Arınç’ın Kürçe “yeterli mi” endişesi

Eğitim Güncel
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ”Kürtçe medeni bir dil değildir” demediğini belirterek, ”Bunu deseydim o dili aşağılamış olurdum. ‘Kürtçe bu haliyle ilkokuldan üniversitenin ...
EMOJİLE

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ”Kürtçe medeni bir dil değildir” demediğini belirterek, ”Bunu deseydim o dili aşağılamış olurdum. ‘Kürtçe bu haliyle ilkokuldan üniversitenin son sınıfına kadar eğitim verebilecek zenginlikte mi? imkanlarıyla hazır mı? Bunu soruyorum’ dedim. Kendim bir hüküm koymadım ortaya. ‘Bir medeniyet dili değildir’ demedim. Şimdi bu sorumu doğru anlayanlar bana cevap verdiler” dedi.

Habertürk televizyonunda canlı yayınlanan ”Basın Kulübü” programında soruları yanıtlayan Arınç, Refahyol hükümetine karşı çıkanların, bu hükümetin ardından siyasetin kime teslim edildiğine bakılması gerektiğini ifade ederek ”Türkiye’yi kimin eline verdiler? Belki bir vicdan muhasebesine girmeleri lazım” diye konuştu.

Arınç, 28 Şubat benzeri ağır ve hafif tonda pek çok şeyle muhatap olduklarını dile getirerek, ”Ama gücümüz vardı, prensibimiz vardı onları tek tek uyguladık. Bu yüzden anayasaları da değiştirerek, sivil-asker ilişkilerini batı ölçülerinde bir noktaya getirmek suretiyle daha çok demokratikleşerek, özgürlüklerin önünü daha çok açarak ve karanlıkta kalmış bütün olayların açığa çıkmasını temin edecek bir noktaya gelerek 28 Şubatların önüne geçtik. Bence AK Parti’nin güçlü iktidarı ve iktidarında başardıkları… Artık Türkiye’de bundan sonra demokrasiden başka bir şey yok, geriye dönüş yok, siyaseti dizayn etmek yok. Her kurum kendi görevini kendi yetki ve sınırları içinde yapacak bir noktaya geldi” ifadesini kullandı.

Bülent Arınç, 28 Şubat’la ilgili yargılama süreçleri olup olmayacağına ilişkin bir soru üzerine, 1960 ve 1980 darbesini yapanlardan kimsenin hesap soramadığını vurguladı. 28 Şubat’la ilgili yargılamaların yapılabilmesinin önünü açtıklarına dikkati çeken Arınç, şöyle devam etti:

”Olmaz. ‘Siz bunları yargılamayacaksınız, bize numara yapıyorsunuz’ dendi. Benim görevim bu korunmacı zırhı kaldırmak. Ondan sonrası yargının işidir. Nitekim yargı da davasını açtı. Benim işim bitti, bundan sonrası yargının işidir.

28 Şubat yargılanır mı yargılanmaz mı? O günün mağduru biziz ama bu işi sorgulamak ya da yargılamak benim işim değil yargının işi. Sen bir vatansever olarak o süreçle ilgili şikayetini yaptın mı? Yapanlar oldu, ama bu gürültü çıkaranlar değil. Gerçekten o günün mağdurları. Yargı onların şikayetlerini ele aldı. ‘Efendim 27 Nisan’da böyle bir şey olur mu?’ Yargıya bakacağız. Olursa onun da belki sonucunu göreceğiz. Ama şu anda yaşadığımız tüm olaylar, geçmişte yapılan TCK’nın suç saydığı veya kendi özel kanunlarında suç sayılan filler veya doğrudan anayasayı ihlal çabalarının artık karşılıksız kalmayacağını ve bunlarla ilgili bir zırhın olmadığını bize gösteriyor. Bunun motoru AK Parti’ydi. Bunun kararını millet verdi. O gün ‘hayır’ diyenler düşünsün, biz ‘evet’ diyenler olarak hem Allah’a hamd ediyoruz hem de milletimize ‘sen ne güzel iş yaptın’ diyoruz.”

