Abdullah Güner’in röportajı
Antikapitalist Müslüman Gençler, ilk defa 2012’nin 1 Mayıs’ın da ortaya çıktılar. Daha önce kendi aralarında birçok program gerçekleştiren bir grup genç, yazar İhsan Eliaçık’la beraber 1 Mayıs’ta ölen işçiler için önce Fatih’te gıyabi cenaze namazı kılıp sonra Taksim’deki kutlamalara katıldılar. Basının yoğun ilgi gösterdiği Antikapitalist Müslümanlar hem eylem hem de söylem olarak Müslümanlar arasında karşıt fikirleriyle dikkat çekiyorlar.
Şimdilerde Kapitalizmle Mücadele Derneği adıyla tüm Türkiye çapında dernekleşme faaliyeti yürüten Antikapitalist Müslümanlar, haftalık toplantılar, paneller, sinema okumaları ve aktüel sorunlara dair adaleti, eşitliği, özgürlüğü esas alan tartışmalar, konuşmalar yapıyorlar. Kapitalizmle mücadele için alternatif ekonomi-politik sistem üretimleri üzerine öngörülebilir çalışmalar yürütüyorlar.
Antikapitalist Müslüman Gençler’le yaptıkları çalışmaları ve Türkiye’de gençliği konuştuk.
ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMAN GENÇLER
"İKTİDARA SOKAKLARDAN GELEN BİR TEPKİ ÇIKIŞIYDI BİZİM KİSİ"
Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Hangi amaçla, ne zaman kuruldunuz? Kimsiniz, neler yapıyorsunuz?
Bizim oluşumumuzun en ses getiren yüzü 2012’nin 1 Mayıs’ı oldu. Bunun tabi çok öncesi var. Bir eylemlilik tarafı var bir de yazarlar tarafı. Yazarlar tarafından bir tanesi İhsan Eliaçık, eylemlilik tarafında ise Barış Hareketi’nden tutun da Emek Adalet Platformu’na kadar birçok birlikteliğin de içinde bulunduğu bir çerçeveyi düşünebiliriz.
Bizim 1 Mayıs’a çıkışımızın da bir araya gelişimizin de en ortak yönü hepimizde var olan sancılardı. Çünkü Türkiye’de bir taraftan oturtulmaya çalışılan kapitalizmin günlük hayattaki yansımalarını bizler yaşıyorduk. İktidarda olan ve kendisi Müslüman olarak atfeden bir iktidara sokaklardan gelen bir tepki çıkışıydı bizimkisi.
Biz, 1 Mayıs’tan sonra da dernekleşme faaliyetine başladık. Şimdi Türkiye çapında da dernekleşiyoruz. İstanbul’da da bir şubesini kurduk, Kapitalizmle Mücadele Derneği diye. Türkiye’de bizim ortaya koyduğumuz çalışmalara ses veren arkadaşlarla da bir araya geldik. Şu an 10’un üzerinde ilde de şubeleşme çalışmalarımız sürüyor.
Biz, neler yapıyoruz?: Düzenli periyotlarla haftalık programlar yapıyoruz. Sürekli bir araya gelen ortalama 70 kişilik bir arkadaş grubumuz olmakla birlikte bizim çalışmalarımıza kulak kabartmış, takip eden 100’ün üzerinde arkadaşımız var.
"SOSYAL ADALETTEN YANA TAVIR ALDIK"
1 Mayıs öncesi ve sonrasında neler yaptınız? Neye karşı çıkıyorsunuz? Kapitalizmden ne istiyorsunuz? Sesinizi kapitalizme karşı neden bu kadar çok yükseltiyorsunuz?
Zaten prensip olarak ismimiz Antikapitalist Müslüman Gençler olduğundan dolayı bir kere biz çağımızın putu olan kapitalizmle mücadele ediyoruz. Ve Peygamberi bir mücadeledir bu aynı zamanda, Kur’an ve vahiy eksenlidir. Arap cahiliye dönemini günümüz dünyasına getirdiğimiz zaman da en büyük put olarak da "kapitalizmi" görüyoruz. Bu yüzden de hem kapitalizme karşı bir şeyler yapmamız lazım hem de insanları bilinçlendirmemiz lazım, bu perspektifte okumalar yapmamız lazım. Tabi buna eşlik eden arkadaşlar var. Bunu eylemselliğe de döküyoruz. Çeşitli yerlere gidip eylemlerimizi yapıyoruz. Buna katılan arkadaşlar da oluyor. En son Koç ve Ülker’in otoyollar eylemini yapmıştık. O zaman da baya ses getirmişti basında. Biz kendimize ait söylemlerle eylemlerimizi yapıyoruz. Bu noktada kendi geleneğimizi oluşturmaya çalışıyoruz diyebilirim.
Bizim baktığımız bakış açısı tamamen Kur’an’ın bakış açısı. Kur’an’ın karşı çıktığı noktalara bizde çağımızda karşı çıkmaya çalışıyoruz. Mesele iktidarda kimin olduğu meselesi değil. Mesele iktidarın bizim üzerimizdeki uygulamaları. Mesele adalet, eşitlik, özgürlük vb.
Bu söylem, İslam’ın sosyal adaletçi yaklaşımı ya da bizim “Lehül Mülk”(mülk Allah’ındır) olarak kavramsallaştırdığımız özellikle Araf 158’deki ayeti temel nas olarak alıyoruz. Bunu itikadi olarak tabi Müslüman toplumla paylaşma ihtiyacı hissediyoruz. Biz yerlerin, göklerin sahibinin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve bundan dolayı da Allah’tan başka hiçbir otorite olmadığını, tevhit akidesinin ancak “Lehül Mülk”le bütünleştiği zaman toplumsal karşılığının olabileceğini düşünüyoruz. Tevhidi gerçekten siyasal, sosyal ve ekonomik boyutta taşıyabileceğimize inanıyoruz. Bu minvalde görüşler, toplantılar, gençlik hareketleri bizim 1 Mayıs’taki çıkışımızdan önce de vardı.
