Erdinç Babacan’ın “Şu Bizim Nasreddin Hocamız” adlı kitabında Nasreddin Hoca’nın fıkraları ve bu fıkralardan almamız gerekenler derslere şöyle yer verilmiş…
Kim Daha Büyük
Hoca’ya:
– “Efendi” demişler, “padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?”
– “Çiftçi büyük elbet” demiş Hoca ve eklemiş; “Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür.”
Öğüt: İnsanların kendileri gibi işleri de toplumun bir parçasıdır. Bir meslek grubunun eksikliği, vücudumuzdaki bir uzvumuzun eksikliği gibidir. Değil mi?
Gönlüm razı olmadı
Nasreddin Hoca, kasabadan Kur’an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.
Yolda Hoca’yı görenler :
– “ Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?” diye sormuşlar.
– “Ne yaparsın” demiş Hoca, “zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı.”
Öğüt: Aslında her iki halde de eşeğin taşıdığı yük aynı. Olaylara yeteri kadar dikkatli ve inceleyici bir gözle bakmalı sonra tepkimizi ortaya koymalıyız. Çuvalın içindekilerin üzerine oturulabilir mi?
Ya Tutarsa
Nasreddin Hoca azığını heybesine koyup yola çıkmış. Öğlen vakti Akşehir gölü kenarında, bir ağacın altında oturmuş. Ekmeğini, zeytinini ve bir çanak yoğurdunu gölgede keyifle yemiş. Yoğurt çanağını gölde çalkalarken birisi görüp sormuş.
– “Ne yapıyorsun Hoca ?”
-“Göle maya çalıyorum” demiş Hoca.
Adam üstelemiş :
– “İlâhi Hoca, göl maya tutar mı hiç ?”
-“Ben de biliyorum tutmayacağını, ammaaa ya tutarsa !…”
Öğüt: Bu söz 750 yıldır, bütün insanların hayâl hudutlarına hitab ediyor. Yaşantımızda, güzel örneklerden faydalanalım.
Sesimin Arkasından Koşuyorum
Hoca ikindi ezanını okumaya başlamış. O sırada bazı komşuları evlerinin önlerinde birbirleriyle konuşuyorlar, sanki ezan sesini duymuyor gibi davranıyorlarmış. Aslında O komşular camiye de pek sık gelmiyorlarmış. Hoca sesini biraz daha yükseltmiş, amma bakmış ki fark eden bir şey yok. O tarafa doğru koşmaya ve koşarken de ezanı okumaya devam etmiş.
O komşulardan birkaç kişi Hoca’ya bir şey olduğunu düşünerek yanına koşuşup sormuşlar :
– “Ne oldu Hoca Efendi, niçin koşarak ezan okuyorsun.?”
– “Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de; arkasından koşuyorum” demiş.
Öğüt: Ezanların insanları ebedi kurtuluşa çağırdığını unutmayalım. Her an eksilmekte olan ömür sermayemizi en mükemmel şekilde kullanma gayreti içinde olalım.
Hanımla Muhabbet
Hoca bir gün karısına :
– “Hatun” demiş, “Şu bizim komşu, çarıkçı, Mehmet ağanın adı neydi ?”
– “Kendin söyledin ya, efendi” demiş karısı, “Mehmet ağa.”
– “Canım, dilim sürçtü işte… Ne iş yapar diyecektim.” demiş Hoca.
– “A efendi” demiş karısı, “kendin çarıkçı demedin mi?”
– “Anlasana işte” demiş Hoca, “nerede oturuyor demek istedim.”
– “Efendi, bugün sana ne oluyor?” demiş karısı “Komşu” dedin ya…”
Hoca birden sinirlenmiş.
– “Aman be karı… Seninle de bir türlü konuşulmaz ki!”
Öğüt : Sohbetler, basit konularla da kolaylıkla açılabilirler. (örneğin: “Bu gün hava çok güzel” diyene, “görüyorum kör değilim” denir mi ?) Sohbetlerimizi sıcak ve faydalı konularda yoğunlaştırabilirsek kazançlı çıkarız.
İnsanlar gibi düşünür
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş:
– “Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?”
– “Bu papağandır” demişler, “konuşur.”
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
– “Kaça hindi ?” diye sormuşlar.
– “On beş altın” demiş Hoca.
– “Bir hindi on beş altın eder mi ?” demişler.
– “Görmüyor musunuz !” demiş Hoca; “yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar.”
– “Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ?” diye sormuşlar.
