86 ülkenin üye olduğu dünyanın en büyük enerji teşkilatı Uluslararası Enerji Forumu’nun Genel Sekreterliği için üç kişilik kısa listeye girmiş olan Mehmet Öğütçü ile küresel enerji düzenindeki dönüşümleri, gelecek eğilimlerin ne yönde geliştiğini konuştuk.
Uluslararası Enerji Forumu Başkan adaylığını değerlendiren Öğütçü, aynı zamanda nükleer enerjinin geleceği ve enerji sektörünün yükselen ülkelerine yönelik yorumlarını paylaştı.
İşte Öğütçü ile yaptığımız röportaj:
Dünyanın en büyük enerji teşkilatlarından biri olan Uluslar arası Enerji Forumu’nun Genel Sekreterliği için üç kişilik kısa listeye girdiniz? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Henüz süreç devam ettiği için müsaadenizle bu konuda şimdilik birsek söylemek istemiyorum. Dileğimiz, bu önemli görevi ülkemize kazandırmak ve Türkiye’yi de böylece küresel yeni enerji düzenin yönetimine dahil etmek. Söylemeye gerek var mı: bunu kendiliğinden vermezler hiçbir ülkeye. Hükümet bu konuda yoğun siyasi destek kulisi yürütüyor.
Türkiye’nin enerji sektöründeki duruşu ve büyük projelere olan yaklaşımı konusunda, bu camianın belki de en önemli isimlerinden birisi olarak nasıl değerlendireceksiniz?
Türkiye dünya enerji sistemine göbeğinden bağlı. Doğal gaz ve petrolde ithalattan başka seçeneğimiz yok. Boğazlarımızdan petrol tankerleri, topraklarımızdan boru hattı ile Irak, Azeri, Rus, Iran petrolü ve gazı akıyor. Önemli bir transit ülkesiyiz. Çevremizdeki coğrafya dünya petrol ve gaz rezervlerinin üçte ikisine sahip.
Ülkemizde önümüzdeki dönemde hem siyaset hem de ekonomideki yeni güç dengelerinde enerji ve onun iplerini elinde tutanlar öne çıkacak. Dış ilişkilerimizi de önemli ölçüde etkileyecek.
Bu bağlamda, nasıl hareket edilmesi gerekiyor?
Bu karmaşık süreci çok iyi yönetmemiz gerekiyor. Tek basına devlet aktörlerinin yürütmesi mümkün değil. Uluslararası şirketler gibi çalışacak, buna göre yapılandırılmış, finansman modeli oturtulmuş ama devletin stratejik ağırlığını hiçbir zaman kaybetmeyeceği bir yeni tasarıma acilen ihtiyaç var. Petrolde, gazda, elektrikte, kömürde, rüzgâr, jeotermal ve güneşte uluslararası kurallara göre oyunu oynayabilecek kendi bölgesel enerji devlerimizi süratle yaratmak zorundayız. Özel sektörün dinamizmini de arkamıza alacak şekilde.
YOL HARİTASI OLMADAN HAREKET EDEMEYİZ
Tüm bunları resmin tamamını gösteren, küresel gelişmeleri hesaba katan bir yol haritası olmadan, bölük pörçük adımlarla yapamayacağımız aşikâr. Ülkemizde artık Brüksel, Moskova ya da Washington’da çizilmiş yol haritalarından ziyade, dünyadaki etkisi önümüzdeki dönemde daha da fazla hissedilecek yeni dönüşümü de hesaba katacak şekilde toplumsal boyutu ihmal edilmeyen yeni bir ekonomik, enerji ve siyasi gündemin rotasını gelecek kuşak için kendimiz çizmek zorundayız.
Küresel çapta, diğer alanlarda olduğu gibi, enerji sektöründe de gelişmekte olan ülkelerin öne çıktığını görüyoruz. Türkiye, bu yükselişin neresinde duruyor?
Türkiye enerji talep artışında neredeyse Çin’in hemen arkasından geliyor. Hızla büyüyen, kentleşen ve tüketim eğilimi yüksek orta kesimin palazlandığı önemli bir enerji tüketicisi ülkeyiz.
Yaşadığımız temel güç kaymalarının doğrudan sonucu olarak küresel enerji dengeleri de kökünden sarsılıyor, yeni bir dünya enerji düzeninin yükselişine tanıklık ediyoruz.
