“Ekmeğin kaç lira olduğunu bilmek”, “kırtasiyeden kendi istediği kalemi almak” veya “kendi odasında ders çalışmak”… Kulağa günlük hayatın basit ayrıntıları gibi gelen bu cümleler, bazı çocuklar için “hayatın içinde yer almak” anlamını taşıyor. Çeşitli nedenlerle ailelerinden uzakta, devlet korumasında büyüyen çocuklar bu deneyimleri yaşama şansına sahip oldukları “çocuk evleri”nden, toplumla iç içe, sosyal becerileri gelişmiş, akademik başarıyı yakalamış bireyler olarak ayrılıyor.
16 yaşındaki Deniz, 15 yaşındaki Nehir, 14 yaşındaki Özlem ile 13 yaşındaki Eda ve Mine’nin yaşadığı ev, Türkiye genelinde sayıları 900’ü aşan çocuk evlerinden biri. Ankara’daki ev dört oda, bir salon. İkisi kardeş olan beş çocuk, her türlü ihtiyaçlarını karşılayan “bakıcı anne”leriyle bu evde yaşıyor, hayatı paylaşıyorlar. Yerleşimi, eşyaları, düzeni, balkonlarda saklanan kışlık erzaklarıyla herhangi bir evden farkı olmayan bu “çocuk evi”nde, toplumla entegre olmuş çocuklar yetişiyor.
Yurtlar yerine “çocuk evi”nde yaşamanın farkı sorulduğunda, ilk önce “bire bir ilgi” geliyor akıllarına. Bu sayede eğitim hayatlarındaki başarının arttığını söyleyen de var, “bazen geceleri korkuyordum, ablalarımız yanımızda olunca korkmuyorum” diyen de.
Derslerdeki başarı “çocuk evleri”nde gözle görülür şekilde artıyor. Çocuklar, yurtlarda kaldıkları dönemde 50 kişiye bir öğretmen düştüğünü, burada ise kendileriyle tek tek ilgilenildiğini anlatıyor. Nehir, ders çalışırken takıldıkları noktaları arkadaşlarına veya sorumlulara sorabildiklerini, iyi konsantre olarak daha verimli çalışabildiklerini belirtiyor. Kesin kararını vermemiş olsa da 15 yaşındaki Nehir, genetik mühendisi olmayı düşünüyor.
Çocuk gelişimi okuyan, ana okulu öğretmeni veya sosyal hizmet uzmanı olmak isteyen lise ikinci sınıf öğrencisi Deniz de “Yuvalarda kalsaydık ben bu kadar güzel bir okulu kazanamazdım” diyor.
Atletizm ve jimnastikle ilgilenen evin en yenisi 13 yaşındaki Eda, beden eğitimi öğretmeni olmayı istiyor, Mine de meslek olarak öğretmenliği seçeceğini dile getiriyor.
Derslerindeki başarıyı günlük hayatın içinde olma noktasında da yakalayan çocuklar, bir evin nasıl idare edildiğini öğreniyor. Gerektiğinde alışveriş yapıyor, komşularına bayram ziyaretine gidiyor, kendi deyimleriyle “dışarıyla haşır neşir” yaşıyorlar. “Ekmeğin kaç lira olduğunu bilmiyorduk”, “Yuvada her yere kalabalık gittiğimiz için çok dikkat çekiyorduk”, cümleleriyle toplumdan uzak yaşamanın zorluğunu dile getiren çocuklar, artık sosyal hayatta daha aktif olduklarını, haftasonlarında sinemaya, tiyatroya “dikkat çekmeden” gittiklerini anlatıyorlar.
Ev ortamında büyüdükleri için kendilerini çok şanslı görüyorlar. Evin en büyüğü Deniz, “Okulda, aile durumları bizden kötü olan arkadaşlarımız var, onların durumlarına bakınca bir adım daha önde olduğumuzu görüyoruz” diyor.
“Bir eve sahip olmak, adres verebilmek çok önemli”
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürü Abdulkadir Kaya, “çocuk evi”ni ziyareti sırasında AA muhabirine yaptığı açıklamada, aile odaklı hizmetlere geçiş sistemi içerisinde bu evlerin önemli bir model olduğunu belirterek, ev ortamının sosyal ve akademik yönden çocuklara büyük katkıda bulunduğunu vurguladı.
“Çocuk evleri”nde büyüyenlerin, akademik başarılarının neredeyse yüzde 100 oranında arttığını, ev modelinin çocukları sosyal hayata çok daha iyi hazırladığını vurgulayan Kaya, “Bir eve sahip olmak, bir adres verebilmek onların hayatında çok önemli etmenler arasında. Evde birtakım sorumlulukları paylaşma bilinci, bir arada yaşama bilinci gelişiyor, yerleşiyor” diye konuştu.
Ev sorumlusu olarak görev yapan sosyal hizmet uzmanı da “kabus gördüğünde sığınacak kimseyi bulamayan” çocukların bu model içinde korkularını yenerek büyüdüğünü, öfke ve nefretlerinin törpülendiğini kaydetti. Çocukları birebir takip şansı olduğu için gerekli davranışsal müdahalenin de zamanında yapıldığını söyleyen uzman, “topluma suçlu değil kazanılmış çocuk yetiştirme” şansı yakalandığını anlattı.
AA