-”Şimdi korkulardan kurtulduğumuz bir zamandır”-

Arınç, bir başka soru üzerine, her şeyin demokratik ortamlar içinde, yapılacak işlerin istenen seviyelerde olması noktasında bir sürece ihtiyaç bulunduğunu ifade etti. Arınç, şöyle konuştu:

”Mesela Mustafa Muğlalı Kışlasının, facianın yaşandığı bir yerde isim olarak verilmesine hiçbir akıl sahibi ‘doğru’ diyemez. Bu halka hakarettir, tarihe hakarettir, ölen 33 tane insanın kemiklerinin sızladığı bir facianın tekrarıdır. Ama Koşaner’in son görev tarihine kadar bu orada kaldı. Buna benzer daha neler… Ama sonunda bir genelkurmay başkanımız geldi, genel bir karar aldı. Dedi ki ‘bu kışlalara verilen isimleri tekrar gözden geçirelim, şu ilkeler dışında kalanların hepsinin isimlerini değiştirelim’. Sadece Mustafa Muğlalı Kışlasına ait spesifik bir olay olarak meseleye bakmadı, ben de hayran oldum. Bu, çok güzel bir şey. Şu veya bu ismi vermek yerine ‘şu konsept içerisinde isimler verilmeli’ dendiği zaman mesele bütünüyle çözülmüş oluyor. Buna benzer başka gelişmeler de var. Dolayısıyla efendim o onun amiri değil mi isteyince hemen kaldırması lazım. Ama iki kere iki değil.”

”Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması orduyu rencide edecek bir şey mi? Bütün demokratik ülkelerde böyle” yönündeki sözler üzerine Arınç, bunu bütün olarak düşünmek gerektiğini söyledi.

Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

”İç Hizmet Talimatnamesi’nin 35. maddesi. Milli Savunma Bakanının nereye bağlı olacağı, Genelkurmayın veya kuvvet komutanlıklarının. Bunları genel bir çerçeve içerisinde oturtmamız lazım. Bir zamanlar Amasya Protokolü vardı. Onun demokrasiye yönelmesi için belli bir zaman geçti. Onun dışında kırmızı kitap vardı. Onun demokrasiye yönelmesi için belli bir zaman geçti. Burası Türkiye.”

Arınç, AB sürecinde bazı ülkeleri ziyaret ettiğinde, AB’ye ne kadar kısa bir zamanda uyum sağladıklarını gördüğünü belirterek, ”Avrupa’daki bazı ülkeler için demokrasiye geçiş belki hemen oldu veya bir sene içinde oldu. Ama bizde bir maddenin değişmesi bile 20 yıllık bir süreç aldı. Burası Türkiye, eskinin tortuları var, anlayışlar var, endişeler var, korkular var, endişeler var. Şimdi korkulardan kurtulduğumuz bir zamandır, bundan sonra özgürlük, hiç merak etmeyin” dedi.

-”Gençliğimizde Kısakürek’in etkisi var”-

”Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmalarında Necip Fazıl Kısakürek’ten neden bu kadar çok alıntı yaptığının” sorulması üzerine Arınç, yetişmelerinde pek çok şairin etkisinin bulunduğunu, ama daha çok geleneksel olarak Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif İnan ve Erdem Beyazıt’ın bulunduğunu ifade etti.

”Bu, bir ayıp değil” diyen Arınç, Başbakan Erdoğan’ın her toplantıda, konusuna göre farklı şairlerden alıntılar yaptığını bildirdi.

Necip Fazıl Kısakürek’in de gençliklerinde büyük bir etki yaptığını vurgulayan Arınç,”Necip Fazıl, bize göre bir mücadele insanıdır, bir mazlumdur. Hayatının en güzel yıllarını cezaevinde geçirmiştir. Fransa’da okumuştur. Dünya görüşü değiştiğinde büyük bir zulümle karşı karşıya gelmiştir. Çile kitabı vardır ve hakikaten büyük bir şairdir. Onun şairliğini Türkiye’de tartışan biri çıkmadı” diye konuştu.

”AB standartlarıyla Necip Fazıl’ın söylemleri karşılaştırıldığında çok fazla uyum görmüyorum” sözleri üzerine Arınç, ”Biz kimliğimizi koruyarak AB ile bütünleşeceğiz. Yani entegrasyon dediğiniz şeyi tamamen onlara benzemek olarak algılamıyorsunuz. Kendi kimliğimiz, kendi edebiyatımız, dilimiz, geleneklerimiz, dinimiz bunların hepsi var olacak” dedi.

”Necip Fazıl’ın şu fikirleri zararlıdır” kanaatinde olmadığını dile getiren Arınç, şunları söyledi:

”Şu fikirleri bugün söylenmemelidir. O kanaatte değilim. Onun söylendiği, yazıldığı hem o duygusal atmosferi hem o zamanın şartlarını bilerek biz bunları söylüyoruz. Tek parti iktidarının, darbeler döneminin en canlı tanığı olan bir insanın kendi ideolojisi için her şeyi göze almış bir insanın ve bize heyecan veren şiirlerinin bugün okunmasında ve hatta benimsenmesinde ben şahsen bir zarar görmüyorum.

