Mahinur Özdemir‘in Genç Öncüler Dergisi Mart 2017 sayısında ; Kaybettiğimiz mahalle kültürünü,insan sıcaklığını, modernleşmenin ve kentleşmenin insanlığımızı kirletişini ,ilişkilerimizdeki kaybolan samimiyeti anlattığı içten ve sıcak yazısı…
Para üstü yerine sakız vermeyi yeğleyen bakkal amcanın, balkonda halı döven Ayşe Teyze’nin, kapısının önündeki kedileri süpürgeyle kovan kasap amcanın, sokakta bağrış çağrış top oynayıp seksek oynayan çocukların ve bu seslerden rahatsız olup her defasında penceresinden bağıran ama bir türlü sözünü dinletemeyen hiç evlenmemiş elli yaş üstü Neriman Teyze’nin, sabah abdestini alıp ağır adımlarla camiye giden Halil Amca’nın, mahallenin neşesi, ufacık ellerinde biriktirmiş olduğu bozuk paraları tutup bakkala göstererek “Amca bunlayla ne alınıy?” diyen minik Ömer’in, aşklarıyla tüm mahalleye nâm salmış ama çeşitli sebeplerden dolayı bir türlü bir araya gelememiş Selim ve Zeynep’in dünyasıdır burası. Kimsenin arayıp sormadığı, unutulmuş, eskimiş yahut eskimeye yüz tutmuş, sokakların kılcallarına işlemiş samimiyetin yerlisi, komşuluk ilişkilerinin yerli yerindesi, büyüklerimizin nazende ve nadide sevgilisi; eski mahallesi.
Ramazanın ramazan gibi bayramların bayram gibi geçtiği, neşesini de üzüntüsünü de insanlarının bir arada yaşadığı, kapısı ardına kadar açık olan komşunun evine yan gözle ve kötü niyetle bakmayı aklından bile geçirmediği, insanın bırakın malını mülkünü, çocuğunu bile rahatça emanet edebildiği o güzel insanların mahalleleri. Kısacası insanının insan gibi yaşadığı…
“Ne değişti?” sorusu hiç yerinde ve mantıklı olmaz sanırım. Sorulması gereken soru: “Ne değişmedi?” Hakikaten, ne değişmedi? Evler, düzenler, samimiyet, sadakat, aile gibi komşular, her şeyini emanet edebildiğin esnaf… Hangi birine el atmadı bu kirli çağ. Beni en çok etkileyeni, samimiyet sanırım. İnsanın içi cız ediyor bu kelimeyi söylerken. Çünkü biliyorum ki sadece kırıntıları kaldı ortalıkta. Onu da martılar birer birer alıp uçuyorlar maviliğinde bile samimi olmayan gökyüzünde.
Ne dersiniz, kapımızın önüne yığdılar, komşuları da komşuluğumuzu mu aldılar elimizden? Yükselen binalar ruhumuzu mu süründürüyor yerlerde, içsel huzurumuzu site girişinde mi bıraktık? Güvenlikler had safhada, çünkü güvenimiz kalmadı kimseye, kendimizden bile şüphelenir olduk, paranoyak olduk çıktık yapmacıklık denizinde yüze yüze. Boğulmadık da boğazımıza kadar dolduk. Kırdılar bizi en hassas yerimizden, vurdular yumuşak karnımızdan. Koruyamadık kendimizi ve içten gülümsemelerimizi. Bile bile atladık o kurşunun önüne, deli cesaretiyle…
Anlatır büyüklerimiz kendi mahalle kültürlerini ve birbirlerine olan bağlılıklarını. Güven, özveri, sabır, hoşgörü… İnsan bunları mahallesinde öğrenirmiş. Evden çıkarken kapıyı açık bırakmak enayilik değil güvenmekmiş meğer, yeni öğrendim. Annen evde olmadığı zaman, karşı komşunun evinde yenen yemek ayrı bir lezzetliymiş. Özel günlerde mahallenin yaşlı amcasının evinde sobanın üstündeki kestaneleri yerken bir yandan da amcanın eğlenceli hikayelerini dinlemek benzemiyormuş hiçbir sahne gösterisine.
Ne yazık ki yetişemedim bu sıcak mahallelere, en eski arkadaşım on üç yıllık arkadaşımdır, mahalleden. Sanırım en son kurban bayramında gördüm. Bahanemiz mi? Okul… Annem ise hâlâ iki haftada bir buluşur çocukluğunun geçtiği mahalle arkadaşlarıyla. Arada bir anlatırlar anılarını. Masal gibi gelir.
Oturup düşündüğüm zaman “Neden böyle olduk?” diye herkeste bir suç ve her şeye bir bahane bulurum. Biraz daha düşündüğüm zaman ise herkesin haklı olduğu kanısına varırım. Güçlü binalar, korunaklı, havuzlu siteler epey aldı bizi bizden. Çekti, gelmem demedik. İstedi, vermem demedik. Samimiyetimizi, içten tebessümlerimizi verdik. Artık bizler birer birey olduk ve biz olmanın ne demek olduğunu unuttuk, daha kötüsü hatırlamak istemedik. Halimiz pek hoş, evlerimiz pek bir ısıtmalı, sıcacık(!)
Evlerin içi modernleşirken komşular modemleşiyor. Yollar düzleşirken samimi duygular dizginleniyor. Uzun merdivenler yetmezken muhabbete doymaya, küçücük asansörler fazla sessiz. Sağlamlaşırken binalar, yabancılaşıyor simalar.
Bakkal amca artık sakız vermiyor, Neriman Teyze camdan bağırmıyor, kasap artık kedileri bile umursamıyor, çocuklar kafasını tabletten kaldırıp sokağa inmiyor, Ayşe Teyze halısını dövmüyor artık balkonda, elektrik süpürgesi diye bir şey çıkmış. Halil amca da cemaat bulamıyor camide sabah namazını kılacak, keyfi kaçmış, evinde kılıyor. Ömer paralarını biriktirip bakkala değil kendine akıllı telefon almaya koşuyor artık, sosyal hesap açıp sosyalleşecekmiş(!) Selim ve Zeynep mi? Onlarsa kavuşmuş birbirine. Güzel bir sitede oturuyorlar. Dokuzuncu katta, ikisinin de elinde telefon şimdi. Dünyadan haber alıyorlarmış, alt katındaki komşularından bihaber… Keşke böyle olmasaydık.