– “O düşünmeden konuşur” demiş Hoca ; “Bu da insanlar gibi düşünür.”
Öğüt: Düşünmeden konuşanın, kendisine ve diğer insanlara pek yararı olmadığı gibi, büyük zararları da olabilir. Konuşabilmek insanlara verilmiş büyük bir lütuftur. Düşünerek, idrak ederek konuşabilmek ise çok daha büyük bir lütuftur. Olgun insanlar iyi düşünürler, faydalı konuşurlar.
Bindiği dalı kesmesi
Nasreddin Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile bindiği dalı kesmeye başlamış.
Görenler :
-“Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşe-ceksin!” diye bağırmağa başlamışlar.
Hoca kesmeye devam ederek seslenmiş:
-“Bu dalı kesenin yere düşeceğini hepiniz akıl ettiniz de , ben size yıllardır ahiretin dalı olan dünyanızı keserseniz cehenneme düşersiniz diyorum, neden hâlâ akıl edemiyorsunuz!!!…”
Öğüt : Gerçek akıllı kişi, dünya işlerini plânlayıp ona göre hareket eden ve dünya işleriyle meşgul olurken, öldükten sonraki ahiret hayatı için de hazırlık yapan insandır.
Oğlumun babası öldü de
Bir gün Nasreddin Hoca’yı siyah elbiseleriyle görenler:
– “Ne oldu Hoca efendi” demişler, “bu gün karalar giymişsin?”
– “Oğlumun babası öldü de …” demiş Hoca, “O’nun yasını tutuyorum.”
Öğüt : Kültürümüze ve ahlâkımıza uygun her renk ve model elbiseyi giyebiliriz. Tereddüt ettiği konuları bilene danışmak akıllı insanın özelliğidir.
Su dediğin böyle olur
Nasreddin Hoca bir yaz günü yolculuk ederken, öğle vaktine doğru bir hayli susar. İlerde bir göl görür. Şöyle kana kana su içmeyi düşünerek gölün kenarına gelir, avucunu doldurur, hızla bir kaç yudum yutar; amma midesi bulanır, tükürmeye çalışır. İlk defa karşılaştığı bir su olan Acıgöl’ün sodyum sülfatlı suyu midesini berbat etmiştir.
Hoca civarda aranırken küçük bir su kaynağına rastlar. Suyun tatlı su olduğunu anlayınca, önce ağzını iyice çalkalar, sonra da kana kana su içer, Eşeğini de sular.
Şakır şakır dalgalanan Acıgöl’e şöyle bir bakar, su içtiği kaynaktan avucunu doldurarak gölün kenarına gelir;
– “Cimri zenginin zekâtsız malı gibi şişinip durma!… Su dediğin böyle olur” diyerek avucundaki suyu şak diye gölün yüzüne savurur.
Öğüt : Yerinde ve zamanında yapılmış ikramın küçüğü, büyüğü olmaz. Allah’ın rızasını kazanmak için fırsatları iyi değerlendirelim.
Birinin anası ağlayacak
Hoca’nın oğullarından biri yakın köylerin birinde çömlekçilik yapıyormuş. Bir gün Hoca yanına gidince:
– “ Baba, bütün paramı şu çömleklere yatırdım” demiş. “ Hava güneşli olurda zamanında hepsi kurursa zengin olacağım. Ama yağışlı olursa anam ağlayacak!”
Hoca oradan ayrılıp başka bir köyde oturan büyük oğluna uğramış.
Oğlu :
– “ Baba, varım yoğum şu tarlada, zamanında rahmet yağarsa zengin oldum gitti. Kuraklık olursa anam ağlayacak” demiş.
Hoca eve canı sıkkın dönmüş.
Karısı :
– “Hayrola efendi, yüzün neden asık” demiş.
– “Benimki bir şey değil” demiş Hoca, “asıl Sen kendi halini düşün. Yağmur yağsa da yağmasa da bizim oğlanlardan birinin anası ağlayacak”.
Öğüt : İşlerimizde gerekli tedbirleri önceden almaya, tesadüflerin etkilerinden olumsuz etkilenmemeye dikkat edebilmeliyiz. Başarının bir sırrı çok çalışmaksa diğer bir sırrı da işimizin gerektirdiği tedbirleri zamanında almaktadır.
Hamam bahşişi
Hoca bir gün hamama gider. Hamamcılar onunla hiç ilgilenmez, eski bir peştamal, yırtık bir havlu verirler. Hoca sesini çıkarmaz. Hamamdan çıkarken uzatılan aynaya yüklüce bir bahşiş bırakır.
