Atilla Gagavuz’un Ahenk Dergisi 47.sayıdaki yazısı…
Vermez olur mu hem de nasıl dibine kadar necabet verir üniforma. Burada “necabet” kelimesini “necip bir soydan gelme” anlamı ile alırsak durum değişebilir. Fakat genellikle öyle yapmaz “itibar” anlamında kullanırız necabet kelimesini. O zaman Ziya Paşa’nın yanılgısını veya hayatın gerçekliğinden çok uzak, romantik bir şiir söylemek adına bir büyük hakikati kurban ettiği yargısına varırız. Üniforma necabet değilse bile itibar verir. Sonra verilen o itibarın sahibi necip soyun başlangıcını oluşturur. Böylece itibar sahibinin nerden hangi soydan geldiği önemli olmaz. Ama onun soyundan gelenlerin asil ve necip olduğuna hükmedilir.
Üniforma dolaylı yoldan necabet, doğrudan itibar verir.
Zaten mısrada iki büyük problem vardır; Birincisi Batılılaşmanın tarihsel sürecine dair bir işaret taşımasıdır. İkincisi, bir sonraki “Zerduz palan vursan eşek yine eşektir” dizesine hizmet etmek gibi bir görünmeyen görev üstlenmiş olmasıdır. Üniforma Fransızca kökenli bir kelimedir. “Tek tip elbise” demektir. Sözlükler bir de “tüzükle belirlenmiş” eklemesini yaparak kelimenin üzerine devlet sultasını ilave etmekten çekinmez. Ziya Paşa Tanzimat dönemi şairlerinden ve devlet adamlarındandır. Fransızca bir kelimeyi şiirinde kullanmaktan imtina etmemesi, batılılaşma yanlısı olduğuna dair gösterge sayılabilir. Ama aynı Ziya Paşa’nın ” İslâm imiş Devlete pâ-bend-i terakki / Evvel yoğidi işbu rivayet yeni çıktı ” mısralarının da şairi olduğunu hatırlarsak Batılılaşma yanlısı olup olmaması bir tarafa, kafasının hayli karışık olduğu tebeyyün eder. Ne yapalım? Şimdi burada durup Ziya Paşa’nın çelişkisini çözecek değiliz. Onu kendi karmaşasıyla baş başa bırakmak en iyisi.
Üniformanın ne denli itibar verdiğini anlamak için uzun boylu tefekkür ve teemmüle gerek yok. Genç kızların kalplerini hoplatan genç zabitlerin kaşları, gözleri, boyları değil pırıldayan resmi elbiseleri olduğunu hatırlamak yeterli. Bir de bu kalp hoplamasının haksız yere edebiyatın sayısız sayfasını işgal ettiğini düşünürsek, modern insanın ilkelleşmeyi göze alarak çıplaklığın tutkusuna kapılmasına saygı duymak zorunda kalırız.
Elbise sınıf farkının en bariz göstergesidir. Hayatını bir üst sınıfa geçmeye adamışlar için iyi bir basamaktır. Kolaydır, ucuzdur, içsel bir gayrete muhtaç değildir. Kişiliğindeki çatlakları kumaş parçalarıyla doldurmaya çalışmak gibi istihfaf hatta istihkâr dolu cümleler kurmaya gerek yoktur. Örtünmek ile giyinmek arasındaki farkı anlamak durumu tavzihe yeter.
“Tanındığın yerde sen, tanınmadığın yerde elbisen” aforizmasının sempatikliği bile çıplak doğallıkla sınıfsal ayrışmayı kalın bir çizgi ile ayıran bu durumu meşrulaştırmaya yetmez.
Kendini gerek ifade etmekte, gerek herhangi bir yere konumlandırmakta, gerek ayrıştırmakta, gerekse hepsinin toplamı sayılabilecek üstünlük taslamada en kestirme yol “iyi giyinmek” tir.
Hac esnasında ihram giyme -aslında ihrama bürünme demek daha doğru olur- zorunluluğunu sadece ölümü ve kefeni hatırlatması açısından bir sembol olarak görmek yeterli değildir. Bir de her türlü sınıfsal ayrışmanın, buna dair çaba ve gayretin, bundan doğan içsel sapmanın aksinin mümkün olabileceğinin göstergesi olarak görmekte de fayda vardır.
Çünkü ölüm her türlü farklılığı eşitleyen en büyük gerçektir. Hayat bu gerçeğe göre düzenlenebilirse yaşamaya değer hâle gelecektir.
*Ahenk dergisi uzun soluklu 47.sayıya ulaşabilmiş bir internet dergisidir.Ulaşmak istyenler için. Kaynak: http://www.ahenkdergisi.com