Küresel Kovid-19 krizi, geleneksel güvenlik anlayışı ve tesisine odaklanan statükocu zihniyette yeni bir kırılma noktası meydana getirdi.
Küresel koronavirüs (Kovid-19) krizi, geleneksel güvenlik anlayışı ve tesisine odaklanan statükocu zihniyette yeni bir kırılma noktası meydana getirdi. Bu bağlamda devlet güvenliği, teritoryal kontrol, hudut ve sahil güvenliği, terörle mücadele ve asayişten sorumlu kurum ve kuruluşların görev tanımları üzerinde yeni bir tartışma başladı.
Tartışmayı körükleyen hususların başında, Kovid-19 pandemisinin, orduların münferit yahut NATO çatısı altında müşterek olarak icra ettikleri askeri faaliyetlerle haiz oldukları imkân ve kabiliyetler üzerinde ne türden bir kısıtlama getireceği sorunsalı yer alıyor. Bu bağlamda kışlaların güvenliğinden, ortak tatbikatlara dek birçok husus birey güvenliği, birlik güvenliği ve medikal güvenlik boyutuyla ele alınmaya başladı.
Tartışmanın ikinci ayağını ise, orduların rol ve misyonlarının sorgulanması teşkil ediyor. Zira orduların varoluşsal nedenleri ve birincil öncelikleri koruma sorumluluğu olmasına karşın, salgın sürecinde farklı bir misyon üstlendiklerine şahit olundu. Örneğin New York, Roma, Londra ve Paris gibi dünyanın önde gelen şehir ve başkentlerinde askerlerin, Kovid-19 mücadelesine katkı sundukları gözlemleniyor. Bu durum, orduların sert güç unsurlarına dayalı görev alanlarında herhangi bir değişikliğe yol açmamakla birlikte, artık birey ve toplum güvenliğini ilgilendiren hususları da faaliyet alanlarına eklediklerinin bir göstergesi. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Mulhouse şehrinde bulunan askeri sahra hastanesini ziyaretinde yaptığı konuşmada, Kovid-19 pandemisine karşı sadece siyasi ve ekonomik tedbirler değil, aynı zamanda askeri tedbirler de alındığını vurguladı. Bu bağlamda “görünmeyen düşmana karşı savaş başlatma” kararı verdiğini açıklayan Macron, ordunun pandemiyle mücadeleye yardımcı olması ve katkı sunması maksadıyla özel askeri operasyon başlatıldığını deklare etti. İlaveten Macron, salgınla mücadelede ön saflarda yer alan sıhhiyecilere takdir ve şükranlarını sunarak, yıllarca süren kesintilerden sonra askeri sahra hastanelerine yapılan harcamaları artırma sözü de verdi.
Sağlık güvenliği istihbaratı
Bu örnekten de görüleceği üzere, artık devletler ordu mensuplarının kamunun diğer faaliyet alanlarında görev alması hususunda daha ılımlı bir tavır sergiliyorlar. Benzer bir yaklaşımın gerekliliğini, istihbarat kurum ve kuruluşlarında gözlemlemek mümkün. Zira dünya genelinde ekseriyetle istihbarat teşkilatlarının temel fonksiyon alanları itibarıyla geleneksel güvenlik algısı ve yaklaşımını muhafaza ettikleri görülüyor. Buna mukabil, 21. yüzyılın güvenlik risk ve tehditleri karşısında istihbarat kurum ve kuruluşlarının kendilerini hibrit tehditlere karşı daha hazırlıklı ve donanımlı hale getirmek adına yeni yapılanmalara gittikleri de biliniyor. Kuşkusuz, 11 Eylül terör saldırıları bu aşamada bir eşiği temsil etmekte. Keza bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelere bağlı olarak, istihbarat kurumlarının siber-uzay alanından kaynaklanan güvenlik tehditleri, dijital dönüşümün getirdiği riskler ile devlet-dışı silahlı aktörlerin artan imkân ve kabiliyetleri konusunda kurumsal ve zihinsel bir dönüşüme tâbi tutuldukları malum.
Ana hatlarıyla ve sivil bir perspektifle, ulusal istihbarat teşkilatlarının temel görevlerine bakıldığında, ülkenin mevcudiyetine, bağımsızlığına, güvenliğine, milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel risk ve tehditler hakkında ulusal güvenlik istihbaratı toplamakla mükellefler. Bu doğrultuda ulusal güvenlik teşkilatları, ham yahut analiz edilmiş istihbari bilgiyi en üst düzey karar alıcı ve karar verici makamlarla paylaşmak ve yine devlet kurumlarından kendilerine gelen talep doğrultusunda istihbarat toplamak, kıymetlendirmek ve analiz etmekle sorumlular. İlaveten, ulusal istihbarat teşkilatları, istihbarata karşı koyma faaliyetleri icra etmekle ve bu hususta gerek devlet gerekse özel kurum ve kuruluşlara yardımcı olmakla yetkilidirler. Kısaca istihbarat kurumlarının ulusal güvenlik, milli savunma, devlet istihbaratı, dış istihbarat, terörle mücadele, siber güvenlik, uluslararası suçlar gibi birçok alanda muhtelif görev, yetki ve sorumlulukları bulunuyor.
