Antalya ili Türkiye’nin güneybatısında 29° 20′-32°35′ doğu boylamları ile 36° 07′-37° 29′ kuzey enlemleri arasındadır. Güneyinde Akdeniz ve kuzeyinde denize paralel uzanan Toroslar ile çevrili olup, doğusunda İçel, Konya ve Karaman, kuzeyinde Isparta ve Burdur, batısında Muğla illeri ile komşudur. İlin yüzölçümü 20.815 km2 kadardır. Bu Türkiye yüzölçümünün % 2,6’sı kadarına karşılık gelir. Akdeniz Bölgesi’nin batısında bulunan Antalya ili, bölge yüzölçümünün ise % 17,6’sını oluşturur. İl, doğal ve kültürel coğrafya özellikleri bakımından büyük bir zenginliğe sahiptir.
Kaynakça: Antalya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2012). Dünden Bugüne Antalya Cilt I . Antalya: Antalya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
-Türkiye’nin İlleri Hakkında Genel Bilgiler Tam Liste-
İklim
İklim tipi: Akdeniz İkliminin etkisindedir (Kışları ılık ve yağışlı, yazları kurak ve sıcak). Çevresindeki dağ, göl, orman gibi yeryüzü şekillerinin iklime etkisi: Kuzeyinde bulunan Toros Sıradağları güneyden gelen yağışlı ve nemli hava etkisini artırarak belirli yükseklikte yağışın artmasına neden olmaktadır (İbradı’nın yıllık yağış toplamı: 2200 kg/m²). Mevsimlere göre sıcaklık-yağış dağılımı ve yağış tipi: Yağış tipi sahilde yağmur, iç kesimlerin yükseklerinde kış aylarında karla karışık yağmur ve kar yağışı görülmektedir. (2000 metre yükseklikte Saklıkent Kayak Merkezi bulunmaktadır).
Yıllık ortalama yağış miktarı: 1043.2 kg/m² Yıllık sıcaklık ortalaması: 18.4ºC En yüksek ve en düşük sıcaklık ortalaması: En yüksek sıcaklık 45ºC-Temmuz ayında, en düşük sıcaklık -4ºC-Şubat ayında görülmüştür. Nem oranı ve yüzdesi: %63.2 Kar yağış gün sayısı ve yerde kalış süresi: Kar yağışlı günler Ocak:1 gün,Şubat:1 gün, Mart:1 gün, Aralık:1 gün yerde kalış süresi Ocak ayında 1 saatten azdır. Diğer aylarda hiç kalmamıştır. Yıllık güneşli gün süresi: 8,3 saat Basınç ve rüzgâr özellikleri: Rüzgarın esme yönleri olarak en fazla NNW (Kuzeykuzeybatı) yönünden esmektedir. Aylar itibariyle ortalama basınç 1006,6 (hPa) olarak gerçekleşmiştir.
Bitki Örtüsü
Zeytin, tüm Akdeniz havzasında olduğu gibi Antalya’nın da en çok yetiştirilen bitki türlerindendir.
Kıyıdan 500–600 m. yüksekliğe kadar olan yerlerde aşırı yaz kuraklığına uyan, kışın da yeşil kalan makiler egemendir.
Boyları 3–5 m.yi geçmeyen bu bitkiler arasında delice, kocayemiş, sandal, yabani çilek ve zakkum en yaygın olanlarıdır. 600-1.200 metre arasında, kızılçam ve meşelerin egemen olduğu, karışık ormanlar ya da yamaç ormanları ortaya çıkar. Kızılçamların aralarında yer yer meşelikler, daha yükseklere doğru halep çamı ile karaçamlar görülür. 1.200-2.100 metre arasında ise yüksek ormanlar diye adlandırılan ve sedir, köknar, sarıçam, kayın ve çeşitli ardıç türlerinden oluşan orman kuşağı yer alır. Özellikle Batı Toroslar’da saf sedir ormanları vardır. 2.000 metrenin üstünde iğne yapraklı ağaçlar seyrekleşir ve bodurlaşır. Bu alan 2.100-2.300 metrede sona erer ve alp çayırları denen, renkli çiçeklerle bezenmiş, yazları kurumayan yüksek otluklara geçilir.
Teke Yaylası’ndaki yüksek ovalarda meşe ormanlarının tahribi sonucu oluşmuş bozkır bitkileri yetişir. Genişliği 946.466 hektarı bulan Antalya ormanlarında köknar, meşe, dişbudak, karaağaç, kocayemiş, çınar, ahlat, ıhlamur, yabani ve aşılı zeytin, kermes meşesi, mazı meşesi, sandal, sakız ağacı, mersin, tespih ağacı, defne, akça kesme, hayıt,zakkum, harnup, kayacık, funda, ladin, çılbırdı, cehri, katırtırnağı, kekik, patlangaç, sütleğen, dikenli mersin, deve dikeni, ballı baba, alev doda, adaçayı, safran, kanada şifa otu, tokuz otu, çakır dikeni, çiriş otu, kuşkonmaz, krizantem gibi ağaç ve ot cinsleri bulunur.
Flora
Antalya İlinin bitki örtüsü ormanlar, çayır meralar, makiler, otsu bitkilerden oluşmaktadır. Bodur ağaçlardan oluşan makiler bölgede 700-800 metre yüksekliğe kadar görülür. Orman alanları deniz seviyesinden itibaren başlar. Antalya İli Arazi Durumu: Kullanılan Tarım Arazisi: 3.667.012 (da) – % 17,53 Çayır-Mera Arazisi: 2.010.730 (da) – % 9,62 Orman ve Diğer Alanlar:15.231.258 (da) – % 72,85 Toplam: 20.909.000 (da) 100 Tarım Arazisi Dağılımı: Sebze-Süs Bitkisi (Açıkta+Örtüaltı): 460.545 (da) – % 12,6 Meyve: 701.535 (da) – % 19,1 Tarla Bitkiler: 2.082.341 (da) – % 56,8 Nadas Alanları: 422.591 (da) – % 11,5 Toplam: 3.667.012 (da) 100
Fauna
Antalya’da 2013 yılı itibarıyla yetiştirilen toplam sığır sayısı 153.609 baştır. Türkiye’de yetiştirilen sığır sayısı ise 14.532.848 baştır. Bu da, Türkiye’de yetiştirilen her 100 sığırdan 1,05’inin Antalya’da yetiştirildiğini ve sığır varlığı bakımından diğer illerin gerisinde kalmadığını göstermektedir. İlimizde yıl içerisinde 181.941 ton inek sütü ve 42.403 ton koyun-keçi sütü olmak üzere toplam 224.344 ton süt üretilmiştir. İlimizde büyükbaş hayvan varlığının % 41’i kültür ırkı, % 48’i melez ırklardan ve % 11’i yerli ırklardan oluşmaktadır.
Kültür ırkı ve melez hayvanlar içerisinde en fazla yer alan hayvan ırkı holştayn siyah alaca hayvan ırkıdır. Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği bütün ilçelerde yapılmakla birlikte, Manavgat, Serik, Alanya, Korkuteli, Elmalı ve Döşemealtı İlçelerinde daha çok öne çıkmaktadır. Manavgat ve Serik’te iki işletmede manda üretimi yapılmaktadır. Ülkemiz küçükbaş hayvan mevcudunun % 2,4’ü (906.132 baş) ilimizde yetiştirilmekte olup, keçi yetiştiriciliği bakımından 2. sıradadır. Küçükbaş varlığının % 59’u keçiden % 41’i koyundan oluşmaktadır. İlimiz küçükbaş hayvancılığında hakim olan ırklar ise kıl keçisi, dağlıç, akkaraman ve melezleri, merinos ile az sayıda Acıpayam koyunundan oluşmaktadır. Antalya ili koloni sayısı ve bal üretimi bakımından Türkiye’de arıcılığın en yoğun yapıldığı illerden birisidir.
Antalya ili iklimi, coğrafik yapısı, bitkisel ürün çeşitliliği ve ekolojisi ile önemli bir arıcılık merkezidir. Arı yetiştiriciliği Antalya’nın tüm ilçelerinde yaygın olarak yapılmaktadır. Antalya ili koloni sayısı ve bal üretimi bakımından Türkiye’deki ilk 10 il içinde yer almaktadır. Yıllara göre değişmekle birlikte Antalya ilinde yerleşik olarak 2.715 arı yetiştiricisi ve bu arıcılara ait 206.352 arı kolonisi bulunmakta ve yıllık 2.331 ton bal üretilmektedir. Antalya ili aynı zamanda dört mevsimin yaşanabildiği, iklim ve bitki örtüsü bakımından Türkiye’nin tüm özelliklerini yansıtan bir ildir.
Sahil kesiminde kışların ılık ve yağışlı geçmesi ve arıların yararlanabileceği nektarlı ve polenli bitkilerin kış mevsiminde de bulunması bölgedeki arıcılığı yıl boyu verimli kılmaktadır. Bu özelliği nedeniyle Antalya ili ve çevresi ülkemizdeki en önemli kışlatma alanlarından birisidir. Nitekim sonbaharda başka illerden ve ilin yüksek kesimlerinden çok sayıda arıcı kışlatma amacıyla arılarını sahil kesimine taşımaktadır. Kışın püren, sandal, yenidünya, keçiboynuzu bitkileri, ilkbahar ve yazın narenciye ve diğer meyve ağaçları, yonca, üçgül, tırfıl, korunga, ballıbaba, hardal, dönbaba, düğün çiçeği, sığırdili, mısır, susam, pamuk, anason, yalancı akasya, kekik, geven, adaçayı vb. bitkiler ve sonbaharda salgı balı veren ağaçlar en önemli nektar ve polen kaynaklarıdır. Antalya ilinde narenciye çiçeklerinin Nisan –Mayıs aylarında açması ile ülkede en erken bal hasadı bölgede yapılmakta, yaz aylarında susam, anason, pamuk alanları, yüksek yayları ve sonbaharda çam balı üretim alanları ile yılda üç-dört hasat yapılabilmektedir.
Kemer, Kaş, Kale, Finike, Kumluca, Antalya (Merkez), Serik, Manavgat, Alanya, Gazipaşa ilçeleri iyi bir kışlatma imkanı sunmakta, Elmalı, Korkuteli, Gündoğmuş, Akseki ve İbradı ilçelerindeki yaylalarda da kaliteli çiçek balı üretilmektedir. Antalya ilindeki ipekböceği yetiştiriciliği yalnız Alanya ve Gazipaşa ilçelerinde yapılmaktadır ve ülke yaş koza üretiminin yaklaşık %17’si buradan sağlanmıştır.Türkiye’de kutu başına verimlilik 23–24 kg arsında değişirken, Antalya ilinde 30–35 kg arasındadır. Bu değerde Antalya ilindeki ipekböceği yetiştiriciliğinin önemini ve başarısını göstermektedir. Antalya ilindeki diğer önemli bir gelişme de ipekböceği yetiştiriciliği yapan aile sayısındaki azalıştır. Bu nedenle toplam üretilen yaş koza miktarında düşme gözlenmektedir.
Ekonomik Yapı
Antalya zaman içerisinde küçük bir tarım ve ticaret şehri olmaktan çıkmış, dünya çapında bir turizm ili kimliğine bürünmüştür. Son dönemde sanayi ve inşaat faaliyetlerindeki gelişmelerle de önemli bir ivme kazanmıştır. Antalya’nın Türkiye GSYİH’sı içindeki payı %3’ün üzerindedir. Kalkınma Bakanlığı tarafından en son 2003 yılında yayımlanan “İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması” sonuçlarına göre Antalya 10’uncu sırada yer almakta iken, 2011 yılı sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi sıralamasında 5’inci sıraya yükselerek Türkiye’nin en gelişmiş illerinden biri konumuna gelmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından en son 2001 yılı için açıklanan GSYİH verilerine göre Antalya’nın sektörel dağılımında; %75,6’lık pay ile birinci sırada hizmetler sektörünün, %12,3’lük pay ile tarım ve %12,1’lik pay ile sanayi sektörlerinin aldığı görülmekteydi. 2001 yılında sona eren iller düzeyinde “Gayri Safi Milli Hasıla” verilerinin yerini artık bölgesel düzeyde açıklanan, bölgelerin ekonomik gelişiminin ve refah düzeyinin en önemli göstergesi olan “Gayri Safi Katma Değer (GSKD)” verileri almıştır. GSKD verileri, Antalya’nın ve bölgemizin ekonomik gelişmesinin 2000’li yıllarda da devam ettirdiğini göstermektedir. Burdur, Isparta ve Antalya illerinden oluşan Batı Akdeniz Bölgesi; 2011 yılı itibariyle 45,8 milyar TL GSKD ile İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa-Eskişehir-Bilecik, Kocaeli-Sakarya-Düzce-Bolu-Yalova bölgelerinden sonra 6’ıncı sırada yer aldığı gibi 10.122 dolar kişi başına GSKD ile de İstanbul, Kocaeli-Sakarya-Düzce-Bolu-Yalova, Ankara, Bursa-Eskişehir-Bilecik, Tekirdağ-Edirne-Kırklereli, İzmir bölgelerinden sonra 7’inci sıradadır.
Bölgemiz, Türkiye GSKD içinde % 4 pay almaktadır. Sektörel bazda ise tarım sektörümüzün payı % 7,3, sanayi sektörümüzün payı % 1,9, hizmet sektörümüzün payı % 4,4’tür. Sektörlerin GSKD içindeki paylarına bakıldığında ise bölgemizde hizmet sektörünün payı % 70,2, tarım sektörünün payı % 16,6, sanayi sektörünün payı % 13,3 olarak saptanmıştır. Antalya ekonomisi özellikle Tarım, Turizm ve Ticaret sektörlerine dayalıdır. Bu sektörler sanayi, inşaat ve sağlık gibi diğer hizmet sektörleriyle çeşitlenmektedir. Tarım Antalya’nın yüzölçümünün %17,4’lük bölümü tarım alanıdır. Türkiye’de bulunan cam seraların % 82,5’i ve plastik seraların % 54’ü Antalya’da bulunmaktadır.
Türkiye’de toplu ekilebilir-dikilebilir alanların % 1,5’ine sahip olmasına rağmen, uygun ekolojik koşulları ve zengin tarımsal potansiyeli sayesinde 6,3 milyon ton bitkisel üretim gerçekleştiren Antalya’nın ülke ekonomisine katkısı miktar bakımından % 4,3 düzeyindedir. 2013 yılında, Türkiye’de üretilen sebzenin % 14,1’i ve meyvenin %6,6’sı Antalya’da üretilmektedir. Türkiye’de bulunan cam seraların % 82,5’i ve plastik seraların % 54’ü Antalya’da bulunmaktadır. Kesme çiçek üretiminde Antalya %48,1’lik paya sahiptir. Türkiye domates (sofralık) üretiminin % 29,4’ü, salatalık (sofralık) üretiminin % 28,7’si, kabak üretiminin % 13,4’ü, patlıcan üretiminin % 10,2’si, biber (sivri) üretiminin % 3,8’i, fasulye (taze) üretiminin % 7,5’i ve kültür mantarının % 55,4’ü Antalya ilinde yapılmaktadır.
