Çevreye En Büyük Katkı Kağıt Toplayıcılardan

Dünya Hali
Röportaj: Arzu Erdoğral Çevre kirliliğini kaç başlık altında ele almalıyız? Ülkemizde çevre kirliliğinin ulaştığı boyut nedir? Katı atığın, yani çöpün insana ve çevreye zarar vermesini önlemek için en...
EMOJİLE

Röportaj: Arzu Erdoğral

Çevre kirliliğini kaç başlık altında ele almalıyız? Ülkemizde çevre kirliliğinin ulaştığı boyut nedir? Katı atığın, yani çöpün insana ve çevreye zarar vermesini önlemek için en iyi yöntem nedir? gibi  birçok sorunun yanıtını almak için görüşlerine başvurduğumuz Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.M.Talha GÖNÜLLÜ, çevre konusunda merak edilen herşeyi on5yirmi5 için yanıtladı.

Çevre kirliliğini kaç başlık altında ele almalıyız?

Çevre kirliliği, temel olarak Hava, Su ve Toprak Kirliliği olarak 3 başlık altında inceleniyor gibi görünse de gerçekte durum bu kadarla sınırlı değildir. Bu genel başlıklar bünyelerinde birçok alt başlığı barındırdığı gibi farklı olarak da yeni genel başlıklara ihtiyaç vardır.
Çevre, canlı ve cansız bütün varlıkların yaşamlarını idame ettirirken etkilediği veya etkilendiği tüm ortam olarak tanımlandığı varsayılırsa tüm bu çevreye olası her türlü olumsuz katkı bir kirlilik olarak ifade edilebilir. Bu çerçevede bakıldığında olayın vahim tarafı daha net olarak anlaşılabilmektedir. Bu açıdan Çevre kirliliğini aşağıdaki temel başlıklar altında çok detaylı incelememiz ve üzerimize düşen vazifeleri eksiksiz yerine getirmemiz, çevre gönüllüsü olarak değil toplumun bir bireyi olarak zorunluluklarımız ve sorumluluklarımız arasında yer almaktadır. En basit haliyle çevre kirliliği aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir.

1) Hava Kirliliği
a) Partiküler Kirleticiler
b) Zehirli Gazlar
c) Küresel Isınma
2) Su Kirliliği
a) Deniz Kirliliği
b) Göl Kirliliği
c) Akarsu Kirliliği
d) Yer altı Suyu Kirliliği
3) Toprak Kirliliği
a) Kirleticiler
b) Yangınlar
4) Diğer Kirlilikler
a) Gürültü Kirliliği
b) Radyoaktif Kirlenme
c) Işık Kirliliği
d) Elektromanyetik Kirlilik
e) Vb.

Ülkemizde çevre kirliliğinin ulaştığı boyut nedir? Sizce ne gibi önlemler alınması gerekir?

Ülkemizde çevre kirliliğine ilişkin birkaç rakamsal veri ile konu çok daha netlik kazanacaktır.
Ülkemizde TUİK verilerine göre atık suların %30’undan fazlası hiçbir arıtım uygulanmadan alıcı ortamlara deşarj edilmektedir. İçme suyu bakımından ise içme suyu arıtma tesisleri vasıtasıyla halkın içme suyu ihtiyacının sağlandığı kısım %41 seviyelerinde kalmakta, kalan %59’luk kısım ise herhangi bir arıtıma tabi tutulmadan içme suyu ihtiyaçları karşılanmaktadır. Ayrıca hava kirliliği bakımından ise 1990 yılından bugüne toplam emisyon değeri yaklaşık %80 oranında artış göstermiştir. Katı atık bakımından ise üretilen katı atığın %50’sinden fazlasının gelişi güzel açığa bırakılarak bertaraf uygulanmadığı bilinmektedir. Tüm bu veriler ışığında ülkemizdeki çevre kirliliğinin önemli bir seviyeye
ulaştığı ve her bakımdan atık yönetimlerinin tüm yerel yönetimlerce tamamlanması gerekliliğinin halen devam ettiği görülmektedir. Ancak bardağın dolu (yani başarılmış) olan kısımlarının çok büyük uğraşlar ile sağlandığını, bunun kolay olmadığını, bardağın tümüyle dolması ve olumsuzlukların tümüyle giderilmesi için halen önemli bir uğraşa ihtiyaç olduğunu da ifade etmek gerekmektedir. Bu konuda, kimi alanlarda sadece yönetimlere değil aynı zamanda ülkemiz yaşayanlarının tümüne de görev düşmektedir. 

