Cemaat çözüm sürecine karşı mı?

Olaylar
Engin Dinç’in haberi Türkiye’nin, Kürt sorununda çözüm sürecine girmesiyle birlikte çok önemli tartışmalar medyaya yansıdı. Bu süreçte PKK’nın Türkiye topraklarından çekilmesini takt...
EMOJİLE

Engin Dinç’in haberi

Türkiye’nin, Kürt sorununda çözüm sürecine girmesiyle birlikte çok önemli tartışmalar medyaya yansıdı. Bu süreçte PKK’nın Türkiye topraklarından çekilmesini taktik bir geri çekilme olarak yorumlayanlar, çözüm arayışlarına muhalif olarak kabul ediliyor. Bu kesimin medyadaki en önemli temsilcisi ise Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu. Üstelik Taraf gazetesinde son dönemde yaşanan istifalar da çözüm süreciyle irtibatlı olarak okunuyor. Medyadaki bir başka önemli tartışmada Cemaat’in çözüm sürecinde nerede durduğu ve nasıl bir konum aldığı. On5yirmi5.com olarak tüm bu iddiaları ve tartışılan konuları Araştırmacı Yazar Zihni Çakır’la konuştuk.

EMRE USLU RAND CORPORATİON’IN BAŞINDAKİ ADAMIN EMRİ ALTINDA 

Emre Uslu’nun yazılarında kullandığı “PKK taktik olarak geri çekiliyor” şeklinde bir iddiası var. Tabi bu iddiayı başkaları da dillendiriyor. Ben öncelikle bu konuya değinelim istiyorum. Siz de PKK’nın taktik olarak mı geri çekildiğini düşünüyorsunuz?
Türkiye’de bu ülkenin yarım yüzyılını esir almış bir örgütlenme var, yani bir terör örgütü söz konusu. Haliyle çekilme süreci ya da bir barış ortamı doğrultusunda yapılan görüşmeler, elbette bu örgütün bugüne kadar üstlenmiş olduğu terör faaliyetlerinden nemalanan kesimleri rahatsız edecektir. Emre Uslu’nun açıklamasını bu çerçevede mi değerlendirmemiz gerekir? Aslında bakarsanız bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Çünkü Emre Uslu’yu Fethullah Gülen cemaati ile bağdaştırmayıp, Emre Uslu’nun uluslararası bağlantılarını göz önüne aldığınız zaman bu değerlendirmeyi yaparken çok haksızlık etmemiş olursunuz. Çünkü hepimiz de biliyoruz ki Emre Uslu Türkiye’nin medya gündemine oturmadan önce Amerika’da 4 yıl yaşamıştır. Bu süre içerisinde Amerika’daki ilişkileri bugün Ortadoğu’daki değişim sürecinde kendine pozisyon kapmaya çalışan uluslararası örgütlerle ortak noktadadır. Ya da başka bir isimle söyleyelim bunu; Amerika’da ‘şeytanın yuvası’ diye tabir edilen RAND Corporation’ın başındaki adamın emri altında hareket eden bir adamdır Emre Uslu.

PKK’yı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükümeti kendi iradesiyle barış ortamına çekmişse ki, ben bunun sadece birtakım ödünler verilerek yürütülen bir görüşme süreci olduğuna asla inanmadım, bu örgütün pes etmesidir. Tabi ki milyarlarca dolara geçmişte hükmetmiş bir örgüt, uluslararası bağlantıları olan bir örgüt böyle bir süreci karşılıklı müzakereyle gerçekleşmiş olarak lanse edecektir, bu gayet doğaldır. Terör örgütlerinin propaganda yöntemleri de budur. Ama bugün gelinen noktanın en önemli sebeplerinden biri, Türkiye’deki siyasal iktidarın ve yeni devlet aklının örgütü kökten tasfiyesiyle ilgili gerek güvenlik bürokrasisinde gerekse siyasal anlamda her türlü riske girmeyi göze almış olmasıdır. Bunun örneklerinden bir tanesi de, belki de gözdağı diyebileceğimiz, Emre Uslu’nun da başını çektiği birtakım insanların ‘Roboski katliamı’ diye ifade edip MİT’i hedefe oturttukları Uludere’deki o malum eylemdir. Uludere’de yaşanan olay devletin kararlılığını göstermesi açısından önemlidir. Doğru, yanlıştır, daha farklı bir yöntem uygulanmalıdır fakat örgüt öyle bir hale gelmişti ki ya da örgüte Güneydoğu’daki insanların desteği öyle bir hale gelmişti ki, artık terörü siyasallaştırmaya başlamışlardı. Bakın terör örgütünü demiyorum, terör siyasallaşmaya başlamıştı. Böyle bir süreçte Emre Uslu’nun ‘davul boynunda, tokmağı başkası çalıyor.’ Emre Uslu’nun bağlı olduğu yani tokmağı çalan insanlar Emre Uslu gibi adamlara böyle bir yol, görev tevdi etmişlerdir. Emre Uslu da bugün onu dillendiriyordur.