Meyvecilikte Antalya’nın payı; muz üretiminde 24,6 ve portakal üretiminde % 28,4 oranındadır. Türkiye’de narın % 27,4’ü, avokadonun % 80’i, yenidünyanın % 52,2’si, keçiboynuzunun % 35,6’sı Antalya’da üretilmektedir. Tarla bitkileri üretiminde ise Türkiye’deki susam üretiminin yaklaşık % 20,6’sı Antalya’dan karşılanmaktadır. Kesme çiçek üretiminde Antalya’nın Türkiye içindeki payı % 34,7’dir. İlimiz için hazine arazilerinin büyük ölçekli yatırımlara tahsis edilerek organize sera alanlarının geliştirilmesi gereklidir. Ürün paketleme tesislerine, modern seralara ve GLOBALGAP standartlarında üretime sektörel teşvik verilmelidir.
Turizm Antalya’ya 1980 yılında 10 bin yabancı ziyaretçi gelirken, bugün yabancı ziyaretçi sayısı 11 milyon civarındadır. 1980’li yıllarda turistik yatak sayısı 5.609 iken bugün bu kapasite 550 binlere çıkmıştır. 2013 yılı rakamlarına göre Türkiye’ye gelen 100 turistten 33’ü Antalya’ya gelmektedir. Turizmin Antalya ekonomisine katkısı konaklama gelirinden çok, sektöre girdi temin eden, sanayiden ulaştırmaya ve ticarete kadar birçok sektörün turizme bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Turistlerin yaptığı harcamada dahi konaklama harcamasının payı üçte bir oranındadır. Turizm geliri kavramı turistin yaptığı halı, giyim, mücevher gibi alışverişten elde edilen geliri de içine almaktadır. Turizm gelirinde Antalya için yaklaşık 11 milyar dolarlık bir gelirden söz etmek mümkündür. Bu da Antalya ekonomisinin yaklaşık olarak üçte biridir. Ticaret Antalya’da ticaret sektörü çoğunlukla turizme ve inşaata dönük küçük sermayeli işletmelerden oluşmaktadır. Turizm sektöründeki hızlı gelişim kent merkezindeki ticari hayata yeteri kadar yansımamıştır.
SGK son verilerine göre İlimizdeki işyeri sayısı 62 bine ve aktif çalışan sayısı yaklaşık 639 bine ulaşmıştır. Bu rakamlar ekonomik duruma ve mevsime bağlı olarak değişebilmektedir. İl nüfusunun %29,6’sı kayıtlı ve aktif olarak çalışanlardan oluşmaktadır. Sosyal güvenlik kapsamında aktif çalışan kişi sayısı SSK (4/a) statüsünde 442 bin, Bağ-Kur (4/b) statüsünde 133 bin, Emekli Sandığı (4/c) statüsünde 65 bindir. Aile işletmeleri nedeniyle istihdamda tarım, mevsimsel olarak istihdamda ise turizm ilk sırada yer almaktadır. Bölgemiz katma değerinde hizmet sektörü yaklaşık %70,2, tarım %16,6, inşaat ile birlikte sanayi %13,3 paya sahiptir. Ticaret ve sanayi sektörlerinin turizme bağımlılığı yüksektir. 2013 yılında Antalya’nın vergi geliri 4,3 milyar TL, bütçe geliri 5,5 milyar TL olmuştur. Her ne kadar Antalya ulusal pazara hitap eden büyük firmalar ve büyük kamu işletmeleri bakımından yetersiz kalsa da bütçe gelirleri tahsilâtında yedinci sıradadır.
Gelir Vergisi mükellefleri sayısı bakımından 2013 sonu itibariyle 73.948 vergi mükellefi ile İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa’nın ardından beşinci sırada yer almaktadır. Kurumlar Vergisi ve KDV mükellefleri toplamları bakımından, sırası ile 26.055 ve 96.300 mükellef sayıları ile her iki kategoride de İstanbul, Ankara ve İzmir’den sonra dördüncü sırada yer almaktadır. Genel olarak; • Gayrimenkul sermaye iradı faal mükellefleri sıralamasında İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa’nın ardından beşinci sıradadır (51.458). • Basit usul gelir vergisi mükellefleri toplamında İstanbul, İzmir’den sonra üçüncü sıradadır (25.520). • Kurumlar vergisi mükellefleri toplamında dördüncüdür (26.055). • Gelir vergisi mükellefi sayısında beşincidir ( 73.948). Antalya’nın en çatı örgütleri Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) ile Antalya Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği (AESOB)’dir. ATSO’nun 2014 yılı Mart ayı sonu itibariyle kayıtlı üye sayısı 90 bin olup, bunun yaklaşık 23 bini faal ve 18 bini askıda olan üyedir. Aktif firmaların %50,7’si limited, %31,8’i hakiki şahıs ve %15’ini anonim şirketler oluşturmaktadır.
Oda bünyesinde 49 Meslek Grubu bulunmaktadır. ATSO ticaret sektörüne yönelik olarak kent merkezi geliştirme, markalaşma, toplu işyerleri ve kümelenme projelerini desteklemektedir. Sanayi Organize Sanayi Bölgesi’nde 165 üretimde bulunan tesislerin çoğunlukla gıda, makine-metal sanayi, kağıt-ambalaj, gübre-tarım, plastik firmaları olduğu görülmektedir. Sektörel dağılımda %13,94’lık payı gıda, makine-metal ve elt. makine, %8,48’lik payla kağıt ambalaj, gübre-tarım,ı plastik, %5,5’lik payı mobilya sektörleri almaktadır. Antalya Serbest Bölgesi’nde, 2013 yılı Aralık ayında 76’sı yerli, 17’u yabancı ve 17’u yerli-yabancı ortaklı toplam 110 firma bulunmaktadır. Bölgede söz konusu ay itibariyle 25’i yabancı olmak üzere toplam 3.710 kişi istihdam edilmektedir. Sanayide ulaşım altyapısı, teşvik sistemi, çevreci yatırım kriterleri, arazi maliyeti nedeniyle büyük yatırımları çekmek zordur. Buna rağmen küçük ölçekli de olsa her sektörde yatırımlar devam etmektedir.
İnşaat Antalya’da inşaat sektörü hızla konut üretmektedir. Lara’dan Konyaaltı’na kadar her yerde son derece kaliteli, lüks inşaatlar yükselmesine rağmen geçmişte yapılan plansız yapılaşmalar bazı bölgelerde etkilerini göstermektedir. TÜİK tarafından açıklanan “Konut Satış” verilerine göre Batı Akdeniz Bölgesi 2013 yılında toplam 24.821 konut satışı ile İstanbul, Ankara ve İzmir’den sonra 4. sırada yer almıştır. Toplam konut satışında 2013 yılında Antalya %5,8’lik paya sahipken, İstanbul’un %24,2, Ankara’nın %20,4, İzmir’in %6,2 ve Batı Akdeniz Bölgesi’nin % 6,3’lük paya sahip olduğu görülmektedir. Ekonomik büyümede ve istihdamda çok önemli bir yeri olan inşaat sektörünün canlanması için konut kredisi maliyetlerinin düşürülmesi yönünde ATSO’nun da girişimleri olmuştur.
Diğer Antalya, birçok alanda Türkiye’deki ilkler arasındadır. Vergi gelirlerinde, banka mevduatlarında, motorlu taşıt satışlarında Antalya, Türkiye’nin ilk 4-5 ili arasına girmektedir. 2 milyonun üzerinde nüfusu ile Antalya’nın sosyal hayat standardı oldukça yükselmiştir. Antalya, bugün birçok sanat gösterisine, bilimsel toplantılara, büyük organizasyonlara ev sahipliği yapmaktadır. Daha iyi bir ulaşım altyapısına ulaşmak için yapılan çalışmalar devam etmektedir. Açılan köprülü kavşaklarla, yeni yol güzergahları ile sıkıntı yaratan trafik problemine çare bulunmaya çalışılmıştır. İkisi uluslararası, biri yurtiçi olmak üzere üç farklı terminalde faaliyet gösteren ICF Antalya Havaalanı 20 milyonun üzerinde yabancı yolcuya hizmet sağlamaktadır. İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan sonra en yoğun ikinci havalimanıdır.
Antalya ve Gazipaşa Havalimanları 2013 yılında toplamda 27.357.145 yerli ve yabancı yolcuya hizmet sağlamıştır. (Gazipaşa 227.932’si yabancı olmak üzere toplamda 338.552 yolcuya hizmet sağlamıştır) Tüm bu gelişmelerin yanında Akdeniz’in en temiz deniz suyuna ve kıyılarına, en zengin bitki örtüsüne, doğal ve tarihi güzelliklere Antalya’nın sahip olması gurur vericidir. Çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik yapılan çalışmalar sonucunda ilimizdeki mavi bayrak sayısı 2013 yılında 208’e (197 plaj – 6 marina – 5 yat) yükselmiştir. Ülkemiz genelinde 383’ü plaj, 21’i marina ve 13’ü yat olmak üzere toplam 417 mavi bayrak bulunmakta olup, mavi bayrak ödüllü plajların % 51’i ilimiz sınırları içerisinde yer almaktadır. Antalya’da gerçekleştirilecek uluslararası organizasyonlar; ICCA: Kongre ve toplantı turizmi alanında, dünyanın önde gelen kuruluşu olan, 36 ülkeden 950’nin üzerinde üyesi bulunan ICCA (International Congress and Convention Association), her yıl farklı bir ülkede gerçekleştirdiği yıllık kongresini, bu yıl 1-5 Kasım 2014 tarihleri arasında, Antalya’da gerçekleştirecektir.
Hâlihazırda kongre ve etkinlik destinasyonu olarak önemli bir yere sahip olan Antalya’nın uluslararası arenada da önemini arttırmayı ve Türkiye’nin lider kongre turizmi merkezi haline getirmeyi hedefleyen Antalya Kongre Bürosu, sektörün bu en önemli yıllık toplantısının ev sahipliğini büyük bir gururla üstlenmiştir. EXPO 2016: Dünyanın önemli organizasyonlarından biri olarak kabul edilen “Dünya Botanik Expo”su 2016 yılında “Expo 2016 Antalya” adıyla ve “Çiçek ve Çocuk” temasıyla Antalya’da düzenlenecektir. EXPO 2016 Antalya Aksu Belediyesi sınırları içinde 112 hektarlık alanda 23 Nisan ‐ 30 Ekim 2016 tarihleri arasında hizmet verecektir. Alan, organizasyon sonrasında da ziyaret edilebilecektir. Expo Antalya’yı 6 aylık bir dönemde toplam 8 milyon kişinin ziyaret etmesi hedeflenmektedir. Bu rakamın içinde 5 milyon yabancının Expo Antalya’yı keşfedeceği ve bunun da 2 milyonunun sadece Expo Antalya’yı ziyaret etmek için bölgeye geleceği düşünülmektedir. Ayrıca 3 milyon yerli ziyaretçinin de Expo’yu ziyaret edeceği ve bunun da beş yüz bininin sadece Expo’nun çekimine kapılarak bölgeye geleceği düşünülmektedir.
Antalya İlçeleri
Kemer :
Kemer ilçesi merkezi Antalya’nın 43 km. batısındadır. İlçe Batı Toros dağlarının eteklerinde 46 uzunluğundaki kıyı şeridi üzerinde kurulmuştur. Doğusu Akdeniz, batısı orman ve dağlarla çevrili olan ilçemizin yüzölçümü 53.483 km2’, nüfusu ise; 41.268′ dir. 45.000 hektarlık alanı ormandır. Yılda ortalama 300 gün güneşli geçer.
Kepez :
1993 yılında Alt Kademe Beldesi olarak teşkilanan, son olarak da 5747 Sayılı Kanunla Varsak Beldesinin mahalleye dönüştürülerek kendisine bağlananan gecekondu yerleşiminin çoğunlukta olduğu ancak Kepez Belediyesinin imar, altyapı ve sosyal alanlar bakımından son yıllarda yaptığı yatırımlarla, bir cazibe merkezi haline gelme yolunda iyi bir mesafe almış bulunmaktadır. İlçenin alan ölçüsü 403,76 km2 olup, nüfusu 433.961’dir.
Konyaaltı :
Konyaaltı; Bakanlar Kurulunca onaylanan 504 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği 02/09/1993 yılında “Alt Kademe Beldesi” olarak kurulmuş, 5747 Sayılı Kanunla da İlçe statüsüne kavuşmuştur. İlçenin alan ölçüsü, 562,4 km2 olup, Nüfusu ise 131.513’dür.
Kaş :
Kaş İlimize bağlı 5 Belde ve 48 köyü ile 53.633 toplam nüfuslu şirin bir ilçedir. Antalya’ya 192 km., Fethiye’ye 106 km. Mesafededir. İlçe batıda Eşen Çeyı ile Fethiye’ye, doğuda Demre’ye, kuzeyde Elmalı İlçesine komşu olup güneyinde ise Meis Adası ile karsı karşıyadır. İlçenin yüzölçümü 2231 Km2 ve sahil uzunluğu 70 km dir.
Serik :
Antalya – Mersin karayolu üzerinde, Antalya’nın 38 km doğusunda, Manavgat İlçesine 40 km uzaklıktadır. Akdeniz’de 22 km kıyı şeridine sahip olup; 8 km içeride, denizden 26 m yüksekliktedir. Serik İlçesi batıda; Antalya Merkez İlçe, doğuda; Manavgat İlçesi, kuzeyde; Burdur İline bağlı Bucak ve Isparta İline bağlı Sütçüler İlçeleri, Güneyde; Akdeniz ile çevrilidir. İlçenin 2012 yılı toplam nüfusu 111.764’tür. İlçenin elli iki köyü bulunmaktadır.
Korkuteli :
Antalya’nın kuzeybatısında ve Antalya’ya 60 km uzaklıkta bulunmaktadır. İlçe nüfusu 51.023 olup bu rakam yaz aylarında serin bir ilçe olması nedeniyle en az ikiye katlanmaktadır.
Akseki :
Akseki İlçesi Antalya ve Konya arasında, Toroslar’ın eteklerinde kurulmuş olup Konya’ya 153 km., Antalya’ya 155 km mesafededir. İlçeye bağlı belde ve köy yollarının tümü asfalttır. Yüzölçümü 2.083 km² olup nüfusu ise; 13.122’dir.
Demre :
İlçeye bağlı dokuz köy bir belde mevcuttur. İlçenin toplam olarak yüz ölçümü 47.322 m2, nüfusu 25.489’dur. Antalya körfezinin batısında Teke Yarımadasının güneyinde yer alan bir ilçe olup, doğusunda Finike İlçesi, batısında Kaş İlçesi, güneyinde ise Akdeniz ile sınırdır.
