Psikolojik Danışman&Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu’nun yazısı
Sizleri unuttuğumu sanmayın sevgili okurlar. Sağlığımla ilgili ciddi bir sorunun bizi korkutması ve araştırma/inceleme/biyopsi aşamasında kendi derdime düşünce doğal olarak yazı yazamadım. Önce can sonra canan diyenler haklılarmış meğer, tecrübeyle sabitlemiş oldum. İmtihan dünyasının sınavından geçiyoruz bir şekilde. Varlıkla/yoklukla, eşlerimizle, evlatlarımızla denenip sınanmadan ayrılamayacağımıza göre bu hayattan, yolumuza devam edelim, başlayalım dedim eşlerle ilgili sorularınıza cevap vermeye.
Kol kırılır yen içinde kalır ilişkilerden, yiğidin malı meydanda olur sistemine geçiş yapan günümüzde evlilik müessesesini korumak güçleşmeye başladı.
Sözü uzatmadan evlilik danışmanlığı yaptığım çiftlerde dikkatimi çeken, boşanmaya neden olan 5 tipik hata yazayım hemen;
Eşlerin birbirini kötülemesi; Severek veya sevinerek başlayan evlilikler zamanla çeşitli nedenlerle ilişki kalitesini yitiriyor. Çiftler birbirlerine kızmaya başladıklarında, bu öfkeyi etraflarındaki kişilerle paylaşmaya başlıyorlar. Zamanın getirisi olan haklı paylaşımlar, süreç ilerledikçe raydan çıkabiliyor ve karşılıklı karalama kampanyasına dönüyor. Üstelik siyasi partilerin seçim dönemlerinde yaptığı karalamalardan beter şekilde! Eşle ilgili hoşa gitmeyen durumun, tecrübesine/samimiyetine güvendiğiniz bir arkadaşla paylaşılması, aile yuvasını kurtaracak taktikler alınması doğaldır. Ancak torba değil ki büzesin mukabilinden konuşmalar, hakaret içeren anlatımlar, eşin kişiliğine yönelik suçlayıcı ifadeler ilişkiyi yıpratır. Siz etrafınızla konuşursunuz eşinizin durumunu ama doğa kanunu söylediğiniz herşey bir biçimde hayat arkadaşınıza ulaşır. Böylece kendisi hakkındaki düşüncelerinizi, ağırlaşmış ifadeler şeklinde etraftan dinlemek zorunda kalır. Aranızda düzelecek bir mevzu varsa bile düzelme şansı iyice azalır. Bir süre sonra avukat aramaya başlarsınız maalesef.
Hapsolmuşluk duygusu; Kötü giden ilişkilerin en tipik özelliklerinden birisidir hapsolmuşluk. Günlük hayatta “Sen böylesin!” veya “Aynı babası gibi!” şeklindeki benzetmeler. Farkında olmadan eşimizi belirli bir alana hapsederiz. Onu babasına benzettiğimizde, belirli davranış kalıpları içine kilitleyerek değerlendirmeye başladığımızda, eşimizin gerçek ve doğal halinden uzaklaşmaya başlarız. Davranışlarını, sözlerini beynimizde oluşturduğumuz zindanın çerçevesiyle yorumlamaya başlarız. Böylece onu yorumladığımızı, onu tanıdığımızı düşünürken aslında kendi beynimizde oluşturduğumuz sanal bir eşi yargılar dururuz. Derken hayat arkadaşımızı baş düşmanımız gibi algılamaya başlayabiliriz. Her söylediği batar, hatta söyledikleri bile bizi acıtır. Akıl okumalar devreye girer. Okunan her akıl, acıdır ki olumsuz içeriklidir. İlişki başlar gerilemeye.
