Bugün yazarların gündeminde neler vardı?

Medya
Vatan’dan Reha Muhtar, Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi, Mehmet Şeker ve Atilla Yayla, Sabah’tan Emre Aköz, Star’dan Fehmi Koru ve Ahmet Taşgetiren bugün yazdıkları yazılarla gündeme ışık tuttular.&nbs...
EMOJİLE

Vatan’dan Reha Muhtar, Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi, Mehmet Şeker ve Atilla Yayla, Sabah’tan Emre Aköz, Star’dan Fehmi Koru ve Ahmet Taşgetiren bugün yazdıkları yazılarla gündeme ışık tuttular. 

İşte yazarların bugün ele aldıkları konular şöyle; 

Reha Muhtar: Beyaz Türkler Erbakan gibi anahtar oldular!..

Hukuk matematik değil, sosyal bir olgu… Bir davanın, onlarca yüzü ve çehresi var…

Davaların “adil yapılmadığını” söyleyen mahkumlar yeniden yargılanma hakkını talep ederler…

Elbette yargılanırlar…

Elbette mahkemelere yeni delillerini sunarlar…

Karartıldığını söyledikleri delillerle ilgili ek savunmalar yaparlar…

Bütün bunlar olur…

Fakat; bütün davaların sıfırdan başlamasını istemek;

Yargılanmayı sil baştan başlatmak…

Hiçbir demokratik hukuk devletinin, altından ilerde kolay kolay kalkamayacağı ağır sorunlar yaratır…

***

Yargının düzeltilmesi istenebilir…

Her bir durum için ayrı ayrı yeni bir yargılama talep edilebilir…

Fakat bütün davaları yok farz edip, sil baştan yargılama istemek, “hukukla ilgili toplumsal algıyı yerle bir eder…”

Yargıyla oyun oynanmaz…

Toplum inancı “bütünüyle altüst edilmez…”

Bir daha hiçbir şekilde yeniden yeşertilemeyecek bir demokratik inanç sistemi yok edilmez…

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Abdülkadir Selvi: Önce sulhname sonra operasyon

Dolmabahçe’deki görüşme sırasında Sabah Gazetesi Yazarı Mahmut Övür, lafı hiç dolandırmadan Başbakan Erdoğan’a sordu:

‘Paralel devlet, Oslo görüşmelerinden beri operasyon yapıyor. Devlet olarak siz ne yapıyorsunuz?’

Başbakan ayrıntılı cevap verdi. Hatta bir çetele çıkardı.

Oraya geçmeden önce, ‘Mektup tartışmaları’ ışığında bu soruyu açmak istiyorum.

7 Şubat’ta MİT Müsteşarına yönelik operasyon yapıldı.

Kültür Bakanı Ömer Çelik’in deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devletin karşı karşıya kaldığı en ağır travmalardan biri yaşandı.

Başbakan ne yaptı. Hayatının en ciddi ameliyatlarından birine girerken sürece müdahale etti, Cumhurbaşkanı ve Başbakan dayanışması yaşandı ve yasa değiştirilmek suretiyle, Hakan Fidan örgütlü yapının elinden alındı. Tasfiye edilmesi amaçlanan çözüm süreci ve Hakan Fidan süreçten güçlenerek çıktı. Peki, ondan sonra ne yapıldı?

Başbakanlık ve MİT, elimizdeki imkânları dindarlara karşı kullanmayacağız konseptine döndüler.

Dershane tartışması başladı.

14 Kasım’da MGK belgesi, kasetler ve fişlemelerle tetiklenen, beddua ile devam eden, milletvekili istifaları ile siyasi bir operasyona dönüşen, ‘Hiçbir meşru sınırımız yok’ tehditleri ile derinleşen nahoş bir sürece girildi.

Bakanların çocuklarının gece yarısı yataklarından alındığı 17 Aralık’ta ise iktidara karşı güçlü bir meydan okuma yaşandı. Başbakan, uzun süredir varlığını kabullenmek istemediği devlet içindeki örgütlü yapı gerçeği ile yüz yüze kaldı.

