IŞİD değil yeni ‘Sünni Arap Devleti’ projesi

Medya
Fehmi Koru, Ahmet Taşgetiren, Beril Dedeoğlu, Sibel Eraslan, İbrahim Karagül, Abdulkadir Selvi, Yusuf Kaplan, Engin Ardıç, Haşmet Babaoğlu gündemdeki konuları değerlendirdiler… Fehmi Koru / Türk...
EMOJİLE

Fehmi Koru, Ahmet Taşgetiren, Beril Dedeoğlu, Sibel Eraslan, İbrahim Karagül, Abdulkadir Selvi, Yusuf Kaplan, Engin Ardıç, Haşmet Babaoğlu gündemdeki konuları değerlendirdiler…

Fehmi Koru / Türkiye’ye ‘yeni’ tehdit

Güçlü Amerikan ordusunun Bağdat’ı teslim alması bile 40 gün sürmüşken, nasıl oldu da başıbozuklardan oluşan bir güruh, beş gün içerisinde, hiçbir direnişle karşılanmadan, onca yolu katedip Musul’a ulaştı?” diye şaşıranlardansanız, asıl ben size şaşarım. 

O sorunun gayet basit bir cevabı var: Amerikan ordusu sayesinde…

İşgalci güç ABD, Saddam Hüseyin’in bütün izlerini yok etmeyi hedef seçtiği için, ilk iş olarak Irak ordusunu tasfiye etti ve sıfırdan yeni bir ordu oluşturmayı yeğledi. Bugün başıbozuklar önünde kaçışan ‘Irak ordusu’ Amerikalılar tarafından eğitilen, henüz acemiliklerini üzerinden atamamış yeniyetmelerden oluşuyor; buna karşılık ‘başıbozuk’ diye küçümsenenlerin içinde en kalabalık grup, Amerikalılar’ın tasfiye ettiği Saddam’ın subayları tarafından eğitilenler…

Sadece Irak böyle değil; askerleriyle girdiği her yerden arkasında enkaz ve kaos bırakarak ayrıldı Amerika… Yarın Afganistan’dan çekildiğinde de benzer bir tabloyla karşılaşılacak… Hem de yalnız Afganistan’da değil, muhtemelen Pakistan’da da…

Bağdat rejimi, ordusunu yalnız bırakan subaylar ve kaçan erlerden sonra “Bir şeyler yap” diye yardım talep ettiği Washington’dan, “Kendi başının çaresine bak” cevabını aldı.

Nuri el-Maliki’nin ise, IŞİD (Irak ve Şam İslâm Devleti) örgütü militanlarının Bağdat’a yürümemesine duadan başka yapabileceği fazla bir şey yok…

Aslında terör örgütlerinin de bir aklı olduğunu kendi tecrübelerimizden bilmemiz gerekirdi, ama o tecrübenin yetmediği ortaya çıkan tabloya verilen tepkilerden anlaşılıyor. Dikkatlerimizi zamanında geri çekemediğimiz başkonsolosluk mensupları üzerinde yoğunlaştırdığımız için büyük tabloyu göremiyoruz. Oysa, terör örgütünün aklı, bölgesinde güçlü Türkiye’nin, çoğu uluslararası dokunulmazlığa sahip diplomatlardan oluşan Musul’daki beşeri varlığını elinde tutmaması gerektiğine erecektir.

Esas üzerinde yoğunlaşmamız gereken, IŞİD denilen örgütün hangi güdülerle hareket ettiği ve nihai amacının ne olduğuna dair büyük tablodur…

Sanıldığının tersine, IŞİD, çapulcu takımından oluşan bir örgüt değil; ideolojik rehberi kim olursa olsun, örgütü savaş sanatından anlayan bir subaylar grubunun yönettiğini düşünmemiz gerekiyor. O grup kendilerine atfedilen ‘ideolojik’ maskenin etrafa verdiği dehşetten yararlanmayı şimdilik uygun görüyora benziyor.