Tüm ülkelerin temel hedefi süratli ve sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek için gerekli enerji ikmalini kesintisiz, çeşitli kaynaklardan ve mümkün olduğunca uygun fiyatlarda temin etmektir. Bu nedenle de, enerji güvenliği her ülkenin can damarı; hem ekonomi hem de dış politika yönetiminin en öncelikli gündem maddesi.
Sadece Türkiye’de değil dünyanın her köşesinde orta sınıf süratle büyüyor, kentleşme hız ve yoğunluk kazanıyor. Hesapsız kitapsız satın alma çılgınlığı var; muazzam enerji tüketiliyor. Buğun bile bu tüketimi karşılamada arz sıkıntısı yaşanıyorsa siz tahmin edin önümüzdeki 20 yılda – şayet yeni enerji kaynakları çıkartılıp isletilmez, devrimci teknolojik buluşlar gerçekleşmez, tüketim çılgınlığı dizginlenmezse, iklim değişikliği dâhil çevre kaygıları dikkate alınmaz ve enerji verimliliğinde büyük sıçramalar yapılmazsa – dünyamızın nasıl bir durumla karsı karsıya kalacağını bilemeyiz.
Daha kaynak kitliğinin körüklediği jeopolitik gerilimleri, petrol ve gaz tankerlerini tehdit eden deniz korsanlığını, hukuki uyuşmazlıkları, transit sorunlarını, teknoloji ve maliyet sorunlarını hesaba katmadık bile.
Son dönemde, özellikle siyasi anlamda petrol üreten ülkeler ve komşularında yaşanan gelişmelerin ardında, enerji fiyatlarının artması sonucunda, alternatif enerjiye yönelim arttı. Yenilenebilir enerjinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Son 20 yılda küresel enerji tüketimi yüzde 47 arttı. Önümüzdeki çeyrek yüzyılda meydana gelecek tüketim artısının neredeyse dörtte ucu basını Cin ve Hindistan’ın çektiği dinamik eski “Üçüncü Dünya”dan gelecek. Bu talep artışını karşılayacak alternatif yakıtlara umut bağlamanın sağlam temelleri de yok gibi. Üniversite ve şirket laboratuarlarında geliştirilen yaratıcı enerji çözümlerinin aslında karsı karsıya olduğumuz meydan okumaya çare olamayacağı anlaşılıyor. Rüzgar, güneş ve hidro-elektrik dahil yenilenebilir enerjı kaynaklarının bugün dünya enerjisindeki payı yüzde 7.4. Nükleer enerji de ilave yüzde 6 sağlıyor. Geriye kalan yüzde 86 petrol, doğal gaz ve kömürden oluşan fosil yakıtlar.
Mevcut eğilimler devam ederse 2030’da da fosil yakıtlar aynı yüzdeyi koruyacaklar. Yenilenebilir enerji kaynakları sadece yüzde 8.1’e yükselecek. "Nükleer Rönesans" beklendiği gibi gitmiyor. Yani gelecek bugünden daha parlak gözükmüyor şayet devrimci bir teknolojik buluş gerçekleştirmezsek fiyat şoku yaşamazsak ya da geleneksel yasam tarzımızı değiştirmezsek…
Yeniden artmaya başlayan petrol fiyatları, üretici ülkelerin kaynak milliyetçiliği damarlarının kabarması, enerji üretim bölgelerindeki jeopolitik riskler, tüketici ülkelerin ikmal güvenliği kaygıları, iklim değişikliğinin tahminlerden önce gerçekleşmeye başladığı korkusu, 2030’a kadar 21 trilyon dolara varan enerji yatırım gereksinimi, boru hatları savaşları, yeni enerji ekonomisine geçiş sancıları gibi gelişmeler hepimizi oldukça "enerjik" tutuyor.
Son dönemde, özellikle Meksika Körfezi’ndeki son yılların en büyük petrol felaketlerinin ardından BP başta olmak üzere, diğer büyük şirketlerin gelişmekte olan ülkelerden çıkan şirketlerin karşısında zemin kaybettiğini düşünüyor musunuz?