90’lı yıllarda -28 Şubat döneminde- imam hatipte Ali Şeriati okumalarıyla bir nebze bu konuları tartışabiliyorduk. 28 Şubat gerçekleştikten sonra bu tartışmalar tamamen neredeyse nihayetlendirildi. Ve Müslümanlar iktidarın ortaya koyduğu performans üzerinden yeni tanımlamalar yaptılar. Ve neo- liberal bir atmosfer doğmaya başladı Müslümanların üzerinde. Sonra bu küçük tartışmalar İhsan Bey’in ortaya koyduğu “Yaşayan Kur’an Tefsiri” çalışmasıyla birlikte bizi toparlayıcı bir nesne haline geldi. Bunun üzerinden yapılan tartışmaların daha kitabi ve derinlikli yapmaya başlayınca böyle bir 3, 4 yıllık okumalar ve tartışmalar nihayetinde biz (2010) 1 Mayıs’ta bölük pörçük olan ama sosyal adaletçi düşünen arkadaşlarla beraber ilk çıkışımızı gerçekleştirmiş olduk.
Bundan sonraki süreçlerde de hem o iktidarların oluşturmuş olduğu yapılara karşı Müslüman halkımızla bütünleşerek hem de bu zamana kadar Müslümanlar üzerinde ötekileştirilen ve görünmeyen, dışarı da tutulan; Alevilerle, sosyalistlerle, Kürtlerle, komünistlerle, ateistlerle diğer marjinal ötekileştirilmiş insanlarla da bir eşitlik ve adalet paydasında bir arada hareket ediyoruz. Somut olarak da yapmış olduğumuz çalışmalarda da paneller, sinema okumaları ve aktüel sorunları adaleti, eşitliği, özgürlüğü esas alarak düşündüğümüz, tartıştığımız, konuştuğumuz konu başlıklarımız oluyor.
Biz coğrafyamızdaki ezilen bütün halklar için birliği ve bütünlüğü bizim de sağlamamız gerektiği, emekten, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten yana halkların birliğini savunan eylemler yaptık. Roboski’de ölen kardeşlerimiz için çalışmalarımız oldu. Açlık greviyle ilgili de çalışmalarımız oldu. Türkiye’deki sorunlara eğip bükmeden inandığımız çerçevede yaklaşımlarımız oldu. Aynı zamanda teorik çalışmalarımız da devam ediyor. Gerçekleştirdiğimiz tüm etkinliklerimizi İnşa Yayınevi’nde gerçekleştiriyoruz. Ve her Çarşamba “Yaşayan Kur’an Tefsiri” dersimiz var.
"ÖZE DÖNÜŞÇÜ BİR HAREKETİZ"
Söylem olarak Solcuların üslubuna yakınsınız. Onlarla aynı dili kullanmanız, o söylem üzerinden hareket etmeniz ve ortak payda da buluşmanız… Bunu Müslüman kimliği üzerinden inşa etmek nasıl oluyor, bize anlatır mısınız?
İnsanlık tarihine baktığımızda insanlığın ihtiyaçları hep farklı bölgelerde farklı buluşlarla ortaya çıkmışlardır ama aynı buluşlardır. Yapan kişiler farklı olabilir ama yapan aynıdır. Ve insanlığın ihtiyaçlarına yöneliktir. Bugün insanlık tarihini incelediğimizde birçok hareketin temel noktasında "iyilik" kavramı vardır. Eşitlik, adalet kavramlarını bugün Sol’a ait kavramlar olabilir, bunu böyle değerlendirebilirsiniz ama bunlar insanlığın kadim sorunlarıdır ve insanlığa ait değerlerdir. Ve bunun çok öncesine gidip Peygamberler tarihini bir inceleyelim. Aslında bu noktada bizim hareketimiz özcü bir harekettir. Öze dönüşçü bir hareketiz bu noktada. Peygamberlerin açtığı yoldan gitmeye çalışıyoruz ve açtığı kavramlarla götürmeye çalışıyoruz. Bugün bir araştırma yapılsa belki de Peygamberler (sav)’in en çok üzerinde durduğu şey eşitlik, adalet, özgürlük olacaktır. Nerede erdemli bir kavram varsa orada bu kavramlar bunlar, bunların olduğunu göreceğiz.
Bir de şu var: Ekonomi politik olarak sosyalistlerin bazı düşüncelerini kabul ediyoruz ama biz komünist düşüncedeki tanrı tanımazlık tarzı düşünceler bizim içeriğimizde yok. Ama bu şeklimizle de diğer arkadaşlar bizimle yürüyüp bize eşlik edebiliyorlar. Sosyalistler de geliyor bizimle yürüyor, ateistler de. Çünkü sosyal adalet üzerinden yürüyoruz biz. Bizim esas perspektifimiz bu dünya üzerindeki sosyal adaleti oluşturmak. Biz bunu sadece Müslüman sıfatıyla yapıyoruz.
"ASIL MESELEMİZ İNSANLARI KÖLELİK SİSTEMİNDEN KURTARMAK"
Antikapitalist Müslüman Gençler’in eleştirdiği temel şey nedir?
