Türkiye’de Yerleşmenin Tarihçesi

Dünya Hali
Ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklar, yeryüzünde yerleşmelerin ilk kurulduğu sahalar arasında yer almaktadır. Bu nedenle Anadolu toprakları çeşitli kültür ve medeniyetlerin kurulup gelişmesine beşik...
EMOJİLE

Ülkemizin üzerinde bulunduğu topraklar, yeryüzünde yerleşmelerin ilk kurulduğu sahalar arasında yer almaktadır. Bu nedenle Anadolu toprakları çeşitli kültür ve medeniyetlerin kurulup gelişmesine beşiklik etmiş ve topraklarımızda birçok beylik, devlet ve krallıklar kurulmuştur.

Türkiye üzerinde yapılan paleoarkeolojik araştırmalar, ülkemiz topraklarında yerleşmenin günümüzde en az 10-12 bin yıl öncesine dayandığını ortaya çıkarmıştır.

Kuşkusuz o döneme ait yerleşmeler, insanların üzerinde değişiklik yapmadan ev olarak kullandıkları doğal barınaklar yani mağaralardan meydana geliyordu. Bir tahmine göre yurdumuzda küçüklü-büyüklü 40.000 kadar mağara bulunmaktadır. Bunların bir kısmının prehistorik devrelerde insanların kullanımına sahne olduklarını biliyoruz. Nitekim yerli ve yabancı bilimadamları tarafından 600 kadar mağarada kazı ve gözlem yapılmış ve tarih öncesi dönemlerde de Anadolu’da, o zamana göre ciddi sayıda insanın yaşamış olduğu ortaya koyulmuştur.

Paleolilik döneme ait ilk mağara yerleşmeleri daha ziyade Göller yöresinde yoğunlaşmıştır. Antalya körfezinin batı ve kuzeybatısında yer alan Karain, Beldibi, Belbaşı, Çarkini ve Öküzini mağaraları örnek olarak verilebilir. Anadolu’daki ilk yerleşmelerin Göller yöresinde toplanmasında, Torosların karstik yapısından dolayı bol mağaraya sahip olması ve o dönemde bulunan yoğun ormanların avcılık için ideal
ortamı oluşturması önemli rol oynamıştır. Ayrıca Antakya çevresinde (Samandağ), Adıyaman’da (Mağaracık, Palanlı), Şanlıurfa dolaylarında ve Samsun yakınında (Tekeköy) da Neolitik öncesi yerleşmelere rastlanmaktadır.

Neolitik çağda ise yerleşmeler Anadolu üzerinde daha yaygın bir hal almıştır. Neolitik’de paleolitiğin mağara yaşamı ve avcılık-toplayıcılık ekonomisi yerini yerleşik düzene ve tarla kültürleri ile hayvancılığa bırakmıştır. Anadolu’daki kapalı havzalarda bulunan göller, bu dönemde sıcaklığın artmasına bağlı olarak yavaş yavaş saha kaybetmişler ve çevrelerinde tarıma uygun geniş alanlar ortaya çıkmıştır. Böylece
topraklarımızda köy tipli ilk yerleşmeler tesis edilmeye başlamıştır (10.000-7.000 yıl önce).

Bunlar çoğunlukla yeni yerleşme düzeni ve yaşantısını yansıtan höyük yerleşmeleridir ve bir kısmı "hüyük" adıyla günümüzde dahi varlığını sürdürmektedir. Gerçekten bugün sadece Konya ilinde adı Hüyük olan bir bucak ve isminde hüyük geçen 10’dan fazla köy vardır (Yalıhüyük, Akhüyük, Üçhüyükler gibi). Bu döneme ait yerleşmelerin en önemlileri arasında Çatalhöyük (Çumra civarı), Hacılar (Burdur),
Alişar (Yozgat), Tilkitepe (Van), Dündartepe (Samsun), Can Hasan (Konya), Yumuktepe (Mersin) ve Fikirtepe (İstanbul) sayılabilir.

Anadolu’da tesis edilen ilk köy tipli yerleşmelerde meskenlerin kerpiçten yapılmış olması insanların Türkiye coğrafi koşullarını iyi tanıdıklarını gösterir. Ancak evlerinin birbirine bağlı denecek kadar sıkışık olması, dışarıdan gelebilecek tehlikelerin mevcut olduğunu açıklar.Paleolitik gibi neolitik yerleşmeleri de yine Toros kütlesi üzerinde yaygındır. Bu durum, Anadolu’daki mağara insanlarının tekamül ederek,
bu dönemde konutlarını yaptıklarını ispatlar. Ayrıca Türkiye’de neolitikte ufak ölçüde de olsa dokumacılık, madencilik ticaretin de temelleri atılmıştır.