İlk hedefin Irak’a hâkim hale gelmek olduğunu düşünmemiz için pek çok sebep bulunuyor. Musul’a kadar yürüyüp kendilerine bir zemin oluşturmalarının askeri bir mantığı var. Paraya ve lojistik desteğe kavuştular. Irak’da hakimiyet kurabildikleri taktirde, ikinci adımı, Suriye’deki savaşı muhalefetten yana etkilemek ve gerekirse orada da hakimiyet sağlamak oluşturacaktır.

Hayli ileri bir beklenti bu; ama IŞİD-vâri grupları savaşmaya iten bu tür ileri hedeflerdir.

Vaktiyle Saddam’ın liderlerinden olduğu Baas Partisi ideolojisi de, en başlarda, Irak ile Suriye’yi birleştirmeyi hedeflemekteydi.

IŞİD’e atfedilen ‘Sünnilik’ ile Irak’taki el-Maliki yönetiminin ‘Şiilik’ ile irtibatlandırılacak özelliklere sahip oluşu, bu coğrafyayı ateşe verme —ya da Irak’ın üçe bölünmesiyle sonuçlanma— istidadını içinde barındırıyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ahmet Taşgetiren / Belalarla yüzleşmek

Son zamanlarda gerek yazılarımda gerek konferanslarımda şu cümleyi defalarca kurmuşumdur: 

“Yaşananlar Türkiye’nin Türkiye olma, İslam dünyasının İslam dünyası olma mücadelesinin görüntüleridir.”

Bu, kolay bir süreç değil, hiç kuşkusuz. 

Onlarca hesabın içiçe geçtiği, birbiriyle buluştuğu, ayrıştığı, kıran kırana mücadelelerin yer aldığı bir süreç.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen, sonraki on yıllarda yeni kıvrımlarla girift yapısı derinleşen bir hadiseden söz ediyoruz.

Sistemlerin, yönetim kadrolarının, dış ilişkiler ağının, çıkar hesaplarının yeniden yeniden biçimlendiği ve bizim Türkiye olarak, bir yandan iç normalleşmeyi, bir yandan dış ilişkilerin getireceği bedelleri göğüslemeyi ve bir yandan da, tabii hayat alanlarımızın sağlıklı hale gelmesini temin etmeyi amaçladığımız bir süreçten söz ediyoruz.

İçe kapanıp kalabilir miydik?

Tabii ki hayır.

Mesela ister kendi sistem sorunlarınızdan kaynaklanmış olsun, ister dış manipülasyonlardan, bir “Kürt sorunu” ile karşı karşıya kalmışsınız. Sorunun bir boyutu Irak’a, Suriye’ye taşmış. Ne yapacaksınız, işte Irak da girdi gündeminize, Suriye de. Balkanlar’la ilgilenmemeniz mümkün mü? Bulgaristan binlerce vatandaşınızı sürgün etmiş, Bosna ile ilgilenmemeniz mümkün mü? Kafkasya ile ilgilenmemeniz mümkün mü? Ya Azerbaycan ve Ermenistan’la? Dolayısıyla İran’la? Dünyada yaşıyorsunuz, Birleşmiş Milletler’desiniz. Lozan’dan sonra Irak’ın Kuzeyinin akıbeti orada belirlenmiş ve İngiltere’nin oyunu ile kaybetmişsiniz. Birleşmiş Milletler’in her bir üyesinden kendinizi tecrid edebilir misiniz? Dün Sovyetler’le, bugün Rusya ile ilgilenmemeniz mümkün mü? İşte Alevilik sorununun bir ucu Almanya’ya uzanıyor, yani Almanya Türkiye’nin “içi” ile ilgileniyor, siz Almanya’nın içi ile ilgilenmemezlik yapabilir misiniz?