Bir hafta sonra aynı hamama geldiğinde, bu kez büyük ikramlar görür, fakat çıkarken aksine pek az bir bahşiş bırakır.
-“Efendi” der hamamcılar, “gösterdiğimiz o kadar ilgiye, saygıya karşı bu kadarcık mı bahşiş verilir?”
– “Bugün verdiğim, geçen haftanın bahşişiydi” der Hoca, “geçen hafta verdiğim de bugünkü hizmetinizin karşılığıydı. Böylece ödeştik !”
Öğüt: Ecdat yadigârı hamamlarımızda, bir kerecik bile olsa gidip yıkanalım, inceleyelim, sistemini sorup öğrenelim.
Mevsimlerden yakınanlara
Bir toplulukta soğuklardan yakınanlar olmuş. İçlerinden biri:
– “Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar.” demiş.
Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca :
– “Öyle deme bre cahil, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?” demiş.
Öğüt: Olayları bir bütün olarak değerlendirebilmek olgunluk belirtisidir. Dünyayı insanlar için sonsuz güzelliklerde ve sonsuz bir ilâhi sanatla yaratan ve her an varlıkta tutan Rabbimize teşekkür etmeyi, şükretmeyi unutmayalım.
Acemi bülbül
Hoca bir gün, yol kenarındaki hayrat ağaçlardan birine çıkmış, incir yemeye başlamış. Yanından geçen bir yolcu seslenmiş:
– “Hey ! Sen kimsin ? Ne yapıyorsun orada ?”
– “Ben bülbülüm” demiş Hoca.
Adam :
– “Öyleyse öt bakalım” deyince, Hoca karga gibi acayip sesler çıkarmış.
– “Bu ne biçim bülbül sesi yahu”, demiş adam. “Bülbül hiç böyle mi öter.”
– “Ne yapalım” demiş Hoca, “acemi bülbül bu kadar öter!”
Öğüt: Türk – İslâm kültürünün çok güzel bir örneği olan vakıf müessesesini sevelim. Bizim de <bir dikili ağaç dahi olsa> bir vakfımızın olmasına çalışalım.
Saz çalması
Hoca’ya sormuşlar :
– “Saz çalmayı bilir misin?”
– “Bilirim” demiş.
– “Buyur, çal bakalım” diyerek eline bir saz tutuşturmuşlar. Hoca mızrabı almış, perdelere basmadan tellere vurmağa, tuhaf sesler çıkarmağa başlamış.
– “Saz böyle mi çalınır a Hoca?” demişler, “parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere
vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar.”
– “ Perdeleri bulamayanlar öyle çalar” demiş Hoca; “ Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim.”
Öğüt: İnsanlarla konuşurken alâkasız, ilgisiz sorular sormaktan kaçınalım. Eskilerimiz böyle davrananlara “münasebetsiz” derlerdi.
Akıl sır ermiyor
Hoca’nın iki yüz akçe parası kaybolmuş. Bulunması için dua etmeye başlamış. O sırada Akşehir’in zenginlerinden birinin bindiği gemi yolda fırtınaya tutulmuş. “Eğer sağ salim memleketime varırsam Hoca’ya iki yüz akçe vereceğim” diye adakta bulunmuş. Adam kurtulup gelmiş, Hoca’yı bulup parayı vermiş.
Hoca bir süre düşündükten sonra:
– “Allah’ım bu ne dolambaçlı yol ! Bu parayı ben nerede yitirdim, Sen bana nerede buldurdun ! … İşine gerçekten de akıl sır ermiyor” demiş.
Öğüt : Sebeplere sarılmayı hiç ihmal etmeye-lim. Denizde balık tutmayı bekleyen bir insanın, en azından denize atılmış bir oltası olmalıdır.
Mesele çatallaştı
Kasabalılar, Nasreddin Hoca’ya Kadı’dan yakınmışlar : “Kadı efendi çok menfaatçi bir adam. Aynı suça bazen beraat, bazen de çok ağır ceza veriyor. Hak hukuk tanımıyor, nereden menfaati varsa o taraftan oluyor. Münafık bir adamdır. Bundan nasıl kurtuluruz” demişler.
Hoca durumu mülki amirlere bildirmişse de, onları pek inandıramamış. “Nasıl ispat edersin” demişler.
Hoca’mız, Kadı efendinin tanımadığı bir müfettişin kendisine gönderilmesini ve beraberce Kadı’yı ziyaret etmelerinin yeterli olacağını mülki amire, (vali’ye) anlatmış. Kabul etmişler.