Mesajı yanlış verme; Bizim insanımız herhangi bir mesajı doğru vermeyi bilmiyor. Hele bu kişiler evli çiftlerse, mesajı vermek adeta olanaksızlaşıyor. Nasıl mı? Örneğin çok önemli bir mesajı gereğinden fazla veriyor. Normal şartlarda insan canlısı bir şeyi bir kez duyduğunda anlar ve öğrenir. Uygulamadaki zorluk, kişinin yapmak istemesi veya istememesiyle ilgilidir. Biz bir mesaj veririz, verilen mesaj yerine getirilmeyince duyulmadığını Ya da anlaşılmadığını düşünür bıktırırcasına aynı şeyleri söyler dururuz. Oysa çok önemli biri mesajı bile gereğinden fazla verirsek “sistematik duyarsızlık” gelişir. Mesajı veren çıldırır niye beni anlamıyor diye. Gereğinden fazla duyan zaten istese de anlamaz. Çünkü önemli bilgiye karşı adaptasyon oluşur ve bilgi anlamını yitirir aslında. Sonuçta ailede huzursuzluk oluşur. Biz iletişim kuramıyoruz, birbirimizi anlayamıyoruz diye şikayetlenen ailelerin çoğunun ana problemi budur.
Duygusal mesafe; Çok rahatsız edici bir pozisyondur. Eşlerin birbirine mesafeli, yabancıymış gibi davranması durumudur. Genelde tek taraflıdır ama bazen çift taraflı mesafeli davranan aileler de görüyorum. Maruz kalan insanı deli eder. Aynı evdesiniz, evlisiniz ama sanki uzaydan gelmiş bir varlıkla zoraki aynı ortamı paylaşmak zorunda kalmışsınız gibi hissetmenize neden olur. Uzak, bomboş, anlamsızdır eşiniz… ve eviniz… evlimiyim neyim bilemezsiniz… duygusal, hassas, kırılgan kişiler daha yatkındır bu ilişkiye. Küserler ama neye küstüklerini bile bilemezsiniz. Soğuk dururlar ve sebebini söylemezler. Sen keşfet edasıyla dolanır dururlar. Keşfedemezsiniz de! Sorsanız cevap alamazsınız da! Olabilecek en kötü evlilik şeklidir. Ve ilişki ilerleyemez, bir yerlerde ayrılmak zorunda kalırsınız.
İnsanların çocuklaşması; Çok enteresan bir durum ama evlenince insanlar çocuklaşıyorlar sanki! Koskocaman kişiler, yerine göre okullar okumuş, makam mevkilere gelmiş bile olsa farketmeden evlilik ilişkisinde çocuklaşmaya başlıyorlar. Bu çocukluk, Doğan Cüceloğlu’nun bahsettiği içimizdeki çocuk değil üstelik! Ciddi ciddi küsen, bağıran, haykıran, hoşuna gitmeyen bir durum olduğunda tepinen, eşine lakaplar takan, ağzına gelen her lafı hiç sansürlemeden löppp diye söyleyen çocuk! Tartışma anında kapıları çarpıp çıkan, eline geçen eşyaları ucuz pahalı demeden duvarlara çarpıp parçalayan, camdan aşağı “imdatt burda deli var kurtarın beniiii” diye bağıran, intikam olsun diye eşinin en kıymetli giysilerini makasla parça pinçik yapan, evde görmek istemediğinde eşyalarını camdan aşağıya fırlatan,…vs. Heyyy durun bir dakika! Çocuklara haksızlık mı yapıyorum ne? Hangi çocuk bunları yapar ki? Ama insanlar evli barklı insan olduklarında bunları yapıyor Maalesef. Davranışlarında zerre yetişkin kokusu yok ve farkında bile değil.
Özetlemek gerekirse, son dönemlerde boşanmak üzere mahkemelere giden çiftlerde gördüğüm en temel 5 hatayı sizlerle paylaştım. Önüne arkasına eklenecek pek çok bilgi var elbet. Ama her şeyi yazmak da istemiyorum, boşlukları sizin bireysel tecrübeleriniz doldursun diye. Çok belirleyici olmak istemiyorum ki zihninizin hareket alanı kısıtlanmasın. Sizler kendi serbest çağrışımlarınızla durumu dilediğiniz gibi çeşitlendirebilin.
İlk yazı yine evliliğinizle, ailelenizini korunmasıyla ilgili olsun istedim.
En değerli hazinemiz… ailemiz…
Sevgiler…
Haber 7