Hayrettin Karaman’dan iki yazara cevap

Medya
Hayrettin Karaman’ın “Maksadım savunma, tartışma, kavga, gürültü değil, yalnızca meramımı anlatmaktır.” diyerek Nuriye Akman ve Ahmet Hakan’a cevaben yazdığı yazılar şöyle...
EMOJİLE

Hayrettin Karaman’ın “Maksadım savunma, tartışma, kavga, gürültü değil, yalnızca meramımı anlatmaktır.” diyerek Nuriye Akman ve Ahmet Hakan’a cevaben yazdığı yazılar şöyle…

ÖNCE 9 MART PAZAR GÜNÜ YAYINLANAN YAZI…

Medyada çıkan benimle ilgili her yazı üzerine bir yazı yazacak olsam başka konuları yazamam. Ama bazı yazılar var ki, onlara cevap vermek zorunlu oluyor. Son zamanlarda böyle iki yazı gözüme ilişti: Sayın N. Akman ve Sayın A.H. Coşkun’un yazıları. Bunlara bir iki yazıda kısa da olsa cevap vereceğim. Maksadım savunma, tartışma, kavga, gürültü değil, yalnızca meramımı anlatmaktır. Ne dediğim, maksadıma uygun olarak anlaşıldıktan sonra onu herkesin kabul etmesini bekleyemem, elbette farklı görüşler olacaktır; ancak din konusunda yazan ve tartışanların doğru ve yeterli bilgiye sahip olmaları da ayrı bir gerekliliktir.

Sayın Nuriye Akman’ın soruları çok; ayrıca bu sorular, görünüşte soru olsa da aslında her biri bir hüküm, bir görüş, bir kanaati ifade ediyor. Onun yazdıklarını tırnak içinde verecek, hemen altına da açıklamamı yazacağım:

‘…Karaman hoca, ‘Dinde çoğulculuk değil, hürriyet’ başlıklı son yazısında İslam’ın tek hak din olması sebebiyle, Müslüman bir ülkede her inanca ve hayat tarzına eşit mesafede durulamayacağını, hoşgörülü olunamayacağını, dinin yasakladığı hususların sistemin elverdiği ölçüde engelleneceğini ve bu yapılamadığı takdirde istemeyerek tahammül edileceğini söylüyor.’

Evet, tam da böyle söylüyorum. Birçok yazımda bir yandan ‘bir İslam devletinde hüküm ve çözüm’ ile ‘mesela laik demokrasilerde hüküm ve çözümü’ ayrı ayrı yazıyorum. Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Bir mümin fıkıh hocası olarak benim vazifem, bir yandan sahih ve kamil İslam’ı anlatmak, diğer yandan müsait olmayan durum ve şartlarda müminlerin nasıl davranacakları konusunda yol göstermektir.

‘Dinin ‘hak’ olması, ona inandığını söyleyen kişilere din adına karar verme hakkı doğurur mu?’

Elbette doğurur; asırlar boyu dini anlatanlar, mahkemelerde karar verenler bunu yapmadılar mı?

‘İnananların sayısının, inanmayanlardan çok olması bir ülkeyi İslam toplumu yapsa bile İslam devleti yapar mı?’

Hayır, İslam devleti yapmaz, İslam devleti ‘düzeni İslamî, temel referansı İslam’ olan devlettir.

‘Tarih boyunca hangi ‘İslam devletinde’ din Kur’an’ın istediği saflıkta uygulanabilmiştir?’

Müminin amacı ve niyeti dini, kamil manada yaşamak ve yaşatmaktır; bu konuda eksiklerin bulunması, tam ve iyi olanın yolunda olmaya mani değildir.

‘Hz. Adem’den bu yana dünyanın geçirdiği bütün evrelerde çoğulcu olmayan bir düzen kurulabilmiş midir?’

İslâmî düzen, itikadda, ahlakta, dinde çoğulcu olmayan, ‘hakkın, iyinin, güzelin İslam’da olduğunu kabul eden’ düzendir. Hakkın, iyinin, güzelin ölçütü İslam’dır.

‘Çoğulculuğun nedeni, insanların farklı idrak kaplarına sahip ve apayrı esmalar grubunun tecellisine mazhar olması değil midir?’

Kullarının farklı idrak kaplarını ve esmasının farklı tecellilerini bilen Allah, günahkârları ve kafirleri cehenneme, Salih kullarını cennete koyuyor; bunu unutmamak gerekir.

‘İslam devleti adına karar alan ve uygulayanların aslında kendi şahsi bilgi ve yorumlarına dayandıklarını, bunların da kişilik yapıları ve çıkarlarıyla doğrudan bağlantılı olduğunu hesaba katmamız gerekmez mi? Devlet başkanı miraç sahibi bir ermiş değilse, (ki hüsnüzanla erişilen bu bilgi kamuya açık değildir) yönetim tarzındaki dinsel isabet oranı daima şüpheli olmayacak mıdır?