Ben PKK’nın bugün taktiksel olarak güçlenmek, sıkışmışlığından çıkmak anlamında bir geri çekilme eylemi içerisinde olduğuna asla inanmadım. Peki neden çekiliyor? Emre Uslu ve onun gibi bu süreci karmaşıklaştırıp, bu sürece olan kamuoyu desteğini en aza indirgemek için görev üstlenmiş adamların söylediklerine takılmaktansa ‘PKK neden çekiliyor’ sorusunu tartışalım. Türkiye’de muhalefet partilerinin topluma yanlış aksettirmiş olduğu ve Başbakan Erdoğan’ın da ‘eşbaşkanı’ olarak küçümseyici bir ifadeyle kullandıkları Ortadoğu coğrafyasındaki değişime, Türk dış politikası açısından bugüne kadar olmadığı kadar direkt müdahil olunduğu bir dönem yaşanıyor. Suriye, Irak, İran, Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır ve Libya’yı da katabilirsiniz, hiç önemli değil, bizim geçmişte hükmettiğimiz topraklarda bulunan bütün ülkelerdeki değişim hareketlerinin direkt etkisi bize yansır. Türkiye böyle bir değişim süreci içerisinde sessiz kalabilir miydi? Mümkün değildi. Türkiye böyle bir değişim süreci içerisinde etkisiz kalabilir miydi? Mümkün değildi. Eğer geçmişteki ülkenin teslimiyetçi ‘monşer diplomasisi’ takip ediliyor olsaydı elbette ki sessiz olacaktı, elbette ki etkisiz kalacaktı. Ama bugün bu değişimler yaşanırken PKK’nın ülke içerisinde hem siyasal istikrarı, hem toplum güvenini sarsıcı bir unsur olarak kalması devlet açısından çok sağlıklı değildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ortadoğu’da değişen coğrafya üzerinde söz sahibi olabilme şansına sahip değildi.