Alanya :
Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz’in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. İlçe 16 belde ve 68 köyden oluşmaktadır. Merkezde 19 mahalle, beldelerde ise 49 mahalle bulunmaktadır. Toplam yerleşim alanı 1.877 km2’dir. Alanya, Antalya İli sınırları içerisinde şehir merkezine 135 Km. mesafede Akdeniz kıyısında yer almakta 175.658 hektarlık bir alanı kapsamaktadır. Gerek karayolu, gerekse hava yolu ile Ulusal ve Uluslararası merkezlerden Alanya’ya ulaşım genellikle Antalya üzerinden karayolu ile sağlanmaktadır. İlçenin kış aylarında 264.692 olan nüfusu yaz aylarında artan iş hacmi ve turizm nedeni ile 400.000 kişiye ulaşmaktadır.
İbradı :
İlçe merkezi deniz seviyesinden 1050 metre yüksekliktedir. Tamamı ile dağlık ve ormanlıktır. En yüksek dağı olan orta pınarcık 2500 metre yüksekliktedir. İlçe Antalya’ya 180 km, Konya’ya 200 km, Akseki ilçesine 22 km, Manavgat İlçesine 93 km uzaklıktadır. Nüfusu 2.907’dir.
Elmalı :
Elmalı, Muğla iline sınırı olan Antalya iline bağlı bir ilçedir. Antalya şehrinin 110 km batısındadır. Elmalı ilçesi, Güney Anadolu’yu kapsayan Toros Dağları’nın Batı Akdeniz Bölgesi’nde uzanan kıvrımları arasına sıkışmış çanak şeklindeki bir plato üzerinde kurulmuştur. Kuzey yarımküre 46-46 doğu meridyen düzleminde ve 2503 m yüksekliğe varan Elmalı Dağı’nın güney eteğindedir. Yüzölçümü 1.658 km2 , nüfusu ise; 37.783’dür.
Finike :
Finike, güneybatı Anadolu’daki Teke Yarımadası bölgesinde yer alır. Finike doğuda Alakır çayı ile Kumluca ilçesi, kuzeyde Avlan beli ile Elmalı ilçesi, batıda Alacadağ, Gülmez dağı ile Kale ilçesi, güneyde ise Akdeniz ile çevrilidir. Finike ilçe merkezi Akdeniz kıyısında verimli bir ovada 2458 dönümlük alana yerleşmiştir. İlçe mülki alanı 655 km2’dir. Nüfusu 46.405. İlçenin toplam olarak 28 km. sahil kıyı şeridi vardır.
Aksu :
5747 Sayılı Kanunla kurulup Çalkaya, Pınarlı ve Yurtpınar Beldelerinin de mahalleye dönüştürülerek kendisine bağlanan Aksu İlçemizin, eski yıllarda da bir Nahiye olarak halkımıza hizmet verdiği ve 1977 yılında da Belde olarak teşkilatlandığı anlaşılmaktadır. Yerli halk tarafından “Karanlık Sokak” olarak da bilinen İlçenin Yüzölçümü 440. km2 dir. Nüfusu 65.588 olan ilçenin Antalyay merkezine uzaklığı sadece 18 km.dir.
Döşemealtı :
17 Aralık 1977 yılında “DÖŞEMEALTI” adı ile Belde olan bu yerleşim merkezinin, 5747 Sayılı Kanunla İlçe statüsüne kavuşturularak, 2008 yılının ikinci yarısından itibaren, Antalya’nın 19 İlçesinden biri olarak “Döşemealtı İlçesi” adı ile hizmet vermeye başladığı görülmektedir. İlçenin İl merkezine uzaklığı yaklaşık 15 km. olup; 673,1 km2 yüzölçümü ile Antalya Merkez ilçelerinin içerisinde en büyük alana sahip bulunmaktadır. Nüfusu; 47.497’dir.
Muratpaşa :
Muratpaşa; Bakanlar Kurulunca onaylanan 504 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği 02/09/1993 yılında “Alt Kademe Beldesi” olarak kurulmuş, 5747 Sayılı Kanunla da İlçe statüsüne kavuşmuştur. İlçe sınırlarının, İlin merkezini oluşturur mahiyette olan resmi kurumlar ile iktisadi işyerlerinin çoğunlukta olduğu, insan ve araç trafiğinin de yoğun olduğu bir bölgeyi içine aldığı ve İlin güneydoğusuna doğru yayılmış olduğu görülmektedir. İlimizin köyü olmayan tek İlçesi olan İlçenin Alan Ölçüsü, 92 km2 olup, 2012 Yılında Nüfusunun 442.663 kişi ile nüfus bakımından bir çok ilden büyük ve İlimizin en büyük İlçesi konumunda bulunmaktadır.
Gazipaşa :
Gazipaşa, Antalya’nın 180 km. doğusunda 10 km. uzunluğu, 7 km. derinliğindeki Gazipaşa Ovası üzerinde ve Akdeniz kıyısında kurulmuştur. Doğusunda İçel ili Anamur ilçesi, kuzey-doğusunda Karaman ili Ermenek ilçesi, kuzeyinde Sarıveliler ilçesi ve batısında ise Alanya ilçesiyle komşudur. Güney sınırları teşkil eden Akdeniz sahiline paralel bir şekilde yaklaşık 35 km. içerde batıdan doğuya doğru uzanan Toroslarla çevrilidir. Yüzölçümü 931 km2, nüfusu 47.963 olup, ilçe merkezi sahilden 3 km. içeride yer almakta ise de yeni yerleşimler sahile kadar uzanmıştır.
Gündoğmuş :
Gündoğmuş İlçesi Batı Toros Dağlarının, Geyik Dağı eteklerine kurulmuş bir ilçedir. İlçenin sınırları kuzey doğuda Konya, batıda Manavgat, güneyde Alanya ve kuzey batıda Akseki ile çevrelenmiştir. Antalya’nın doğusunda ve iç kesimin de, Alanya’nın da kuzeybatısında yer almaktadır.Yöre engebelidir Yüz ölçümü 1323 km2, nüfusu 8.053 olup denizden yüksekliği 900 m dir. Antalya ya 149 km uzaklıkta olan Gündoğmuş ilçesi, Akseki-Manavgat Karayoluna da 36 km lik asfalt bir yol ve Alanya-Manavgat karayoluna Güzelbağ ve Konaklı üzerinden 60 km lik diğer bir yolla bağlanır.
Manavgat :
Manavgat 2.283 km’lik yüzölçümü ve 201.027 nüfusu ile Antalya’nın en büyük ilçelerinden biridir. İl merkezine 80 km. mesafededir. Bölgenin ilk özelliği Akdeniz’e komşu olmasıdır. Bu komşuluğun en belirli etkisi iklim ve dolayısıyla bitki örtüsü üzerinde görülmektedir.
Kumluca :
Kumluca ilçesi, Akdeniz Bölgesinde, Antalya Körfezi ile Fethiye Körfezi arasında, Teke Yarımadası adı verilen Akdeniz’e doğru uzanan çıkıntı üzerinde yer almaktadır. Antalya ilinin batısında yer alan ilçelerinden biri olan Kumluca, merkeze 95 km uzaklıktadır. İlçe, güneyden Akdeniz, doğudan Kemer, kuzeyden Korkuteli, kuzeybatıdan Elmalı ve batıdan Finike ilçeleri ile çevrilidir. Kumluca ilçesinin yüzölçümü 1.253 km2’dir. İlçenin nüfusu 66.186’dır. İlçenin 3 kasabası, 24 köyü bulunmaktadır. Kumluca İlçesi, turfanda sebze ihtiyacının karşılanmasında Antalya hatta Türkiye ölçeğinde önemli bir paya sahiptir.
Antalya Ulaşımı
Denizyolu : Antalya İli sınırları içinde Kaleiçi Yat Limanı (Merkez) Çelebi Marina (Konyaaltı), Kaş Setur Yat Lİmanı, Finike Setur Yat Limanı, Kemer Türkiz Yat Limanı, Alanya Yat Limanı bulunmaktadır. Bu yat limanlarından düzenli gemi seferleri bulunmamakla beraber yaz aylarında Alanya Yat Limanından Kıbrıs’a seferler düzenlenmektedir.
Demiryolu : İlimiz sınırlarında demiryolu ulaşımı bulunmamaktadır…
Havayolu : İlimizi yılda yaklaşık 11 milyon turist ziyaret etmektedir. Bu turistlerin % 99’u havayolunu kullanmaktadır. Antalya Merkezinde ve Gazipaşa İlçesinde olmak üzere 2 adet uluslarası uçuşlara açık havalimanı mevcuttur. Bu havalimanlarından ülkemizin de birçok şehrine uçuşlar mevcuttur. Antalya Havalimanı şehir merkezine 10 km. mesafede olup, ulaşmak için belediye otobüsleri ve taksiler mevcuttur. Fraport IC İçtaş Antalya Airport Terminal Antalya Havalimanı 1. Dış Hatlar Terminali 07230 Antalya Telefon: +90 (242) 444 7 423 Faks: +90 (242) 3303648 E-mail: info@icfairports.com Gazipaşa Havalimanı TAV Gazipaşa Yatırım Yapım ve İşletme A.Ş. Antalya Gazipaşa Havalimanı 07900 Gazipaşa/Antalya /Türkiye Telefon: 242 582 71 26 – 7 242 582 74 26 – 7 Faks : 242 582 7575 Web : www.gzpairport.com Email : gazipasa@tav.aero
Karayolu : Antalya’ya karayoluyla Kemer, Aksu, Korkuteli ve Yeşilbayır istikametlerinden ulaşılabilir. Antalya Karayolu bağlantıları D650 Antalya-Afyon Karayolu, D645 Çevre Yolu, D685 Antalya-Isparta Karayolu, D400 Kemer-Antalya-Alanya yollarıdır. Antalya’nın Ankara’ya uzaklığı 544 km, İstanbul’a uzaklığı ise 718 km’dir. Antalya sahip olduğu karayolu şebekesiyle Türkiye’nin her noktasına ulaşabilme imkanına sahiptir. İç Anadolu ve Ege bölgeleriyle irtibatını sağlayan yollar yeterli olup her mevsim ulaşıma uygundur. Beydağları-Akdağlar arasındaki yüksek yayla Antalya’yı-Korkuteli-Elmalı üzerinden Kaş-Fethiye ve Finike’ye bağlar. Yayla yolu Antalya’yı Fethiye’ye bağlayan 300 km.lik sahil yolundan yaklaşık 100 km. daha kısadır. Bu yol Isparta ile Burdur’u da güneye bağlar. Ayrıca Çavdır Acıpayam-Denizli güzergahıyla Ege Bölgesi’ne ulaşımı sağlar. Araştırma sahasını İzmir’e bağlayan (Korkuteli-Denizli-Aydın üzerinden) yeni açılan yol ise Türkiye’nin üçüncü nüfusça büyük ilinin ülkenin en önemli turizm merkezi ile irtibatını sağlayan en kısa karayolu olma özelliğindedir.
Antalya’nın karayolu ulaşımında ana arteri, Antalya- Burdur (veya Isparta)-Afyon hattıdır. Bu güzergah Türkiye’nin en büyük üç ilinden gelen yolları kendinde toplar. Afyon-Bilecik-Adapazarı yoluyla İstanbul’a, Afyon-Uşak yoluyla İzmir’e ve Afyon-Polatlı hattıyla Ankara’ya bağlantı sağlanır. Antalya’yı İç Anadolu’ya bağlayan ikinci bir güzergah, Antalya- Manavgat-Akseki-Seydişehir-Konya güzergahıdır ki; Kapadokya’ya ulaşılır. Böylece araştırma sahası kuzeybatısındaki Denizli, Pamukkale ve kuzeydoğusundaki Ürgüp, Nevşehir turizm merkezleriyle irtibatlanmıştır. Antalya doğusundaki Mersin, Adana ve Hatay ile batısındaki Muğla’ya hemen hemen kıyıya paralel uzanan yollarla bağlanır. Antalya Şehirlerarası Terminal İşletmeciliği Yenidoğan Mahallesi Dumlupınar Bulvarı Kepez / Antalya Telefon: 0 242 331 12 50 – 55 www.antalyaotogar.com.tr iletisim@antalyaulasim.com.tr
Antalya Yeryüzü Şekilleri ve Bilgileri
İnbaş : [Mağara] , Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan bucağına bağlı Bezirgan köyünün, sahilinden biraz içeride kalan İnbaş mevkiinde oldukça büyük bir mağaradır. Yakınına kadar yol gitmektedir.
Damlataş : [Mağara] , Alanya yarımadasının batısında kumsalla kayalık yamaç dibinde olan mağara, 1948’de Alanya İskelesine taş almak için atılan dinamitlerle ortaya çıkan bir delikle tesadüfen bulunmuştur.
Alara : [Çay] , Akdeniz’e dökülen çay 62 km uzunluktadır. Manavgat-Alanya ilçeleri arasında hızlı akan bir çaydır.
Gökbel Yaylası : [Yayla] , Alanya’nın kuzeydoğusunda Gündoğmuş sınırında yer alır. Yörenin en gözde yaylalarındandır. Akdağı eteklerinde kurulan, deniz seviyesinden 2.050 m yükseklikte olan yayla Alanya’ya 60 km uzaklıktadır.
Uçansu Şelalesi : [Şelale] , Antalya’ya 70 km. uzaklıkta, Kayabükü köyü ile Eskibağ köyünü ayıran çizgidedir. Antalya-Serik-Alanya karayolu üzerinde, Abdurrahmanlar-Gebiz kavşağından sapılarak ulaşılır.
Düdencik Mağarası : [Mağara] , Beyşehir-Akseki yolu üzerinde; Cevizli’nin 3800 m kadar batısında ve orman yolu kenarında yer almaktadır. 1966 yılında Manavgat Havzası’nda hidrojeolojik ve karstik araştırmalar esnasında bulunmuştur.
Söbüce Yaylası : [Yayla] , Yeşilyayla’nın kuzeybatısında (25 km),Korkuteli’nin (53 km) en çok bilinen yaylalarından biridir. Antalya’ya 90 km uzaklıktaki yayla, Boz Musa dağı üzerindedir. Yayla burada 2.100 m. de kurulmuştur.
Mavi Mağara : [Mağara] , Kaş’a 19km. Kalkan’a 6 km. mesafededir. 1972’de Speolog Dr. Temuçin AYGEN tarafından keşfedilen mağara, ülkemizin en büyük deniz mağarasıdır. Denizin mekanik erozyonu ile oluşmuştur.
Kurşunlu Şelalesi : [Şelale] , Antalya-Mersin karayolunun 15.km. sinden sola dönülerek 7 km. gidilince zengin florası olan, 33 hektar alana sahip, 18 m. yükseklikten dökülen görülmeye değer bir şelaledir.
Hasbahçe Mağarası : [Mağara] , Alanya kent merkezine dört kilometre uzakta Hasbahçe Mahallesi’nde İnişdibi mevkiindedir. Damlataş Mağarası’ndan dört kat daha büyüktür. Mağaraya 60 ila 70 derece meyille sağa sola tutunarak inilir.
Dereköy (Türbelinas) Yaylası : [Yayla] , Alanya’nın kuzeyinde, yükseklikleri 1.000 m. yi aşan Toros dağlarının sırtında kurulmuştur.Yamaçlara serpilmiş küçük küçük yerleşim birimlerinden oluşan köye, 30 km. lik asfalt bir yolla ulaşılır.
