İstanbul Depreme Ne Kadar Hazırlıklı?

Dünya Hali
17 Ağustos Gölcük Depremi’nin üzerinden tam 12 yıl geçti. Depremin Gölcük’ten sonra en çok vurduğu kentlerden biride İstanbul oldu. Binlerce kişi evsiz kaldı. Peki İstanbul’da hasar ...
EMOJİLE

17 Ağustos Gölcük Depremi’nin üzerinden tam 12 yıl geçti. Depremin Gölcük’ten sonra en çok vurduğu kentlerden biride İstanbul oldu. Binlerce kişi evsiz kaldı. Peki İstanbul’da hasar gören binalar güçlendirildi mi, İstanbul olası bir depreme hazır mı, kentsel dönüşüm planları sağlıklı bir şekilde uygulanıyor mu?

İstanbul’da deprem ile ilgili alınan tedbirler ne yazıkki henüz istenen noktaya gelmedi. Uzmanlara göre yüzde 70’i kaçak yapılaşmış bu koca kentte olası bir depremde binaların yüzde 10’nu ayakta kalmayacak. Olası bir depremde yaşanacak can kaybının ise 50 ile 100 bin arasında olması beklenir iken yaklaşık bir milyon İstanbullu ise olası depremden etkilenecek.

Depremden sonra kentsel dönüşüm planlarının hazırlandığını ve Kentsel dönüşüm planlarının pilot bölgesi olarakta Zeytinburn’un belirlendiğini, ancak tam 12 yıl geçmesine rağmen konuyla alakalı bir arpa boyu yol katledilemediğini dile getiren, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ( TMMOB) İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Tayfun Kahraman, bu durumunda farklı bir takım sorunlar ortaya çıkardığı ancak daha sonrasında JAIKA ile bir takım deprem raporlar hazırlandığını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü;

‘’ Özellikle hasar tespit raporları ve deprem senaryoları ortaya çıkartıldı. Bu senaryolar üzerinden olası istanbul depreminde nasıl bir tablo ortaya çıkacağı ve bunları engellemek için neler yapılması gerektiği tespit edildi.Ayrıca İstanbul’da her bölgenin jeolojik haritaları çıkartıldı. Bunlar önemli çalışmalar idi. Bu haritalara göre belli ruhsatlandırma çalışmaları yapılıyor. Ama somut olarak bu zamana kadar ne yapıldı derseniz, çok bir şey yapıldığı söylenemez çünkü bunlar bu işin sadece rapor ayakları idi, uygulama anlamında önümüzde kat edilmesi gereken çok uzun bir yol var.’’ dedi.

İSTANBUL’UN YÜZDE 10’U YIKILACAK, 1 MİLYON İNSAN ETKİLENECEK!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çogu binasını güçlendirdiğini, ama gündüz yaşanacak bir depremde içinde bulunulması muhtemel, okul binaları, hastane binaları ile diğer kamu idare yapılarına bakıldığında bunların hepsinin daha güçlendirmeye ihtiyacı olduğunu ve depreme karşı savunmasız bir şekilde bulunduğunu vurgulayan Kahraman;

‘’Kamu binalarının dışında konutlarda başlı başına ayrı bir sorun. Yüzde 70’i kaçak yapılaşmış İstanbul gibi koca bir kentten bahsediyoruz. Ve yaşadığımız kentlerde içinde bulunduğumuz binalar deprem gerçeğine uygun olarak inşaa edilmiş, mühendislik faaliyetinden yararlanmış olslar bile bazı bölgelerde köhnemeler var. Bunlarında bir taraftan tespitinin yapılması gerekiyor. Bazı bölgelerde bu tespitler yapıldı. Ama hala daha bizlerin elinde İstanbul’da deprem olması durumunda kaç binanın yıkılacağı ve kaç binanın hasar göreceğine ilişkin bir rapor bulunmuyor. Biz bu verileri bilmiyoruz. Hangi binalara müdahale edilmesi gerektiği noktasında hiçbir fikrimiz yok. ‘’ dedi.