Kalkolitik Çağ’da (M.Ö. 4750-4000) da yerleşmelerde bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Her şeyden önce yerleşmeleri meydana getiren meskenlerde nispeten bir gevşeme gerçekleşmiştir. Meskenler yine yan yana olmasına rağmen, eve girmek için artık bir avlu tesis edilir olmuştur.Anadolu’nun coğrafi koşulları gereği yapı malzemesi olarak kerpiç yine önemini korumuştur. Ayrıca yerleşme birimlerinin sayısı da çok artmıştır. Dolayısıyla tarım için, verimli sahaların ele geçirilmesinden kaynaklanan gruplar arası saha mücadelesi başlamıştır. Öte yandan kurak geçen yıllarda aç kalan grupların, varlıklı köylere saldırması sonucu "yağmacılık" olgusu öğrenilmiştir!.

M.Ö. 4000-3000 yıllarını içine alan Geç Kalkolitik çağın ise en karakteristik yanı yerleşmelerin ülke düzeyi üzerinde yayılmaya başlaması olmuştur. Aynı zamanda yerleşme birimlerinin kapladıkları saha büyümüş, nüfusları artmıştır.

M.Ö. 3000-2000 yılları arasında (Eski Tunç Çağı) yerleşmeler artık Anadolu’nun bütününe yayılmıştır. Diğer bir ilginç yön, bakır ve kalayın karışımından tunç eşyaların yapılabilir olmasıdır. Ancak, o dönemde Türkiye topraklarındaki kalay cevheri bilinmemekteydi ve kalay daha güneydeki sahalardan (Mısır) getiriliyordu. Böylece en azından kalay teminine dayanan büyük ölçekli ticaret başlamıştır. Yerleşmelerin fonksiyonel yapılarında da gelişme görülmüş ve evlerin içinde tahıl deposu ile mutfak bölümleri ortaya çıkmıştır. Meskenin inşasında kullanılan malzeme ise yine neolitikten beri kullanılan kerpiçtir. Eski Tunç Çağı’nın bir diğer önemli özelliği, yerleşmeri yönetecek idareci sınıfın ortaya çıkması ve bu nedenle idarecilerin oturduğu ve çevre köyleri yöneten yerleşme biriminin köyden farklı bir özellik kazanarak ilk kentleri oluşturmasıdır. Böylece Anadolu’nun coğrafi ortam içinde ilk kez, "kırsal" ve "kentsel" olmak üzere farklı fonksiyonlara sahip yerleşme birimleri ortaya çıkmıştır. Kentlerin hemen hepsi surlarla çevrilerek hariçten gelecek tehlikelere karşı korunmuşlardır.

Yine bu dönem içinde Anadolu’da ilk devleti kuran toplum olan Hititlerde yerleşmiştir (M.Ö. 3500-1295). Orta Asya’dan gelerek Bozok yaylasına, başka kelimelerle Çorum-Yozgat il topraklarına yerleşen Hititler, "kent devletleri" biçiminde örgütlenmişti. Nitekim Hititler döneminiden günümüze ulaşan ve o zamanın kentleri diyebileceğimiz pek çok ören yeri mevcuttur. Bunlar arasında en önemlileri Hattuşaş (Çorum il merkezi güneybatısında), Boğazkale (Çorum’un Alaca ilçe merkezi güneyinde), Alacahöyük (Alaca güneyinde) ve Kültepe (Kayseri il merkezi kuzeydoğusunda) gibi yerleşmelerdir. Ancak her ne kadar Hititler kent yerleşmeleri şeklinde organize olmuşlarsa da bu kentleri destekleyip, büyüten ve fonksiyonlara sahip olmasını sağlayan yine Anadolu topraklarıdır. Gerçekten denilebilir ki, Hititler Anadolu’nun coğrafi potansiyelini en iyi kullanan ve araziden faydalanma metodlarını ortaya koyan bir toplumdur. Hititlerin tarımı çok geliştirdikleri ve hatta ürün fazlasını komşu devletlere sattıkları bilinir. Ancak Hititler üst üste gelen kuraklık ve kıtlıktan geniş ölçüde sarsılmıştır. Hatta devletin yıkılmasında politik faktörler kadar kuraklığın de etkisi olduğu sanılmaktadır.

frmtr.com