‘Dindar gençlik istiyoruz’ sözünü de izah ediyor. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Daha sonra ‘Gençliğe hitabe’ diye nesir olan bazılarının şiir olarak algıladığı bir sözünü de kullandı. Oradaki ‘kinini’ ifadesinin bir ‘kindar gençlik mi yetiştirmek istiyorsunuz’ şeklinde karikatürlere bile yansıdığını görüyorum. Bence hepsinin ayrı bir değeri var. Ama bunun muhafazakar, demokrat düşüncemizin içerisinde yer aldığına da inanıyorum. ‘Dindar gençlik’ yerine ‘inançlı gençlik’ denseydi aynı anlamı ifade eder miydi? Belki ederdi ama onun kullanılması da mahzurlu değil. O bütünlük içerisinde ‘şunu da unutmayın’ demiş olmasının bugüne ait bir tehlike olduğunu söylemeyin.”

-”Gölgesinden korkan insanlar var”

Arınç, pek çok hastalığın ilacının bulunduğunu, ama bir tek korkunun ilacının olmadığını belirterek, ”Korkmak isteyen bir çaresini bulup kurtulamadı bundan. Yani gölgesinden korkan insanlar vardır. Bir yerden bir şey çıkacak diye ödü patlayanlar vardır. Belki sizin örtünüzden korkan insanlar bugüne kadar çok oldu. Benim gümüş yüzüğümden korkan insanlar çok oldu. Fişlenmeler, faili meçhuller, siyasi suikastlar, bunlar geçmiş dönemlere ait” dedi.

Bu korkularla Türkiye’nin Malezyalaştığı, İran’a benzediği yönünde görüşler belirtildiğini dile getiren Arınç, ”10 seneden beri ne getirdik de millet bu korkunun etkisiyle ‘biz de İran’a mı döneceğiz’ dedi. Allah’tan korkalım. Şu yaptıklarımıza bakın, sokaklara, üniversitelere, sanat hayatına, siyaset hayatına bakın. Korkmayın artık. Korkunun ecele faydası yok bu bir. İkincisi herşeyden korkarsınız ne olacak bu işin sonu?” diye konuştu.

Kendilerinin korkmadığını, ancak birilerinin korkularının bulunduğunu ifade eden Arınç, ”Bunlar fareden de korkar. Korkmayacaksın arkadaş. Korktuğun bir şey varsa demokrasi içinde mücadeleni yapacaksın. Yazıyorsun yazacaksın, çiziyorsun çizeceksin, bağırıyorsun bağıracaksın. Bak Kılıçdaroğlu grup toplantılarında nasıl bağırıyor?. Ağzına geleni söylüyor. Tayyip Bey’in dişini sökecekti, şifresini bozacaktı, hesap soracaktı. Kendisi perişan oldu. Şimdi oyları yüzde 19’un altında. Korku diye bir şey yok Türkiye’de” ifadesini kullandı.

-”Cesaretli olduk, izzet bulduk”-

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, TBMM Başkanı olduğu dönemde komutanlarla 3,5 dakika görüşmesine ilişkin şöyle konuştu:

”Ben TBMM Başkanıyım. Hilmi Özkök Paşa ve yanındakiler gelmişler, içeride 3,5 dakika kalmışlar hatta benimle fotoğraf bile çektirmemişler… Fotoğrafları yayınlamak zorunda kaldık. Sonra biz onlara gittik. Ben saat tutmadım. Ama bir nahoşluk ve fevkaladelik var ki bunu takip edenler var. Ne oldu? Ben niye korkayım. Ne var bunda korkulacak. Ben onlara gittim. Her birinde yarım saatten fazla kaldım. Bir sebebi var. Konuştum çünkü orada. Neden korkuyorsunuz, ne demek istiyorsunuz, ne yapmak istiyorsunuz. Dördü de oradaydı.

Ama benim yanımda 3,5 dakika durdularsa ben onların yanında fazla kalarak bunlara bir şeyler söyledim. Ondan sonra 5 sene TBMM Başkanlığı yaptım, onlar da gitti bir taraflara. Eğer direnmeseydik, eğer birilerinden gelen haberlerle biz de geçmişte olduğu gibi ‘eyvallah’ deseydik biz bize yakışmayanı yapmış olurduk. Ama yola çıkarken cesur, ilkeli, kararlı olacağız, neye mal olursa olsun, çünkü geçmişte korkaklık gösterenler izzet bulamadılar. İzzet cesarettedir. Biz cesaretli olduk, izzet bulduk.”

Kürtçe eğitim ve öğretim konusundaki bir soru üzerine Arınç, Kürtçenin yaşayan bir dil olduğunu, alfabesi bulunduğunu, bu dilde pek çok eserler yazıldığını kabul eden biri olduğunu ifade etti.

AK Parti’nin Kürtçenin öğrenilmesinde ve konuşulmasında bir sakınca kalmaması için birçok çalışma yaptığını ifade eden Arınç, şöyle dedi:

”Bana sorulan soru şu. ‘Anadilde eğitim yapacak mısınız?’ Ben Diyarbakır’da ‘böyle bir projemiz yok’ dedim. Anayasada bu konuda bir yasak, engel var.

İkincisi anayasada yasak, engel olmasa da bu dilde bir eğitim yapmak için altyapı hiç hazır değil. Bu dili bilenler eğitim seviyesinde çok fazla değil. Şuradan biliyorum. Biz TRT Şeş’e eleman almak istedik. Yani ‘Kürtçeyi iyi bilen, ekrana aşina olan, elindeki metni televizyon yayıncılığına uygun halde bilen kaç kişi var’ dediğimizde hala bile eksiğimiz var.

Halk Kürtçesiyle konuşan çok fazla ama yazdığını, çizdiğini televizyona hazır hale getirebilecek elemanlar bulmakta zorlanıyoruz. Burada zorlandığımız halde ilkokuldan üniversiteye kadar benim anadilde seçenekli olarak ayrı bir eğitim dilini kabul etmemin mümkün olmadığını bilmemiz gerekiyor. Bunu da şu cümleyle ifade ettim. Bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış anladı. Ben ‘Kürtçe medeni bir dil değildir’ demedim. Bunu deseydim o dili aşağılamış olurdum.”

Arınç, Meclisteki konuşmasında Kürtçenin gramerinin, alfabesinin, yazılmış eserlerinin bulunduğunu ve muhataplarına ”Siz bu dili aşağılayamazsınız” dediğini vurguladı.

-”Beni eleştirdiler”-

Bülent Arınç, şöyle konuştu:

”(Medeni bir dil değildir) demedim ama söylediğim şu. Bunun bir medeniyet dili olup olmadığını sormak istiyorum. Yani bu dil kitabı olur, tiyatrosu olur, manzumu olur, şiiri olur ve şu kadar yıldan beri konuşulur. Burası Kuzey Irak’ın Süleymaniye’si değil. Orada bu dilde eğitim veren bir okul da olabilir. Ama gösterdiğiniz sadece Süleymaniye’deki bir okul. Dünyanın başka yerlerinde böyle bir eğitim var mı yok. ‘Kürtçe bu haliyle ilkokuldan üniversitenin son sınıfına kadar eğitim verebilecek zenginlikte mi? İmkanlarıyla hazır mı? Bunu soruyorum’ dedim. Kendim bir hüküm koymadım ortaya. ‘Bir medeniyet dili değildir’ demedim. Çünkü onu deseydim saygısızlık yapmış olurdum. Şimdi bu sorumu doğru anlayanlar bana cevap verdiler. Beni eleştirdiler.

‘Kürtçe, medeniyet dilidir’ dediler. İşte ben sorumun cevabını aldım ve bu yüzden mesela Orhan Miroğlu’na, Muhsin Kızılkaya’ya telefon açtım, teşekkür ettim. Belki başkaları da yazmış olabilir. Ama iki kişiye özellikle teşekkür ettim. Çünkü benim istediğim üslup da bu. Hakaret ederek, bağırarak Özgür Gündem’in üslubuyla veya ‘Azadiya Welat’ın yazdıklarıyla değil. ‘Aklı başında, bilimsel olarak ve vicdan sahihi olarak beni eleştirdiğiniz için size teşekkür ediyorum’ dedim.”

”Bir tek şeyi gördüm bugüne kadar. ‘Kürtçe medeniyet dili değildir, bununla eğitim yapılmaz’ diye bir yazı çıkmadı” diyen Arınç, şunları kaydetti:

”Yani bu şekilde düşünen ama bunu ifade etmekten çekinen, korkan pek çok insan var demek ki. Ama tam aksine ‘Kürtçe medeniyet dilidir, sen yanlış düşünüyorsun, aldın mı sorunun cevabını’ diyen pek çok insan oldu. Ya korkanlar azaldı veyahut da onlar da kabul ediyor ki Kürtçe bir medeniyet dilidir. Artık ben bu tarafa ağırlık verebilir haldeyim.”

AA