Eğer bir ülkede belirli bir kitle durmadan yükseliyorken ve halk kitlesi de gerçekten açlık sınırının altında yaşıyorsa bunda kesinlikle hükümetin parmağı vardır. Birileri gün geçtikçe zengin oluyorsa ve birileri açlıktan sokakta donarak ölüyorsa, insanlar kredi kartlarına kul, köle ediliyorsa (bugün kredi kartları en büyük kölelik göstergesidir) insanların boyunlarına öyle atmışlardır ki bu kemendi, insanları kendilerine köle etmişlerdir. Hükümette bu kölelik sistemini TOKİ’lerle, kredi sistemleriyle vs. insanların boynuna birer birer atıyorlar. “İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün!” sloganının en büyük sebebi de budur. Biz sizin boynunuza kemendi attık bundan sonra ne yaparsanız yapın!.. İşte biz insanları bu kölelik sisteminden kurtarmaktan bahsediyoruz. Esas meselemiz insanların bu zinciri koparması.
Antikapitalist Müslüman Gençler olarak “gençlik” kavramını nasıl tarif ediyorsunuz?
Öncelikle Antikapitalist Müslüman Gençler vurgusu özellikle kamuoyundan bize böyle bir tanımlama geldi. Aslında biz bu şekilde kavramsallaştırmıyoruz çalışmalarımızı. Antikapitalist Müslümanlar ve Kapitalizmle Mücadele Dernekleri olarak mücadele gösteriyoruz. Çünkü burada da yine kapitalizmin içselleştirdiği bir durum var gençlik kavramında. Oysa baktığımızda insan yaşamında bir çocukluk dönemi vardır bir de yetişkinlik dönemi vardır. Bizde de 18 yaşını geçmesiyle, sorumluluk bilincine varmasıyla insan, toplumsal sahada genç ya da yaşlı diye tanımlanmaz; o toplum içerisinde yaptıklarıyla hesaba katılacaktır. Bunun da belli bir reşit olma yaşı vardır. Bundan öncesi çocukluk, bundan sonrası ise yetişkinlik dönemi olarak adlandırılır.
"İSLAM’IN GERİCİLİK PLANI HEP ÖN PLANA ÇIKARTILIYOR"
İnsan gençken daha savruk, daha gözü kara, daha hesapsız oluyor… Bu anlamda gençlerin doğru yönlendirilmesi zorunlu oluyor. Gençlere kılavuzluk yaparken, örnek olurken hareket ettiğiniz temel dinamikleriniz (değerleriniz) nelerdir?
Genci daha savruk, daha gözü kara, daha hesapsız olarak gördüğümüz zaman bizi sistemin kavramları içine düşürmüş ve sistemin kavramlarıyla konuşmuş oluruz. Esasen biz bütün sorumluluğu kendi üzerimize aldık. Aile mefhumunu oluşturmuş yaşı ilerlemiş insanlar kendi dünyalarını sadece aileleri olarak nitelendirebiliyorken biz kendi iç dünyamızda koca bir kainat olarak değerlendirebiliyoruz. Koca kainatı kendi evimiz olarak değerlendiriyoruz.
Mesela bir ayette geçiyor: “Çocuklarınızı evlenme yaşına geldiklerinde onları evlendirin. Yoksulluktan ötürü, fakirlikten ötürü onları evlilikten alıkoymayın. Onların rızkını verecek olan Allah’tır”. Bununla ilgili çalışma yapan birçok müfessir de evlilik çağında insanların cinsel bilinçliliğe eriştiği an olarak tanımlar ki bu yaşadığımız kapitalist toplumda da 15, 17 yaş dönemlerine denk gelir. Kapitalizm bunu 30’lu yaşlara ötelediği için 15 yaşla 30 yaş arasında gençlerin büyük bir boşlukta kaldığı ve toplumsal bir yapı dışında savruk yaşadığı 15 senelik bir alana tekabül eder. Bu yaşlarda da insanların her yaptığı genç olarak nitelendirilip, bir anlamda meşru görülmeye çalışılır. Ve gençlik, hovardalık olarak tanımlanır. Oysa İslam, insanların cinselliğinin farkına vardığı andan itibaren toplumsal hayatın içerisinde toplumsal bir şekilde var olmasını ve aslında bizim bahsettiğimiz “Lehül Mülk” mücadelesini bu yaşlardan itibaren devam ettirmesini salık verir. İnsanlar çok genç yaşta evlenip mücadelenin içerisinde, o çocuklukla yetişkinlik arasındaki geçişi çok keskin bir şekilde yaşayıp kendi yaşamsal alanına uyarlaması gerekir.
Burada da Antikapitalist Müslüman Gençler olarak böyle bir yapının dışında bir gelenek üretmeye çalışıyoruz. İnsanlar akıl baliğ olduktan sonra hem evlenebilirler hem çalışma koşulları içerisinde var olabilirler hem de toplum içerisinde özne olarak -genç olarak değil- var olabilirler. O yüzden gençlik tanımlamasını bu noktada kapitalizme birincil dereceden karşıt durmayan, sadece savruk yaşayan bir grup olarak tanımlamıyoruz. Aslında özne olabileceğini de bir şekilde anlatmaya çalışıyoruz. Burada gelenekle-kapitalizm arasında içtihat kapısının bir türlü açılmamasını da, -geleneğin yorumlarının da bir türlü dahil olamamasından- İslam’ın gericilik nosyonu olarak hep ön plana çıkartılıyor. Aslında gençliği kapitalizm üzerinde okumaya başladığınız zaman, kapitalizmin büyük bir itiraz içerdiğini de görebiliyoruz.
"PAYLAŞIMA DAYALI BİR SİSTEMİ ÖNGÖRMEYE ÇALIŞIYORUZ"
Kapitalizme kafa tutarken ya da ona itirazlarımızı yükseltirken ne tür hamleler yapılmalı ki onunla baş edebilecek ve yeni bir yol açabilme şansımız ya da hedefimiz olsun?