Kararlaştırılan günde müfettiş bey kasabaya, Nasreddin Hoca’nın konuğu olarak gelmiş. Kimliğini gizli tutarak, kasaba eşrafından beş altı kişiyle beraber kadı efendiyi ziyarete gitmişler.
Hoş beşten sonra, Hoca , Kadı efendiye :
-“Efendi” demiş. “Kırda sığırlar yayılırken bir alaca inek, -sanırım sizinki- bizim ineği karnından boynuzlayıp öldürmüş. Buna ne gerekir ?”
– “Bunda sahibinin ne kabahati var ?” demiş Kadı, “hayvandan kan davası edilmez.”
Hoca sözünü değiştirmiş:
– “Yok yok yanlış söyledim, bizim inek sizinkini öldürmüş !”
Bunu duyan kadı efendi hızla yerinden kalkıp, raftaki Kanun kitabına uzanırken;
– “Haa mesele şimdi çatallaştı, bakalım kara kaplı kitap ne diyor?” demiş.
Öğüt : Mevki ve makamlar kimseye kalmaz. Eskilerimiz “mahkeme Kadı’ya mülk değil” derler.
Aklımızı en iyi şekilde kullanıp, ömrümüz boyunca bütün işlerimizi en doğru şekilde yapmağa gayret edelim.
Ben küçük yangınlara karışmam
Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış.
Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış.
Süslü ve pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış.
Nasreddin Hoca’nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa;
-“Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı” der bilgiçlik taslarmış.
Bir gün Murat ağa’nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca’ya ve cemaate hitaben:
– “Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim” diye feryat eylemiş.
Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle:
– “Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahrette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan kork-mayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir ada-mın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!” demiş.
Öğüt: Kibir, gurur insanları yanlış düşüncelere götürebilir. Hatta cehenneme bile gönderebilir. Kendimize zulüm etmeyelim.
Bulmanın keyfi
Nasreddin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hemen bir tellâl tutmuş. Şöyle bağırtmağa başlamış :
– “Eşeğimi kim bulup getirirse, Semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim.”
– “Hoca efendi” demişler, “eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ?”
– “ Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!” demiş Hoca;
“Eşeği bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter.”
“Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm.”
“Cenneti bulsam, canımı da veririm.”
Öğüt : Çalıntı mal haramdır. İnsanlar hayatları boyunca hoşgörülü , geniş düşünceli olmalılar. Kendi zararımıza da olsa, başkalarının hukukunu da koruyalım.
İp olur
Köylüler EYYÛB ismini, Eyip, İyip, iyp gibi bozuk şekilde telâffuz ediyorlarmış.
Bir gün Nasreddin Hoca vaazında:
– “Ey Müslümanlar! Oğlunuz olursa adını sakın Eyyûb koymayın. Halkın dilinde çokça söylene söylene, incele incele İp olur” demiş.
Öğüt : Güzel Türkçe’mizi çok sevelim. Onu en değerli bir varlığımızı korur gibi koruyalım. Türkçe’yi doğru dürüst konuşamayan, “Türkçe’mizde asla yeri olmayan sesleri” kullanmadan, en basit meramını bile anlatamayan bir Türk, Ord. Prof. dahi olsa sizce ne kadar Türk tür ?
Belki ağaçtan öteye bir yol düşer
Mahallenin çocukları Nasreddin Hoca’ya muzip bir şaka yapmak istemişler. Plânlarını kurmuşlar. “Hoca’yı ağaca çıkaralım. Pabuçlarını alıp uzaklaşarak biraz şaka yapalım” diye düşünmüşler. Hoca’nın yoldan geçeceği saatlerde, uçurtmalarını büyükçe bir ağaca taktırmışlar. Hoca’yı beklemeye başlamışlar. Hoca oradan geçerken de hemen etrafını sarmışlar :
– “Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp
kutraramadık. Bize yardımcı olur musunuz?” demişler.
– “Hay hay” demiş Hoca. Ayakkabılarını çıkarıp sırt çantasına yerleştirmeye başlamış.
Çocuklar :
– “Hoca efendi onları niye yanına alıyorsun? Ağaçta pabuçları ne yapacaksın ?” demişler.
– “Belli olmaz ki evlâtlarım” demiş Hoca; “Bu iyiliğime karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder.”
Öğüt: Akıl, akıldan üstündür demişler. Bazılarının bizden daha iyi akıl edebileceklerini daima hatırımızda tutalım.