Çeyiz Deliği : [Mağara] , Gündoğmuş İlçe merkezinde yer alan karstik mağara, tıpkı Alanya’da bulunan Damlataşı mağarasında olduğu gibi sarkıt ve dikitlerle doludur. Mağara eğimli bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır.
Üçadalar : [Ada] , Antalya’nın batısında Kemer ilçesi yakınlarında bulunan adalardır. Kemer yat limanından 45 dakika mesafededir. Dünya kriterlerine uygun nadir dalış merkezlerinden birisi olup bu yönüyle çok ünlüdür.
Sıçan Adası : [Ada] , Sıçan adası Antalya şehir merkezinin yaklaşık 10 km. batısında yer alan küçük bir adacıktır. İsmi adacığın şeklinden kaynaklanmaktadır.
Suluin Mağarası (Finike) : [Mağara] , Finike-Kaş karayolunun 2. km’sinde yolun hemen üst kısmında deniz seviyesinden 18 metre yükseklikte olup toplam uzunluğu 128 metreyi bulmaktadır. Asya kıtasının en uzun sualtı mağarası olarak bilinir.
Yukarı Düden : [Şelale] , İskender Şelalesi de denir. Düden şelalesinin Varsak’a 1 km uzaklıkta olan koludur. MÖ 334-333 yıllarında Pamphylia’yı fetheden Büyük İskender’in bu bölgeden geçerken atlarını sulattığı söylenmektedir
Fener : [Mağara] , Muratpaşa ilçesinde, iki mağaradan oluşan bir deniz mağarasıdır. İlk inilen derinlik 7 m. ila 10 m. arasındadır. Falezlere doğru yüzülerek 45 metre uzunluğundaki bir kanyondan geçilir.
Suini : [Mağara] , Akseki ilçesinin Kuyucak beldesinde bulunan mağarada, göller ve şelaleler oluşturan yer altı deresi bulunmaktadır. Aynı zamanda mağarada damlataş oluşumları da yaygın olup. üç gölet mevcuttur.
Kekova : [Ada] , Antalya’nın Demre İlçesi Kaleköy ve Üçağız açıklarında uzanan bölgeye adını veren 4.5 km2’lik yüzölçümlü büyük bir adadır. Likyalılar adaya Kakava demiş, zaman içerisinde bu isim Kekova olmuştur.
Peynirdeliği : [Mağara] , Antalya’nın Kemer ilçesinin Gedelme yaylası mevkiindedir.Köy merkezinden mağara ağzına 4 dakikalık patika bir yolla ulaşılır. Mağaranın 65 metre kuzeyinde Bizanslılara ait duvar ve kalıntıları vardır.
Hıdırellez : [Mağara] , Kaş ilçesi karşısında Limanağzı koyunda bulunmaktadır. Mağaranın içinden bir yer altı deresi akmaktadır. Eskiden mağaranın içinde ilk Hıristiyanlık döneminden kalma fresklerin olduğu bilinmektedir.
Oymapınar : [Baraj Gölü] , Manavgat’ın kuzeyinde Manavgat çayı üzerinde bulunur. Sulama dışında enerji ve içme suyu sağlamasında kullanılır.
Orta : [Mağara] , Alanya limanına 12 dakika mesafededir. Minimum 15metre maksimum 34 metre derinliğe sahiptir. Mağaranın girişi 15 metre derinliktedir. Bu bölge tecrübeli dalgıçlar ve derin su dalışları için uygundur.
Gömbe : [Yayla] , (1.500 m.), Kaş sınırları içinde olup ilçeye 70 km uzaklıktadır. Kaş’tan Elmalı’ya doğru gidildiğinde, büyük bölümü çam ağaçlarından oluşan ormandan geçilerek asfalt bir yolla Gömbe’ye ulaşılır.
Sakaltutan : [Mağara] , Cevizli bucağı ile Beyşehir yolundan ayrılan ve Süleymaniye köyünden geçerek Mortaş Alüminyum Madeni’ne giden yolun kıyısında, Değirmenlik köyünde yer almaktadır.
Güvercinlik : [Mağara] , Kaş-Kalkan’a iki kilometre mesafededir. İnce Burun’un arkasında yer almaktadır. Bu mağara çok sayıda yabani güvercin barındırmaktadır. Mağaranın içinden küçük bir yeraltı deresi denize karışmaktadır.
Güvercin İni : [Mağara] , Kaş-Kalkan’da bulunan Güvercinlik mağarasına 100 metre mesafededir. Küçük ve dar ağızlı bir mağaradır. Yaklaşık olarak 40 metre uzunluktadır. Tavanı yüksek bir mağaradır.
Dim : [Çay] , Antalya’nın Alanya ilçesinin doğusunda ve şehir merkezinden 6 km uzaklıkta bulunur. Toroslardan doğan çay 60 kilometrelik bir seyir izleyerek akar.
Kadıini : [Mağara] , Alanya’nın 15 kilometre kuzeydoğusunda Çatak mevkiindedir. Kent merkezindeki Damlataş mağarasından üç kat büyük sarkıt ve dikitleri vardır. Alanya’daki ilk yerleşimin burada olduğu belirlenmiştir.
Manavgat : [Şelale] , Antalya’nın Manavgat ilçesinin 3 km kuzeyinde Manavgat Nehri üzerinde bulunur. Adını bu nehirden alan şelale 4-5 m’lik bir falezden dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde yüksek bir debi ile akar.
Derin : [Mağara] , Kemer Üç Adalar, mevkiinde bulunur. Mağaranın derinliği 5 ila 31 m. arasında değişir. Büyük mağarada olduğu gibi hayatlarını ışıksız veya çok az ışıklı ortamda sürdüren onlarca sualtı canlısı vardır.
Bağırcak : [Mağara] , Akseki ilçesine bağlı Kuyucak beldesinde bulunan ve Kartallı mağarası olarak da bilinen mağara, 5-9 metre genişliğindedir. Tavan yüksekliği ise 3 ila 8 metreyi bulmaktadır. Arkeolojik açıdan önemlidir
Akyarlar : [Mağara] , Konyaaltı ilçe merkezine 12 km mesafede, Beydağlarının denize dönük güney yamaçlarında, Antalya-Kemer karayolu kenarında bulunur. 1971 yılındaki karayolu yapım çalışmaları esnasında bulunmuştur.
Bayındır : [Mağara] , Antalya’nın Kaş ilçesinin Bayındır köyünün Limanağzı mevkiinde yer almaktadır. Mağara köyün batısına düşmektedir. Halk arasında “Elif mağarası’ da denmektedir. Küçük bir mağaradır.
Kocain : [Mağara] , Antalya’nın kuzeyinde, 50 km. uzaklıktaki Ahırtaş Köyünün 2 km. kuzeyindedir. Çok büyük hacimli bir mağaradır. İçerisinde çapı 8 m. yi yüksekliği 35 m. yi bulan dev dikitler vardır.
Aşırlı : [Mağara] , Demre ilçesinin iskelesi olarak kullanılan Çayağzı plajından, Kekova bölgesine giden ve Kale Köyüne (Simena) gelirken mağaraya ulaşılabilir. Üçüncü zamandan kalma, denizin aşındırmasıyla oluşmuştur.
Aşağı Düden (Karpuzkaldıran) : [Şelale] , Antalya-Lara istikametinde 8.km. dedir. Düden Çayının denize 40 m. yükseklikten dökülüşü, şelalenin hemen yanındaki Gençlik Parkından güzel bir manzara oluşturur.
Fosforlu : [Mağara] , Alanya Limanına uzaklığı tekne ile gidildiğinde 20 dakika mesafededir. Küçük teknelerle mağaranın içine girebilir. Derinliği 8 ila 33 metre arasındadır. Sualtı canlıları açısından zengin bir yerdir.
Dim : [Mağara] , Alanya’nın 13 km. kuzey-doğusundadır. 1986-1989 yılları arasında MTA ekipleri tarafından bulundu. Girişi denizden215 m. yüksekliktedir. 2 kapıdan geçilerek girilir. Toplam uzunluğu 350 metredir.
Düden : [Şelale] , İlimiz Kepez İlçe sınırları içerisinde Varsak Mahallesi (Beldesi)nde bulunan ve idaresi daha önce DSİ Bölge Müdürlüğü yetkisinde iken, Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmiş bulunmaktadır.
Büyük : [Mağara] , Kemer Üçadalar’da bulunan mağaranın dalış derinliği 6 ila 33 metre arasındadır. En derin yerine gelindiği anda bile çıkış noktasından gelen ışık görülebilmektedir. Onlarca sualtı canlısı yaşamaktadır.
Konyaaltı : [Plaj] , Türkiye’nin en bilinen plajlarından birisi olan Konyaaltı plajı Antalya’nın batısında bulunan Konyaaltı Belediyesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Yerli ve yabancı binlerce turistin uğrak yeridir
Suluin (Döşemealtı) : [Mağara] , Antalya’nın 32 km. kuzey batısında, Döşemealtı ilçesine bağlı Yağca Köyü sınırları içinde yer alır. Karain Mağarası’nın 1 km. kuzey doğusundadır. Denizden yüksekliği 320 metredir.
Alara : [Çay] , Akdeniz’e dökülen çay 62 km uzunluktadır. Manavgat-Alanya ilçeleri arasında hızlı akan bir çaydır.
Uçarsu : [Şelale] , Antalya İli Kaş ilçesinde yer alır. İlçeye 70 kilometre mesafede bulunan Gömbe Yaylası’ndan 8 kilometrelik toprak yolla ulaşılır. Şelale 60 metre yüksek dik bir yamaçtan dökülür.
Güvercinlik : [Mağara] , Döşemealtı ilçesine bağlı Kovanlık köyünün hemen girişinde, Toros dağlarının yamacında bulunmaktadır. Mağaraya 150 metrelik patika yoldan yürüyerek ulaşılabilmektedir.
Beydağı : [Yayla] , Erendağı ile Bakırlıdağı arasında, Alakır çayının çıktığı yerde Beydağı yaylası (2.030 m.) yer alır. Yayla, Kumluca’ya 82 km uzaklıktadır. Beydağı yaylası, çok sulaktır, bol ot ve çayırlarla kaplıdır.
Antalya : [Falez] , Falez ya da yalıyar olarak adlandırılan coğrafi şekiller dalgaların aşındırması sonucu meydana gelen dik kıyı yüzeyleridir. Akdeniz Bölgesinin en güzel falezleri Antalya sahillerinde yer almaktadır.
Gedefi (Kilise) : [Mağara] , Gündoğmuş ilçesinin 5 km kuzeybatısında ve Karadere köyünün doğusundaki dağın yamacında yer alır. Kilise mağara halk arasında Gedefi ini olarak bilinmektedir. 20m. yüksekliğinde 13 m. uzunluğundadır.
Bucakalan : [Mağara] , Bucakalan Köyü yakınlarında 45 metre derinliğe sahiptir. Bunun 300 metresi tek iniştir. Ayrıca 192 metre inen başka bir kol daha mevcuttur. Mağara,Türkiye’nin ‘en uzun inişi olan mağarasıdır.
Manavgat : [Nehir] , Antalya bölgesindeki akarsuların en büyüğüdür. Debisi 155.5 metreküp/saniye ve uzunluğu 93 km’dir. Batı Toroslara bağlı Şeytan Dağı’ndaki derelerin birleşmesiyle oluşur.
Eşen : [Çay] , Antalya’nın batı sınırını çizen ve Kocaçay adıyla da bilinen bu çay, ayrıca Batı Anadolu ile Güney Anadolu’yu ve Akdeniz ile Ege Denizi’ni birbirinden ayırır.
Söğütcuması : [Yayla] , Kumluca’nın kuzeyinde, Katrandağı (1.350 m.) üzerinde yer alır. İlçe merkezine 52 km uzaklıktadır. Yayla, aynı zamanda Kuzca köyünün bir mahallesidir. Torosların en güzel yaylalarından birisidir.
Rambo : [Mağara] , Kleopatra plajına yakın, Alanya’nın en sevilen dalış yeridir.Tekne ile limana olan mesafesi 25 dakikadır.13 metre derinlikte, 4-5 dalıcının yan yana girebileceği büyüklükte ve 6-7 metre uzunluktadır.
Beldibi : [Mağara] , Konyaaltı ilçe merkezine 16 km mesafede, Beldibi Bahçecik Mahallesi sınırları içerisinde, Antalya-Kemer sahil yolu kenarında, Çamdağ tünelinin hemen çıkışında yer alan bir kaya altı sığınağıdır.
Zeytintaşı : [Mağara] , Zeytintaşı mağarası Antalya’ya bağlı Serik ilçesinin 15 km kuzeyinde bulunan Akbaş köyünün Gökçeler mahallesinin güneydoğusunda, Zeytinlitaş Tepesinin güney yamacında yer alan bir mağaradır.
Aşıklar : [Mağara] , Alanya Limanına 15 dakika mesafededir. Tarihi yarımadanın, denize yakın yamacında iki girişli bir mağaradır. Cilvarda burnuna doğru teknenin kayalıklara yanaşmasıyla girilir. 75 m. uzunluğundadır.
Yalan Dünya : [Mağara] , Dünyanın en uzun mağaralarından birisidir.Toros dağlarının içinde uzanmaktadır.Yaklaşık 5 milyon yıl yaşında olan Yalan Dünya mağarası yaşayan bir mağaradır; oluşumu hala devam etmektedir.
Ördübek : [Yayla] , (1.200 m.), Finike’nin kuzeyinde ilçe merkezine 47 km., Yazırköyü’ne 8 km uzaklıktadır.Finike-Elmalı karayolunun 41. km.sinden batıya dönülerek 6 km.lik asfalt bir yolla ulaşılır.
Bey : [Dağ] , Antalya’nın en bildik doğal sembollerinden birisi olan Beydağları, Torosların batı uzantılarındandır. Bu dağ sırası Antalya kentinin panoramik görüntüsü içerisinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Çamlıca : [Mağara] , Demre ilçesi Kapaklı köyünde bulunan deniz seviyesinden 25 metre yükseklikte olup, denizden 200 metre kuzeydedir ve yaklaşık 80 metre eninde yatay bir mağaradır. Ulaşım denizden yapılabilmektedir.
Korsan : [Mağara] , Üçağız köyünde bulunmaktadır. Demre İlçesi Çayağzı Yat Limanı ile Üçağız Köyü Kekova bölgesi arasında 3. zamandan kalma kalkerler içinde oluşmuş güzel bir mağaradır.
Altınbeşik-Düdensuyu : [Mağara] , Türkiye’nin en büyük dünyanın üçüncü büyük yeraltı gölüdür. Kızılova, Kambos ve Söbüce suyunu çeken bu büyük sistem, Oruç Düdeni Mağarası altında Altınbeşik-Düdensuyu Mağarası’nda son bulur.
Feslikan (Fesleğen-Üç Köy) : [Yayla] , Antalya ve çevresinin en bilinen yaylasıdır. Yayla, Eren Dağı, Bereket Dağı ve Karadağ arasında uzanan ve yükseltisi 1800-2000 m. arasında değişen plato sahasının güney doğusunda konumlanmıştır.
Antalya : [Körfez] , Adını Antalya şehrinden alır. Akdeniz kıyısında bulunan körfez Türkiye’nin güneyinde yer alır.
Salamut : [Yayla] , (2.000 m), Akseki’nin en güzel yaylalarından biridir. Yaylaya iki yoldan ulaşılabilir. Pınarbaşı ve Çaltıçukur köylerinin yaylasıdır. Yayla Çukurköy’e 20 km., Çaltılıçukur’a 15 km uzaklıktadır.
Korsanlar : [Mağara] , Alanya Kalesi’nin bulunduğu tarihi yarımadanın altında deniz mağarasıdır. Yarımada çevresindeki tekne turlarında ziyaret edilen ilk mağaradır. 10 m. genişliğinde ve 6 metre yüksekliğinde ağzı vardır.
Tahtalı : [Dağ] , Antalya Körfezi’nin kuzey-güney paralelinde uzanan Torosların batı uzantılarındandır. Yüksekliği 2365 m’dir. Günümüz olimpiyat oyunlarının ilk kutsal ateşinin buradan geldiğine inanılır.
Boğa : [Çay] , Antalya ili içerisinde Beydağlarının eteklerinde ve Antalya Ovası’nın başladığı yerde Muratpaşa ilçesine yakın bir konumdadır. Dağdaki dereler çaylar birleşerek en son Boğa çayı olarak denize dökülür.
Gavur İni (Dim) : [Mağara] , İlçe merkezinin 12 Km. doğusunda bulunan Cebel-i Reis Dağının Alanya yamacındadır. Mağaranın batıya bakan büyük bir ağzı vardır. İçinde dikit ve sarkıtların yanında dip kısmında bir gölü mevcuttur.
Karain : [Mağara] , Antalya’nın 30 km kuzeybatısında eski Antalya-Burdur karayoluna 5-6 km uzaklıkta bulunan Yağca Köyü sınırları içinde yer alır. Türkiye’nin en büyük doğal mağaraları arasında yer almaktadır.
Antalya tarihçesi
T A R İ H (I)
(E S K İ D Ö N E M)
1. PREHİSTORYA’DAN TARİHİ DÖNEMLERE KADAR ANTALYA BÖLGESİ
Dünya nüfusunun oldukça sınırlı olduğu, insanların ancak küçük topluluklar halinde yaşamlarını sürdürdükleri evrelerde geçinme biçimi avcılık ve toplayıcılıktan oluşuyordu. Henüz tarıma geçilmemiş, meskenler inşa edilmemiş, yerleşik bir hayatın sürdürülmesi için sabit ikametgâhlar oluşturulmamıştı. Bu dönemlerde insanlar küçük topluluklar halinde bulabildikleri sığınaklarda yaşar, avcılık yaparlarmış. Avlanmaya dayalı geçim modelinin sonucu olarak belirli zaman aralıkları içinde ikametgâhlarını değiştirirlerdi. Bu açıdan toplulukların yayılma alanları çok genişlemiştir. Anadolu yarımadasına ulaşmış grupların bazıları Boğazları geçmiş, Balkanlara ve oradan da Avrupa’ya yayılma imkânı bulmuşlar. Henüz ısınma ve pişirme yollarını öğrenmişlerdi, taş ve ahşap aletlere biçim verebiliyor, çeşitli giysiler üretebiliyorlarmış. Bu uzun dönemlere ait kanıtlar ele geçebilen insan ve hayvan kemiklerinden oluşmaktadır.
Bizim maddi kanıtlarla izlerini sürebildiğimiz dönemler insanların alet yapmaya başladıkları dönemlerdir. Kullanılan aletlerin niteliğine göre arkeologlar, “Taş”, “Toprak” ve “Maden” evreleri ayrıştırırlar. Gerçekten de kullanılan aletin niteliği ve kullanılma biçimi, bu ilkel insan kümelerinin yaşamında köklü değişikliklere yol açmış, göçebelikten yerleşik yaşama geçmesini sağlamış ve sonuçta da devlet başlığı altında toplumsallaştırmıştır. Bu çok uzun ve sabırla işlenmeyi gerektiren bir süreçtir. Belirli yazı türleriyle kendimizi anlatabildiğimiz, örgütlü meslek grupları ve siyasal rejimlerle kendimizi temsil ettiğimiz tarihi çağların toplamı günümüzden 5.500 yıl kadar eskiye gider, ama tarih öncesi evreler 500.000-400.000 gibi rakamlarla telaffuz edilmektedir. Böylesine uzun bir dönemi, antropologların ve arkeologların yürüttükleri kazı ve yüzey araştırmaları sayesinde bilebiliyoruz. Anadolu’da çok geniş bir coğrafya alanında yürütülen araştırmalarda çeşitli canlı türlerine ait kemik kalıntılara rastlanmaktadır. Bunlar arasında hem nesli tükenmiş ve halen varlığını sürdüren hayvanlar hem de homo sapiens sapiens türünde insana ilişkin sistematik kalıntılar yer almaktadır.
Araştırmalardan dönemin iklim yapısı, coğrafya özellikleri, fauna ve flora sistemleriyle ilgili değerli bilgiler elde edilmektedir. Anadolu’da homo sapiens’e ait bilinen en eski yerleşim alanlarından bir tanesi Antalya kent merkezinden yaklaşık 30 km kuzeybatıda Korkuteli yolu üzerinde bulunan Karain Mağarası’dır. Tarihlendirilmesi günümüzden yaklaşık 500.000 yıl kadar geriye, başka bir deyişle Alt Paleolitik Çağa uzanmaktadır.Paleolitik çağ, Eski Taş Devri anlamına gelmektedir. Bu çağ günümüzden 2 milyon yıl kadar geriye gider ve günümüzden 12.000-10.000 yıl önce de sona ermiştir. Alt Paleolitik Çağ ise, bu zaman diliminin 2 milyon ila 140.000 yılları arasında kalan evresini içerir. Karain’de homo sapiens neandertalensis’e ilişkin kemik kalıntıları da ele geçmiştir.
Bunlar, tüm Anadolu’da ele geçen en erken fosil kalıntılarıdır. Karain, Roma imparatorluk çağına kadar iskân görmüş, araştırmalara stratifikasyon sağlayan önemli bir yerleşim alanıdır. 140.000 ila 40.000/30.000 yılları arasında kalan Orta Paleolitik Çağ’da Karain Mağarası Anadolu’daki diğer Orta Paleolitik Çağ yerleşimleriyle karşılaştırılmasına olanak sağlayan veriler sunmaktadır. Taş alet endüstrisinde belirgin bir gelişme görülmektedir. İrice yongalanmış taş aletlerin yerini ince, küçük çentikli sistematik yongalanmış taş aletler almıştır. Avlanma amacıyla üretilmiş olan aletlerin yanında kesme, doğrama ve kıyma işlemlerine yarayacak bir çeşitlenmeye rastlanmaktadır. Yanmış kemik ve odun kalıntıları bu dönemde görülmektedir. Elmalı yakınlarındaki Kocapınar Köyü’nde de Geç Orta Paleolitik evreye ilişkin buluntulara rastlanmıştır. Orta Paleolitik Çağ’dan Üst Paleolitik Çağ’a geçiş daha çok çevresel koşulların yol açtığı değişikliklerle belirginleşmiştir. İklimde önemli çapta bir soğuma olmuş, bunun sonucu olarak çeşitli canlı türleri yok olup gitmiştir. Anadolu’da varlıkları zaten çok sınırlı olan homo sapiens neandertalensis yeni yaşam koşullarına ayak uyduramamıştır.
Üst Paleolitik Çağ, çevre koşullarını alet üretimindeki başarısı, sürati ve çeşitliliğiyle aşabilmiş homo sapiens, sapiens’in egemenlik ve yayılma evresi olarak anlaşılmaktadır. Bu döneme ait kalıntılara hemen hemen Anadolu’nun pek çok bölgesinde rastlanmaktadır. Bu dönem günümüzden 40.000/30.000 ila 12.000/10.000 yılları arasında kalan evre olarak anlaşılmaktadır. Karain mağarasının yakınındaki Öküzini Mağarası, bu çağın son evreleri hakkında değerli veriler sağlamaktadır ve bunlar günümüzden 16.000 yıl öncesine tarihlenebilmektedirler. Üst Paleolitik Çağ, iklim değişiklikleriyle sona ermiştir. Avrupa’nın kuzeyini kaplayan buzulların geri çekilmesiyle iklim ılımanlaşmış, yağışlar artmış, deniz seviyesi yükselmiştir. Bu şartlar özellikle Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz’de yeni geçinme yollarının doğmasınave artmasına yol açmıştır. Homo sapiens sapiens yine barınaklarda yaşıyordu, ancak silah endüstrisinde başardığı değişiklik ve yenilikler onu başka bir çağa sokmuştur. Nispeten daha kısa süren bu çağ, Epipaleolitik veya Mesolitik Çağ olarak tanımlanır. Orta Taş Çağı demektir. Kullanılan alet ham maddesi yine taştı, ancak bu kez mikrolit ve kompozit aletler üretme becerisi ortaya çıkmış, avlanmanın türüne göre ok, yay, küçük ölçekli mızraklar ve çeşitli baltalar geliştirilmiştir.
Bu döneme ait yerleşim yerleri arasında Antalya bölgesinden önemli mağaralar tespit edilmiştir. Karain ve Öküzini Mağaralarının yanında özellikle Beldibi bölgesinde kalan Belbaşı, Hayıtlıgöl, Kumbucağı ve Sarıçınar kaya sığınaklarının adları sayılabilir. Bunların bazılarında kazıma ve aşı boyasıyla boyanmış mağara resimlerine rastlanmaktadır. Epipaleolitik Çağ, özellikle tarım ekonomilerinin ortaya çıkışıyla sona erer ve başlangıcı bölgeden bölgeye değişkenlik gösteren Neolitik Çağ yani Yeni Taş Çağı, devreye girer. Neolitik Çağ, çeşitli Yakın Doğu ülkelerinde günümüzden 10.000-7.000 yıl önce başlamıştır. Neolitik Çağı belirleyen özellikler arasında başta iklim değişikliği yer alır. Bu iklim değişikliği arpa, yulaf, çavdar, buğday ve baklagillerin tarımda kullanılmasına yol açmıştır. Böylece daha kalabalık nüfusların toplandığı yerleşim yerleri, köyler, ortaya çıkar. Kerpiç mimari, saz ve odun malzemenin yerini alır.
En önemli gelişmelerden bir tanesi de toprağın alet ve kap üretiminde kullanılmasıdır. Hem güneş altında kurutmak hem de ocakta pişirmek suretiyle keramik üretimi ve endüstrisi ortaya çıkmıştır. Neolitik Çağın incelenmesinde çanak çömleğin varlığı ve yokluğu belirleyici bir rol oynamaktadır. Keramik malzemenin kullanımı, ilkel insanın günlük yaşamını oldukça derinden etkilemiştir. En önemli iki gelişmeyi bu sürece borçluyuz. Bir tanesi, yerleşik toplumlara özgü üretim ve depolama, diğeri de en geniş anlamıyla kültür kavramının belirli bir halk grubuna adapte edilebilmesi. Antalya il sınırları içinde kalan bölgede Neolitik Çağ yerleşim alanları çok değildir. Ovalık alanda Prehistorya yerleşimleri kıttır, ancak sistemli bir araştırmaya konu olmamakla birlikte Manavgat yakınlarındaki Pazarcık’da Üçtepeler ve Aksu yakınındaki Murtana ve Solak’da Prehistorik Çağa tarihlenebilen çanak çömlek parçaları tespit edilmiştir. Yayla alanlarında ise yalnızca Bademağacı Höyük’te yapılan sistematik kazılarda bir takım sonuçlara ulaşılmıştır. Batı Akdeniz bölgesinde Beldibi Kaya Sığınağı, Bademağacı ve kısmen Bucak’taki Höyücek şimdilik bölgenin bilinen en eski Neolitik yerleşimleridir. ve burada ele geçen keramiklerin Burdur Kuruçay’la ilişkisi olduğu anlaşılmıştır.
Başka bir deyişle Neolitik çağ, bölgenin kendi dinamiklerinin sonucunda değil, tarımın ve endüstrisinin dışarıdan gelişiyle başlamıştır. Bu çağda Orta ve Güneydoğu Anadolu’da, Yakın Doğu ve Kuzeybatı Afrika’da akarsu kıyılarında önemli kültür merkezlerinin ve kalabalık kent dokularının ortaya çıktığı görülmektedir. Nüfus hareketlerini belirleyen en önemli faktörün tarımın yayılması olduğu ve yayılmanın Orta Anadolu’dan Adalar ve Balkanlara doğru genişlemiş olduğu anlaşılmaktadır. Neolitik çağda pişmiş keramiğin üretilmesinde kullanılan teknik, aynı zamanda metalurjinin gelişmesine yol açmıştır. Bakır kullanımı ve yaygınlığı bakımından tüm Eskiçağ’da bir devir özelliği gösterir. Bu nedenle Neolitik Çağdan sonra gelen çağa Kalkolitik Çağ adı verilir. Bakır Taş Çağı anlamına gelir.
Ortalama olarak M.Ö. 6. binyılın başlarından itibaren bakırın kullanılmaya başlandığı tespit edilmektedir. Bölgede Kalkolitik Çağ’da bir nüfus hareketi ve yapılanması tespit edilmemektedir, ancak hemen sınırda bulunan Burdur’daki Hacılar ve Kuruçay oldukça değerli veriler sağlamışlardır. Zengin geometrik desenli kaplar, oldukça ilgi çekici bezeme örnekleri ve ana tanrıça biçimli topraktan yapılmış heykelcikler bu dönemde oldukça karakterize olmuştur. Çevresi surlarla çevrilmiş yerleşim alanlarına rastlanmaktadır. Kalkolitik dönemin en zayıf göründüğü alanlardan bir tanesi ise Antalya bölgesidir. Maden çağlarının ikinci evresi bakırın kalayla karıştırılması sonucu elde edilen bronzdan oluşmaktadır. M.Ö. 4. binyılın sonları ile 3. binyılın başları Bronz Çağın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Evre, yaklaşık 3 binyıl sürmüştür. Bronz, işlenmiş bakıra oranla daha dayanıklıydı ve aşınması daha zordu. Silah üretiminde çok etkili kullanılmıştır, ancak üretimi zor ve masrafl ıydı. Ayrıca kült objelerinde de sıkça kullanıldığı görülmektedir. Altın, gümüş ve elektronun kullanımında bir artış vardır. Pişmiş toprak eserler, büyük bir zenginlik ve çeşitlilik göstermektedir. Bronz çağı, bir bütün olarak ele alındığı zaman, Prehistorya’nın sona erip tarihin başladığı dönem olarak kabul edilebilir. Burada sınırı belirleyen ayrım, yazının icadıdır.
Erken Bronz evresinden itibaren Mısır’da ve Sümer’de resim niteliğinde piktografik yazılar kullanılmaya başlanmıştır. Mısır’da sembolik nitelikteki yazı giderek tam bir piktografik yazıya, yani hiyeroglif yazısına dönüşürken, Ön Asya’da resim yazısının yerini biçimsel olarak soyutlaşmış çivi yazısı almıştır. Bu yazılar birleşik Mısır’ın, Sümer, Akad ve Elam gibi büyük devletlerin yazışma aracı olmuştur. Yazının icadı genel anlamda insanlık tarihi için bir dönüm noktasıdır. Anadolu coğrafyası bu türden gelişmelere ancak yaklaşık 1.500 yıl sonra katılacaktır. Bronz Çağı, aynı zamanda çeşitli göç ve istila hareketleriyle kendini gösteren bir çağdır. Batı Anadolu ile başta Girit olmak üzere Ege Adaları arasında çanak çömlekle temsil edilen kültürde bir benzerlik tespit edilmektedir. Bu benzerlik Adalarda yaşayan halkların kökeninin Anadolu olduğu görüşünü desteklemektedir. Ayrıca İç Anadolu’da ve Batı ve Güney sahilleri boyunca ortaya çıkan yerleşim yerlerindeki kültürün M.Ö. 2. binyılın ortalarında Anadolu’da egemen olan kültür ve nüfus yapılanmasıyla bir devamlılık içinde olduğu anlaşılmaktadır.
Büyük bir olasılıkla Hint-Avrupaî kökenden bazı halklar Erken Bronz I evresinin başlarından itibaren Anadolu’ya girmişlerdir. Bronz çağının erken evreleri, bölgede Elmalı yakınlarındaki Karataş-Semayük, Müğren Höyüğü, Hacımusalar ve Bademağacı bulgularıyla desteklenmektedir. Erken Bronz Çağının son evrelerine doğru genel anlamda Anadolu coğrafyası Ön Asya devletlerinin ilgi alanına girmiştir. Akad hanedanlığının kurucusu ve M.Ö. 2334-2269 yılları arasında hüküm sürmüş olan Sargon, Amanos ve Torosları geçmek istemiş, ancak birleşik güçlerin gösterdiği direnç sonucunda geri çekilmiştir. Anadolu’da bu çağda önemli kent devletlerinin bulunduğu çok çeşitli bölgelerde yapılan kazılarda ele geçmiş seçkin arkeolojik buluntulardan anlaşılmaktadır.
Nitekim 2. binyılın başlangıcından itibaren Asurluların hem karada hem de sahil şeridinde ticaret yolları oluşturmaya başladıkları görülmüştür. 17. yüzyılın sonlarına kadar Ticaret Kolonileri Çağı yaşanmıştır. Yazı, Anadolu’ya ilk defa bu dönemde çivi yazısı olarak girmiştir. Anadolu’ya özgü Kültepe Akadçası denen dil, Anadolu’nun ilk yazılı belgelerinin dili olmuştur. Bu çağda Anadolu’da önemli ölçekte kent devletlerinin ortaya çıktığını ve bunlardan yine Kültepe, veya Kaneş, kökenli bir kolun Hattuşa’yı iskan etmek suretiyle Hitit devletini kurduğunu görüyoruz. Hitit devleti, Anadolu kökenli halkların tarihi gelişiminin başlangıcını ifade eder.
1.2. Hitit Çağı
Bütün bu gelişmelerin yaşandığı dönemlerde Antalya bölgesi, tamamen sessiz ve etkisiz bir süreç geçirmiştir. Bölgenin tarih sahnesine çıkabilmesi Hitit krallarının Batı Anadolu seferleri düzenlemesine kadar bekleyecektir. Bugünkü Antalya il sınırları içinde kalan çeşitli eski coğrafya adlarının Hitit çağından kalma olduğunu güvenle öne sürebiliyoruz. Bunlar arasında Perge, Kesros, Patara gibi yer adları sıralanabilir. Bunlardan bazılarına ilk kez M.Ö.1267-1237 yılları arasında hüküm sürmüş Hattusilis III’ün “Yıllıklar”ında rastlanmaktadır. Yıllıklarda Nahita ve Sallusa kentleri Lukka ülkeleri arasında sayılmışlardır. Nahita adı Magudos’a karşılık gelebilir. Bugünkü Niğde kentinin adı Helence Nagidos olarak söylenirdi ve bu isim Hititler çağındaki Nahitiya adından geçmiştir. Araplar ve Bizanslılar ise bu kente Magida derlerdi.
Doğal olarak M ve N seslerinin tarihi olarak yer değiştirmesi olasıdır. Hititler dönemindeki bir yer adının içinde geçen “h” sesi ise Helence’de genel olarak “g” veya “k” ile gösterilmiştir. Bu kurallı olarak ortaya çıkan ses değişikliklerinden bir tanesidir. Benzer bir şekilde Sallusa ve Silluon adları da kökensel bir benzerlik gösterebilirler. Doğal olarak şu aşamadaki bilgilerimiz çerçevesinde Magudos ve Silluon kentlerinin Hitit çağından geriye kalmış olduklarını destekleyebilecek her hangi bir arkeolojik kanıt mevcut değildir. Ancak bir etimolojik varsayımın mutlaka arkeolojik bir kanıtla desteklenmesi zorunluluğu bir şart olarak aranmamalıdır. Dil teknikleri açısından bu türden yer adlarının kökeninin Hellence olmadığını söylemek bile yeterlidir. Kaldı ki, örneğin, Perge’de bu türden bir tartışma hem dil hem de arkeolojik açıdan bir sonuca bağlanmıştır. Perge kentinde Hitit çağına ait buluntular artık tartışma götürmeksizin ortaya çıkmıştır.
Kentin adı da M.Ö. 1237-1209 yılları arasında hüküm sürmüş Tudha liya IV zamanına ait bir antlaşma metninde de açıkça geçmektedir. Hitit kralı Tudhaliya, antlaşma imzaladığı Hitit kralı Muwatalli’nin oğlu Kurunta ile sınırları belirlerken şöyle demiştir: “Kastaraya nehrine kadar olan topraklar Hulaya-Nehri ülkesinde Tarhuntassa’ya sınır olsun. Kastaraya nehrinin yakınındaki Parha ise Lukka ülkesi sınırlarında kalmaktadır. Bu ülkeyi ele geçirirsem, bu toprakları da senin ülkene katacağım”. Kastaraya, açıkça bugünkü Aksu Çayı’nın Hellen- Roma çağındaki söylenişi olan Kestros’a karşılık gelmektedir. Bunun yanı başındaki Parha kenti de yine Hellen-Roma çağındaki söylenişiyle Perge’dir. Tarihi coğrafya açısından ele alındığı zaman Hitit metinlerinden Aksu’ya kadar gelen bölgenin apanaj Tarhuntassa devlet ine, Perge’den itibaren başlayan toprakların da Lukka memleketine ait olduğu anlaşılmaktadır. Tarhuntassa kentinin yeri tespit edilmemiş olmakla birlikte Tarhuntassa devletinin sınırları nispeten daha iyi bilinmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla bu devletin güneydoğu sınırları Silifke civarından başlamakta ve tüm sahil boyunca ilerleyerek Aksu’da sona ermektedir.
Kuzeybatı sınırı ise Eğirdir ve Beyşehir Gölleri üzerinden düz bir hat halinde Konya Hatip’e ulaşmakta ve buradan Karaman’a kadar devam etmektedir. Bu devletin Aksu’ya kadar uzanan bir kısmı Hulaya Nehri memleketi sınırlarında kalmaktadır. Hulaya Nehri, Manavgat Çayı olabilir. Antalya il sınırları içinde kalan sahada şimdiye değin Hitit Çağı’ndan her hangi bir yazılı belge ele geçmemiştir. Bu nedenle doğrudan doğruya bir belge üzerinden tartışma yapabilecek durumda değiliz, ancak dolaylı olarak, Tunç çağında bölgede yaşamış halk grupları hakkında bir takım görüşlerimiz mevcuttur. Özellikle Tırmice’de, Pamphulia Helen lehçesinde ve Sidece’de korunmuş olan çeşitli dil özelliklerine ve şahıs adları yapılarına bakarak bölgede yaşayan halk gruplarının Anadolu kökenli Hint-Avrupaî kavimler olduğu sonucu elde edilebilmektedir. Hitit devletinin yıkılışına eşlik eden sürede bölgede neler olup bittiğini bilmiyoruz. Çeşitli Hitit metinlerden bölgede daha çok denizcilik faaliyetlerinin yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Hitit devletinin güney-batı Anadolu’yla Kıbrıs arasında kalan bölgeyi korsanlık nedeniyle kontrol edemediği ve müttefik devletlerden yardım istediği belgelere yansımıştır.
Milletlerarası deniz taşımacılığında bölgenin bir rolü olduğu, tespit edilen gemi batıklarından bellidir. Kaş yakınlarındaki Uluburun ve Adrasan yakınlarındaki Gelidonya batıkları Tunç çağındaki deniz ticareti hakkında değerli bilgiler vermektedir. Şüphesiz il sınırları içinde kalan alanda oldukça nadir rastlanan Tunç çağı verilerine yenilerinin katılması bölgenin arkeolojik niteliğinin anlaşılmasına değerli katkılar sağlayacaktır. Oldukça yakın bir dönemde Kumluca yakınlarındaki Gagai ören alanını civarında Tunç çağı keramik kalıntılarına rastlanmıştır. Buluntular, Batı Antalya sahil güzergâhının Elmalı eksenli bir kültürel dokunun içinde bulunduğuna işaret edebilir. Tunç Çağı’nın ve Hitit devletinin sona ermesine neden olan sebeplerin başında büyük istilacı grupların ve kullandıkları demirden eşyaların büyük bir rolü vardır. Üretimi tunca göre daha kolay, kullanımı daha yaygın olan demir, büyük kitlelerin elinde silaha dönüşünce kavimlerin kaynaşması kaçınılmaz olmuştur. M.Ö. 12. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan yeniçağa Demir Çağı denir. Bu çağı karakterize eden özelliklerin başında “Kavim Göçleri” ve ardından gelen “Karanlık Dönem” yer almaktadır. Kavim Göçleri dönemi arkeolojik bakımdan ispat edilmemiş, ancak çeşitli tarihi belgelerin yorumlanmasından anlaşılan bir durumdur. Mısır belgelerinde Batı Anadolu’dan kalkıp bütün Anadolu’yu, Kıbrıs’ı, Filistin’i yerle bir ederek Mısır kapılarına dayanmış olan insanlara “Deniz Kavimleri”adı verilmiştir.
Bu kavimlerin kökeni hakkında hala devam eden tartışmalar bulunmaktadır. Kavimlerin kaynaşmalarına örnek gösterilen başka bir unsur da Troya savaşı sonrası bir kurucu önderin başkanlığında sağa sola dağılan halk gruplarıdır. Ayrıca, Helen anakarasında Muken’lerin yıkılmasına sebep olan kuzeyli Dor kavimlerinden söz edilmektedir. Bu çağda Balkanlardan Anadolu’ya geldikleri var sayılan kavimlerden bir tanesi de Fruglar’dır. Demir çağının başlangıcında kavim kaynaşmalarının meydana gelmiş olması, Karanlık Çağ sonrası ortaya çıkan tamamen farklı nitelikteki yeni halk gruplarından da anlaşılabilir. Kavim istilaları, başladığı gibi sona ermiş, evreleri bölgelere göre değişmekle birlikte en az 200 ila 300 yıllık bir kopukluk yaşanmasına sebep olmuştur. Yine de bu çağın başlangıç yüzyıllarında Anadolu’nun güney ve orta kısımlarında ikinci binyıl geleneklerini sürdüren şehir devletleri ortaya çıkmıştır. Bu şehir devletlerinden bazılarının, Ereğli’deki Tuwana krallığıyla Adana’daki Hiyawa krallığının etki alanı büyük bir olasılıkla Antalya il sınırları içinde kalan toprakların bir bölümüne ulaşıyordu. Bu kapsamda Aspendos kent adının Adana’daki Hiyawa krallığına bağlı General Azatiwataya ile aynı kökenden isimler olmaları anlamlıdır. Azatiwataya aynı zamanda bir kent adıdır ve tam olarak Pamfuliya Helen lehçesinde “Aspendoslu” sözcüğünün karşılığı olan Estvediyus ile eştir.
Bu çağda kentin doğu sınırlarının Ön Asyalı kavimlerle ilişkisi olduğunu gösteren başka bir belge de M.Ö. 8. yüzyıla tarihlenen, Alanya yakınlarındaki Cebel-i Reis Dağında bulunmuş Fenikece bir yazıttır. Fenikece, Eski Anadolu dillerinden olmamakla birlikte, özellikle 9. yüzyıldan itibaren bir diplomasi dili olarak bölgeye girmiştir. Hiyeroglif yazılı kitabelere zaman zaman bu diplomasi dilinin eşlik ettiği görülmektedir, ancak çeşitli Fenike kolonileri Kıbrıs’ta daha etkin bir şekilde faaliyetteydiler. Tırmiler kent sınırları içinde belirli bir dil ve arkeoloji vasfıyla tanımlanabilen ilk büyük uygarlık Tırmilere aittir. Teke Yarımadasının hemen hemen tamamına yerleşmişlerdir. Bunlara ait yüzlerce kaya mezarı, lahit, stel ve dikme anıtlar kentin batı ve kuzeybatı sınırları içine dağılmıştır. Tırmilerin Helenceyle ilgisi olmayan özgün bir yazı ve dilleri vardır. M.Ö. 5. yüzyılın başlangıcından Makedon Aleksander’in gelişine kadar yazılı varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Helenler, bu yerli Anadolu kökeninden gelen insanların yaşadığı bölgeye Lukiya adını vermiştir, ancak Helen kaynakları titizlikle incelendiği zaman “Lukiyalı” sözcüğünden Helenlerin kast edildiği anlaşılacaktır.
Herodotos, bunların Girit kökenli olduklarını ve adadan göçtükleri sırada bunlara Termilai dendiğini söylemiştir. Ancak bugün dil ilişkilerinden de çok iyi bildiğimiz üzere Tırmilerin Giritli olabilecekleri görüşü tarihi değildir. Helen tarihçileri doğal olarak memleketin yerel adı hakkında bazı duyumlara sahiplerdi, ancak genel tarihçi yaklaşımları o çağlarda çok rağbet gören, tıpkı Eski Mısırlıların ve Yahudilerin yaptığına benzer bir şekilde kavimlerin soyları ve boylarına yönelik Helenci bir ideoloji içeriyordu. Bu nedenle objektifl ikten uzak sayısız halkın kökenini Helenleştirmiş ve Helen soylarına bağlamışlardır. Oysa burada yaşayan yerli halk kendilerine Tırmili, ülkelerine de Trm belgelerinde bu adı mis derlerdi. Persler de bu adı benimsemiş ve kullanmışlardır. Diğer Ön Asya halkları da aynı adlandırma şeklini benimsemişlerdir. Biz Türkçe’de bu yerli insanlara “Lukiyalı” değil, “Tırmili” denmesinin daha doğru ve tarihi bir yaklaşım olduğunu savunuyoruz.