Sınırlı kaynaklar, yatırımlardaki yavaşlama nedeniyle üretim azalma eğilime giriyor ve ülkeler arasında müthiş bir rekabet yaşanıyor kıt enerji kaynakların ve bunların getirisinin nasıl paylaşılacağı konusunda. Kaynak milliyetçiliği yükselişte. Ülkeler daha fazla kazanmak istiyor kendi kaynaklarından. Bir zamanların "seven sisters" olarak bilinen büyük çokuluslu Batılı petrol şirketleri simdi "Seven Brothers" diyebileceğimiz Gazprom, CNPC, Petrobras, Petronas, Aramco, KMG, ONG gibi ulusal petrol şirketleri karsısında zemin kaybediyorlar. Sözleşmelerin dengesi onların lehine değişiyor.
Zira yükselen talep, güçlü yeni enerji tüketicilerinin yükselmesi ve küresel enerji arzının yeterince genişleyememesi bildiğimiz enerji bolluğuna göre şekillenmiş dünya düzenini ciddi şekilde sarsıyor, yerine "yükselen güçler/küçülen gezegen" olarak tanımlanabilecek bir düzen geliyor.
Bu düzeni biraz daha açık bir şekilde tanımlayabilir misiniz?
Bu düzen, giderek azalmakta olan petrol, doğal gaz, kömür ve uranyum için uluslararası rekabetin çatışmaya dönüştüğü, gücün ve servetin enerji açığı olan ülkelerden enerji fazlası olan Rusya, Suudi Arabistan, Venezüella, Kazakistan gibi ülkelere kaydığı, alternatif enerji kaynakları arayışının aciliyet kazandığı, iklim değişikliğinin tüm hesaplara yansıtıldığı bir dizen olacak gibi görünüyor.
Çin, 2030’a kadar günde 13 milyon varil ham petrolü nereden ithal edeceğini düşünüyor kara kara. Aynı şekilde elektrik üretimi, sanayi, tarım ve evlerde kullanılmak üzere boru hattı ve sıvılaştırılmış doğalgaz talebi de toplam enerji bileşimindeki mevcut yüzde 3’den o zamana kadar dört kat artarak yüzde 12’ye yükselecek
Gıda, su, maden, metal ve diğer emtia piyasalarında da benzeri talep patlamaları dünya ticareti, jeopolitik, ekolojik dengeleri ve kültürel etkileşim bakımlarından köklü dönüşümlere yol açabilir.
Bu düzende petrol zengini ülkelerin tutumları nasıl?
Ekonomisini göbeğinden petrol ve doğal gaz ihracına bağlamış Rusya, Hazar ve Korfez ülkeleri, Venezüella, Nijerya’nın gözleri fiyat oynamalarında. Aralık 2009’da Kopenhag’da ivme kazanan iklim değişikliği sözleşmesinin getireceği yükümlülükler kadar temiz enerji ekonomisine geçisin sağlayacağı yeni fırsatlar da müteşebbislerin, politika yapıcıların beynini karıncalandırıyor. Petrol satışından elde ettikleri vergiler olmasa birçok ülkenin Hazine’si çökebilir.
İste böylesine değerli metayı siyasetçilerin kendi haline bırakmaları düşünülemez. Onu stratejik sektör ilan eder, onunla iştigal edecek “ulusal şampiyon” şirketler yaratır, onun güvenliği için gerekirse silahlı kuvvetlerini harekete geçirir.
Bu durumdan Türkiye nasıl etkilenecek?
Ve bu süreçten hapımızın yasamı şu ya da bu şekilde etkilenecek. Enerji açığı olan ve ithalata bağımlı bizimki gibi ülkelerde yoksullar ve orta sınıf tüketiciler en olumsuz etkilenecekler. Yanı bizler ve çocuklarımız.
Peki ne yapılması gerekiyor?
Böyle bir dünyada enerji üreticilerinin, tüketicilerinin, yatırımcılarının ve transit ülkelerinin arasında, farklı menfaatleri gözeten, hakiki bir diyalog tesisi kritik önemdedir. Nitekim bu ihtiyaçtan hareketle 1992’den bu yana Uluslararası Enerji Forumu küresel enerji düzenindeki kilit oyuncuları bir araya getirmektedir. Ayni anda hem OPEC, hem Uluslararasi Enerji Ajansi (IEA) üyesi ülkelerini hem de Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve Güney Afrika gibi yükselen güçleri çatısı altında toplayan yegâne enerji teşkilatı. Üyeleri, dünya petrol ve doğal gaz arz/talebinin yüzden 90’undan fazlasına hükmediyor.
Hürriyet