Dünya bu ölçüde içiçe girmişken siz kendinizi tecrid edeceksiniz? 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Beril Dedeoğlu / IŞİD üzerinden bir kaç senaryo

IŞİD’in Türk rehineler yoluyla neyin pazarlığını yaptığını tahmin etmek kolay değil. IŞİD’in kaybedecek bir şeyi yok, ama Türkiye’nin var. Türkiye’den yerine getirmekte zorlanacağı bir dizi talepte bulunabilir; en önemlisi Irak ve Suriye politikalarında son derece radikal dönüşler yapmasına yol açacak zorlamaya gidebilir. Davranış olasılıkları ise fazla değil.

IŞİD ile pazarlıklar tamamlanır, Türkiye araya bir dizi oyuncu koyar, fazla fedakarlık yapmadan karşı tarafı ikna eder ve rehineler Irak’ta serbest bırakılır; bu en iyi senaryo. İkinci senaryoda yine Türkiye fazla fedakarlık yapmadan IŞİD’i ikna eder, ama rehinelerin iadesi IŞİD tarafından bir şova dönüştürülür, iade Türkiye sınırında yapılır ve dünyaya Türkiye ile IŞİD arasında bağ olduğu izlenimi verilir. Bu, Türkiye’nin isteyebileceği bir görüntü değil; fena halde zor durumda kalır. Son senaryo ise en istenmeyen olasılık olur; Türkiye ya kendisi ya da başkaları yoluyla silaha başvurur.

IŞİD, herhangi bir terör örgütü değil; bir alternatif ordu ya da milis gücü, Arap Sünni kimliği altında Suriye ve Irak’ı içine alan bir devlet kurma amacında. Halk desteği var, ordu kurmuş, vergi topluyor, şimdi de ‘parasız devlet olmaz’ kaygısıyla petrol bölgelerini denetimine alıyor. Kürtleri bölgelerine çekilmeye zorlarken diğer etnik-dini grupların da alanı terk etmesini sağlıyor. Osmanlı’nın son dönemindeki, ‘Ankara hükümeti-İstanbul hükümeti’ gibi bir durum yaratmış vaziyette. Dolayısıyla bugün gelinen aşama itibarıyla yapılacak tartışmanın konusu, coğrafyadaki değişimleri içeriyor.

Bir tür Arap Taliban yönetimi olan yeni bir devlet öngören IŞİD, bu amacına ulaşabilir mi belli değil. Sonucu belirleyecek olan IŞİD’in yaptıklarından çok ona karşı kimlerin ne tür önlemler alacağı.

Bu çerçevedeki en kritik soru, IŞİD faaliyetlerinin kim tarafından desteklendiği sorusu; zira başarı ya da başarısızlığı muhtemelen buna bağlı. Desteğin nereden geldiğini anlamak kolay değil, en spekülatif konu bu. IŞİD, Suriye ve Irak’ın üçer bölgeye bölünmeleri ve bölünen parçaların sınırları değiştirerek birleşmeleri riskini ortaya koyuyor. Soru açık, bu riskin doğmuş olması, hangi oyuncuların elini güçlendirebilir?

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Sibel Eraslan / Türkiye’de ve Ortadoğu’da çözüm süreci

Ortadoğu’da… Takriben 100 yıl önce gıyaplarında çizilmiş siyasi hudutlarla birbirlerine yabancı hatta pek çok kez düşman edilmiş kardeş halklar, bugün yeni hudutları sorguluyor. 

Bir yandan emperyal dış baskılar, diğer yandan onlar adına iş gören yerli muktedirler, kötü yönetimler, adaletsiz refah dağılımı, paylaşımsızlık ve dikte edilen sert yönetsel şablonlar, infilak ve çöküşe geçmiş durumda.

