BBC DERGİ’de Sheffield Üniversitesi’nden Tom Stafford’un yazısı…
Zekâmızı kendimizin yarattığına inanmak isteriz; kafalarımızın içinde, kendi düşüncelerimizin bir ürünü olduğuna. Fakat Google, Vikipedi vb. internet araçlarının giderek yaygınlaşması, bazı insanları teknolojinin beynimiz üzerindeki etkilerini sorgulamaya yöneltti. “James Bond filmlerinde başrolde kim oynadı?” sorusunu arama kutusuna yazıp tıklamakla doğrudan sorunun cevabını bilmek aynı şey mi? Bu bilgiye nasıl ulaşacağımızı biliyorsak sorunun yanıtını da bildiğimizi söyleyebilir miyiz?
İnternetin beynimizdeki düzenekleri yeniden şekillendirdiğine dair daha önce yazdıklarımız olmuştu; ama burada sorun zekâyı nasıl tanımladığımızla ilgili. Bu konudaki psikolojik araştırmalar, zekâmızın büyük kısmının, kendimizi çevremize ve diğer insanlara göre nasıl konumlandırdığımıza bağlı olduğunu gösteriyor.
‘Algısal cimrilik’
Psikologlar arasında etkili olan teorilerden birine göre, insan algısal olarak cimridir. Yani, mecbur kalmadıkça kafa yormak yerine kestirmeden gitmeyi tercih ederiz. Bir siyasi partinin adayına gülümsemesi yüzünden oy verdiyseniz, ya da oturmak için kalabalık olan restoranı seçmişseniz bu sınıfa giriyorsunuz demektir. Gideceğimiz yerin lokasyonunu tam öğrenip ezberlemek yerine Google Map’e ya da navigasyon aracına adresi yazıp yönümüzü bulmayı tercih etmemiz de algısal cimrilikten dolayıdır diyor uzmanlar. Çünkü böylesi çok daha kolaydır.
Araştırmalar, insanların kolay erişebilecekleri bilgiler için hafızalarına başvurma eğiliminde olmadığını gösteriyor. Örneğin gözümüzün önündeki şeyler biz farkına varmadan büyük bir değişim gösterebilir. Yapılan deneylerde, bakılan resimlerden büyük bir bina çıkarıldığında ya da konuşulan kişinin yerine başka biri geçirildiğinde bile bazen değişikliğin fark edilemeyebileceği görülmüştür. Bu duruma “değişiklik körlüğü” deniyor. Bunun insanın aptallığıyla bir ilgisi yok; daha çok zihinsel etkinlik sorunu. Zihnimiz, dünyayı gördüğü şekline hafızamızdan daha çok güveniyor ve bu genel olarak yararlı bir varsayım olarak görülüyor.
Bunun sonucunda filozoflar, zihnin çevre üzerine yayılacak şekilde tasarlanmış olduğunu iddia ediyor. Öyle ki, diyorlar, düşünce aslında beynimizde olduğu kadar çevrede de vuku buluyor. Filozof Andy Clark, insanları “doğuştan sayborglar”, yani yeni alet, fikir ve becerileri doğallığından bünyesinde barındıran bir zihne sahip insan ve robot karışımı sibernetik canlılar olarak adlandırıyor. Clark’a göre, çözüm bulmak için kullanılan yol sorun değildir; doğrudan cevabı bilmek ile cevabı bulmak için doğru araçlara sahip olmak arasında fark yoktur.
Toplum kazanıyor
Harvard Üniversitesi’nden Daniel Wegner’in yaptığı bir hafıza araştırması, bu konuya ışık tutuyor. Eşler laboratuvara çağrılarak bir ezber testine tabi tutuluyor. Eşlerin yarısı bir arada tutulurken diğer yarısı daha önce tanımadıkları başka kişilerle eşleştiriliyor. Daha sonra her iki grup kendilerine verilen kelime listesini sessizce ezberlemeye çalışıyor ve bunun sonunda teste tabi tutuluyor. Kendi eşleriyle eşleştirilmiş olan çiftlerin hem genel olarak hem de tek tek bireyler olarak daha fazla kelimeyi hatırladıkları görülüyor.
Wegner bunun nedenini şöyle açıklıyor: Kendi eşleriyle gruplanan kişiler yanlarındaki insanı daha iyi tanıdığı için aslında zımnen kelimeleri kendi aralarında paylaşıyor; örneğin eşlerden biri, diğerinin spor kelimelerini ezberleyeceğini düşünerek kendisi de teknoloji kelimelerini ezberliyor. Böylece, birbirini tanımadığı için aralarında herhangi bir zihinsel işbölümü gerçekleşmeyen çiftlerden çok daha iyi sonuç alıyorlar. Yani bir sorunun yanıtı için başvurduğunuz internet arama motoru gibi, düzenli ilişkide bulunduğunuz kişilere de belli şeyleri düşünmeleri doğrultusunda güven duyabilir, hafızaya alma konusunda ortak bir sistem geliştirebilir ve ihtiyacınız olduğunda onları hatırlayabilirsiniz. Wegner buna “geçişken hafıza” diyor.
Bilgiyi paylaşmak
Bu şekilde işleyen bir zihne sahip olmak insan türünün en güçlü özelliklerinden biridir. Her şey için kendi kaynaklarımıza bağlı olmak yerine, bilgimizi paylaşabilir ve ortak bir havuz oluşturabiliriz. Teknoloji bireylerin işine yarayacak şeylerin izini sürüyor, böylece bizim bunları yapmamız gerekmiyor. Ayrıca büyük bir bilgi ağı oluşturma yoluyla bir bütün olarak toplumun ihtiyaçları da karşılanmış oluyor.
Bizler tek tek bireyler olarak bilgisayarın nasıl çalıştığını, ya da brokolinin nasıl yetiştiğini bilmesek de bu bilgi ortada duruyor ve bizler de bundan yararlanabiliyoruz. İnternet ise bu bilgiyi paylaşmada daha büyük bir olanak sunuyor. Vikipedi bunun en iyi örneklerinden biri; dünyadaki herkesin yararlanabileceği, gelişen bir bilgi deposu.
Yani içinde yaşadığımız odalar, çalıştığımız binalar gibi fiziksel bir çevreye sahip olmanın yanı sıra ruhsal bir çevreye de sahibiz. Yani, biri bize zihniniz nerede diye sorduğunda alnımızın ortasını göstermemeliyiz. Geçişken hafıza gibi alanlarda yapılan çalışmaların gösterdiği gibi, zihnimiz, kafatasımızın içindeki beyin hücrelerimiz kadar, etrafımızdaki insanlardan ve araçlardan de oluşuyor.