Küresel Kovid-19 krizi ise istihbarat teşkilatlarının mevcut risk ve tehdit yelpazesine yeni bir öge daha kazandırdı; “medikal istihbarat” ve bununla ilintili olarak “sağlık güvenliği istihbaratı”. Medikal istihbarat aslında yeni bir istihbarat alanı olmamasına rağmen bu yeteneği kazanmış nadir istihbarat teşkilatı bulunduğu not düşülmelidir. Başka bir ifadeyle, medikal istihbarat alanına öncelik tanıyıp yatırım yapan, insan kaynağı ve finansman ayıran sınırlı sayıda ülke var. Bu nedenle, istihbarat kurumları nezdinde müstakil birimler şeklinde faaliyet gösteren medikal istihbarat araştırma ve analiz merkezlerinin sayısının son derece az olduğu dikkate alınmalı.
Öte yandan, istihbaratın uzunca bir süre askeri alana hapsedildiği ve sivil niteliği haiz istihbarat kuruluşlarının özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tesis edildiği göz önünde bulundurulmalı. Bu açıdan bakıldığında, medikal istihbarat teriminin ilk olarak askeri alanda kullanılmaya başlanması şaşırtıcı değil. Örneğin ABD’de Savunma İstihbaratı Teşkilatı (DIA) bünyesinde yer alan Ulusal Medikal İstihbarat Merkezi (NCMI), önceki adıyla Silahlı Kuvvetler Medikal İstihbarat Merkezi (AFMIC), birincil olarak medikal istihbarat faaliyetlerinden sorumlu olup, Savunma Bakanlığı’na bağlı tüm kurumlarla medikal istihbarat hususunda koordineli bir şekilde çalışıyor. Bu bağlamda Savunma Bakanlığı tarafından yayımlanan NCMI yönergesinde, medikal istihbarat; “dünya genelindeki sağlık tehditleri ve sorunları, yabancı medikal kapasiteleri, bulaşıcı hastalıkları, çevresel sağlık riskleri, ulusal ve askeri öneme sahip biyomedikal ve biyoteknolojik konulardaki gelişmelerin tam kaynaklı analizi, toplanması ve değerlendirilmesi” şeklinde tanımlanıyor.
Medikal istihbaratı ihmalin ağır bedeli
Dünya tarihi SARS, Ebola, Avian Influenza (kuş gribi), H1N1 ve H3N2 gibi birçok pandemiye tanıklık etti. Örneğin 1968 pandemisi, dünya genelinde bir milyondan fazla insanın ölümüne yol açmışsa da o yıllara tekabül eden Vietnam Savaşı kadar sosyal bilimler literatüründe kendisine ilgi ve yer bulamadı. Yine, ABD ile Sovyetler Birliği arasında gerçekleşen ve Soğuk Savaş Dönemi’ne damgasını vuran “Operation Infektion”, medikal istihbarat alanında cereyan eden istihbarat savaşlarına örnek teşkil etmiştir. Ancak o dönemde geleneksel medya araçları üzerinden yürütülen dezenformasyon faaliyetleriyle dönemin bilimsel ve teknolojik kapasitesinin meydana getirdiği etki, günümüzün sosyal medya platformları ile teknik kabiliyetleri kıyaslandığında son derece sınırlı bir yapı içerisindeydi. Oysa Kovid-19, küreselleşmenin boyutlarını ve yıkıcılığını çok daha acı biçimde ortaya koymak suretiyle, istihbarat kurumlarının medikal istihbarat alanını yadsımalarının bedeli ve maliyeti hakkında adeta bir ders niteliği kazanmış durumda.