TÜRKİYE, K. IRAK’LA MALİKİ’NİN HERHANGİ BİR SALDIRISINA KARŞI ANLAŞTI

2 yıl önce Neçirvan Barzani’nin, zannediyorum 2010 yılının ocak ya da şubat aylarında yaptığı Türkiye ziyareti sırasında entegrasyonla ilgili imzalanmış olan bir anlaşma var. Bu anlaşma bugüne kadar kamuoyuna açıklanmış değil. Bu entegrasyon anlaşmasının içerisinde Kuzey Irak Federal Yönetimi ile Türkiye’nin birtakım siyasal adımlar da dahil olmak üzere birlikte hareket edeceği öngörülüyor. Hatta ve hatta eğer haber kaynaklarım beni yanıltmıyorsa, o entegrasyon sözleşmesi içerisinde Irak Merkezi Yönetimi, yani bugün Türkiye’ye diş göstermeye başlayan Maliki’nin başında olduğu, Talabani’nin rahatsızlığından dolayı çok rahat at oynattıkları Merkezi Yönetimin Kuzey Irak’taki Kürt Federal Yönetimi’ne yönelik faaliyetleri ya da saldırıları sırasında Türkiye’nin müdahale hakkı var. Arkasından bakıyorsunuz, bunun üzerinden iki yıl geçiyor, bu sefer Suriye’de bir özgürlük hareketi başlatılıyor. Ve yıllardır, babasını da dahil ettiğimiz zaman uzun yıllardan beri Suriye halkı üzerinde diktatoryal bir yapı uygulayan Esad rejimi çatırdamaya başlıyor. Orada da birtakım Kürt hareketleri önce rejimle birlikte hareket ediyor, sonra kendi başlarına hareket edip özellikle Türkiye’nin Suriye sınırına yakın bölgelerinde konuşlanmaya başlıyorlar. Şimdi haritayı önümüze alıp düşündüğümüz zaman Türkiye’deki Kürt grupların, PKK’nın da başını çekmiş olduğu silahlı grupların, Kuzey Irak’taki peşmerge gruplarının, İran’daki PJAK ya da Suriye’deki PYD’nin, bunların hepsinin tek bir hat üzerine toplanabilmesi, bu yapıların, bu silahlı Kürt hareketlerinin özellikle İsrail, Amerika, İngiltere ve Almanya’nın dışında bu bölgedeki bir güç tarafından yönlendirilmiş olması Ortadoğu’ya istikrar getirme planının birinci önceliğiydi. İşte bu çekilmeyi, biz PKK’nın da stratejik olarak çekilmeyi tercih etmiş olmasının altındaki sebebi, tekrar güçlenip Türkiye’deki terörist faaliyetlerini devam ettirme stratejisi olarak değil, Ortadoğu’daki bu değişimin içerisinde rol kapma yarışı olarak değerlendirebiliriz. Onun dışında Türkiye’de terörün bundan sonra o kanlı şekliyle devam etmesi mümkün değildir.  Terör bu noktadan sonra devam etse etse PKK adı altında, Emre Uslu gibi adamların arkasında duran yapıların süreci provoke etmek amaçlı meydana getirebilecekleri eylemlerden ibaret olacaktır. Onun dışında ben PKK’nın tekrar toparlanma süreci yaşayıp, Türkiye’ye gelip terör faaliyetlerinde bulunacağı ‘öngörüsüne’ inanmıyorum. Emre Uslu bugüne kadar PKK içerisindeki Amerika tandanslı bağlantılarıyla birtakım öngörüleri birtakım eylemlerden önce ortaya koymuştur, bununla övünmüştür. Ama bu öngörüsü tutmayacaktır. Ancak ve ancak onun ağababalarının eylemleri PKK eylemi olarak lanse edilirse tutmuş olacaktır ki, bu toplum da buna yüz vermeyecek kadar akıllıdır artık.

Emre Uslu’nun ilişkili olduğu isimler kimler?
Kimden söz ettiğimi söyleyeyim, Graham Fuller. Graham Fuller ile ilişkisini tamamen akademik bir ilişki çerçevesine oturtuyor. Bu kadar teslimiyetçi bir akademik ilişki olmaz, kimse inanmaz böyle bir şeye.

CEMAAT, SÜRECE DESTEK VERMİYOR

PKK ile girilen çözüm sürecini düşündüğümüzde İran, Irak, Suriye ve İsrail istikrarlı bir Türkiye’yi istemiyor. Amerika’da ve Avrupa’da bazı çevreler Türkiye’nin Kürt sorunundan kurtulmasını istemiyorlar ve bu yönde hareket ediyorlar. Bunlar hangi çevreler acaba?
Hem Orta Asya’da hem de Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının Avrupa’ya nakli noktasında Türkiye kilit bir konumdadır. Bunda hemfikir miyiz? Hemfikiriz. Türkiye’nin bu enerji kaynaklarını aktarımındaki sözleşmelere ‘kendi iradesiyle’ imza atması ayrıdır, bu terör gruplarını kontrol eden ülkelerin Türkiye’deki anarşik ortamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kontrollerine alıp imza attırması çok ayrı şeydir. Bu sadece bir örnek. Onun dışında gerek İngiltere’nin, gerek Amerika’nın, gerekse Fransa’nın  Ortadoğu’daki etkinliklerini devam ettirebilmek anlamında Türkiye’de zayıf bir iktidara ama kullanabilecekleri bir iktidara ya da bir devlet yapısına ihtiyaçları vardır. PKK onlar için bulunmaz bir kozdu. Ama PKK ortadan kalkınca bunların Türkiye’deki tahakkümü ortadan kalkacaktır. Bunların Türkiye’deki istihbarat ağında cirit atan yapıları ortadan kalkacaktır. TSK’yı yönetme ve yönlendirebilme kabiliyetleri ortadan kalkacak, Türk siyasetini şekillendirebilme ve dizayn etme kabiliyetleri ortadan kalkacak, nasıl istesinler böyle bir şeyi? Gayet doğaldır. Ha, Cemaat bu sürece destek veriyor mu? Çok net ifade edeyim, Taraf gazetesini kontrol eden cemaatse, ki öyledir, cemaat bu sürece asla destek vermiyor. Çünkü Cemaat bundan 1,5 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden Güneydoğu’da terörün çözümüyle ilgili devletin yetki alanına giren bir talepte bulundu. Siz Cemaatin o talebine evet demiş olsaydınız devlet olarak, cemaati direkt devletin yetki alanına giren faaliyetlerde aktif pozisyona sürmüş olacaktınız ki, bu anayasal bir suçtu. Hükümet de doğru olanı yaptı ve reddetti. O reddetmeden sonra PKK’nın terörist faaliyetleri de DHKP-C’nin terörist faaliyetleri de arttı. Peki neden arttı? Bu soru işaretinin cevabını da ben kamuoyuna bırakıyorum.