Biz de davranışlarımızda zarafeti, efendiliği ve gönül kırmamayı ilke edinelim.
Şu koca tasla
Nasreddin Hoca , yeni öğrencilerine [mollalarına] dünya ve ahireti genel anlamı ile anlatmaya, kavratmaya çalışmış.
“Ahiret hayatımızın tarlası dünya hayatımızdır. Burada kazanırken usulüne uyarsak orada da biriktirmiş oluruz. Herkes önceden, buradan ne gönderdi ise orada karşılığını bulur. Hiç bir işimiz, amelimiz karşılıksız kalmaz.vs.” diye anlatmış.
Bakmış mollalarda gevşeklik ve uyku hali var. Vakitte öğle yemeği vakti :
– “Haydi çocuklar, ders tamam. Namazımızı kılar kılmaz hep beraber bizim eve etli pilav ve yoğurt yemeye gidelim” demiş.
Hocanın evine gelmiş, salona doluşmuşlar. Hoca içeriye, Karısına seslenmiş;
– “Hatun hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik.”
İçerden Karısı :
– “Aman efendi, Evde o kadar ne pirinç, ne et, ne yağ ne de yoğurt var. Hatta o kadar yemeği pişirebilmek için odun bile yok.” diye seslenmiş.
Hoca içeri gitmiş. Eline koca bir kazan, bir kepçe, koca bir tepsi, büyük bir yoğurt bakracı ve bir sürü kaşık alarak salona gelmiş.
– “Kusura bakmayın çocuklar” demiş. “Eve yeteri kadar et, pirinç , yağ, süt ve odun getirebilmiş olsaydım, şu koca kazanla pişirip , bunlarla da sizlere ikram edebilecektim” ! …
Öğüt: Eskiler, “ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına” demişler. Bir şeyler ummak, beklemek için evvelden gerekli çalışmaları yapmamızın lüzumunu unutmamalıyız. “Balık tutmak isteyen” bir insanın en azından suya atılmış bir oltası olmalıdır. Yoksa hiç kimse su kenarında bekleyerek balığın çantasına girmesini bekleyemez.
O zamanda ben bulunmadım
Nasreddin Hoca, << işlerinin çokluğu, dünya telâşeleri, hastalık, sağlık vs gibi >> çeşitli bahanelerle ibadetten birçok zaman kaytaran birileri ile sohbet ediyormuş. Mazeretleri de bir sürü imiş. Bir ara söz yemekten, içmekten açılmış.
– “Bugünlerde canım bir helva yemek istiyor ki!” “bir türlü pişirip de yiyemedik.”demiş, Nasreddin Hoca.
– “O kadar zor bir şey mi helva pişirmek, a Hoca” demişler.
– “Ne yapalım” demiş Hoca. “Şeker ve un bulundu, tere yağı bulunmadı. Tere yağ ve şeker bulundu, un bulunmadı. Un ve tere yağ bulundu şeker bulunmadı.”
– “Hiç bir araya getiremedin mi bunları?” demişler.
– “Hepsinin bir araya geldiği de oldu,” demiş Hoca. “Amma o zaman da ben bulunmadım.”
Öğüt : Atalarımız, “Bu günün işini yarına bırakma” demişler. Söz ancak öğüt dinlemesini bilene kâr eder.
İkinizin arasında gidiyorum
Nasreddin Hoca bir Kadı ile Bir tüccara yoldaş olmuş. Ortada Hoca, sağında Kadı efendi, solunda Tüccar efendi, hem konuşuyorlar hem de yürüyorlarmış. Hoca efendi yeri geldikçe yol arkadaşlarının yaşamları ve ibadetlerindeki gevşeklikleri konusunda söz dokundururmuş.
Makamına güvenip , kendini çok büyük bir adam sanan Kadı efendi , Hoca’ya:
– “Sana da lâf yetişmez ki” demiş, “İstersen öyle kurnaz kesilirsin ki , en yaman muzırları bile geride bırakırsın. İstersen yaban öküzünden daha şaşkın görünürsün.”
– “Yok canım, abartıyorsun, bak ben haddimi nasıl biliyor, muzırla yaban öküzünün arasında gidiyorum.” demiş.
Öğüt: Atalarımız “Kişi kendin bilmek gibi irfan olamaz” demişler. Ne olduğumuzu ve ne olacağımızı iyi düşünmemiz gereklidir. Gönül kırmak çok kolay, gönül adamı olmak ise çook çoook zordur. Gönül kırmamayı becerenlere ne mutlu !