Tayfun, ‘’Biz kabaca, olası bir depremde istanbul’daki yapıların yüzde 10’nu büyük hasar göreceğini ve bu yüzde 10’luk dilimde de aşağı yukarı İstanbul’da yaşayan 1 milyon insanın etkileneceğini tahmin ettiklerini’’ söyledi..

VATANDAŞ KENTSEL DÖNÜŞÜMDEN KORKUYOR!

Kentsel dönüşüm projelerinin farklı bir boyuta doğru çekilmeye başlandığını ve İstanbul’daki tüm vatandaşların kentsel dönüşüm denildiğinde korktuğu söyleyen Tayfun, bunun nedenin ise kentsel dönüşümün bir hak mağduriyeti hak gaspı anlamına gelmeye başladığını ve böyle bir senaryo ile karşı karşıya kalan vatandaşında doğal olarak kentsel dönüşüm projelerine korkarak baktığını söyledi.

Ancak İstanbul’un kesinlikle bir kentsel dönüşüm geçirmesi gerektiğini dile getiren Tayfun, bu dönüşümü gerçekleştirmenin en kolay 3 adımlı senaryosunu ise şöyle izah etti;

Birincisi katılımlı bir proje modülü ortaya koyacaksınız. Yani dönüşümün gerçekleştiği bölgede yaşayanların tümünün katıldığı hak ve söz sahibi olduğu bir proje süreci işleteceksiniz ve süreç olarak kurgulayacaksınız bu kentsel dönüşüm projelerini.

İkincisi ise yerleşimcileri kesinlikle mümkün olduğunca yerlerinde koruyacaksınız. Yani yaşadıkları yerlerde kalmalarını sağlayacaksınız. Tabi kalacakları bu yerlerde hayatlarını idame ettirebilecekleri belli projelerle birlikte, sosyal yapılandırma projeleri, iş sahiplerine ilişkin projeler ve gelir düzeyini arttırmaya yönelik ekonomik projeler ile birlikte bunları gerçekleştireceksiniz.

Üçüncüsü ise bunu hakça yapacaksınız. Kimsenin hakkının kimseye geçirmeden yapacaksınız.

KAMU TAŞIN ALTINA ELİNİ SOKMALI

Bu üç adımın izlenilmesi halinde istanbul’da rahatlıkla sağlıklı bir dönüşüm gerçekleşebileceğini söyleyen Tayfun, sözlerini şöyle sürdürdü;

‘’ Tabii kamunun burada kaynak yaratan projeler şeklinde değilde, kendisinin kaynak ayırdığı ve yatırım yaptığı projeler olarak görmesi gerekiyor. Yani kamunun burada taşın altına elini koyması ve kaynak ayırması gerekiyor. Kaynak ayırmadan yapılanlar görüldüğü gibi daha sonradan rant projeleri oluyor ve orada yaşayanlar ve İstanbul için olumsuz sonuçlar doğuruyor. Kentsel dönüşüm projelerinde projeler sermaye grubunun eline bırakılamaz. Burada birincil aktör kamu olmalı. Çünkü inşaat firmalarının nerede nasıl proje yapacağı muamma. Şirketler sınırsıza varan imar haklarını kullanmak istiyorlar. Bu iş inşaat firmalarının eline bırakılırsa bir takım sıkıntılarda oluşacak. Bazı inşaat firmaları taahüt etttiğini yapamayacak. Sosyal donatıları neredeyse olmayan bir mekanı firmalar dönüşüm kapsamında yeniden sosyal donatılardan eksik bir şekilde yapacak, buda tekrardan sağlıksız konut projelerini ortaya çıkartacak. O yüzden bu işin sıkı denetim altında ve sosyal yönü yüksek projeler şeklinde gerçekleştirilmesi gerekiyor.’’

ACİLEN KAMU BİNALARI ELDEN GEÇİRİLMELİ!