Bizim yakın bir zamanda gerçekleştirmek istediğimiz bir projemiz var, “Ekmek ve Özgürlük Atölyesi” diye. Bu atölyedeki temel amaç alternatif bir üretim ilişkilerini açığa çıkarmak ve paylaşım sistemini ikame edebilmek. Buradaki temel amaç, bizim yanımıza çok gelen 15, 17 yaşında olabilir, 40 yaşında da olabilir; üretim ilişkilerinin dışında kalmış, bir şekilde ast-üst ilişkisinde bulunmamış (kişisel sebeplerden ötürü olabilir, inancından dolayı olabilir) sistemle bağlarını kuramamış bir arkadaş grubumuz var. Biz de burada lokal atölye çalışmaları yaparak bir yaş grubuna bakmaksızın üretime dahil edip, üretimdeki artı değerin üretenlerin arasında eşit bir şekilde paylaşımına dayalı bir sitemi öngörmeye çalışıyoruz. İtiraz ederken de aynı zamanda bir geleneğin taşıyıcısı olmaya çalışıyoruz. Bunun da yapılabilirliğini, olabilirliğini sistem içerisinde göstermeye çalışıyoruz. Bu projelerimizi de kendimiz uygulamaya çalışıyoruz. Bu çalışmamız ileri de ümit ediyoruz ki bir karşılık bulacaktır toplumda.
Türkiye’de yıllarca gençliğin önüne birtakım idealler servis edildiğini ama yapılanların genellikle bunların anlatılmasından ibaret kaldığını görüyoruz. Bu anlamda geleceğin inşası için gençlere ne yapmak gerekiyor?
Eğer insanlar bir şeyler düşünüp bunun mücadelesini veriyorlarsa bu mühim bir şeydir. O insanlar boşa boşa ipe gitmediler. Bu insanlar bir şeylerin sancısını çeken insanlardı. Ama o süreç içerisinde bazı kesimler afyonlaştırılmış bir nesle 6. Filoya karşı başkaldırı gösterenlere dövdürmek veya linç ettirmek istediler. Esas servis edilen olay budur. Tam tersine, senin ülkene 6. Filo gelmiş, senin ülken işgal altında, ve sen niye o çocuklarla beraber yürüyüp gitmiyorsun. Esas servis edilen onlar mı yoksa başkaları mı? Bu memleketi düşünen insanlar mı yoksa kendi çıkarları uğruna başka bir şeyleri servis eden insanlar mı?
Bu ülkede ulus-devlet, Kemalizm dışında servis edilen farklı bir ideoloji var mı? Ben bilmiyorum.
"İSLAM GELENEĞİNDE KARŞIT OLMUŞ İNSANLARIN BUGÜN DEVAMI NİTELİĞİNDE KENDİMİZİ TANIMLIYORUZ"
Gençlerle ilgili çalışmalarınızı yürütürken gelenekten nasıl besleniyor, geleceğe nasıl bakıyorsunuz?
Toplumsal çatışmalar ister din üzerinden olabilir isterse de ideoloji üzerinden olabilir mutlaka karşıtını kendi içerisinde üretiyor. İslam geleneğinde de böyle bir karşıtlık oluşmuş durumda. Peygamber (sav)’in vefatından çok kısa bir zaman sonra mülkü elinde bulunduranlar tekrar yapıyı da İslam toplumlarından nakşetmeye başladılar. Bunların başında Emevi saltanatının getirmiş olduğu bir din (İslam ve Kur’an) yorumu var. Ve bunun üzerinden şekillenmiş tekrar gelmiş… Aslında AKP’de hala devam eden saltanatçı, mülkiyetçi bir İslam yorumu Müslümanlar üzerinde kimliğini oluşturmuş ve din olarak da bu geleneğin üretmiş olduğu sosyal yapı toplumlar tarafından kabul edilmek durumunda kalmış. Ama azınlıkta da olsa bu yapılara itiraz eden ve tevhidi bir bakış açısını sürekli tutmaya çalışan gruplar da var. Peygamber (sav)’den sonra bunu Ebu Zer (ra)’de görebiliyoruz. Hz. Ali (ra)’de görebiliyoruz. Zeyç ve Kermati hareketinde görüyoruz. Selçuklular döneminde Baba İshakları görebiliyoruz. Osmanlı’da Şeyh Bedrettinleri, Torlak Kemalleri görebiliyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Saidleri, Çerkez Ethemleri görebiliyoruz. Bu olay Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra kendi yolundan sekteye uğrayınca da Nurettin Topçular da bir karşılığı olabiliyor. İran’da Ali Şeriati olabiliyor. Sudan’da Muhammed Talha olabilir. Ve günümüzde de Antikapitalist Müslümanlar böyle bir geleneğin devamı niteliğinde kendini tanımlıyor.
Aynı zamanda tasavvuf, züht hareketinden de beslenmeler yapıyor. Osmanlı’nın üretim ilişkilerine dair beslenmeleri de tabi ki değerlendirerek gerçekleştiriyoruz. Mesela Batılıların Previzyonizm dedikleri Osmanlı’nın iaşecilik dedikleri bir ekonomik sistemi var. Bunun araştırmasını yapıyoruz ki bunu Batılı aydınlar presosyalist dönem olarak adlandırıyorlar. Tabi bunlara da bakmaya çalışıyoruz. Bunlar bizim toplumumuzda o kadar üstü örtülmüş o kadar bakılmayan noktalar ki biz bunları yavaş yavaş açmaya çalışıyoruz.
