Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…
İzlemediğim bir program için Cuma günü bir sitem yazısı yazdım. Programı izlememiş olmam yazdıklarımı yazmama mani değildi, çünkü bu zevatın söyleye geldiklerini zaten biliyorduk. Ama yine de izlemedim diyerek yazmam kafalarda soru oluşturdu, eleştiriler hep bu noktadan geldi. Demek ki, hata ettim. Bir de farklı kişilerin söylediği sözleri hepsine birden nispet etmiş gibi olduk, oysa o sözlerin hepsini hepsi söylemiş değildi. Bu da ikinci hatamızdı. Bunlardan özür dilemeliyim. Ama bu durum sizin bütün değerlerinizle alay edenlerin hak ettikleri cevapları almalarına engel değil. Bunu yapmaya devam edeceğiz.
Bugün Sünnet konusunu gazete yazısı formatında anlatmaya başlayacağımı söylemiştim. Bunun için önce bazı temel noktalara, tekraren de olsa değinmeliyim:
Bir: İslamî bilginin tek kaynağı Allah’tır. “İlim ancak Allah katındandır”. Dinin birazını Allah, birazını Peygamber ya da müçtehitler tamamlamış değildir. Son geldiği kabul edilen ayeti kerimede, “bugün sizin dininizi ikmal ettim…” buyrulur. Demek ki dinde o günden beri eksik bir şey kalmamış. Ve o gün tamamlanan şey Kur’an-ı Kerim olduğuna göre din de ondan ibarettir.
Ama mesele onu nasıl anlayacağımız meselesidir. Eğer onun ilk muhatapları peygamberlik gibi bir yönü bulunan bir beşerin açıklamalarına ve onu fiilen uygulamasına muhtaç olmasalardı, Allah Kur’an-ı Kerim’i onlara doğrudan göndermez miydi? Evet, Muhammed (sa) bir beşerdir, ama peygamber bir beşerdir. Peygamber olma demek Allah’la iletişim halinde olma demek. Anlamadığını O’na sorma, bilmediğini O’ndan öğrenme demek. Sürçmeleri olursa O’nun tarafından anında düzeltilme demek. İşte bu farklılık ontolojik bir farklılıktır ve başka hiçbir insan bu seviyeye ulaşamaz.
İki: Kur’an-ı Kerim’in hatasız bir anlaşılması ve uygulaması olan Sünnet, bazı İslam âlimlerine mesela Şatıbî’ye göre, başlı başına bir kaynak değildir, sadece Kur’an-ı Kerim’de bir şekilde var olan, ama bizim anlamadığımız bilgilerin peygamberce istinbatından ve uygulamasından ibarettir. Diğer bazı âlimler de Sünnet’in bağımsız bir kaynak olduğunu, ama ondaki bilgilerin yine de ancak peygamberlik vasfıyla ve bunda mündemiç bir kabiliyetle söylenebileceğini, isabet edilmediğinde de Allah tarafından düzeltildiğini söylerler. Aslında ikisi de aynı kapıya çıkar ama Şatıbî’nin eğilimi bana daha yakın gelir.
İstinbat kelimesini özellikle kullandım. Bu kelime Kur’anî bir kavramdır, ‘nebat’ kökünden gelir ve ‘nebat’ kuyu kazılırken ulaşılan ilk ıslaklıktır. İstinbat ise işte böyle çok derinlerdeki bilgileri çıkarabilme kabiliyetidir. Bu kelimeyi Allah âlimler için dahi kullanır: “Onlara bir haber geldiğinde onu Peygamber’e ya da kendilerinden olan Ulü’l-emre götürselerdi elbette onların istinbat edebilenleri onu bilirlerdi…” (4/83).
Demek ki, kaynak tektir ama onu öncelikle peygamberce, sonra da âlimce anlamanın da dinde bir yeri vardır. Çünkü ulü’l-emr, varsa âlim yöneticiler, onlar yoksa sadece âlimlerdir.
Üç: Sünnet’i hafife almanın iki temel sebebi var. Biri kötü niyetle ve arzuladığı fetvalara ulaşmak için yapılan dışlamalar. Bunların üzerinde durmaya değmez. Bizim muhataplarımız da zaten bunlar değil. Diğeri, ifratlara karşı gösterilen tefritler ve modernliğin meydan okumaları karşısındaki eziklik ve mağlubiyet hissi ve de tam Müslümanca düşünebileceğimiz bir ortamda bulunmuyor olmamız. Amelimizi imanımıza uydurma imkânı bulamayınca imanımızı amelimize uydurma zorunda kalışımız.
İfratlardan kastımız şudur: Mesela Ebu Hanife kendi zamanında hadisleri kabul ederken kılı kırk yardığı halde, onun zamanından çok daha fazla fesada uğramış bu zamanda bazı çevreler ‘hadis’ denen her sözü sorgulamadan, o büyük imamların ölçülerine vurmadan alıp din diye insanlara dayatmaları. İşte bu durum bazılarında haklı bir aksülamel oluşturuyor, ama ne var ki, onlar da yine sorgulamadan hadislerin tamamını atıveriyorlar. İki uç ta hatalı, ama birincisi daha hatalı. Meşhur bir sözdür: ‘İfrat da hatadır tefrit de, ama ifrat daha büyük bir hatadır çünkü tefritin doğmasının sebebi de odur’.
Ancak bu zamanın fesadından söz ederken imkânlarını da düşünmeliyiz. Bugün elimizde öyle programlar var ki, iki tuşa basmakla bir hadise verilen bütün hükümleri anında görebiliyorsunuz. Tabii ki, mesele bununla da bitmiyor. Bir hadisin Hz. Peygamber’e nispetinin sahih olması onun doğru anlaşılması ve uygulanabilmesi için yeterli değil. Meseleye bütün olarak bakabilme gerekiyor. Onun için selef âlimleri, ‘biz bir hadisin otuz veçhini bilmeden onunla amel edemezdik’ demişler. Göreceğiz.