Ortadoğu’daki krizi, sadece dış güçler, sömürge politikaları ve petrol üzerinden belirlemek belki ilk elden kolaycı bir sosyoloji. Ama tıpkı Arap Uyanışı’nda olduğu gibi, yerli itirazları dikkate almazsak, bölge halklarını isyana ve öfkeye sevkeden koşulları dışlarsak… Kuşkusuz bu eksik bir öngörü olur. Elbette küresel aktörlerin ve enerji kaynaklarına dayalı küresel siyasetlerin kurguladığı büyük ölçekli stratejiler var… Ama Musul örneği üzerinden yaşadığımız IŞİD faktörünü ve yaslandığı sert ve ölümcül atakları, küreselin yanı sıra yerel şartlar eşliğinde de düşünmek zorundayız…

Avatarlarının Suudi Arabistan ve İran olarak gözüktüğü, Mısır ve Suriye’de yaşananlarla daha da aşikarlaşan ve önümüzdeki yıllarda etkisini ziyadesiyle arttıracağını şimdiden tahmin edebileceğimiz “mezhebî gerginliği” dikkate almak zorundayız. Bu herhalde; bir “dış mesele”değildir ve Türkiye gibi farklı etnik ve mezhebi yapıları barındıran ülkeleri de bir şekilde etkisine alabilecek ciddi türbülans alanlarının başında gelmektedir… Nitekim Gezi olaylarının akabinde kuvvetlenip, bugüne değin kürelendirilerek tavına getirilmeye azmedilmiş Alevi/Sünni çatışması projesi, Ortadoğu’daki bu hesaplaşmadan etkilenmeyecek değildir…

Suriye ve Mısır’daki krizlerden sonra, “yalnızlaşma” çerçevesinde eleştiri bombardımanına tutulan Türkiye, “insancıl diplomasi” üzerinden tüm dünyaya hakkaniyetli ve metanetli bir duruşu işaret ettiyse de… Tıpkı Suriye örneğinde olduğu gibi, muhtemelen Irak üzerinden gelebilecek yoğun bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalabilir… Tüm bunlar, sıcak savaşın bizzat içinde olmasak da sonuçları itibariyle “dışarıda” olmadığımızın göstergelerinden…

Şimdi soru şu: Türkiye, “dışında olmadığı” bu savaşın “içinde” olmaya razı olacak mıdır? Yoksa çözüm anahtarı, arabuluculuk ve hakemlik rollerini tahkim edebilecek midir? İçeride hep beraber gayret gösterdiğimiz çözüm ve barış sürecinin, bölgede yaşananlardan ayrı olmadığını bir kez daha kanıtlıyor tüm tecrübelerimiz…         

Yazının devamını okumak için tıklayın…

İbrahim Karagül / IŞİD değil yeni ‘Sünni Arap Devleti’ projesi..

IŞİD konusunda sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da kafası karışık. Ama Türk medyası kadar olaya sığ yaklaşıldığını sanmıyorum.

El Kaide, terör, cinayet ve örgüt kavramlarının ötesine geçemeyen, hiçbir derinliği olmayan, Irak’ın güç yapısından anlamayan, bir ay önce bu ülkede ne olduğunu bile hatırlamayan bir ‘uzman terörü’ yaşıyoruz.

Öncelikle; Irak’ta bütün örgütlerin eli kanlıdır. Bugün yönetimde olan, meşru seçimlerle gelen siyasi çevreler bile, biraz geçmişine bakınca aynı terör yöntemlerini kullanmış, sivil cinayetlere imza atmış, infazlar gerçekleştirmiş hatta katliamlara katılmış yapılardır. Böyle olunca Irak’ta herkes için bir örgüt ve terör tanımlaması zaten vardır.

Eğer bir şey söyleyeceksek, bunların üstünde bir şey söylememiz gerekir. Önce bugün olanların ne olduğunu anlayıp bundan sonra olabileceklere dair öngörülerde bulunabilmemiz gerekir.

IŞİD bir örgütler koalisyonudur. Görünüşe göre içinde El Kaide’ye yakın olanlar da vardır, El Kaide’ye karşı olanlar da. Arap milliyetçisi olanlar da vardır selefi kültüre yakın olanlar da. Cinayet işleyenler de vardır Irak işgaline karşı direniş yapanlar da.