Osmanlı’nın iktisadi sistemi neydi? İsmail Faruki’nin bir çalışmasındaydı sanırım, Osmanlı’da tek bir aç insanın olmamasını "bu Allah inancından kaynaklanıyor, bu sistemle alakalı bir şey değil" diyor. Bunu anlatamıyoruz diyor. Halil İnalcık’ta buna benzer şeyler söylüyor. Buraları Müslümanların İslam’ın perspektifinden bakarak bir yaklaşması lazım. Bunları saltanattan ve mülkiyetten arındırarak Müslüman toplumla tekrar buluşturması lazım.
"ÖZGÜRLÜK, İKTİDARLAR TARAFINDAN İNSANLARA VERİLEMEZ"
Türkiye’de özgürlüklerle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Hangi özgürlük! Bizim başımızdan da geçtiği için söylenecek çok şey var aslında. Mesela bizimle ilgili, İhsan Hoca’nın kızı 1 Mayıs’tan hemen sonra gözaltına alındı. 28 Şubat’ta kartel medyası tarafından Müslümanlara uygulanan şeyin aynısını Müslümanlar bu kez bizim üzerimize uyguladılar.
Biz, liberalizmin dayattığı özgürlükleri reddediyoruz. Özgürlük olacaksa biz devrimci bir özgürlüğü kabul ediyoruz. Ama başörtüsü sorunu üzerinden konuşacaksak da bugüne kadar iktidar bunun ekmeğini yiyerek buraya geldi ama kısmi bir düzenlemeyle bunu çözmeye çalışıyor. Yaşam alanını kısmi olarak açabildi. İnancın gereği taktığın başörtünü sadece hayatın belli alanlarında taşıyabiliyorsun. Ve iktidar senin iktidarın. Bu noktada halk senin önünü de açıyor. Mesele yasalarda biter. Bizi eşitleyen tek şey en temelde yasalardır.
Özgürlük tekilleştirilemez. Özgürlük genele yayıldığı zaman özgürlüktür. Ve özgürlük iktidarlar tarafından insanlara verilemez. Özgürlük insanın doğasında, fıtratında, sünnetullah dediğimiz bir şeydir. Bunun açığa çıkması Rum Suresi’nde geçtiği gibi “Allah’ın ayetidir”. Bu açığa çıkışı iktidarlar tanımlamaz. Bunu toplum kendisi tanımlar. Bugün Kürt halkı ben Kürtçe konuşuyorum dediği andan itibaren Allah’ın ayeti mesabesindedir bu. Bugünkü iktidar gibi dur bakalım, bunu sadece mahkemelerde savunma dili olarak kullanalım, eğitim dili, yazışma dili olamaz gibi tartışmaların içerisine girdiğiniz zaman şirk toplumunun emareleri ortaya çıkar. Bu toplum kendini nasıl ifade etmek istiyorsa öyle ifade etmelidir.
Bugün barış sürecine girildiği bir ortamda eğer iktidar kapalı kapılar ardında "nasıl kapitalizme uygun bir özgürlük" tartışmalarından, böyle bir özgürlük tanımlamasından uzağız. Biz insanların doğasında, fıtratında olan özgürlüğü aynen onların istediği gibi karşılık bulmasıyla özgür olabileceğini diğerinin ise kapitalizmin aracı olabileceğini düşünüyoruz. Kapitalizm de araçsallaştırılmış her şeyin içerisinde, şirk toplumunun içerisindedir. Ve münafık da buradan çıkar. Müslümanlık ikiye ayrılır: Müminler ve münafıklar diye. Bu münafıklar eliyle yapılan özgürlükler iktidarın ilişkilerine haklılık katacağı için tanımlanıyor. 10 yıldır neden yok? Bugün Kürt meselesi belki Batı’nın emperyalist ilişkilerinde Türkiye merkezli BOP Eş Başkanlığı yapacak bir ülkeye ihtiyaç olduğu için var. Belki de bunun için öne sürüldü ve Kürtlerin minimal haklarını kabul etmesi gerektiği dikte edildi. Ve iktidar bugün bunu yapıyor. Bu iktidar alanında olmaz. Evdeki annenin, çocuğun ilişkisindedir özgürlük. Onun isteği taşınmadığı zaman kapitalizmin imkan tanıdığı özgürlük olur.
"HİZMET ETMİYORSUN, DİKTE EDİYORSUN"
Özgürlüklerle ilgili neler yapılmalıdır peki? Özgürlüklerle ilgili hangi alanlarda sıkıntılar var?
Bence hiçbir iktidar özgürlükle alakalı bir tanımlama yapamaz, getiremez. Bunu ifade etmek isteyen kişilere, gruplara, topluluklara onların kendilerini ifade edebilecekleri alanları sağlarsınız. Kürt halkının talebi neyse iktidar gider şunu yapar: Siz ne istiyorsunuz? Kürt halkı da; ‘biz dilimizle, kültürümüzle yaşayacağız ve bunun anayasada yer almasını istiyoruz’ diyebilir. “Hizmet eden iktidar” kavramı nereden geliyor? Bunları bu iktidarlar söyledi. Hizmet etmek ne demektir. Senin bir ihtiyacını karşılayabilecek imkanları sana tanımak demektir. Yoksa sana bir şeyleri dayatmak demek, değildir. Nasıl hizmet edeceksin? Bir Kürt, halkıyla beraber kendini nasıl ifade etmek istiyorsa ona olanak sağladığın zaman zaten ona hizmet etmiş olursun. Ha sen böyle istiyorsun ama bu şuraya kadardır, buraya kadardır dediğin zaman sen ona hizmet etmiyorsun, dikte ediyorsun zaten.