Son olarak çevresel ayakizi verilerini dikkate aldığımızda bu konuya ilişkin çarpıcı sonuçlarla karşılaşmaktayız. “Ecological Footprint” veya Türkçe söylersek “Çevresel Ayakizi” dediğimiz kavrama göre 2007 yılı itibariyle dünyada yaşayanların, dünyanın canlıları hayatta tutamak için sağlayacağı “Biyokapasite” değerinin 1,51 katı oranında harcandığını görmekteyiz. Bu oranın bu gidişat ile 2040 yılında 2 kat olması beklenmektedir. Bu durumu şöyle açıklayabiliriz; bir göl kenarında köyümüz olsun. Bu köyde yaşayan insanlarımız çiftçilikle, hayvancılıkla ve su ürünlerinle ile beslensinler. Köyün nüfusu 1000 kişi olsun ve köyde tam 1000 kişiyi besleyecek tarlalara, ormanlara, meralara ve sucul ortamlara sahip olsun. Ancak bu 1000 kişilik köy yaşayanı yaşam tarzları itibariyle 1500 kişilik yaşama denk sarfiyatta bulunsunlar. İşte durum ve resim budur. Yapılması gereken ise doğanın besleyebildiği ölçüde yaşamımızı düzenlemektir. Bu bakımdan, diğer taraftan, doğanın üretkenliği de öncelikle korunmalıdır. Yani kirletilmemelidir, ormanlar, meralar, ekili alanlar vb. korunmalıdır. Erozyon engellenmelidir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelinmelidir. Enerji ve malzeme tasarrufu, verimli kullanış anlayışı benimsenmelidir. Bu konuda ülkemizin ekolojik ayakizi bakımından dünya ortalamasına göre 2007 yılında iyi durumda olmadığımız, biyokapasitenin 2 katı civarında doğayı harcadığımız gözükmektedir. Ülkeler bazında baktığımızda bazı gelişmiş ülkelerin bu bakımdan çok önde olmamasının nedeni yaşam biçimlerinin çok harcamaya dayanmasına karşılık, bulundukları yeryüzü parçasının “Biyokapasite” varlıkları açısından zengin olması göze çarpmaktadır. Ancak dünya genelinde çöl ve biyolojik üretime elverişli olmayan bir çok geniş yeryüzü parçaları ve buralarda yaşayan ülkeler de olduğunu düşünerek; aynı gemide yer aldığımız için, “olumsuz iklim değişimleri” şeklinde ortak etkilenmelerin tüm insanlığı tehdit ettiği herkesin bildiği bir durumdur. Bu nedenle, yerküre üzerinde yaşayan her topluluğa düşen görev, “dünya genelinin harcaması gerektiği kadar doğayı harcamak ve kullanmaktır”.      

    
Görüldüğü gibi dünya ile paralel olarak ülkemizin çevresel açıdan bulunduğu kıskaç kelimenin tam anlamıyla felâket olarak değerlendirilebilir.
Peki, bunun önüne geçebilmek için neler yapmalıyız…
Öncelikle yapılacak en önemli iş, çevre konusunda bilinçli bireyler yetiştirmektir. Bu açıdan özellikle eğitim yuvalarında geleceğimiz olan yeni neslin çevreye duyarlı olarak yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu zamanla meyve alınabilecek önemli bir adımdır. Kısa süreli olarak çevreye ilişkin her türlü duyarlı davranışın teşviki ve olumsuz her türlü davranışın caydırıcı cezalar ile önlenmesi yoluna gidilmesi de sonuç alınabilecek önlemler içerisinde yer almaktadır.

• Deniz kirliliği açısından kıyılarımız nasıl bir tehlike ile karşı karşıya?
3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmanın beraberinde getirdiği fırsatlar konusunda unutkan olmamıza rağmen deniz kirliliği konusunda bu kadar unutkan değiliz maalesef. Özellikle her türlü kirleticinin son durağı olarak gördüğümüz alıcı yüzeysel su kaynakları, bize bu denli güzellikler sunarken yaşamın bir parçası değil de adeta atıklarımızı kustuğumuz bir ortammışçasına davranışı hak etmiyor. İlk bakışta estetiksel bir sorun gibi görünse de ülkemizdeki su ve su ürünleri sektörü ile bu kirlilik eş zamanlı olarak yaşamını sürdürüyor. Bu kirleticilere dayanıklı olup, kirleticileri bünyelerinde biriktiren yaşamını idame ettirebilirken dayanıksız türler yok oluyor. Bu birikim de akut olmasa da kronik sağlık problemlerine davetiye çıkarıyor. Dolayısıyla deniz kirliliği, su ürünleri konusunda büyük tehdit oluştururken rekreasyon amaçlı kullanım olan bölgelerde de halkı tehdit eden önemli bir unsur haline gelebilmektedir. Sonuç olarak deniz kirliliği gerek yaşam alanı olarak, gerek rekreasyon amaçlı olarak ve gerekse de görsel bir güzellik olarak bildiğimiz denizlerimizi, deniz olmaktan çıkarıp atık yuvası haline dönüştürüyor.