Birincisi, medikal istihbarat, kurumsal mekanizmaların işleyişi açısından önem arz ediyor. En yalın izahla, Kovid-19 tüm devlet dairelerinde çalışan memurları olduğu gibi, askeri ve sivil istihbarat kurumlarında çalışan memurların da iş düzenlerini etkiledi. Kimsenin Kovid-19 riskinden muaf olmaması hasebiyle, ulusal savunma ve güvenlik gibi en kritik görevleri icra eden istihbarat memurlarının da bireysel güvenliklerini sağlamak adına birtakım tedbirler alındı. Bu bağlamda birçok ülkede, istihbarat teşkilatlarının yarı-zamanlı, dönüşümlü, evden çalışma, saha çalışanlarının kısmen ve geçici bir süreliğine pasifize edilmesi yahut merkeze çekilmesi gibi alternatif yöntemler geliştirdiği görüldü. Kuşkusuz bu tedbirlerin, özellikle saha çalışanları ve elemanları arasında süregiden haberleşmede olası kesintiler gibi işleyişte birtakım sorunlar veya aksaklıklar oluşturmuş olması muhtemel. Diğer taraftan, istihbarat çalışanlarının, aynen kışladaki askerler kadar sağlık güvenliğinin sağlanması önem kazandı. Örneğin 08 Mayıs 2020 tarihinde yayımlanan ve ABD İç Güvenliği Bakanlığı’nın belgelerine dayanan bir haberde, ABD Gizli Servisi’nde çalışan 11 istihbaratçının koronavirüs testinin pozitif çıktığı, önceden tespit edilen 23 kişinin iyileştiği ve hâlihazırda 60 çalışanın karantina altında bulunduğu açıklandı. Bu durum, medikal istihbarat alanında çalışmanın, kurumsal hazırlık açısından ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtladı. Zira istihbarat kurumlarındaki kompartmantasyon sistemi göz önünde bulundurulduğunda, özellikle Gizli Servis çalışanlarının Kovid-19’a yakalanmasının gizli ve örtülü operasyonların işleyişini ne kadar sekteye uğratabileceği aşikâr. Bu da terörle mücadele operasyonları gibi kritik alanlarda ciddi bir güvenlik zafiyetine işaret ediyor.
İkincisi, Kovid-19, ABD, İngiltere, Kanada, İsrail gibi medikal istihbarat alanına önceden yatırım yapan devletlerin ötesinde, diğer ülkelerdeki savunma ve güvenlikle ilgili istihbarat kurum ve kuruluşlarında da ekonomik istihbarat, endüstriyel ve medikal casusluğu ilgilendiren tehdit skalasına dair bir farkındalık meydana getirdiğini söylemek mümkün. Önceden ABD-Sovyetler Birliği arasında cereyan eden iki aktörlü istihbarat savaşları, artık çok aktörlü bir yapıda. Nitekim savaşın sadece ABD ile Çin arasında cereyan etmediği, İngiltere, Rusya, İran gibi farklı ülkelerin de bu savaşlara katıldığı görülüyor. Örneğin İngiltere’de Kovid-19’la mücadelede görev alan ve katkı sunan devlet kurumları ve özel kurumların, İran ve Rusya tarafından yönlendirilen siber savaşa hedef oldukları ileri sürülmekte. Bu bağlamda özellikle İngiltere’deki araştırma hastaneleri ve üniversitelerin, aşı çalışmalarına ait bulguların çalınması gibi medikal casusluk faaliyetlerine maruz kaldıkları ve fikri mülkiyet haklarının ciddi risk altında bulunduğu kaydediliyor. Medikal casusluğa karşı koymak adına, İngiliz istihbarat teşkilatı GCHQ’nun İngiltere Ulusal Sağlık Hizmeti’ni (NHS) siber saldırılardan korumak için kriptolama/veri şifreleme gibi ilave güvenlik tedbirlerini devreye soktuğunun altı çizilmeli. Bu örnekten görüldüğü üzere aşı çalışmaları yapmak, tıbbi cihazlar geliştirmek gibi alanlarda Kovid-19’la mücadeleye katkı sağlayan ülkelerin istihbarat teşkilatlarının muhtemel güvenlik zafiyetlerini önlemeye dönük tedbirleri ivedilikle alması elzem.
Sonuç olarak bakıldığında, Kovid-19 medikal istihbaratın hem askeri hem sivil yönüne işaret ediyor. Diğer bir izahla medikal istihbarat, gerek askeri istihbarat gerekse sivil istihbarat teşkilatları için kritik bir husus. Bu doğrultuda kurumların medikal istihbaratı, kendi çalışma mekanizmalarının işleyişini aksatmamak adına öncelemeleri, bunun da ötesinde medikal istihbaratı bir ülkenin milli güç unsurlarından biri olarak değerlendirmeleri gerekiyor. Böylece, mevcut ve muhtemel pandemilerin bir milli güvenlik sorunu olarak ele alınması, hem erken farkındalık ve hazırlık seviyesinin yakalanması hem de küresel çatışma ve rekabet sahasında dezavantajlı duruma düşülmemesi için şart.
[Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Merve Seren savunma, güvenlik ve istihbarat alanında çalışmalarını sürdürmektedir]