Bir ayette vardı: “Ey Muhammed (sav) sen onları gütme, gözet” diye. Şimdi iktidar güdüyor. Gözetmek demek bir öğrencinin yurt koşulları, harçlığı, ders çalışma imkanı vs. bunların hepsini uzaktan, dışarıdan görebilmek demektir. Öğrenci parasız eğitim isteyebilir. Tamam parasız eğitim ama bu adam evine nasıl gidiyor, ne yiyor, ne giyiyor?.. Bunu da düşünmek lazım, demektir gözetmek. İktidar bırakın onun talebini karşılamayı onun kendi talebini göremediği alanlarda dahi kolaylık sağlaması lazım. Ya tamam, sen harçlar kaldırılsın diyorsun ama senin harçlığın yok. Sana bunu da sağlamamız lazım.
"AKP, KAPİTALİST OLMAYI DA BECEREMİYOR"
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki gençlerin büyük bir çoğunluğu imkanı olsa yurt dışına gidebileceğini ve orada yaşayabileceğini söylüyor. Sizce gençler Türkiye’den neden gitmek istiyorlar? Gençler, Türkiye’de neyden memnun değil?
Bu soruya karşı şöyle sormak lazım: Türkiye’de gençler iş alanında nasıl istihdam oluyor? Bugünkü iktidar muhalefet olduğu dönemde ne diyordu?: "Müslüman zengin olmalı, Müslüman güçlü olmalı" diye diretiyorlardı. Ve bugün iktidara geldiklerinde bu zenginliği ve güçlü olmayı kendi devlet kimliği üzerinden kurumsallaştırmaya başladılar. İnsanlar iktidara yakınsa bir şekilde iş bulabiliyor ama bunun dışında kalıyorlarsa ne kadar da başarılı da olsalar bu duvarı aşamıyorlar. Böyle bir kaotik bir ortam var.
Siz insanları Kur’an ahlakından uzaklaştırıyorsanız… Peygamber (sav)’e baktığınızda mülksüz ölmüşse ve vefatından kısa bir süre sonra onun ortaya koymuş olduğu medeniyet, toplum dağılmışsa… Burada Müslümanların bahsetmiş olduğu kriterlere göre baktığınız zaman başarısız olmuş bir Peygamber (sav) olarak görmemiz lazım. Ne para kazanabilmiş bu dünyada, ne miras bırakabilmiş çocuklarına ne de iktidarını devam ettirebilecek bir gelenek bırakabilmiş. Bu ülkede Kur’an ahlakından uzaklaştığın zaman; muhafazakarlık, milliyetçilik adı altında geldiğin nokta kapitalizmin değer yargılarıyla hareket etmek oluyor. Zengin olmak, başarılı olmak, sürekli olmak… Ve bunu sağlayamadığın zaman insanların gideceği yer neresi oluyor? Bunları sağlayabileceği, gerçekleştirebileceği ülkelerde hayatını idame ettirmek.
Mesela diyor ki adam: "Müslüman zengin olmalı". Adam da diyor ki: "Ben Türkiye koşullarında Müslüman olarak zengin olamıyorum". Nereye gidecek? Onun önermesini alan ülkeye gidecek. Amerika’ya ya da Batı Avrupa’ya gitmeniz gerekebilir. O senin aldığın önermeyi senin ülkende yapamıyorsa gidip Batı’da yapıyor. Bunu sağlayan da bu bakış açısıdır.
Bunlar kapitalizmi bile beceremiyorlar aslında. Emperyalist güçler altında başkalarına hizmet eden köleler olarak görüyorum. Mesela son 10 yılda açılmış fabrika söyler misiniz bana? Kapitalistti ya bunlar, bunlar onu bile beceremiyorlar. Türkiye son 10 yılda ne üretmiştir bir bakın: İnşaat, hizmet sektörü vb. alanların dışına çıkamayan, üretemeyen ve dolayısıyla kapitalist bile olmayı beceremeyen, başkalarının kölesi olmuş bir iktidar. Bu gençlere iş imkanı sağlayamazsan adam gider tabi. Ne kadar kurum varsa hepsini özelleştirdiler. Bir tane fabrika açabilmişler mi? Açamadıkları gibi kendilerinin atası, hocası Necmettin Erbakan’ın da mirasını da satmışlardır. Bakın Türkiye bir montaj ülkesi haline gelmiştir. Üretim yapılıyor gibi gözüküyor, halbuki adam parçayı burada montajlıyor ve gönderiyor. Tekstil bile Türkiye’de montajdır. İpliğinden kimyasalına, boyasından makinasına, iğnesine hepsi yurtdışından geliyor. Bizim arkadaşlar da burada o malzemeyi burada bir araya getiriyorlar, dikiyorlar sonra diyoruz ki “tekstil ülkesiyiz”. Hadi canım! Biz tekstil de bile montajcı bir ülkeyiz.
"HİÇBİR TEPKİ VERMEYEN İNSANLAR YETİŞTİRMEYE ÇALIŞIYORLAR"
80 sonrası gençlerin hepsi televizyonla büyüdü. Şimdi buna bir de sanal dünya eklendi. Gençlerin algılamaları, hayal dünyaları, zihinlerinin çalışması, bakışları, görüşleri, kodlamaları, hepsi görsel ya da sanal dünyanın kurallarına göre şekilleniyor. Bu dünyanın nimetleri ya da kötülükleri gençleri nasıl etkiliyor? Bu anlamda gençlere ne yapmalarını tavsiye edersiniz?