Ama bu koalisyonun, bu çatı yapılanmanın bugünkü ortak tanımı bir Sünni oluşumdur. Sünni Arap örgütlerin Irak içindeki güç haritasını bozacak şekilde ortaya çıkışıdır.

Bizi asıl bundan sonraki, bu noktadan sonraki gelişmeler daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü komşumuz Irak’ın geleceğine dair analizler asıl bu noktadan sonra başlıyor.

IRAK’TA GERÇEKTE ÜÇ AYRI DEVLET VAR

Irak fiilen üç parçaya bölünmüştür. Şii Araplar, Sünni Araplar ve Kürtler arasında birlikte yaşama iradesi yok edilmiştir. Her ne kadar resmi, ulusal ölçekte bir bölünme söz konusu değilse de, kalpler ve zihinler ayrışmıştır.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Abdulkadir Selvi / IŞİD kime çalışıyor

Irak’ı işgaliyle ABD, bölgeyi bir bataklığa çevirdi.

Irak’tan çekilirken parçalanmış bir Irak, kan gölüne dönmüş bir Ortadoğu bıraktı.

ABD’nin kullanışlı bir aletiydi El Kaide…

El Kaide, CIA ilişkisinden IŞİD doğdu.

El Kaide üzerinden Batı’yı terbiye etti, IŞİD üzerinden de bölgemizi dizayn ediyor.

IŞİD’in Musul’u ele geçirmek üzere olduğu tehlikesine dikkat çekilince, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, ‘Ha öyle mi bakayım o zaman’ diye tepki vermesi bunu göstermiyor mu?

IŞİD baskını Ankara’ya ulaştığı andan itibaren bir yol haritası çizildi.

1-Personelimiz burnu kanamadan kurtarılacak.

2-Uluslararası camia ile hareket edilecek.

3-Askeri operasyon türü maceralara girilmeyecek, uluslararası camia harekete geçirilecek.

Yol haritasının olumlu sonuçları daha o gece alındı.

BM Güvenlik Konseyi Türkiye’nin çağrısı üzerine, olağanüstü toplanıp, Türkiye’yi destekleyen güçlü bir açıklama yaptı.

NATO Türkiye’ye destek açıklaması yaptı.

BM ve NATO Genel Sekreterleri yine Türkiye’yi tatmin eden açıklamalar yaptılar.

Başbakan Erdoğan’ın görüşmeleri ve uluslararası camianın verdiği destek Ankara’yı memnun etti.

Bir yandan da arka kapı diplomasisi işlemeye başladı.

Irak özelinde ise çalışmalar 3 koldan yürütüldü.

1-Bağdat yönetimi ile irtibata geçildi.

2-Bölgesel Kürt yönetimi başından beri devredeydi.

3-Arka kapı diplomasisi yürütüldü Musul’un nüfuzlu aileleri ile irtibata geçildi.

Musul’u ele geçirdiği andan itibaren IŞİD’in bir yönü ön plana çıktı. Hatta konsolosluğumuza baskın yapmadan önce, diplomatik misyonla görüşmek istediler. IŞİD, uluslararası misyon tarafından muhatap alınmak istedi.

Konsolosluğumuzun hedef alınmasının bir nedeni de buydu. Ne istiyorsunuz diye sorulduğunda verdikleri cevap da bu oldu. Uluslararası misyon tarafından muhatap alınmak.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Yusuf Kaplan / İngilizlerin yüzyıllık stratejisi: İslâm’ı İslâm’la vurmak!

Yazının sonunda söyleyeceklerimi başında söylemem gerekiyor…

IŞİD DİYE BİR ŞEY YOK, İNGİLTERE DİYE BİR SİNSİ GÜÇ VAR

Önce şu: IŞİD, diye bir ‘şey’ yok. İngiltere diye sinsi bir güç var.

IŞİD, adım adım Irak’a ve Suriye’ye yerleştiriliyor. Irak’a ve Suriye’ye yerleşen aktör, IŞİD değil, gerçekte, İngiltere’dir.

