İzmir suikastinin perde arkası

Dünya Hali
Tek parti diktatörlüğünün sağlamlaştırıldığı, İstanbul’daki ekonomik hakimiyetin el değiştirdiği, 18 kişinin idam edildiği, her türlü muhalafetin darbe aldığı İzmir suikastinin perde arkası̷...
EMOJİLE

Tek parti diktatörlüğünün sağlamlaştırıldığı, İstanbul’daki ekonomik hakimiyetin el değiştirdiği, 18 kişinin idam edildiği, her türlü muhalafetin darbe aldığı İzmir suikastinin perde arkası…
 
İzmir suikasti ve 1926 yazında yaşananların perde arkası bu ay NTV Tarih’te:

Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) diktatörlüğünün kurulmasına vesile teşkil eden iki gelişme vardır. Bunların birincisi 14 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Sait isyanı, ikincisi ise 14 Haziran 1926’da ortaya çıkarılan (kamuoyuna açıklanması: 18 Haziran), Gazi Mustafa Kemal’e suikast girişimidir.

İlk gelişmenin ardından, 4 Mart 1925 tarihli Takrîr-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak bütün muhalif basın susturulmuş, programında dinî hislere gönderme yaparak Şeyh Sait isyanına cesaret vermiş olma gerekçesiyle de, 17 Kasım 1924’te kurulmuş olan Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF), 3 Haziran 1925’te kapatılmıştı. Ancak TpCF milletvekillerinin önemli bir bölümü bağımsız sıfatıyla TBMM toplantılarına katılmaya devam etmişlerdir. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, TpCF garip bir biçimde kapatılmıştır. Suç isnadı vardı, ama mahkeme olmamıştı. Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’na yapılan, parti programlarında dinî fikirlere yer vermenin de vatana ihanet suçu sayılacağına ilişkin eke dayanan Ankara İstiklâl Mahkemesi, Bakanlar Kurulu’na TpCF’nın kapatılmasına dair bir öneride bulunmuş, Takrîr-i Sükûn Kanunu’yla sınırsız bir güç edinmiş olan Bakanlar Kurulu da partiyi herhangi bir kovuşturmaya gerek görmeden kapatmıştı. Bu garip durum ise, parti üyesi milletvekillerinin bir bölümünü sindirmeye yetmiş, ama başta birçok Millî Mücadele önderi olmak üzere, on beş kadar milletvekili TBMM’deki görevlerini sürdürmüşlerdir.

İttihat Terakki ve Mustafa Kemal
Öte yandan, o zamana kadar CHF’ye katılmamış olan eski İttihat ve Terakkî Cemiyeti (İTC) üyeleri, gizil bir muhalif hareket olarak İstanbul’da gayet güçlü bir konumda bulunuyorlardı. Bilindiği gibi İTC, 1918 Kasım başındaki kongresinde kendi kendini feshetmişti. Biraz bu nedenle, biraz da Millî Mücadele sürecinde Mustafa Kemal Paşa’nın başarılı önderliği sayesinde birçok İttihatçı geri dönüşü olmayacak bir biçimde Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanmış, daha sonra da Halk Fırkası’na (10 Kasım 1924’ten sonra Cumhuriyet Halk Fırkası) girmişti. Ama Mondros Bırakışması sonrasında yurtdışına kaçan veya İngilizlerce tutuklanıp Malta’ya gönderilen önemli İttihatçıların çoğu, Mustafa Kemal Paşa’nın safına katılmamışlardı. Hatta Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey, 1923 seçimleri öncesindeki bir makalesinde İTC’nin seçimlere katılmayıp “Birinci Grup”u destekleyeceğini yazmış ve Gazi Mustafa Kemal’i, resmen feshedilmiş bir parti adına konuşmuş olması nedeniyle, kızdırmıştı. Sonraki üç yıl boyunca İTC resmen kurulamadıysa da, aşağıda da göreceğimiz gibi, bu yönde bazı çalışmaların yapıldığı ve bir de program hazırlandığı biliniyordu.

