Okul, toplum hayatındaki bilgilerin önemli bir kısmını edindiğimiz en önemli kurumların başında gelir. Okul, yalnızca bir bilgi-beceri edinme yeri değil, aynı zamanda bir sosyalleşme alanıdır. Sosyalleşme, var oluşa, diğer insanlara, toplu halde yaşamaya dair temel kavram ve kuralların edinildiği, aileyle başlayan okulla ve arkadaş çevresiyle devam eden bir süreçtir. Okul, toplumsallaşma sürecinde çok merkezi bir rol oynar. Çünkü okul, yalnızca bir kurum, program, yapılandırılmış ders sistematiğinden ibaret değildir; aynı zamanda ilişki modellerinin oluşturulduğu, aktarıldığı ve yeniden üretildiği bir toplumsal alandır. Bu nedenle okul yalnızca kurumsal bir yapıdan daha fazlasıdır, ilişkilerden oluşan bir çevredir. Bu ilişkiler ağı içinde, bireye en doğrudan katkıyı yapan en belirleyici toplumsal figür öğretmendir. Bu yüzden öğrenci ve öğretmenin ilişkisi, sıradan bir toplumsal bağlantıdan çok daha önemlidir.
Öğretmenin temel işlevi, adından da anlaşılacağı gibi öğretim etkinliğidir. Diğer bir deyişle, öğretmen bilgi aktarır. Bu bilgiler, sistemleştirilmiş bilimsel birikimler olduğu kadar öğretmenin deneyim ve görüşlerinden, toplumsal örf ve adetlerden de oluşurlar. O nedenle, çocuğun öğretmenle kurduğu ilişki öncelikle bilgi aktarmaya dayalı olsak da öğretmen yalnızca bir öğretici kişi değildir; aynı zamanda, hatta daha öncelikli olarak, çocuk için bir duygusal ilişki kaynağıdır. Öğretmen, öğretme konumunun dışında, çocuğa çeşitli duyguların deneyimlenme modelini de sunar. Öğretmenle çocuk arasında, çocuğun yaşına göre değişen biçimlerde sevgi ilişkisi kurulur. İnsan ilişkisinde sevginin öncelikle saygıya dayanması gerektiğini, çocuk, aileden ziyade öğretmenden öğrenir. Zira ebeveynler, her ne kadar çocuğu dünyada en çok seven kişiler olsalar da, bu ilişki kimi zaman, hatta günümüzde çoğu zaman, salt sevgi verme temelinde gelişebilmektedir. Okulda öğretmenin en kritik işlevi, anne-babanın verdiği sevgiye benzer, ancak onlara oranla daha kurumsal çerçeve içine girmiş, hak-ödev dengesine daha belirgin şekilde oturmuş bir sevgi sunar. Bu anlamda öğretmenin, “ömür boyu öğrenme”ye daha sistemli olarak hazırlayıcı bir rol üstlendiği söylenebilir; çünkü çocuğun öğretmenle ilişkisi evde kendisinin merkez olduğu ilişki biçiminden farklıdır. Çocuk okulda öğretmenle, içinde benzerlerinin olduğu ve onlarla eşit konumda bulunduğu bir ortamda ilişki kurar. Bu da onun, öğretmen aracılığıyla toplumsal ilişkinin doğasını anlamasına yol açar. Böylece öğretmen, takdir ve değerlendirme temelli duygusal ilişki kaynağı haline gelir; aslında bu da ‘öğretme’ işlevinin bir uzantısıdır.
Eğitimde, toplum kuralları kadar çocuğun kişilik özellikleri de gözetilmeli!
Çocuğun öğretmenle kurduğu bu bilgi-duygu dengesindeki ilişkinin diğer tarafında ise, öğretmenin çocukla kurduğu ilişkiden edindiği deneyim yer alır. Bu durumda en önemli unsur, çocuğun kendine özgü bir varlık olarak toplumsal anlamda tanınmasıdır. Bunun için öğretmenin çocuğu bir torna tezgâhında şekillendirilecek (ve aslında diğerleriyle aynı biçime kavuşturulacak) bir malzeme gibi değil, kendine özgü özellikleri olan benzersiz bir insan olarak yaklaşması önem kazanır. Çocuğun öğretmen tarafından kabullenilmesi, onun kişilik özelliklerine, bireysel farklılıklarına saygı duyularak, duygusal alış-verişi öğrenmesine, ancak bu süreçte sorumluluk sahibi olmasının teşvik edilmesine dayalı olmalıdır. Otoriter eğitim modellerinde, çocuğun kişilik özelliklerine hiç saygı duyulmayıp birey olmasına fırsat verilmezken, aşırı özgürlükçü yaklaşımlarda ise, toplum kurallarını ve diğerlerini algılama ve anlama yetisinden yoksun, hakları sınırsız ama sorumlulukları olmayan, bencil insan tipleri ortaya çıkar. Önemli olan bu iki ucun arasında dengeli bir eğitim çizgisi yakalanabilmesidir.
Öğretmen, bu dengenin kurulmasında önemli bir görev üstlenir; üstlenmelidir. Çocuk-öğretmen ilişkisi, bu açıdan bakıldığında, yalnızca bir bilgi aktarımı-edinimi eylemini değil, genel bir hayat yöntemi sahibi olmak anlamına gelen, bir duygusal gelişmişlik eğitimidir. Böyle bir ilişki modeli, sağlıklı bir toplumun inşasında hayati bir önem taşır. Ancak bunun için de temel koşul, nitelikli öğretmenler yetiştirmektir. İyi bir öğretmenin özelliklerinin başında; davranışlarının sevgi, sıcaklık, tutarlılık içermesi ve güçlü bir öğretme motivasyonuna sahip olması gelir. Öğretmen, varoluşuyla, duruşuyla, gülüşüyle, sevgisiyle, kabulüyle öğretir. Öğretmenlik salt aileyi geçindirmek için yapılamaz. Öğretmen ebeveynlik fonksiyonlarını da üstlenemez. Aileler, bilinçli yönlendirmeler yaparak, çocukların temel eğitimini aşırılıklardan arınmış, dengeli bir şekilde gerçekleştirmekle yükümlüdürler. Sağlıklı bir toplum ancak bu denge üzerine kurulabilir.