İkinci olarak: El-Kaide’den türeyen IŞİD gibi örgütler maşa’dır.

El-Kaide, Amerikalıların maşasıydı. Şimdi El-Kaide’nin yerini, IŞİD gibi türevleri aldı. IŞİD gibi örgütlerse, İngilizlerin kuklasıdır.

Bu şu anlama gelir: İngilizler, iki yüzyıl önce Vehhabiler üzerinden sahneledikleri oyunu, bu kez IŞİD gibi örgütler, İran’ın önünün açılması ve Selefî hareketler üzerinden sahneye koyuyorlar.

İngilizler ne yapmak istiyorlar, peki?

İngilizler, küresel sistemi yeniden dizayn etmek istiyorlar ve bunu da ancak İslâm dünyasındaki ‘tarihî derinlik’lerini yeniden harekete geçirerek yapabileceklerini çok iyi biliyorlar.

IŞİD gibi örgütlerin ve Selefîlik gibi -tastamam selefsiz- hareketlerin önünü sonuna kadar açarak kısa, orta ve uzun vadede üç şeyi yapmak istiyorlar.

Birincisi, kısa vadede, her ne suretle olursa olsun, Tayyip Erdoğan’ın önünü kesmek istiyorlar: İster cumhurbaşkanı olarak isterse başbakan olarak Tayyip Erdoğan’ın 2023 hedeflerini gerçekleştirmemesi için Erdoğan’ı tasfiye etmek istiyorlar.

İkincisi, orta vadede, Kürt meselesini, lokal bir mesele olmaktan çıkarıp bölgesel bir mesele hâline getirmek ve bu süreçte, Çözüm Süreci’ni patlatmak ve bitirmek istiyorlar.

Üçüncüsü ve en önemlisi de, uzun vadede, İslâm’ı İslâm’la vurmak, İslâm’ın gelişini İslâm’la durdurmak istiyorlar.

ÇAĞI ANLAYAMADIĞIMIZ SÜRECE, YAŞANANLARI KAVRAYAMAYIZ

İçinde yaşadığımız çağı anlayamadığımız sürece, dünyada yaşananları kavrayamayacağımızı göremiyoruz hâlâ.

İçinde yaşadığımız çağ, demokrasi çağı değil, dromokrasi çağı.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Engin Ardıç / Nah devirirsiniz

Şaşmaz kuraldır: Ekonomik büyüme sağlayan iktidar yerinde kalır. Ekonomik küçülmeye yol açan iktidar devrilir.

1960 yılında Menderes, basına baskı uyguladığı ya da Beyazıt’ta iki çocuk öldüğü için değil, 1958 devalüasyonuyla müthiş bir hayat pahalılığına yol açtığı ve memurları parasız bıraktığı için gitti. (Bilmez miyim? Öğrenci tramvay bileti on kuruştan yirmi kuruşa çıkmıştı da bozulmuştum. Hemen her şeye yüzde yüz zam gelmişti.)

1991 yılında ANAP, halk ondan sıkıldığı için değil, ekonomik büyümeyi düşürdüğü için iktidarı terketti.

Rahmetli Adnan Kahveci bunu görmüş ve daha seçimden aylarca önce Özal’a “kaybedeceğiz” demişti. (Bana kendisi anlattı.)

Türk milletinin “Apo’yu yakaladı” sandığı için başına yeniden getirdiği Ecevit, Apo’yu bize Amerikan gizli servisinin teslim ettiğinin ortaya çıkması yüzünden değil, ekonomiyi bir kere daha batırdığı için gitti. Bir ortağı ANAP tarihten silindi, öbür ortağı MHP şimdi yüzde 15 dolaylarında oy toplayabilince mutlu oluyor…

Şaşmaz kuraldır: İktidarda kalmak istiyorsan ekonomik büyümeyi sürdüreceksin.

Aksi takdirde Musul’u da alsan gidersin, Viyana’yı da alsan gidersin.