‘Paralel devlet’ teşhisi bunun üzerine geldi. Bu yapının sadece polis ve yargıdan ibaret olmadığı, yüksek yargı destekli, ekonomik ve siyasi sonuçlar almayı hedefleyen, uluslararası bir operasyon olduğu fark edildi.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Mehmet Şeker: “Son mektup: Anla artık, anla beni”

Gazete koridorlarında karşılaştığım arkadaşlara soruyorum: ‘Mektup geldi mi sana?’

Bilgisayar operatörü, sayfa sekreteri, editör, yazı işleri müdürü…

Olumlu cevap veren yok.

Lakin herkes Hocaefendi’nin mektubunu okumuş.

Başbakan gibi.

Sadece gazeteyi hazırlayanlar değil, okurlar da gördü yayınlanan mektubu.

Zaten ‘kişiye özel’ yazılmamıştı.

*

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, acil bir açıklama yaptı.

Çok mühim bir konuyu açıklar gibi mektubun Başbakan Erdoğan’a değil, Cumhurbaşkanı Gül’e yazıldığını duyurdu.

Ayrıntılar gözardı edilemez elbette.

Fakat söyler misiniz, o mektubun Cumhurbaşkanı’na yazılmış olması neyi değiştirir?

Mektupta geçen ‘Diyaloğa her zaman açık bulunduğumuzu, binaenaleyh Zât-ı âlilerinizin ve sayın Başbakanın ortak tensiplerini tensibimiz sayacağımızı da belirtmek isterim. Bahse konu hususların sayın Başbakanla da paylaşılmasını arzu ederim’ ifadesi ne anlama geliyor?

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Atilla Yayla: “Demokrasi için hangisi daha büyük tehlike: Yolsuzluklar mı bürokraside otonom yapılanmalar mı?”

Yolsuzluk iddialarına adeta şehvetle inananların bazılarının aynı ilginin yüzde birini bile yargı ve emniyette otonom yapılanma iddialarına göstermemesi hayret verici. Demokrasi açısından hangisi daha tehlikeli: Yolsuzluklar mı yoksa otonom yapılanma mı? Yolsuzluk yaptığı söylenen politikacılara ulaşmak kolay, bürokratlara ulaşmak zordur. Baksanıza, oğlu bir savcı ve bir polis şefi tarafından sıcak yatağından alınıp teşhir edilmek istenen bir ‘diktatör’ başbakan bile savcı – polis karşısında aciz, sıradan vatandaş ne yapsın? Otonom yapılanma, yani memurlar heyeti ise hayalet gibi. Görünür değil, kimlerden müteşekkil olduğu vatandaşlar tarafından bilinmiyor. Hangi araçları kullandığı ve kullanabileceği de. Hesaba çekilmesi neredeyse imkânsız. Gezi’de aşırı polis şiddetinden haklı olarak şikâyet edenler nasıl oluyor da bu operasyonlarda tecessüm eden polis – savcı şiddetini tespit edemiyor? Onlar polis şiddeti sadece biber gazı ve copla kullanılır zannediyorlar galiba. Yoksa Erdoğan nefreti gözleri yanında akıllarını da mı efsunladı?

Yazının başlığında ifade edilen sorunun cevabı belli. Müthiş bir bürokratik tahakküm geleneği olan Türkiye gibi bir ülkede hata yapan politikacılardan çok devlet içindeki sekteryen otonom yapılanmalardan demokrasiye zarar gelir. Yolsuzluklarla sonuna kadar mücadele edilmesini destekleyelim, ama bu tür otonom yapılanmaların olmamasını da talep edelim.

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Emre Aköz: Süper Güç

Hayal kurmak kötü bir şey değil elbette. Ancak toplum ve devlet yönetiminde hayaller değil, vizyon ve strateji önemlidir. Bu da her şeyden önce gerçekçi olmayı gerektirir.

Son zamanlarda ilginç laflar duyuyorum. Mesela Türkiye süper güç olacakmış, bunu fark eden odaklar, bizi engellemeye çalışıyormuş. Tarih vermenin imkânsız olduğu bir gelecekte, bu topraklardan süper bir Türkiye doğabilir. Tabii ki bu yönde çalışmak gerekli… Ama yakın bir gelecekte süper güç olacağımızı söylemenin mantığı bulunmuyor. 