İstanbul için en acilinden mevcut olan kamu binalarının elden geçirilerek yenilenmesi, gerekiyorsada yıkılıp tekrardan yapılması gerektiğini, özellikle de eğitim tesislerinde bu çalışmayı yapması gerektiğini dile getiren Tayfun, kamunun kaynak yaratıp mevcut projeleri hayata geçirmesi gerektiğini, aksi takdirde ise olası bir depremde çok ciddi kayıpların yaşanabileceğini belirtti.

YERLEŞİM ALANLARININ YÜZDE 50’Sİ YOLA GİDİYOR

Konutlara yönelik yapılacak bir projede bu projenin kendi kendini finanse edeceğini söyleyen Tayfun, İstanbul’da sağlıklı bir kent yapısı olmadığı için neredeyse yerleşim alanlarının yüzde 50’sinden fazlasının yol alanları olarak görülüğünü belirterek;

‘’Öyle küçük parselasyonlar varki her parselasyona yol arzı sunmanız gerektiği için ne yazıkki bu parçalanmış doku içerisinde çok fazla da kaybedilmiş toprak var. Bu toprakların tapulaştırılması ve birlikte yaratılacak alanlarda bu projelerin finansmanı için rahatlıkla kullanılabilir. Bunlarda ayrı modeller olarak geliştirilebilir ki bunlarıda yapmanında çok basit ve mantıklı adımları var. Bir takım araştırmalara göre İstanbul’da biz kent toprağının toplamını belirlenen bir kentsel alanda olması gereken yoğunlukta kullanamıyoruz. Kent toprağını o yoğunluğa yükseltebiliriz ve o süreçtede kendi kendini finanse eden bir projeden rahatlıkla bahsedebiliriz.’’ dedi.

EYLEM PLANI RAFTA KALIRSA ÖNEMİ OLMAZ

Depremden sonra hasarlı olan binalar hala ayakta durmaya devam ettiğini dile getiren Tayfun,’’ 2023 Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nın (UDSEP-2023) içeriğine baktım, çok önemli bir adımın atıldığını düşünüyorum. Ancak bu planın İstanbul’a yansımasının nasıl olacağını gözden geçirmek gerekiyor. Biliyoruz ki bazı bölgelerde yapı yasaklı alanlar bile, yani fay hattının geçtiği alanlar bile yerleşime açıldı. Bu tablo karşısında Eylem Planın ne kadar işe yarayacağının sorgulanması gerekiyor. Eylem Planı hali hazırda çok önemli bir adım, ama bu adımın takipçisi olarak kamunun ve merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde büyük baskı kurması ve bu eylem planın hayata geçirilmesi gerekiyor. Eğe bu eylem planı hayata geçirilmez ise rafta kalan olumlu bir plan hazırlanmış veya hazırlanmamış bunun hiçbir önemi olmaz. Bunun bağlayıcılığı ve beraberinde de cezalandırma mekanizmasına kadar müeyyideleri ile bir sistem olması gerekiyor.’’ dedi.

Tayfun, iki yıl önce depremde çok ciddi kayıplar vermiş olan Akyazı’da fay hattındaki yapı yasaklı alanın yapılaşmaya açıldığını ve normalde 100 metre olması gereken çekme mesafelerinin vatandaşın isteği ile belediye tarafından 10 metreye kadar düşürüldüğünün altını çizerek bir takım şeyler için çaba sarfederken bu tarz durumlarında önüne geçilmesi gerektiğini söyledi.

İSTANBUL’UN HER YERİ GÜVENLİ, HER YERİ GÜVENSİZ…!

İstanbul’un en güvensiz bölgesindeki çok sağlıklı ve mühendislik hizmetini sağlıklı bir şekilde almış bir binada oturmanın İstanbul’un en güvenilir bölgesinde hiçbir mühendislik desteği almamış bir binada oturmaya göre daha güvenli olduğunu vurgulayan Tayfun,

‘’O yüzden şurası güvenli burası güvensiz demek doğru değil. Herkes kendi yapısı üzerinden bir değerlendirme yapmalı. Örneğin İstanbul’da çok kötü olan bölgelerde bile mühendislik ileri teknoloji ile öyle bir yere geldiki fay hattı nın üzerine yapmıyor iseniz istediğiniz alana yapı yapabiliyorsunuz. Ama yeterki tam anlamıyla günümüz mühendislik hizmetinden yararlanarak yapın ve güvenli bir şekilde oturun. Sorun zemin ile ilgili değil. Önemli olan yapacağınız yapı için yer kürede oturtabileceğiniz sağlam zemini bulun. Ama çok sağlam bir zeminde mühendislik hizmeti alamamış sadece yapı ustalarının marifeti ile yapılmış bir binada aynı güvenlikten bahsedemezsiniz. Artık zemin bu teknolojide çok ön planda değil. Öncelikli olan üstün teknolojili mühendislik hizmetini almış olmanız.’’ dedi.

İMAR DEĞİŞİKLİKLERİ KAOSA YOL AÇIYOR

Konutların giderek artması ve bilinçsiz bir şekilde dikilen gökdelenlerin mevcut trafik yükünü arttırdığını belirten Tayfun;

‘’Bunların hepsi plan işidir. Normalde nereye hangi yükseklikte gökdelen dikileceği planlar içerisinde yer alıyor. Kent içerisinde yerleşim alanlarının nerede olacağı hepsi planlar içerisindedir. Bu planlar ne yazıkki parsel ölçeğinde yapılan imar değişiklikleri ile biliyorsunuz ki o gökdelenlerin çoguda o şekilde dikiliyor. İmar planı değişiklikleri ile çevre koşullarının çok çok üstünde ayrıcalıklı imar hakları alıyorlar ve o gökdelenleri dikme şansına erişiyorlar. Bu projelerle birlikte mevcut olan planların çogunu da ortadan kaldırıyorsunuz. Bu planlarla birlikte oluşturulmuş olan örneğin bir raylı sistem yapmanız, bir otoyol yapmanız yönündeki alt yapılarıda otomatikmen ortadan kaldırıyorsunuz. Çünkü planda 100 bin kişi için yapılmış olan bir ulaşım sistemine daha sonradan getirilen imar planı değişiklikleri ile 300 bin kişiyi yerleştiriyorsunuz. Ve bunların nihayetinde de kaçınılmaz olarak büyük trafik kaoslarına yol açıyorsunuz. Bu süreci engellememiz gerekiyor.’’ dedi.

İSTANBUL’UN ‘’MASTER PLANI’’NA İHTİYACI VAR

İstanbul’un ulaşım noktasında master planına ihtiyacı olduğunu ve bu master planı ile birlikte doğru kurgulanmış bir sürece doğru gidilmesi gerektiğinin altını çizen Tayfun, ‘’ İstanbul bunları denedimi denedi. Özellikle 1997 yılında İstanbul’un master planı yapıldı. Yapılan plana göre bugün istanbul’daki toplu taşımanın yüzde 30’u raylı sistemlere, yüzde 12’si de deniz ulaşımına ayrılmış olması gerekiyordu. Ancak bugün baktığımızda bu sayının deniz ulaşımı yüzde 3’te raylı sistemler ise yüzde 10 mertebesinde. Yani demekki biz bu planı uygulamadık. Şayet uygulasaydık biz bugün ulaşımda rahatlamadan bahsediyor olurduk. İstanbul’da ulaşım problemini çözmek için önce master planı daha sonrada raylı sistemler ve deniz ulaşımına öncelik veren projeler geliştirmeliyiz. Biz şu anda 3. Köprü ve karayolu tüp geçişini gündeme getiriyoruz. Bunlarda lastikli araçlara hitap ediyor ve doğal olarakta trafiği kronikleştiriyor.’’ dedi.

Haber7.com