Sanal dünyanın bizim için bir nimet olduğunu düşünüyorum. Ben internet sayesinde tanıdım, buldum burayı. İlk başta orada araştırmaya başlamıştım, tanımıştım. Antikapitalistler bundan önce böyle değildi. Bundan önce okumalar oluyordu ve Ali Şeriati’yi ben bu gruptaki arkadaşlar sayesinde öğrendim. Bu arkadaşların paylaşmış olduğu sözler vesilesiyle tanıyıp, okumuş oldum. Onun öncesinde Ali Şeriati, Malxom X kimdir, tanımazdım. Sosyal medyada bu şahsiyetlerin sözlerinin paylaşılması insanın merak etmesine neden oluyor. Bu adam ne yapıyor, mücadelesi ne? Buradan çıkarak bu insanları araştırmaya başlıyorsun. Ve araştırdıktan sonra bir noktadan sonra kafa yapında ona göre şekillenmeye başlıyor. Bu açıdan güzel bir araç. Tabi diğer taraftan ahlaki boyutta insanları kötü etkiliyor çok fazla.
Diğer taraftan kaç binlik insan genini değiştiriyorsun sen. Sanal alemde gerçeklik ortadan kalkıyor. Karşında onun hisleri, duyguları, şimdiye kadar var olan durumdan kopuk yapay bir hal alıyor bir tarafıyla. Son dönemde yapılan araştırmalarda insanların sanalda daha rahat hareket edebildiğini gösteriyor. Daha rahat küfredebiliyor daha rahat güzel sözler söyleyebiliyor, gerçeklik dediğimiz ilişkiyi ortadan kaldırıyor.
İnternet bir şeyler öğrenmek, bilgi almak, haberdar olmak amacıyla kullanılabileceği gibi nasıl eğlenirim, nasıl kız arkadaşı edinebilirim, nasıl rahat küfrederim kendimi rahat ifade edebilirim gibi bir olaya, hatta bir uzva dönüşmüş durumda. Adamın cep telefonu onun kolu gibi. Oradan sürekli internete giriyor. Arkadaşın parmağına yetişemiyorsun.
2010’da doğmuş bir çocuğu 2020’de tamamen sanal üzerinden yetişmiş bir çocuk asla bizim gibi olmayacak. Bizim bir tarafımız gerçeklikle bağlıydı. Bunu şöyle bir tarafı da var: Bu tam sınırları olmayan bir sınırlılık. Buradaki sınırları hiçbir şekilde sen belirlemiyorsun. Yaşam alanını onlar belirliyor ve o yaşam alanı da tamamen onların elinde.
Kapitalizmle-teknoloji ilişkisi çok açık. Bu çerçeveden bakarsak daha doğru bir noktayı yakalarız. Bu adamlar bize hayattan kopuk, tamamen sanal yaşayan, sınırları olmayan bir dünya oluşturmaya çalışıyorlar. Yarın bu insanların sokakta yaşananlara hiçbir şekilde tepki vermeyen insanlar olmaları için çalışıyorlar. Mesela benim 17 yaşımdaki oğlum da bütün hayatı, internette yaşananlar veya internette konuşulanlar olarak algılıyor. İleri de bu çocukların internet bağımlısı, sanalda yaşayan, hayatı öyle anlayan, algılayan, öğrenen; gerçeğin o olduğunu zanneden araştırmaktan, okumaktan uzak bir yaşam süreceği kesin.
"FACEBOOK’TA İNSALARI BİR EYLEME DAVET EDİYORSUNUZ O DA ORADAKİ ‘BEĞEN’ TUŞUNA BASARAK O EYLEME KATILDIĞINI SANIYOR"
Sanal dünyanın nimetlerinden biri de gençlerin sosyal medyada kendilerini ifade etmelerinde aracı olması. Hatta son dönemde ‘Arap Baharı’yla sosyal medya üzerinden gerçekleşen ayaklanmaların, devrimlerin olduğu söyleniyor. Sosyal medyayla ilgili neler düşünüyorsunuz?
Sosyal medya gerçekten sosyalleşmenin kendisi oldu gençler için. Oradaki deyimler oradaki paylaşımlar tek başına bir hayat kurmanın ya da hayatı yıkmanın veya yorum yapmanın tek geçer akçesi olmaya başladı. Ben herhangi bir toplumsal hareketin sosyal medya merkezinde şekilleneceğine inanmıyorum. Katkısı olabileceğine dair bundan mülhem bir şey bize de söylendi. Antikapitalist Müslümanlar da sosyal medyada örgütlendi vs. diye. Tam tersiydi halbuki. Elbette orada bir şeyler yaptık. Biz gıyabi cenaze namazında Fatih Camii’nde 300 kişiydik. Bunu kendi arkadaşlarımız ve çevremizde paylaşarak yapmıştık. Ama meydana gelene kadar bin 100 kişiye çıktık. Tamamen hayatın içinde % 300 gibi bir kitle bize katılmış oldu. Ama tabi ki insanların bir şeylerin farkına varabilmesi için bir anlam ifade ediyor.
Özellikle buraya baktığımızda ise pasifleştiriyor gençleri. Çünkü orada bir anda tamamlanabiliyorsun. Orada her şey tartışılıyor, konuşuluyor ve bitiyor. Sosyal medya üzerinden kitlesel bir hareketin, hükümetin yapmak istediği bir müdahaleden sonra ilk defa Taksim’deki kalabalıkta görmüş olduk. Hatırlarsanız “İnternetime Dokunma!” sloganıyla yapılmıştı bu eylem. O da sosyal medyayla, internetle alakalı olduğu için müthiş bir kalabalık olmuştu. Çok daha insani bir olayda bu kadar karşılık bulmuyor. Baudrillard’ın dediği bir şey var “simülasyon” diye. Çağımızın simülasyonu da sosyal medya oldu. Televizyondu önceden. Gerçeği alıyor, fotoğrafı görüyorsunuz bir insan öldürülmüş, yine o fotoğraf 10 saniye içerisinde kayboluyor ve kaybolduğu andan itibaren hem vicdanımızdan hem de beynimizden silinmeye başlıyor. Çünkü üzerimizdeki simülasyonu daha güçlü kılmak için o duygusallığın, vicdanın öne çıktığı o aidiyet duygusu törpülenmeye başlıyor. Tamamen bir bağımlılık ilişkisi kurmaya başlıyor internet üzerinden, sosyal medya üzerinden.