PKK ile görüşmeleri devletin kendisinin yürütmesi de sanırım bu konuda arabulucu olmak isteyen ülkeleri ya da uluslararası kuruluşları rahatsız ediyor. Türkiye ise sürecin salahiyeti açısından kendisi yürütmek istiyor. Bu da sanırım uluslararası planda sıkıntı oluşturuyor…
Büyük sıkıntı oluşturuyor tabi ki… Dünyada bu tür kangrene dönüşmüş terörist gruplarla görüşme yapanlar, mutlaka ama mutlaka başka ülkelerin hakemli doğrultusunda ve onların arabuluculuğuyla sonuca varmışlardır. Türkiye’de dünyada örneği olmayan bir şekilde, örgüt de kendi iradesiyle, devlet de kendi iradesiyle bu müzakereleri yürütüyor. Geldiğimiz nokta itibariyle de sonuç alınmaması için hiçbir sebep de kalmamış durumda. Bu da haliyle bugüne kadar örgütü yönetenlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içerisinde bürokratik anlamda cirit atanları rahatsız ediyor, gayet doğal.

CEMAATİN İÇERİSİ FOKUR FOKUR KAYNIYOR

Yine Cemaat’e dönmek istiyorum. Cemaat PKK ile sürecin kendi üzerinden yürümesini isterken, acaba neyi hedefliyordu?
Şeytanın avukatlığını yapıyordu diyebiliriz buna. Neden bunu diyebiliriz? Böyle bir süreci devletin kendi iradesiyle yürütmüş olması tamamen milli politikaların devreye sokulmuş olması anlamına geliyor. Ama Cemaat kendi isteği doğrultusunda bir süreç yürütmeyecekti.

Bu noktada geçtiğimiz günlerde Murat Karayılan’ın T24’e verdiği röportajda Oslo süreciyle ilgili konuşmaları Cemaat’in deşifre ettiği iddiaları hakkında ne söyleyeceksiniz?
Oslo görüşmelerinin Cemaat tarafından başka konuşmalarla montajlanıp kamuoyuna sunulduğu iddialarına Cemaat kanadındaki bazı kalemlerin vermiş olduğu yanıtlar var, benim söylemek istediğim de buydu zaten. Bu karşılıklı atışmaları bir araya getirdikleri zaman her şey o kadar net ki… Cemaatin bu sürece müdahil olmasının altında yatan sebep maalesef ama maalesef son dönemdeki birçok olayda olduğu gibi, Hizmet değil. Ve Hizmet’in içerisinde görev alan birçok insan, benim görüştüğüm insanlar da bunlardan, -hatta ben kendi internet sitemde bunun haberini de yaptım- cemaatin Hizmet dışı bazı faaliyetlerinden oldukça rahatsız. Cemaatin içerisi şu anda fokur fokur kaynıyor.

Cemaatte farklı yönelimler mevcut mu?
Cemaatin içerisinde başkaları adına bir şekilde pozisyon almış, Cemaat kamuflajına bürünmüş birçok uluslararası bağlantısı olan isim var. Bunlar haliyle cemaatin gizli ajandalarının olduğu iddialarını doğru kılacak faaliyetler içerisindeler. Bunu, Ergenekon sürecinde, soruşturmanın salahiyetini ve davayı kadük duruma düşürebilecek birçok sahte belgeden yola çıkın, Balyoz davası sürecine sebep olan valizlerle gelen belgelere kadar birçok şeyde görebiliriz.

Son olarak söylemek istedikleriniz…
Ben kamuoyunun birilerinin yönlendirmesine ihtiyacı kalmadan her şeyi en azından sanal ortamda arayıp, bulup, karşılaştırıp, karar verebileceği kanaatindeyim. Artık Türkiye eski Türkiye değil. Bu anlamda ne Cemaate, ne hükümete, ne muhalefete kulak asmaya gerek kalmayacak şekilde her şey çok net ortada.

on5yirmi5.com