Gazze’deki Mülteci Kampına Dönüşüm

Dünya Hali
Remzi Baroud* / TIMETURK Nüseyrat Mülteci Kampı’nın sayısız şamatacıları arasındaki yaramaz çocuklardan biriydi. Asla kurumayan sümükleriyle bilirdik onu. Bazen sesi çok çıksa da, her zaman yard...
EMOJİLE

Remzi Baroud* / TIMETURK

Nüseyrat Mülteci Kampı’nın sayısız şamatacıları arasındaki yaramaz çocuklardan biriydi.

Asla kurumayan sümükleriyle bilirdik onu. Bazen sesi çok çıksa da, her zaman yardımsever ve şirindi. Kampın paslı kapıları ve dar sokakları arasından çıkıp karşılamaya gelenler arasında Mahmut görünmüyordu.

Ebu Nida, “O artık cennette” dedi. Gelişimle neşe bulmuş sesi aniden boğuldu. Oğlunu kaybetmenin acısıyla geçen tüm yılları, o tek ana sığdı. Duraksadı ve gözyaşlarını sildi.

Duvardaki resimde, sakallı yakışıklı bir gencin yüzü vardı. Birkaç yıl önce İsrail ordusunun Gazze’ye girişinde öldürülmüştü. Resmin altında, “Aziz Şehit Mahmut Faik el-Hac” yazıyordu.

Sağ elimi Ebu Nidal’ın omzuna koydum ve bu tür durumların olağan sözüyle, “Hepimiz senin evladınız” dedim. Ebu Nidal minnetle başını salladı ve komşular diğer şehitlerin adlarını zikretmeye başladı. Ardından Fatiha okuduk. Allah’tan Gazze’de yitip gidenlerin ruhları için mağfiret diledik.

Bu noktada, Kırmızı Meydan’da durduğumdan beri çok yıllar geçti. Adını 1987’de İsrail askerlerinin ellerinde katledilen insanlardan alan bu açık meydan, tıpkı diğer mülteci kamplarında olduğu gibi daralmış.

Yoksulluğa rağmen Gazze Şeridi’ndeki nüfus belirgin şekilde kalabalıklaşmış. İsrail’in çevrelediği ve abluka altına aldığı Şerit’in 360 km karesinde yaşayan 1,6 milyon insan, bu dar ve sürekli küçülen yerin her santimini kullanıyor. Buna rağmen, Gazze inatla dayanıyor.

Nüseyrat’taki yolculuğuma teyzemin eski evinden başladım. Önce gözlerine inanamadı ve ardından tüm seyahatim boyunca fasılalarla ağladı. “Allah’ım, George geri döndü” diye sürekli eski ismimi tekrarladı. Ayrılma vakti geldiğinde beni caddeye kadar geçirdi. Son kez öptü ve sarıldı, gözlerindeki sayısız gözyaşıyla…

Şehitlik ağzına kadar dolmuş. Yer yokluğundan, yönetim yasaklayana dek insanlar sevdiklerini diğerlerinin üzerine gömmek zorunda kalmış.

Babam, Zavide adı verilen bir yerde gömülü. 2008’de “küçük bir mezarlığa” gömüldüğü söylenmişti. Bu nedenle tek başıma mezarını bulmak istedim. Ancak artık mezarlık küçük değildi ve bulmak için bir saat harcadım. Ararken, bazı arkadaşlarımın ve akrabalarımın da öldüğünü öğrendim.

Bunlar arasında, coğrafya hocam, Arapça-Din hocam, eşek arabasında çerçilik yapan tek gözlü nazik adam, adı “kurban” anlamına gelen 13 yaşındaki Feda adlı bir kız çocuğu vardı.

Nihayet babamın mezarını buldum. Babam, Muhammed. Harika, sevecen, mahir, öfkeli, gümbürtülü ve sıcak adam… Bir gün Gazze’ye gömüleceğini asla tahmin etmezdi. Uzun zaman önce yok edilen Beyt Daras’taki evine gitmek isterdi. En son onu gördüğüm zaman, yani uzun yıllar önce, “Yakında görüşürüz, oğlum” demişti. Ona bir not yazıp, mezar taşının altında Gazze toprağına bıraktım.

Beyaz mezarı başında “Ey mutmain nefs! Sen Rabbinden Rabbin de senden razı olarak dön!” ayetini okudum. Hiçbir Dökme Kurşun, hiçbir katliam ölülerin bu huzurlu dinlenişini engelleyemez. Gazze’de bile…

Annem Zarefe’nin mezarı başka bir mezarlıktaydı. Gözüme hatırladığımdan çok eski göründü. Yeri, dedemlerin ve iki yaşındaki kardeşim Enver’in küçük mezarları yakınındaydı.

Mahallemdeki yoksul evler arasında nispeten daha heybetli duran eski evim, artık gözden kaybolmuş. Beyaz duvarları yıllar ve bakımsızlıkla kararmış. Evin yeni sahibi Ebu Abdullah, beni içeri davet etti.

Mütevazı tavırlı ve dostane ancak gülümsemeyen bu büyük adam, evin içini gezdirdi. Tüm yılların ardından çok az değişmiş olsa da, kardeşlerimle birlikte hortumdan yaptığımız ve yüksek duvara astığımı “basketbol potası” gitmişti.

Neredeyse annemin küçücük evde koşturan 5 erkeğe bağırışını duyar gibiydim. “Allah’ım bana sabır ver” diye bağırırdı, bizim sakarca kırıp döktüğümüz şeyleri peşimizden toplarken.

En son onları gördüğüm yerdeki İsrail birliklerinin talanından kalma kurşun deliklerinin durup durmadığına bakamadım. Bunca yılın ardından, o kadar hayal etmeme rağmen, dayanacak gücüm kalmadı. Ebu Abdullah’ın kalmam için ısrarlarına rağmen, alelacele çıktım.

İngilizce hocam Muhammed Nofal, bıraktığım gibiydi, komik ve konuksever. Birkaç arkadaşım öldürülmüştü fakat diğerleri sebat etmeye, yapmaya, tamire, eğitmeye ve hayatta kalmaya devam etmiş. Gazze’yi tanımlayan hayrette bırakan kararlılığı, hatırladığımdan çok daha güçlenmiş. Bu yerde kimse merhamet dilenmiyor.

Yolculuğum sırasında kuzenlerden birine merakla, “Burada büyük bir bina vardı” dedim.

Aldırmaz şekilde cevapladı: “Son savaşta yıkıldı fakat molozları ezdik betona çevirdik. Bina caddenin öte yanında”. Gazze’de çok az kişi yıkılanları konuşur ekserisi yeniden inşa edilenleri anlatır.

Han Yunus kasabasına gitmek için taksi beklerken, Akel falafel tezgâhı gördüm. Burada bir zamanlar babamın bozukluklarını Falafel’lere ve sarı ezilmiş buzlara (Barrad) harcardık.

Gazze’nin güneyindeki Han Yunus yolunda elimde içinde Barrad olan bir plastik kupa vardı. Dikkatli ve küçük yudumlarla içiyordum. Tadı aynı 6 yaşımdaki gibiydi. O zamandan beri dünyadaki hiçbir şey daha tatlı olmadı.
Bir arkadaşım “Mısır sınırı hayırlısıyla açılırsa, Nüseyrat’ta Barrad için geri gelebilirsiniz” dedi.

“İnşallah” dedim, “İnşallah!”

*PalestineChronicle yazarı. “Özgürlük Savaşçısı Babam” adlı son kitabı Pluto Press, Londra’da yayınlandı.