‘Devletin resmî dini olduğunda, dinin siyasi manivela ve manipülasyon aracı olmasından kaçınılabilir mi?’

Kararların bir kısmı, ictihad gerektirmeyen açık ve kesin naslara dayanır. İctihada (yoruma, farklı anlamalara) açık olan kısım için ise böyle bir genelleme yapmanın, herkesi itham etmenin, şaibe altına sokmanın makul ve meşru bir dayanağı yoktur.

‘Kendilerini biz sıradan vatandaşların vasisi olarak gören ve bizi dinen yola getirmeye çalışan yöneticilerimize ‘sen sadece reşit olmayan çocuklarının vasisi olabilirsin, bize karşı iyiliği emretme, kötülükten men etme görevin yoktur’ dersek dinden çıkmış mı oluruz yoksa aksine Kur’an’ın ipine sarılmış mı?’

Kur’an’ın ipine sarılmak isteyen her müminin diğerine karşı   ‘iyiliği emretme, kötülükten men etme görevi’ vardır. Bunu bilmeyen ve yapmayan dinden çıkmaz ama günahkâr olur.

VE SONRA DA BUGÜN YAYINLANAN YAZI…

‘Farklı inanç sahiplerine ve yaşam tarzlarına, ilk fırsatta engellenmesi gereken, şimdilik tahammül edilen insanlar gözüyle bakmak, toplumsal barışa hizmet eder mi?’

Bu soru yanlış anlamaya değil, saptırmaya dayanıyor ve bu sebeple biraz ayıp kaçıyor. Ben nerede ve ne zaman ‘farklı inanç sahiplerine ve yaşam tarzlarına, ilk fırsatta engellenmesi gereken, şimdilik tahammül edilen durum’ nazarıyla baktım veya bakılması gerektiğini yazdım. İslam’ın müdahale edilmesini, bu yapılamıyorsa kalben benimsenmeyip tavır alınmasını’ istediği davranışlar, farklı inançların gereği olan davranışlar değil, kimden gelirse gelsin dine ve ahlaka aykırı olduğu halde açıkta icra edilen davranışlardır. Laik düzende, bunlara müdahale etmek yasaklanıyorsa bu takdirde müdahale edilmez, birlik ve dirlik de bozulmaz.

‘Diğer dinlerle İslam arasındaki ortak noktaların varlığı, farklı noktaların önem ve işlerliğini ortadan kaldırmaz’ şeklindeki yaklaşım acaba ortak noktaların sulha ve sükûna dair potansiyel gücünü heba etmek anlamına gelmez mi?’

Hayır, bir yandan ortak noktalar sayesinde sulha ve sükuna birlikte katkı sağlanır, bir yandan da farklılıklar muhafaza edilir; eğer farklılıklar muhafaza edilmezse dini ve milli değerler yok olur; din, kültür ve medeniyet değişime uğrar. Biz ise dinimizin, kültür ve medeniyetimizin üzerine titreriz.

‘Birbirine tamamen benzeyen iki nesne, iki durum, iki insan, iki algı bile yokken kim zaten ‘dinler, vahye dayalı ve tevhid temelli olsa da, böyle olmasa da hakikat ve değer olarak eşittirler’ gibi bir cümle kurabilir ki? Hakikatin tekeli insanlarda değil sadece Hakk’da iken, böylesi vehimlerin anlamı var mıdır?’

Dini, ahlaki, felsefi çoğulculukla ilgili biraz okuma yaparsanız ‘bu eşittir’den maksadımın ne olduğunu da, bunu diyenlerin bulunup bulunmadığını da anlarsınız. ‘Hakikatin tekeli sadece Hak’ta’dır, bu hakikate insanların bilgi ve idrak kapasiteleriyle kısmen de olsa ulaşmalarının mümkün olup olmadığı tartışılmıştır; ancak ulaşsa da sağlama kaynağı ilâhî beyan (açıklama)dır. Allah hakikati açıklamasaydı, kullarının isabetli ve hatalı idrak kabiliyetlerine bıraksaydı kimse ‘hakikat budur’ diyemezdi, dese de bu izafi olurdu. Ama Allah peygamberler göndererek hakikati, dini, neyi sevip neyi sevmediğini, neyi isteyip neyi istemediğini -sorumlu olduğumuz her alanda- açık ve kesin olarak ortaya koymuştur. İşte mümin, bu açıklamalara bakarak ‘şu haktır, doğrudur, iyidir’, ‘şu da batıldır, yanlıştır, kötüdür’ diyebilir.

‘Müslümanların bile öte dünyadaki hallerinden emin olmaları mümkün değilken, kimin ‘insanlar İslam’a aykırı bir dini ve İslam ahlakına aykırı bir ahlakı benimsemiş olsalar da Allah katında eşittirler ve tamamı kurtuluşa ererler’ diyebileceğini varsayıyorsunuz? Allah’ın hükümranlığına ve muradına sınır koymak mümkün mü? Allah, İslam dairesinde görünmeyen birini, sırf güzel ahlakı için çok sevip bağışlayamaz mı?’

Bu paragrafta çelişki var. Önce ‘dini ve ahlakı nasıl olursa olsun herkesin eşit ve ahirette kurtuluşa erebilir’ olduğunu söyleyen biri kimse tasavvur edilemez deniyor. Sonra ‘Allah, İslam dairesinde görünmeyen birini, sırf güzel ahlakı için çok sevip bağışlayamaz mı?’ şeklinde ve bağışlar manasında bir cümle sevkediliyor. Böylece İslam dairesine girmemiş bir kimsenin bile bağışlanabileceğini, yazar kendisi söylemiş oluyor. Ve bunu söyleyince de Kur’an, Sünnet ve ehl-i sünnet çerçevesinde kabul edilemez bir hükme varıyor; çünkü Allah Teala kitabında ‘kâfirleri affetmeyeceğini’ açık ve kesin olarak ifade buyuruyor.

‘İslam, imanda hak ile batılı, ahlak ve davranışlarda iyi ile kötüyü, sevap ile günahı, güzel ile çirkini, değerli ile değersizi birbirinden ısrarla ve titizlikle ayırmıştır’ diyorsunuz. İyi de bunun takdirini neden Allah’a bırakmıyorsunuz? Bu dünyanın hangi mahkemesi, hangi yargıçlar kurulu bu konuda yüzde yüz isabetli bir karar verebilir?’

‘İslam böyle yapmıştır’ demek, Allah böyle yapmıştır demektir. Alimler ve hakimler, Allah’ın açık ve kesin ifadelerle yaptığı açıklamalara dayanarak söz söyler ve karar verirler.

‘Din hürriyetinden ancak Müslümanlara karşı bir savaş açılmaması halinde söz edilebileceği’ cümlesi savaşın tanımında nasıl uzlaşılacak sorusunu karşılar mı? Ya birileri de içki içen, faiz yiyen, tesettürsüz dolaşan, cumaya gitmeyenlere karşı cihat ilan ederse ne olacak?’

Birisi cihad ilan edemez, cihadı, İslam devletinde başkan, usulüne göre ilan eder. Soruda saydığınız günahlara karşı ise zaten cihad ve savaş söz konusu olmaz, usulüne göre ıslah ve engelleme vazifesi vardır.

‘Devletin ‘müdahale ve ıslah görevinden’ söz edilip bunların ‘sistem ne kadarına imkân veriyorsa, o kadarı yapılır’ şeklindeki fetvanız, günahkârlara iş vermemek, her daim şüpheli gözle bakmak, fişlemek ve devleti onlardan temizlemek olarak anlaşılmaz mı?’

İslam devletinde günahları, kamuya açık olarak işleyenler engellenir, bunlar tevbe etmezlerse sabıkalı sayılır ve buna göre muameleye tabi tutulurlar. Belli suçları işleyenlerin devletten temizlenmesi (görevden alınması) laik sistemlerde de vardır.

‘Peki ya içki içmeyen, faiz yemeyen, cumaya giden, tesettüre riayet edenler arasında ahlakı güzel olmayanlar varsa, diğerlerine tercih edilmelerinin bedelini toplum çok feci bir şekilde öderse?’

Ahlakı güzel olmayanlar, ahlakı güzel olanlara asla tercih edilemezler.

‘Allah’a karşı olan görevleri insanlara karşı bir zorunluluk olarak dayatırsak, kendimizi yaratıcının yerine koymuş olmaz mıyız?’

İman ve ibadetlerde zorlama olamaz. Günahların ve yasakların aleni olarak işlenmesini engellemek ise insanın kendisini Yaratıcı’nın yerine koyması değil, Allah’ın emrine uymasıdır; yani kulluk gereğidir.

‘Farklı inanç algılarına karşı yapılacak müdahaleler; toplumda takiyye yapanların, şirke değilse bile münafıklığa düşenlerin oranını yükseltmez mi?’

Farklı inanç algılarına müdahale söz konusu değildir. Kendini olduğundan farklı gösterme ahlaksızlığı her zaman ve mekanda vardır, bundan dolayı erdemi suçlamak olamaz.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!