Ekonomik gerekçeler
Haziran 1926’ya gelindiğinde, İTC’nin kalemi keskin gazetecisi ve eski İstanbul milletvekili Hüseyin Cahit Bey, Şeyh Sait isyanı üzerine Çorum’da müebbet sürgün cezasına çarptırılmış (7 Mayıs 1925), gazetesi Tanin de diğerleriyle birlikte kapatılmıştı. Ama İstanbul ekonomisi ve Türk dış ticaret finansmanının önemli bir bölümü hâlâ eski İTC üyelerinin elindeydi. Nitekim yerli sermayeyle kurulmuş ve o günlerde Türkiye’nin en büyük bankası olan İtibar-ı Millî Bankası, eski maliye bakanı Cavit Bey’in, esnaf ve sanatkârlar çevresi ise eski iaşe bakanı “Kara” Kemal Bey’in denetimindeydi. Söz konusu denetim o kadar kesindi ki, rejimin bir merkez bankası kurulmasına ilişkin önerisi, 1925 yılında İstanbul Ticaret Odası’nca sıcak karşılanmamıştı. Dolayısıyla, İzmir’de ortaya çıkan suikast girişimi, rejimin, hem TBMM’de muhalif bir parti grubu gibi davranmayı sürdüren eski TpCF üyelerine yeni bir gözdağı vermek, hem de eski İTC üyelerinin iktisadi güçlerini kırmak için kullandığı bir bahane oldu.

Gazi Mustafa Kemal’e suikast hazırlıkları, suikastçılardan birinin, diğerlerince ihanete uğrayacağı korkusuna kapılarak suikastı İzmir’deki emniyet yetkililerine ihbar etmesiyle ortaya çıktı. İzmir’de üç gün boyunca yürütülen gizli sorgulamalar, üç kişinin suikast girişiminde başrol oynadıklarını ortaya çıkardı: TBMM’nin birinci döneminde Lazistan mebusluğu yapmış Ziya Hurşit Bey’le TpCF İzmit Mebusu Ahmet Şükrü Bey ve eski İttihatçılardan, bir ara Ankara valiliğinde de bulunmuş olan Abdülkadir Bey. Ahmet Şükrü Bey de, 1. Dünya Savaşı yıllarında bakanlık yapmış, önemli İttihatçılardandı. Dolayısıyla, İzmir’e yollanan Ankara İstiklâl Mahkemesi, orada ele geçirilen tetikçilerle birlikte, biri hariç, TBMM toplantılarına katılmayı sürdüren bütün TpCF milletvekillerinin ve aralarında Cavit ve “Kara” Kemal Beyler’in de bulunduğu birçok eski İttihatçının tutuklanmasına karar verdi.

Eski TpCF Kastamonu Mebusu Halit (Akmansü) Bey, nedense, unutulmuştu. Ancak, Abdülkadir ve “Kara” Kemal Beyler tutuklanamadı. Birincisi, Bulgaristan’a kaçmak üzereyken yakalanıp, daha sonra Ankara’da yargılanacak, ikincisi ise yakalanmak üzereyken intihar edecekti. Eski TpCF milletvekillerinden olup da o sıralarda yurtdışında bulunan Hüseyin Rauf (Orbay) ve Abdülhak Adnan (Adıvar) Beyler ise yine Ankara’da ve gıyaplarında yargılanacaklardı.

Mahkeme heyeti

Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy) ve Refet (Bele) Paşalar gibi Millî Mücadele kahramanlarının tutuklanması bir hayli şaşkınlık yarattığı gibi, Başbakan İsmet (İnönü) Paşa’nın da kızmasına ve işe karışmasına neden oldu. Başbakan, Ankara’da tutuklanan yakın arkadaşı Kâzım Karabekir’i serbest bıraktırdı. İsmet Paşa, Karabekir’in suçluluğuna inanmıyor, ayrıca milletvekili dokunulmazlığının böyle bir tutuklamaya izin vermeyeceğini söylüyordu. Bunun üzerine başbakanla İstiklâl Mahkemesi arasında geçen görüşmelerde mahkeme, iddianın çok vahim bir devlet meselesi olması nedeniyle dokunulmazlığın işe yaramayacağını öne sürerek, ısrar etmesi durumunda başbakanı da tutuklayacağını bildirdi.

Başbakanla İstiklâl Mahkemesi arasındaki gerginlik, Gazi Mustafa Kemal’in araya girmesiyle giderildi. Başbakan da İzmir’e gitti ve mahkemece bilgilendirildikten sonra bir demeç vererek durumun vehametini gördüğünü, mahkemenin sonucunun bekleneceğini söyledi.

NTV