Helenistik çağdan itibaren bölge, yoğun ve giderek artan bir şekilde Helen kültürünün etkisi altına girmiş olduğu için Greko-Romen dönemde bölge adı tam olarak Lukiya’ya dönüşmüştü ve bu bölge adından hareketle burada yaşayanlara Lukiyalı denirdi. Ayrıca “Lukiyalı” adı, bir etnik ad değildir, “Lukiya bölgesinden olan kimse” anlamında bir genelleştirme sıfatıdır. Anadolu’nun ikinci ve birinci binyıl dil ve tarih dinamiklerini yeterince dikkate almayan kimseler Lukia adının, Helenlerden de önceye, Hitit metinlerinde geçen Lukka adına kadar dayandığını düşünürler ve bir aracı gelenek olarak Homeros’tan söz ederler. Öncelikle Homeros, tarihi anlamda bir aracı geleneği temsil etmez. Ayrıca Homeros’un sözünü ettiği Sarpedon ve Bellerophon gibi şahsiyetler ve İlias destanında adı anılan Lukiyalılar yine yerlilerden değil, Helen kökenindendirler. Bunların Anadolu’nun yerli halkı olduğunu ima eden bir tek satır dahi yoktur. Bunun dışında, Pamfuliyalılar kısmında da ele alınacağı gibi, Anadolu’nun ikinci binyıl geleneklerini birinci binyılda sürdürmesi olanaklı Helen halkları da o çağda nadolu’da mevcut değildi. Lukiya adı, Helen “soylar ve boylar” ideolojisinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Yer adlarının hangi süreçler üzerinden koruna gelmiş olabileceğini bildiğimiz belirli bir formül yoktur. Yer adlarının devamlılığının veya devamsızlığının sayısız modeli vardır. Tırmiler, dil özelliklerinden de çok iyi bildiğimiz üzere, Anadolu’nun ikinci binyıl halklarındandırlar. Bunların dili, batı ve güneybatı Anadolu’ya yayılmış olan Luvi’lerin dilinden etkilenmiştir. Kaynaklarda sıkça Luvice’nin bir ardılı gibi gösterilir, ancak bu bütünüyle doğru bir yaklaşım değildir, çünkü Tırmilerin dilinde Luvice’den daha eskilere giden Hint-Avrupa ses özelliklerine rastlanır. Dolayısıyla burada Luvice’yle yakın ilişkileri olan, ancak kökenini Luvice’den almamış bir dil söz konusudur. Tırmiler, Batı Anadolu’nun Fruglar ve Şfardlar (Sardisli= Ludiyalı) gibi çeşitli halklarının aksine başlangıcından itibaren etkin bir siyasi birlik oluşturmamışlardır. Göçmenlik, paralı askerlik ve sürgünlük bilmezlerdi. Bunlar, sahildeki veya yayladaki yüksek bir tepeye konumlanmış tahkimatlı kentlerde “Kent Beylikleri” düzeninde yaşayan feodal bir toplumdan meydana geliyorlardı. Herodotos’un söylediği, ana yanlı “matriarkal” bir yaşamları olduğu açıklaması, Tırmi dilindeki yazıtlarda doğrulanmış bir konu değildir, ancak Artemis, Leto ve Maliya gibi tanrıçalara ve “yücelmiş ana” temalarına yazıtlarda rastlanır. Tırmi ülkesi, M.Ö. 546-538 yılları arasında Pers kralı Kuros’un generali Harpagos tarafından ele geçirilmiştir. Perslerin bölgeyi ele geçirmesi, tam bir atılım ve canlanma dönemine yol açmıştır. Perslerin çeşitli Anadolu halkları üzerindeki etkisi hep çok olumlu olmuştur. Öncelikle, bu küçük halkların belirli bir siyasal rejim altında yönetilmeleri bunların ekonomik açıdan önünü açmıştır. Gelişmeleri ve kalkınmaları bu döneme rast gelir. Perslerin Anadolu’da oluşturdukları rejim, bir tür Valilik niteliğindeki “Satraplık” lardan oluşuyordu. Çağın en önemli ve en güçlü devleti olan Persler, bu insanların sanatlarını, dillerini ve yazılarını derinden etkilemiştir. Olasılıkla Tırmilerin Helenlerle olan ilişkileri Perslerin gelişinden önceki evrelere kadar gitmesine rağmen, Helenler bu insanlar üzerinde böyle bir itici rol oynamamış, Perslere karşılık olarak bölgede yaşayan sınırlı sayıdaki Helenleri ve Helen dostlarını kollamış ve gözetmişlerdir. Helen kültürü daha o çağda bir dünya kültürü olma yönünde yol kat ettiği için doğal olarak Tırmilerin üzerinde bu kapsamda bir Helen etkisinden de söz edilebilir. Tirmilerin Pers istilasından sonraki siyasi rejimleri hakkında tam bir görüş bildirmek zordur.
Persler, genel olarak, ele geçirdikleri ülkedeki siyasal sisteme karışmazlardı, ancak ülkenin veya bölgenin en ileri gelen Bey ve Kralını kendi satraplarına karşı sorumlu tutardı. İlk dönemin siyasal düzeni hakkında pek fazla bir şey söylenememektedir. Genel olarak bölgeyi ele geçiren Harpagos’un soyu tarafından yönetilmiş oldukları söylenmesine karşın, konu tam bir açıklık kazanmamıştır. Bir dönem Lidya’da konumlanmış olan satraplığa bağlı olarak yaşadıkları da bilinmektedir. Tirmilerin M.Ö. 454 yılı civarında Helenlerle Persler arasındaki savaşın bir sonucu olarak kurulan Delos Birliğine katıldıkları görülmektedir.
Bu dönemde Ksanthos kökenli bir ailenin zamanla siyasal ağırlık kazandığı ve M.Ö. yaklaşık 450’li yıllardan itibaren etkin olduğu görülmektedir. Tırmi ülkesi 412’de tekrar Perslerin eline geçmiştir. 362 civarında baş gösteren Satrap İsyanları sırasında ülke siyasi ve askeri çekişmelerin içine düşmüş, doğuda Limyra’da (Kumluca) egemenlik kuran Perikle ile batıdaki Kariya satrapı Mausolos arasındaki çekişmelere sahne olmuştur. Çok geçmeden Tırmi ülkesi Karya satraplığına bağlanmıştır. Bu satraplık dönemi M.Ö. 334/3’de Makedon Aleksander’in Pers Seferiyle sona ermiştir. Aleksander’in Anadolu’ya ayak basması istisnasız bütün yerel halkların siyasal ve kültürel sonunu getirmiştir. Aleksander’in komutanlarından Nearkhos’un bir dönem bölgeyi yönettiği söylenmektedir, ancak bu dönem çok kısa sürmüştür, çünkü başka komutanların da bölgeyi idareleri altına aldıklarına dair söylentiler vardır. Bunlardan en etkin olanı 305/4’da Mısır’da krallığını ilan etmiş olan I. Ptolemaios Soter, kısa bir süre sonra Tırmi ülkesinin de dâhil olduğu çeşitli bölgeleri Anadolu’dan topraklarına katmıştır. Bunun izleri, özellikle II. Ptolemaios Philadelphos’un eşi Arsinoe’nin adının bir dönem Patara kentine verilmesinde görülür.
Bölgenin belki de en uzun süren barış dönemlerinden bir tanesi de bu evrede görülür. Ancak Helenistik krallar özellikle M.Ö. 2. yüzyılda bir kaynaşma içine düşmüştür. Bunların başında Seleukos krallığı gelir. M.Ö. 222-187 yılları arasında krallık yapmış olan III. Antiokhos, 197’de Patara’ya kadar olan kentlerin bir bölümünü topraklarına katmıştır, ancak 188’de Apamea Antlaşması’yla bölge bu kez de Rodoslu’ların eline geçmiştir. Bu süreç 168’de federatif bir niteliği bulunan Lukiya Birliği’nin kurulmasına kadar devam etmiştir. Bölge, tam olarak bu dönemden itibaren devlet adı olarak resmen “Lukiya” unvanını kullanmaktadır. Artık bölgeyi özgünleştiren halkın yazısı, dili ve sanatı ortadan kalkmış, nüfus ve kültür kısmen Helenleşmiş ve bir bütün olarak Helen etkisine girmiştir.
1.3. Miluas ve Soluma
Tırmi ülkesinin Helenistik dönem öncesi halkı, Tırmi kökenli çoğunluktan oluşuyordu. Ancak onların dışında başka halkların da olabileceğine ilişkin kanıtlar vardır. Bunların arasında en başta Kaş’ta limana inen çarşının hemen başındaki görkemli lahitin üzerinde bulunan yazıtın dilini konuşmuş olan kimseler gelir. Bu insanların diline ait belgelere ayrıca Ksanthos kentindeki tiyatronun hemen yakınında bulunan dikme anıtın üzerinde de rastlanmaktadır. Bazı araştırmacılar bu yazıtların dilini konuşmuş olan insanların Miluaslı olduklarını düşünmektedir. Ancak bunu doğrulayabilecek herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu yalnızca bir varsayımdır.
Herodotos’a göre bölgede Lukiyalı’lardan önce Termiliyalılar, onlardan önce de Miluaslılar ve Solumalılar ikamet ediyorlardı. Herodotos’un sık sık efsanelerle iç içe geçmiş açıklamalarını başka tarihi yaklaşım noktaları buluncaya kadar ihtiyatla karşılamak daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Dolayısıyla Solumalıları ve Miluaslıları efsaneler alanından çıkaracak veriler şimdilik mevcut değildir. Çeşitli araştırmalarda bu dile Tırmi B (veya Lukiya B) adını verenler de vardır. Bu dili konuşan halk için her hangi bir siyasi tarih detayı bilinmemektedir.
1.4. Rodoslular ve Dorlar
Eski Yunan kaynakları bölgenin doğusunda özellikle Kumluca ve Phaselis arasında kalan çeşitli kentlerin erken dönemlerde Rodoslular tarafından kolonileştirildiklerini söylemektedir. Kumluca yakınlarında bulunan Rhodiopolis kenti bunun bir kanıtı sayılmaktadır. Phaselis’in ise M. Ö. 7. yüzyılda Rodos Lindos’undan gelen göçmenlerce kurulduğu kabul edilmektedir. Bunlar Dor Helencesi konuşuyorlardı. Phaselis’in siyasi tarihte önemli bir yeri vardır. “Helen dostu” kentlerden sayılır.
1.5. Pamfuliya ve Pamfuliyalılar
Antalya İl sınırlarının önemli bir bölümü, Helen- Roma çağlarında Pamphulia (=Pamfuliya) adıyla anılıyordu. Sınırları, kaba hatlarla doğuda Kilikiya, kuzey doğuda Lukaoniya, kuzeyde Pisidiya ve batıda Lukiya ile çevriliydi. Ancak Pamfuliya bölgesinin Klasik Çağda sahip olabileceği sınırlar tam anlaşılmış değildir. M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış Miletli Hekataios’a göre Kaş yakınlarındaki Phellos bir Pamfuliya kentiydi. Olasılıkla Phaselis ile karıştırılmıştır. M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış Ps. Skulaks, Pamfuliya kentleri olarak Aspendos, Side ve Sulleion kentlerinin adlarını saydıktan sonra bölge sınırlarını Kibura Minor’dan (Alanya yakınlarındaki Güneyköy) Korakesion’a (Alanya) kadar uzatmakta, ancak Düden çayı, Magudos (Karpuzkaldıran), Perge (Aksu) ve Artemis Tapınağına kadar olan toprakları Lukiya’ya dahil etmektedir.
Bu Bölgenin batı sınırının Khelidonia civarından başladığına yönelik bir gözlem vardır. Tarihçi Livius, Pamfuliya-Lukiya sınırının Phaselis kenti olduğunu söylemiştir. Plinius Mela ise, Side ve Phaselis arasında kalan bölgeyi Pamfuliya olarak tanımlamıştır. Bugün daha alışılmış olan sınırların tanımı, tarihçi-coğrafyacı Strabon’a dayanmaktadır. Phaselis ve ondan sonra gelen Olbia kentinden Korakesion’a kadar olan toprakların Pamfuliya olduğunu ifade etmiştir. Doğudaki en uç sınırın Silifke yakınlarındaki Suedra kentine kadar uzandığı da düşünülmektedir. Ptolemaeus Claudius, bu kentin bir Pamfuliya kenti olduğunu yazmıştır. Alıntı yapılan kaynaklardan da anlaşıldığı üzere Pamfuliya bölgesinin sınırları bir belirsizlik göstermektedir. Roma İmparatorluk Çağı sınırları bir kenara konursa, bölgenin daha erken dönemlerdeki sınırlarının adlandırmaya dayalı bir şartlanmanın etkisi altında kaldığı görülür.
Pamfuliya adı Helence’dir. Helence’de Panphulia ve Pamphulia şeklinde yazılışları görülür. Latince Panfilia, Pamphylia ve Pamphilia şeklinde yazılışlarına rastlanır. Bu yer adının Anadolu’nun daha eski evrelerine ait yer adlarıyla bir ilişkisi olmadığı çok açıktır. Helencedir ve anlamı ancak Helence üzerinden anlaşılmaktadır. “Tüm halklardan olan insanların yaşadığı memleket” gibi bir anlama gelmektedir. Ayrıca Helen “Soylar ve Boylar” teorisine göre Dor boylarından birinin adı Pamphulos’tu. Bunun dışında, çeşitli antik kaynaklar Pamphulia adını Mopsos’un kızıyla veya Kabderos’un kızıyla veya Rhakios ve Manto’nun kız kardeşiyle ilişkilendirmektedir. Doğal olarak bunlar efsanedir, ama Plinius Mela bu konulardan yola çıkarak Pamfuliya’nın daha önceki adının Mopsopia olduğunu söylemektedir.
Bu yaklaşımlardan tarihi bir değerlendirmeye ulaşmak olanaklı değildir. Pamfuliya adının Demir Çağının başında veya Arkaik çağda bölgeye gelen göçmenlerin “karışık halk” dokusunu ifade etmek için Helen entellektüelleri tarafından lanse edilmiş olabileceğini kabul etmek daha uygun bir yaklaşım olabilir. Nitekim bölgenin bu yönü kaynaklarda belirgin bir şekilde vurgulanmıştır. Strabon, Coğrafya XII 7.2’de “Pamfuliyalıların Kilikiyalılarla pek çok açıdan ortak özellikler gösterdiğini” söylemektedir. Suedra kentinde ele geçen bir kehanet yazıtında “karışık milletlerin ülkesinde yaşayan siz Suedra Pamfuliyalıları…” denmektedir. İfadelerden de anlaşılacağı üzere bölge adı bir adlandırma koşulunun etkisi altındadır. Tarihi açıdan “Pamfuliyalı” adını taşıyan bir halk yoktur, Helence bu anlama gelen Pamphulios” sözcüğü belirli bir etnik grubu göstermez, “Pamfuliya bölgesinde yaşayan, ikamet eden kimse” anlamına gelir.