Türk ekonomisi, bu yılın ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4.3 büyümüştür. Daha yılın ilk üç ayında…

Faizler düşse, ucuz krediyle daha da büyüyecek. Üretim de artacak tüketim de. (Kaldı ki o tüketim de bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 3 artmış! Ama “AKP’ye oy verenlere ölüm müstahaktır” diyen gazetecilere sorarsanız halkımız aç ve sefil.)

Bu oran, bütün Avrupa Birliği ülkelerini “sollayan” bir orandır. Fakat Çin ve Hindistan da bizi geçmişler.

Birçok Avrupa ülkesi yüzde sıfır nokta bilmemkaçlarda dolanıyor, hele İsveç, İtalya, Hollanda, Yunanistan falan eksilerde! Fransa tam sıfırda.

Eh, bu ülkede faşistlerin niçin atağa kalktıklarına şaşıyor musunuz? 1930’ların başlarında Almanya’da da aynı hava esiyordu, sağda kıytırık bir particik olan ve kimsenin ciddiye almadığı Nazi Partisi, Almanya’yı kasıp kavuran ekonomik krizle birdenbire ummadığı bir güç kazanıvermişti.

Türk ekonomisinin bu büyümesinde başı çeken de, bazı muhalif patronların ve onlara uşaklık eden iktisatçıların “azalacak” dedikleri ihracat!

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Haşmet Babaoğlu / Ummadık taşlar başları yarar!

Arap Baharı patlak verdiğinde sonra olacakları hiç aklımıza getirmemiştik. 

Suriye krizi bütün hesapların ötesinde derinleştiğinde inanmak istememiştik. 

Ukrayna’da patlak veren olayların bir kopuşun öncüsü olacağını düşünememiştik.

Fakat şimdi inkar edilemeyecek bir tabloyla karşı karşıyayız. 

20. Yüzyılda şekillenmiş (özellikle Ortadoğu’ya, Afrika’ya ve yakın gelecekte Balkanlar ve Kafkaslar’a dair) bilgiler, fikirler ve varsayımlar işe yaramıyor! 

Artık “öngörülemeyen bir dünya”da yaşıyoruz.

Bu tablo diplomasi merkezlerinin, strateji kurumlarının ve kendini “uluslararası ilişkiler uzmanı” olarak tanımlayanların işine gelmiyor.

Fakat hiç değilse biz sıradan okuryazarlar kabul edelim ve olayları öyle yorumlayalım.

Ben kendi adıma boşa çıkan iddialar yerine ciddi ve dürüst şaşkınlıkları tercih ederim.

Bazen bu tavrı resmi kurumlara dahi tavsiye edebilirim. 

Geçen şubattan sonra, yani El Kaide ve ona bağlı örgütlerle IŞİD’in arasındaki kopuşun ardından Batı’nın önemli strateji kurumları, CIA destekli think tank’lar ve onları kaynak olarak kullanan uzmanlar aynen şöyle iddia ediyorlardı: “Yoğun çatışma ortamında ittifaksız kalan Irak ve Şam İslam Devleti örgütü dağılmaya mahkumdur!”

Hatta bu dağılmanın en geç mayıs ayında gerçekleşeceğini düşünenler bile vardı.

Bu hesapları yapıp geleceği planlayanlar salı günü kafalarını duvara vurdular.

Ne olduğunu gördük!

Suriye’de beklendiği gibi tasfiye olmayıp tersine güçlenen IŞİD bu kez Irak’a döndü ve birkaç saat içinde Musul’u ele geçirdi.

Uzmanlar (!) bu olaydan da ders çıkarmayıp hemen yeni tezler öne sürdü: Onlara göre IŞİD bu eylemi Irak ordusunun ağır silahlarını Suriye’deki cepheye aktarmak için yapmıştı.

Sabah uyandık. Hayır! O çok mantıklı görünen “uzman” tezlerinin bir anlamı kalmamış; çünkü IŞİD Bağdat’a doğru yürüyormuş!

Yazının devamını okumak için tıklayın…