Siz Facebook’ta insanları bir eyleme davet ediyorsunuz, o da oradaki beğen tuşuna basarak o eyleme katılmış sanıyor. Böyle bir durum var. Bizim 1 Mayıs eylemine Facebook’tan bin 300 kişi katılacağını söylemiş ama 300 kişi geldi o gün. Sosyal medya üzerinden katılan o 300 kişinin de haberi, bir farkındalığı var. Hani sosyal medya üzerinden örgütlenmeyi kapsamıyor. Ama o 300 kişi meydana geldiğinde bin 100 kişi oluyor. Onun da sosyal medyayla alakası var. O da oradaki etkinin getirmiş olduğu bir şey.
Peki, sosyal medyanın ‘Arap Baharı’nın gerçekleşmesinde bir etkisi var mıdır?
O bölgede bulunmadım hiç ama aldığım his sosyal medya orada bir araç hüviyetinde bulunmuştur. Ama motorize gücü sosyal medya değildir. Çünkü orada, özellikle Mısır’daki işçi sınıfının yapmış olduğu grevlerin toplumsal farkındalığı ön plana çıkartmada işe yaradığını ve bunun da sosyal medyada bir karşılığının olduğunu görüyoruz. Bunun üzerine insanlar toplumsal bir harekete dönüştürdü bunu. Burada da bir simülasyon var tabi ki. Oradaki işçi sınıfının direnişi, sistem karşıtı ya da diktatörlük karşıtı bir çabası olmasaydı sosyal medya bu anlamda hiçbir farkındalık ortaya koymazdı tek başına.
"OĞLUMUN KONUŞTUĞU DİLİ ANLAMIYORUM"
Yeni kuşak gençlik “Y kuşağı gençlik” olarak da adlandırılıyor. Bu kavram genellikle 90’ sonrası doğumlular için kullanılan bir ifade. Y kuşağı gençler; iyi seviyede teknoloji algısı, bilgisi, kullanımı olan gençler olarak ifade ediliyor… Gençlerin teknolojiyle kurmuş olduğu irtibatı siz nasıl yorumluyorsunuz?
Çocuğum olduğu için bu soruyu ben cevaplandırmak istiyorum. Oğlumun konuştuğu dili de anlamıyorum, bu anlamda bir internet dili de mevcut. Bazen bilgisayarda bir şey yaparken “ya baba sen de hiçbir şey bilmiyorsun” der gibi bakıyor. Çünkü interneti iyi kullanabilmeyi ya da o teknolojiye sahip olmayı her şeyi bilmek ve yapabilmekle eşdeğer tutuyor. Kendini orada güçlü görüyor, kendisine sanal bir kimlik yaratmış, o sanal kimlikte onun hayranları var, kendini öyle ifade ediyor. O sanallık içerisinde acayip mutlu ama dışarıda kendisine baktığınız zaman da acayip asosyal bir adam. İki, üç tane arkadaşı var. onun dışında ne yaparsın? Onlarla dışarıda buluştuklarında bile internet kafeye gidip PlayStation oynuyorlar.
Ben de 30 yaşının üzerindeyim. Sosyal medyanın olmadığı dönemde lisede okudum. O zaman biz bir yapıdan sıkılırdık. Böyle sohbetler, toplantılar, bir araya gelmeler hep böyle mi takılacağız hep böyle mi olacağız diye. Ama bizim ortamımızda sosyalleşme daha bir canlıydı daha reeldi. Şimdi okuduğumuz liseye giden insanlar bu sosyal gerçekliği yaşamadan canlı bir sosyal paylaşım alanı oluşturuyorlar. Bu bizim yaşadığımız gerçeklik onlara çok yabancı geliyor. Şimdi biz kendi aramızda da konuşuyoruz zaman zaman bunu, bırakalım bu işleri gençler sosyal medyada diye. Toplantılar yapmayalım, klasik bir araya gelmeler olmasın vb. Şunu düşünüyorum: Aslında bir yapı ne zaman yenileşmeye geçtiyse onun muhalifi olan ancak gerici, onun bir gerisi olabilirse de devrimci olabilir. Benim, o lise çağındaki sosyalleşmeyi yaşamayan insanlar için bugün yaşamak; biz burada panaller, sinema gösterimleri yaparken o sosyalleşmeyi de gençlere de açmak istememizdendir biraz da. Burada kaybolmamış sosyal bir etkileşim alanı var.
"GELECEK HAYALİMİZ, SINIFSIZ, SINIRSIZ BİR TOPLUM"
Türkiye’yi gençler üzerinden düşündüğünüzde nasıl bir gelecek tasarlıyorsunuz? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsunuz? Gelecek hayalinizi kısaca anlatır mısınız?
Bizim gelecek hayalimiz sınıfsız, sınırsız bir toplum. Tüm dünya için bunu hayal ediyoruz.
Türkiye’de Müslümanların Kur’an’la yeniden tanışıp “Lehül Mülk” açısından Kur’an’ı tekrar göz önüne aldığında yeniden toplumsal hareketin doğmasıdır bizim bütün hayalimiz. Bu toplumsal hareketin de nasıl bir yapı ortaya koyacağını kendisi belirleyecektir. Gerçi buna ömrümüz yetecek mi yetmeyecek mi bilmiyoruz ama biz bunun mücadelesini ölene kadar vereceğiz inşallah.
Ayrıntılı Bilgi İçin:
www.antikapitalistmuslumanlar.org
www.facebook.com/Anti.Kapitalist.Muslumanlar.DER
On5yirmi5