Bir Sideli ile bir Aspendoslu arasındaki farka işaret etmez, her ikisini de aynı soydan kimselermiş gibi gösterir. Hâlbuki dil özellikleri açısından ele alındığı zaman bir Aspendoslu ile bir Sideli birbirlerine tamamen yabancı kimselerdi. Bu nedenle Pamfuliya’nın Roma Çağı öncesi evrelerinin incelenmesinde en belirgin rolü dil incelemeleri tutmaktadır. Pamfuliya bölgesi, çeşitli dönemler dikkate alındığı zaman, bünyesinde barındırdığı çeşitli dil varlıklarıyla Anadolu’nun dikkat çeken alanlarındandır. Klasik dönem ve öncesine ait dil belgeleri çok fazla değildir. Perge’de bulunmuş, M.Ö. 6. yüzyıl civarına tarihlenen bir kap parçası üzerinde belgelenmiş olan yazı ve dilin niteliği henüz bir görüş öne sürülmesine yetmemektedir. Bu açıdan bölgenin bu çağdaki dilleri ve halkları başka kaynaklar aracılığıyla tartışma konusu edilmektedir. Bölgenin erken dönem halkı (substratum) Luvi etkisinde bir güney Anadolu halkıydı. Bunlardan bize her hangi bir belge kalmamıştır.
Ancak varlıkları bölgedeki Helen lehçesi üzerindeki etkiden anlaşılmaktadır. Olasılıkla etkin bir siyasal birlik oluşturamadıkları için zamanla Helenlere karışmışlardır. Bölgenin hakkında nispeten çeşitli görüşler öne sürülebilen kalabalık halkı Helenlerdi. Bunlar İyoniya ve Atina’da kullanılan alfabe niteliğindeki Helen yazısından kısmen farklı bir yazı kullanmışlardır. M.Ö. yaklaşık 5. yüzyılın son çeyreğinden Roma İmparatorluk Çağına kadar olan evrede bu dil ve yazıya ilişkin belgelere rastlanmaktadır. Belge türleri genellikle kent sikkeleri, mezar taşları, amfora kulp baskıları ve çeşitli anıtlardan oluşmaktadır. Bunlar genel olarak Aspendos ve Perge arasında kalan topraklarda, kısmen Mısır’da ve nadiren de çeşitli bölgelerde ele geçmiştir. Pamfuliya Helenleri, karşılaştırmalı dilbilim metodlarına göre, Anadolu’daki en eski Helen gruplarından birini oluşturmuşlardır. Bunların dilinde Mukenlerin ve Dorların dil özelliklerinden bazılarına rastlanmaktadır.
Bu nedenle M. Ö. Birinci binyılın başlarında Anadolu’ya göç etmiş oldukları kabul edilmektedir. Bunlar Anadolu’da karşılaştıkları insanlarla iç içe geçmiş, onların inanç ve çeşitli kültürel özelliklerinden etkilenmişlerdir. Yalnızca bu Helenlerin değil, genel olarak Pamfuliya’da yaşayan diğer halkların da erken dönem tarihi hakkında ne yazık ki pek fazla belge bulunmamaktadır. Silluon kentinde bulunmuş ve M.Ö. 4. Yüzyıla tarihlenen bir yazıt aracılığıyla kentin yönetiminin bir “yaşlılar konseyi” aracılığıyla yürütüldüğü öğrenilmektedir. Bu yönetim şekli daha çok kabile düzeyinde yaşayan halklar için uygundur. Platon’un Devlet kitabında (X 615 c) Ardiea adında birisinin binyıl önce bir Pamfuliya kenti tiranı olduğu söylenmektedir. Bu ifadeden çeşitli Pamfuliya kentlerinin erken dönemlerde tiranlıklarla yönetildiğini ima etmektedir.
Herodotos, M.Ö. 6. yüzyılda Pamfuliya’nın Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi Ludiya kralı Kroisos’un eline geçtiğini söylemektedir. Ancak Perslerin Kroisos’u yenmesi üzerine Pamfuliya Perslerin eline geçmiş, Pers ordusuna asker sağlamış ve vergi ödemişlerdir. Pamfuliya’da o çağda yekpare bir bölge rejimi yoktu. Halklar ve kentler dağınık ve müstakil yönetimlerin elindeydi. Olasılıkla Anadolu’nun Persler tarafından ele geçirilmesinden sonra Pamfuliya bölgesi de bir satraplığa bağlanmış olabilir. Bu satraplığın hangisi olduğu tam olarak bilinmemektedir, ancak Suriye- Kilikiya-Kıbrıs eksenli bir yönetime bağlı olması tahmin edilmektedir. M.Ö. 466 yılında Atinalı amiral Kimon, Persleri Köprüçay’da (Eurumedon) bozguna uğratmıştır. 425’deki Atika Deniz Birliği’ne bağlı kentler arasında olasılıkla Aspendos da yer alıyordu, ancak statüsü daha sonradan değişmiştir. 411’de Tissafernes’in donanması burada barınıyordu. M.Ö. 362 yılı civarındaki Satrap İsyanı sırasında Pamfuliya’daki Helen kentleri savaşa kapılarını kapatmışlardır. M.Ö. 334/333 yılı kışında Makedon Aleksander, Perge, Aspendos ve Side kentlerine uğramıştır. Bazı kaynaklar, komutanlarından biri olan Nearkhos’u Lukiya ve Pamfuliya satrapı olarak atadığını söylerler.
M.Ö. 295 yılı civarında Seleukos, Kilikiya ve Pamfuliya bölgelerini ele geçirmiş, bugün Manavgat’ın kuzeyinde bulunan Oymapınar barajı yakınlarındaki Seleukia kentini kurmuştur. Ancak çok geçmeden Pamfuliya bölgesi Mısır kökenli Ptolemaios’ların eline geçmiştir. Philadelphos zamanında Alanya istikametinde kalan Ptolemais kenti kurulmuştur. Bölge uzun yıllar Suriye ve Mısır’daki krallıkların güç gösterisi altında varlığını sürdürmüştür. M.Ö. 197 yılı civarından itibaren bölge önce Antiokhos’un, daha sonra da Romalı komutan Manlius’un eline geçmiştir. 188’de Apameia Antlaşmasıyla bölgenin önemli bir bölümü Bergama kralı Eumenes’in egemenliğine geçmiştir. Bergama kralı II. Attalos Philadelphos zamanında (159-139) Attaleia (Antalya) kenti kurulmuştur. Bergama krallığının Pamfuliya üzeindeki haklarını Roma devletine devretmesi üzerine bölge Romalıların eline geçmiştir. M.S. 43 yılında İmparator Claudius, Lukiya ve Pamfuliya’yı birleştirerek bir Roma eyaletine dönüştürmüştür.
1.6. Sideliler
Pamfuliya bölgesinin olduğu kadar eski Anadolu incelemelerinin de dikkat çeken alanlarından bir tanesi Side kentinde ve Lyrbe’de ele geçen çok az sayıdaki yazıtların dilidir. Bu halkın gerçek adı sanı bilinmemektedir. Anıtlar, önceleri yalnızca Side kentinde ele geçtiği için kent adından ötürü bunlara Sidece denmiştir, ancak halkın adı tarihi açıdan kayıptır. Bunların dili, 2. ve 1. binyıl güney Anadolu halklarından birine aittir. Luvice’nin etkisi görülmektedir. Sidece “tanrı” anlamına gelen masara sözcüğü, aynı anlama gelen Luvice masana ile bir benzerlik teşkil etmektedir. Anıtları genel olarak sikkeler ve çok az sayıdaki yazıtlardan oluşmaktadır. Bunlar ortalama M.Ö. 5. yüzyılın sonuyla M.Ö. 3. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.Üç adet Sidece-Helence olarak yazılmış çift dilli yazıt dilin çözümlenmesine katkı sağlamıştır.
Başka hiç bir yerde görünmeyen kendilerine özgü bir yazıları vardır. Kullanılan yazım işaretlerin sayısı 26’dır. Alfabe niteliğindedir. Yazı yönü sağdan sola doğrudur. Sidelilerin kökeni, Helen kaynaklarına göre, İzmir Aliağa yakınlarındaki Kume kentinden gelen göçmenlere dayandırılmaktadır. Arrian, göçmenlerin Side’ye ulaştıktan sonra kendi dillerini unuttuklarını, anlaşılmayan garip bir dil konuşmaya başladıklarını söylemektedir. Side sözcüğü Helence “nar” anlamına gelmektedir, ancak bölgedeki çeşitli kent adlarında olduğu gibi bir Anadolu yer adından Helenceleştirilmiş olabilir. Side’de özgün uygarlığı temsil eden insanların siyasi tarihi hakkında her hangi bir detay bilinmemektedir. Pamfuliya’da cereyan eden genel tarihi durumun bir parçası olmuşlardır.
1.7. Pamfuliya’daki Ayoliyalılar
Pamfuliya’da erken dönem kaynaklarında farkına varılan halklardan bir tanesi de kuzey-batı Anadolu kökenli Ayoliyalılardır. Arrian, Kumeli Ayoliyalıların Side kentine göç ettiklerinden söz etmiştir. Bunların kendi dillerinden her hangi bir belge ele geçmemiştir, ancak Pamfuliya Helen lehçesinde bunların dil özelliklerine ilişkin örneklere ve kalıntılara rastlanmaktadır. Bölge tarihinde oynadıkları rol hakkında bir kayıt bulunmamaktadır, ancak hiç şüphesiz bölgedeki önemli kültür gruplarından bir tanesini teşkil ediyorlardı. Side Ayoliyalıları dışında, Antalya ve Kemer arasına yerleştirilen çeşitli kentlerin yine Ayoliyalılar tarafından kolonileştirilmiş oldukları yer adlarının kökenine bakılarak öne sürülmektedir.
1.8. Pisidiya ve Pisidiyalılar
Bugünkü Antalya il sınırları içinde kalan önemli antik bölgelerden bir tanesi de Pisidiya’dır. Adı Hitit metinlerinde geçen Pedassa veya Pitassa bölgesi ile eştir. Helenistik ve Roma devirlerine kadar olan coğrafi sınırları, tarihi ve halk yapısı belirsizlik gösterir. Tarihi kaynakları ve belge niteliği zayıf ve yetersizdir. Sınırları kabaca, güneyde Pamfuliya, güney batıda Lukiya, batıda Kariya, kuzeyde Frugiya, doğuda da İsauriya ve Lukaoniya ile çevriliydi. Güneyde Antalya il sınırları içinde kalan sınırı batıda Termessos ve civarından başlamakta, dağlık alanı ve eteklerini izleyerek Akseki üzerinden Kilikiya ve İsauriya’ya ulaşmaktadır.
Pisidiya adı, bir halk adı değildir. Bu adı taşıyan bir halk yoktur, bölgede yaşayan tüm insanları kast etmektedir. Strabon’a göre Pisidiya, erken dönemlerde ayrı ayrı kentlere bölünmüştü ve her kent bir tiran tarafından yönetiliyordu. Genel olarak savaşçı ve korsan insanlar olarak tanıtılmışlardır. Bu bölgede, özellikle Termessos ve civarında yaşadıkları söylenen Pisidiyalıların kökeni Herodotos’ta Solumalılarla ilişkilendirilmektedir. Ancak Pisidiyalı’ların konuştukları dile veya dillere ilişkin kanıtlar oldukça az olduğu için bu tür bağın olasılığı oldukça varsayımsal kalmaktadır.
Tüm Pisidiya bölgesinde özgün bir dile ait kanıtlar yalnızca Eğirdir Gölü yakınlarındaki Timbriada da (Sofular) ele geçen yazıtlardır. Bu yazıtların diline literatürde Pisidce denmektedir, ancak oldukça az sayıdaki bu yazıtlara bölgede başka hiç bir yerde rastlanmamaktadır, bu nedenle bu yazıtların dilinin bir bölge dili olduğunu ve bölgede yaşayan halkların en azından büyük bir bölümünün dili olduğunu öne sürebilecek bir neden bulunmamaktadır. Bunları, tıpkı Side örneğinde olduğu gibi bir kent dili (Timbriada) olarak görmek daha doğru bir yaklaşım olabilir. Bunlar, oldukça geç dönemde, Roma İmparatorluk çağının 2. ve 3. yüzyıllarında yazılmışlardır.
Yazı, o çağda kullanılan Helen yazısıdır. Dil özellikleri ise, Eski Anadolu Dilleri alanına işaret etmektedir. Pisidiya’nın karışık halk dokusunu bize gösterebilecek başka bir örnek de Selge’dir (Zerk). Selge’de Pamfuliya Helen lehçesinde sikkeler ele geçmiştir. Ancak Strabon’a göre Selgeliler “Pisidiya’da oturan barbarlardan (Helen olmayan kavimlerden)” oluşuyorlardı. Pisidiyalıların Anadolu tarihinde önemli bir rolleri yoktur. Kendilerinden söz eden kaynakların sayısı bile oldukça azdır. Özellikle Termessos, Aleksander’e karşı gösterdiği direniş nedeniyle ön plana çıkmıştır. Roma İmparatoru Claudius döneminde özellikle topraklarının güney ve güney batı bölümü M.S. 43’de kurulan Lukiya-Pamfuliya eyaletine katılmıştır. Geri kalan toprakları, önce M.S. 74’de Galatiya-Kappadokiya eyaletine, daha sonra da 113’den itibaren yalnızca Galatiya eyaletine bağlanmıştır.
Sonuç
İlk çağlardan Roma İmparatorluk çağına kadar temelde halklar ve kültürler çerçevesinde ele alınmış olan bu çalışma, Antalya bölgesinin Eski Anadolu incelemeleri için taşıdığı önemi ortaya koymayı amaçlamıştır. Bölgedeki Eski Çağ incelemelerinin henüz bir doygunluğa ulaşmadığı bellidir. Özellikle Roma öncesi evre açısından yanıtlanması gereken pek çok sorun vardır. Bunların açığa kavuşmasında dil incelemeleri büyük bir yer tutmaktadır. Antalya kenti, tüm Anadolu’da en çok yazılı belgenin ele geçtiği kenttir.
Helence ve Latince yazıtların yanı sıra Tırmice, Lırmice B. Karca, Frugca, Aramca, Fenikece, Pamfuliya Helen lehçesi ve Sidece gibi dillere ilişkin belgeler ele geçmiştir. Hemen yanı başındaki sınırlarda ise Timbriada yazıtları ve Luvi Hiyeroglif yazılı anıtlar ele geçmektedir. Bu niteliği dolayısıyla Antalya bölgesi tarih, dil ve arkeoloji incelemeleri için benzeri görülmeyen bir laboratuardır. Yeniliklere sıklıkla rastlanmaktadır. Oldukça kısa bir süre önce Köprüçayı istikametinde daha önce örneklerine rastlanmamış olan yeni bir dile ilişkin yazılı kanıtlar bulunmuştur. Bu daha bize bölge incelemelerinin sanıldığından çok daha derin boyutları olduğunu göstermektedir.