 Birinci engel: Enerji kaynaklarımız yetersiz. Petrol ve doğalgazı ithal etmek zorundayız. Rüzgâr ve güneş enerjisinde de ahım şahım bir potansiyele sahip değiliz. Enerjide dışarıya bağımlı bir ülke, süper güç olabilir mi; söyleyin Allah aşkına?

Denebilir ki “O halde biz de Kuzey Irak ile birleşiriz”… Olabilir elbette. Ancak süper güç olacağımızı iddia edenler; bunu da söylesin. Birleşmeyi ne zaman, nasıl, hangi şartlarda yapacağız? 

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Fehmi Koru: Bir kuşkumuz var

‘Mektup’ kamuoyunun bilgisine girdikten ve içeriği herkes tarafından öğrenildikten sonra zihinlerin karışmış olmaması imkânsız… Fethullah Gülen Hocaefendi’nin imzasını taşıyan mektup herhangi bir pazarlık içermiyor; sulh ve sükûnun avdeti için herhangi bir şart da ileri sürmüyor… Bütün beklediği, hassasiyetlerin dikkate alınması; onda da biçim ve yöntemi muhataplara bırakıyor…

Pazarlık da yok, şart da…

İyi de, mektubun kaleme alınışı üzerinden henüz birkaç gün geçmişken, 25 Aralık’ta, yeni bir gözaltı furyası yaşatılmak istenmesini, bir savcının kendini ortaya atarak hükümeti köşeye sıkıştırmaya çalışmasını, onun bu gayretine Câmia ile irtibatı bilinen gazeteler ve televizyon kanallarıyla kalemlerin destek çıkmasını nasıl açıklayabiliriz?

Dün, gördük, o girişim bir kez daha canlandırıldı.

Bir çok kişi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın mektuptan ‘pazarlık’ kokusu almasını sonradan yaşanan bu girişimlere bağlıyor… Çok yakın bildiği kişilere ve ailesinin fertlerine kadar uzanan, çok uzun yıllardır ülke ekonomisine katkıda bulunmuş ‘dindar’ kimliği belirgin işadamlarının varlıklarının dondurulması ve gözaltına alınmak istenmesi, mektuba başta ‘olumlu’ yaklaşmış Başbakan Erdoğan’ı farklı bir değerlendirme yapmaya sevk etmiş olabilirmiş…

Öyle veya böyle; ortada bir çelişki olduğu açık…

Yazının devamını okumak için tıklayınız! 

Ahmet Taşgetiren: Olayı doğru görmek

İster mücadele seçilsin, ister barış, her ikisi de olayın doğru görülmesi ile doğru ilerler.

“Başbakan mektubun muhatabı değil” gibi bir çıkış, en başta “Başbakan muhatabımız değil” gibi istiskal içeren muhtevası ile, çok yanlış bir duruşu ortaya koyuyor. Hem mektupta “Başbakan da okusun” denecek hem de, Başbakan muhatap olmayacak. Nasıl bir iş bu? Belli ki Cumhurbaşkanına yazılan her şeyin, icra noktasında geleceği son nokta Başbakan’dır.

O zaman doğru bakışın birinci şartı Başbakan’ın kıymet-i harbiyesini takdir etmektir.

Sonra 17 Aralık operasyonuna bakışta anlaşmak gerekiyor: Bu bir yolsuzluk operasyonu mu, yoksa yolsuzluğun kılıçları keskinleştirmek için kullanıldığı bir araçsal hadise mi?

Sonra “Paralel yapı algısı”na bakışta anlaşmak gerekiyor. Başbakan’a sırtından bıçaklandığı algısı veren bir şeyi, siz hiç önemsemiyorsanız, orada da çözüm yolunda ilerlenemez. Şu anda bu algı, belki de Camia dışında herkes tarafından kabul edilir durumdadır ve hatta iktidar “Bu sonucu sen kendi ellerinde doğurdun” suçlamasına maruz kalmaktadır.

Sonra, bu süreçte kim kiminle yanyana duruyor sorusu doğru cevaplandırılmadan içine girilen savaşın – mücadelenin her ne ise, sağlıklı bir kuvvet değerlendirmesi yapılamaz ve bu sağlıklı yapılmadığı takdirde de, belki de her iki taraf için az hasarla sonuçlanabilecek bir süreç, her iki tarafa, ve ötesinde Türkiye’ye büyük hasar verebilir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız!