Osmanlı’nın 4+4+4’ü: Mekteb-i Sıbyan

Eğitim Güncel
Türkiye gazetesinde yayımlanan İnan Arvas’ın yazısında bugünkü sistemle Osmanlı’nın 4+4+4’ü şeklinde tanımlayabileceğimiz Mekteb-i sıbyanda çocukların nasıl eğitildiği bakın nas...
EMOJİLE

Türkiye gazetesinde yayımlanan İnan Arvas’ın yazısında bugünkü sistemle Osmanlı’nın 4+4+4’ü şeklinde tanımlayabileceğimiz Mekteb-i sıbyanda çocukların nasıl eğitildiği bakın nasıl anlatılıyor…

Ecdadın hepsi âlim değildir ama alayı ilme saygılıdır, “Bir harf öğretene köle olurlar.”  Muallimler muttaki, mütedeyyin ve müteşerridir. Kalfalar dahi talebeye lütuf ve rıfk ile muamelede bulunurlar. Mektebin katibi, bevvabı (kapıcısı), ferraşı (hademesi), vekilharcı, hatta cabiyesi (tahsildarı) çocukları sever, başlarını okşar. Eytam-ı fukara (yetimler) vakıf tarafından okutulur. Fes, mintan, zıbın, papuç temin edilir. Harçlık, gıda, ne gerekiyorsa verilir…  

Dersler de oyun gibi sunulur: Elif çomak gibi, be çanak gibi, vav koyun gözlü, sat tava dudaklı, tı dik bacaklı… Monteigne bunu görünce çok şaşar. Avrupa mekteplerinde dayak vardır zira. Kamçılandığı için sakatlananlar, akıl sağlığı bozulanlar…

OSMANLI’NIN 4+4+4’Ü

600 yıl boyunca Osmanlı sicillerine çocuk döven muallim vakası geçmemiştir. Mektepler umumiyetle iki katlı olur, evi andırırlar. Mutfağı avlusu vardır. Çocuk alışıverir bir anda. Zaten herkesin minderi evden gelir, herkes köşesini bilir, sahiplenir. Çocuklar 4 yıl 4 ay 4 günlük oldular mı “vakti geldi” demektir. Derhal “Âmin alayı” tertiplenmeli, mümkünse kandile denk getirilmelidir. Mektebe başlayan çocuk sabah okkalı bir kahvaltıya oturur ki bütün sülale oradadır. Bir neşe, bir şamata…

Yeni kıyafetlerini giyer. Ak mintan, güvez fes, iskarpinler, nazar boncukları filan. Ve omzuna cüz kesesini asar. Bir faytona ya da midilliye bindirilir. Önden minder rahle “Taleal Bedru Aleyna.. Min seni yetil veda…” Zaman zaman duaya dururlar. Aminciler mırıldanırlar.   

Zaten “amin var” dendi mi çocuklar kapıda biter, hazır kıta! Niye? Çünkü patlayasıya pilav, zerde yiyecek, şerbet, takke ve mendil alacaktırlar. Konvoy Eyüp Sultan, Baba Cafer, Yahya efendi, Aziz Mahmud Hüdai gibi bir büyüğü ziyaret eder, gelir dayanır mektep kapısına. Kalfa çocuğu alıp muallimin karşısına çıkarır.

“De bakayım: Rabbi yessir, Rabbi yessir. Ve lâ tüassir, Ve lâ tüassir… Tamam. Şimdi şunu okuyoruz: Elif, elif. Be, be… Aferin sana” Bazen şaşkın çocuk onu da tekrarlar; “Aferin sana!”

İşte ilk ders bundan ibarettir. Çocuk hocasının ve davetlilerin elini öper, talebelerden biri ‘aşr-ı şerif’ okur. “Ya rabbi ilmimi, aklımı ve anlayışımı artır” duasının akabinde tencereler açılır. 

Aile hoca efendiye hediye getirmiştir. Kalfaya?yarısı?kadar,?bevvaba çeyreği kadar… İlahiciler, aminciler de hisselerini alırlar. Eti senin kemiği benim. Allaha emanet…

AMME’DEN TEBAREKE’YE…

Çocuk mektepte Supara’ dan başlar zamanla  “Mushaf’a çıkar. Amme, Tebareke derken mevlid şerifi ezberleyiverir bir anda… Edep erkan, hesap öğrenir bu arada… Sahafları dolanırsanız el yazması elif ba’lara da rastlarsınız ki zevkle tezhip edilmiştirler. Demek ki ecdat ilim yolunda hiçbir masraftan kaçmaz. 

Sabahçı öğlenci yoktur, teneffüs bulunmaz. Ancak  yakın olduğu için izin alan evine gider, karnını doyurur hatta uyur sonra döner gelir bir daha… Çocuklar baharları mesireye çıkarılır. Koyunlar kesilir, kazanlar kaynar, ayranlar helvalar, etli pilavlar…

Bazı hocanımlar kendilerini çocuk yetiştirmeye vakfeder evlerini komşu kızlarına açarlar. Yaş sınırı yoktur. Kırkından ellisinden sonra heveslenenleri de kapıyı çalar. Ki bu yanık aşıklar  kısa sürede hatm eder ezber de yaparlar. Kur’ân-ı Kerîm’in yanı sıra siyer hadis okur hatta ilmi ve edebi metinlere dalarlar. Na’t-ı şerifler, kasîdeler belli mi olur bakarsınız hoca olup çıkar.