zannedenler ya ileri noktalara gidemezler veya gittikleri yerden dönemezler.

Erbakan, Özal, Demirel, Türkeş arasında ciddi siyasi gerilimler olmuştur ama beşeri ilişki ve nezaket hiç kesilmemiştir. Hatta büyük siyasi kavgaların içinde eski dost gibi samimi sohbet ettikleri bile görülmüştür. Yüzyüze bakmak, el sıkışmak, gözgöze gelmek, hatır sormak açısından iyi bir noktada olduğumuz söylenemez.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Oral Çalışlar / Deniz Baykal MHP’nin adayı olabilir mi?

Benim başından beri önerim. CHP’nin adayı Kılıçdaroğlu, MHP’nin adayı Bahçeli, AK Parti’nin adayı da Erdoğan olmalı.  Deniz Baykal, cumhurbaşkanı adayı mı? Haber şöyle: “Torunu Mehmet’in New York’taki mezuniyet törenine katılan Antalya Milletvekili Deniz Baykal, CHP’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı seçimi ile ilgili yorum yapmaktan çekinerek ‘Türkiye gündemine geçmeyelim, üzerimde çok baskı var’ dedi.” 

Bu haberin çıktığı gün Reha Muhtar da MHP lideri Devlet Bahçeli’nin cumhurbaşkanı adayının Deniz Baykal olduğu iddiasında bulundu. Muhtar, CHP’nin Mansur Yavaş’ı aday gösterip MHP’lilerden oy alması gibi, MHP’nin de bir CHP’liyi aday gösterip CHP’lilerin oyunu alabileceği yorumunu yaptı. 

Cumhurbaşkanlığı seçimine üç aydan az bir zaman kaldı ve hâlâ partilerin adaylarının kim olduğunu bilmiyoruz. AK Parti’ninki iki isimden biri olacak gibi görünüyor. Büyük ihtimal Tayyip Erdoğan, ikinci ihtimal Abdullah Gül. 

CHP, MHP ve BDP’nin adaylarını ise hâlâ bilmiyoruz. Anlaşılan o ki, cumhurbaşkanı adayları da aynı büyükşehir belediye başkanı adayları gibi son dakikaya kalacak. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Sibel Eraslan / Yoksul

Kapı çaldı… “Bir yoksuldur” dedi kalbim. Şükür ki pek çoğunu gündüz geldikleri için kaçırdığımız halde, kapımızı hala çalabilen “tanrı misafirleri” var, susamış çocuklar veya yol soran kadınlar, böyle güvenlik kulübesi, inzibatı, kontrolü olmayan bir sokakta, bir evdeyiz. Etrafı giderek daralan bir çemberle sarmış devasa trolleri andıran yüksek güvenlikli sitelerin gölgesinde, bilmem ne kadar dayanır bizim küçük sokak… “Misafir araç, seyyar satıcı ve dilenci giremez” yazılı o sitelerin girişinde. Demek, misafirle dilenci, dilenciyle satıcı arasında bir benzerlik varmış ki hepsine birden yasak. “Dostun evi nerede?” diye bir soru. Şimdi bu güvenlikli sitelerde özenle büyütülen çocuklar, on yıl sonra, Büyükanneleri veya Halalarını dilenci mi yoksa seyyar satıcı mı, hiç bilemeyecekler, çünkü onlara hiç misafir gelmeyecek… Nasibin kalkması gibi bir şeydir oysa bu… 

Kapı çaldı… Ben tam o sırada, Soma faciasında babasını kaybetmiş dokuz yaşındaki bir çocuğun kaleme aldığı mektubu okuyordum. Babası madenden çıkamayanlardan, Allah rahmet eylesin. Cebinden 2 lira, 1 çakmak 1 de tarak çıkmış. Bunları diyor dokuz yaşındaki oğlu, bunları beş yaşındaki kardeşim ve henüz annemin karnında taşımakta olduğu diğer kardeşimle birlikte… Hatıra olarak saklayacağız. 2 lira, 1 çakmak, 1 tarak. Erkeklerin ateş ve tarak taşıması sünnettendir. Helal kazanç için dökülen alın terini de cihat saymıştır Hz.Muhammed Mustafa(s). Mahşere helal 2 lirayla çıkacak bu kardeşimizin hali ibret alınacak bir yüksek değerdir. Acınacak olansa kendi halimiz…

Devam ediyor oğlu: “Üstünden çıkan elbiseleri yoksullara verdik”… Demek ki bu mektubu yazan çocuk yoksul değil. Peki kimdir yoksul olan? Yoksullara dağıtılmış birkaç parça üst başını düşünüyorum müteveffa babanın… Cebinden ancak 2 lira, 1 tarak ve 1 çakmak çıkabilmiş o babadan daha da yoksulları var ki, onlara düşmüş demek ki pay… Babasına mektup yazan o çocuğun zihnindeki “yoksul”u düşünmeye çalışıyorum. O kadar dibe inmek gerekiyor ki onu bulmak için. Bulmak zorundayım. Bulmak zorundayız… Şu çocuğun asil ifadesiyle soralım: Hangimiz daha yoksuluz?

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Haşmet Babaoğlu / Yeni kolonyalizm… Benzerlerini arayan batı medyası!

On yıl öncesine kadar falan Batı medyasından birileri gelip kapımızı çaldığında…

İstedikleri tek şey vardı: “Bizi halkın içine sok!Gelenekleri, görenekleri bozulmamış, inançları gündelik hayatın dünyevileştirme hızına ayak uydurmamış kesimlerle tanıştır!”

Uluslararası medyada az çok “Ortadoğu uzmanı” olarak öne çıkmış bazı isimler vardı ki, özellikle Türkiye’deki İslami cemaatlerle tanışıklığı olan gazetecileri arar bulurlardı. (O dönem bu servisleriyle sivrilmiş ve bugün yorumcu olarak ün yapmış bazı gazetecilerimiz olduğu malum.) 

Belki doğrudan Nâzım’ın şiirindeki gibi “Tevekkül, kısmet, kafes, han, kervan, şadırvan, gümüş tepsilerde rakseden sultan!” peşinde değillerdi, o devir çok eskide kalmıştı ama zihinleri aynı oryantalist kurguya dayanıyordu.

Farklı bir Doğu, farklı bir Türkiye, farklı bir Ortadoğu vardı ve onlar o büyüleyici “fark”ın içinde kendilerine müttefik arıyorlardı.

Çoğu solcuydu ve bizim sol zihniyetin “devletin kurucu ideolojisi” ile sakatlandığını doğru tespit emişlerdi.

Batı’nın sekülerizmi abarttığını ve bu durumun Batı dışı toplumlarla insan hakları düzeyinde bile iyi bir ilişki kurulmasını engellediğini düşünüyorlardı.

Dedim ya, nihayetinde oryantalisttiler. Antropolojik bir soğuklukla egzotik sıcaklığı yan yana getirip Türkiye’ye öyle bakıyorlardı ama bizim aydınımızla kıyaslandığında halkı çok daha iyi tanıyorlardı. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Mahmut Övür / Alman medyası neden saldırıyor?

Başbakan Erdoğan, yarın Almanya’da, Köln’de Avrupa Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) 10. Kuruluş Yılı Şenliği’ne onur konuğu olarak katılacak. 3 milyona yakın Türkiyelinin yaşadığı Almanya’da sanıyorum Türkiye başbakanının katıldığı böyle bir etkinlik ilk değil. Ama zamanın ruhu açısından bir ilk olacak.

Çünkü Türkiye artık eski Türkiye değil. Başbakan Erdoğan da eski başbakanlara benzemiyor. Sadece Almanya’da yaşayanlar değil, dünyanın başka ülkelerinde de artık “Türkiyeli olmak” baş eğdirmiyor.

Zaaflarımıza rağmen böyle bir Türkiye gerçeği var. Bu gerçek, AB’nin “oyun kurucu” ülkesi Almanya ile bölgenin “oyun kurucu” ülkesi Türkiye’yi hem yakınlaştırıyor, hem karşı karşıya getiriyor.

Ve bu da ilginç bir zaman diliminde, I. Dünya Savaşı’nın 100. yılında yaşanıyor. Tarihin garip cilvesi sanki 100 yıl önce de bu topraklarda yaşanan her şeyin içinde Almanya vardı. Ermeni trajedisinden, Sarıkamış faciasına kadar her şeyin içindeydiler.

Bugün de resmi makamlar makul tutum alsa da özellikle Alman medyası akıl almaz bir rol üstlendi. Neredeyse Alman medyası Türkiye iç siyasetinin bir öğesi gibi görev yapıyor. Almanya’da yayınlanan önemli gazete ve dergilerde Başbakan Erdoğan için “Cehenneme git Erdoğan” diye manşet atanından “Führer” diye niteleyenine kadar bir dizi düzeysizlik örneği sergileniyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…