• Katı atığın, yani çöpün insana ve çevreye zarar vermesini önlemek için en iyi yöntem nedir?
Gelişen teknoloji ile birlikte her türlü atık farklı yöntemlerle bertaraf edilebilirken bu yöntemlerin ekonomik olup olmaması da uygulanabilirlik açısından büyük önem taşımaktadır.  Katı atık bertarafı üzerine en iyi yöntemi konuşabilmek için önce bir yöntemin uygulanmış olması gereklidir. Oysa ki ülkemizde açığa çıkan atıkların %70’ine yakın bir kısmı herhangi bir bertaraf tekniği uygulanmadan vahşi bir şekilde alıcı ortama bırakılmaktadır. Bir bölgede son derece modern pahalı ama bir o kadar da etkin bir modül uygulayıp, diğer bölgeleri atık yönetiminden ekonomik problemlerden ötürü yoksun bırakmak yerine en az maliyetli, uygulanabilir ve nihai bir yöntem üzerinde çalışmaları yoğunlaştırmak gerekir. Bu yöntem, hali hazırda ülkemizin çeşitli bölgelerinde uygulanan düzenli depolama yöntemidir. Tüm il belediyelerinin tek başına ya da 2–3 il ortak bir düzenli depolama tesisi kurarak, mevcut vahşi atma yönteminden vazgeçilerek bu çağ dışı yöntemden bir an önce uzaklaşmalıyız. Kontrollü yapıldığı takdirde düzenli depolama tesisleri ile atık doğaya organik bir bileşen şeklinde sunularak doğanın özümseme kapasitesine teslim edilerek olası zararlı etkilerinden çevremizi korumuş oluruz.

• Sizce ülkemizde yaşanabilir ve yaşatılabilir bir geri dönüşüm sistemine sahip miyiz?
Maalesef böyle bir sisteme sahip değiliz. Mevzuatımız da bunu tarif etmemektedir. Mevzuat masa başında, ülkedeki farklılıkların farkında olmadan her il ve ilçeden aynı uygulamanın istendiği bir tanımlamaya sahiptir. Geridönüşüm sistemlerinin başarısı işin ekonomik olmasına bağlıdır. Çünkü geridönüşüm uygulaması gerçekte yerel yönetimlere ilave bir yük getirmektedir. Çünkü geri dönüşüm sisteminde toplanan malzemenin değerine karşılık, toplama ve ayırma maliyetleri de önemli bir toplamı oluşturmaktadır. Kapıların önünden toplama işi en maliyetli durumdur. Bu ancak yoğun nüfusla yerleşilmiş, içinde çok miktarda kıymetli (maddi değeri yüksek) geri dönüştürülebilir malzeme (plastik ve metal) bulunan atık akımına sahip olan ve toplumun katılımının çok yüksek olduğu yerleşimlerde mümkün olabilmektedir. Buda büyükşehirlerde olabilir.  Nitekim de bu şekilde gerçekleşmektedir. Küçük yerleşimlere doğru gittikçe toplumun kendisinin belli getirtme merkezlerine getirmesi yoluna başvurulmalıdır. Daha da küçülen ve gelir düzeyi çok az olan toplumlarda ise geri dönüşümü yapmak bile ekonomik olmayabilir. Çünkü diyelim ki bir getirtme merkezi (okul, resmi daire, belediye vb. yer) vasıtasıyla malzemeleri bir kamyonu doldurarak topladınız. Ancak kamyona doldurduğunuz malzemeler çoğunlukla kağıt ve camdan ibaret olacaktır. Bu birkaç tonu geçmeyen ve değeri çok olmayan atığı uzaktaki illere atık işleyen fabrikalara göndermek bazen ekonomik dahi olmayabilir. Bunun yerine bu malzemelerden yerel olarak yararlanma ve tekrar tüketme için çalışılmalıdır.  
 Ülke de her geçen yıl geri dönüşüm açısından gelişme sağlandığı ve hedeflenen çizgiyi aştığı söylenebilir. Bunda sokak toplayıcılarının payı çok önemlidir. Cam ve plastik malzemeler hedeflenen seviyelerde seyrederken kağıt ve metal atıkların geri dönüşüm oranları hedeflenen seviyenin bir hayli üstünde yer almaktadır. Aşağıda Çevre Bakanlığının atık yönetim planı çerçevesinde geri dönüşüm hedef değerleri yer almaktadır.
Malzemeye Göre Yıllık Geri Kazanım Hedefleri (%)
Hedeflerle ilgili olarak Bakanlığın açıkladığı 2006 ve 2007 yılı elde edilen geri dönüşüm sonuçları da aşağıda verilmektedir.

 
• Çevre kirliliği neticesinde her geçen gün dünya küresel ısınma tehdidi ile karşı karşıya… Geldiğimiz noktada durum nedir?
Küresel ısınma geçmişten günümüze atmosferimizde hızla artan sera gazlarının beraberinde getirdiği bir sorundur. Bu sorun 20. Yüzyılın 2. yarısında fark edilmeye başlanmış ve o günden sonra gündemdeki yerini hep korumuştur.  Küresel ısınma ile birlikte her geçen yıl, ülkemizde ve paralelinde tüm dünyada yazlar daha kurak kışlar da daha az yağışlı olmaktadır. Resimden 20. Yüzyılda dünyada yer alan sıcaklık değişimi açıkça görülmektedir. Bu durum başta tüm ekolojik yaşamı tehdit etmekle birlikte sosyal yaşantımız için de radikal değişikliklere sebebiyet verecektir hatta vermektedir.   Her ne kadar ilk bakışta sıcaklık farkı 0,5–1  ̊C gibi görülse de bu değer dünyamız için çok büyük sorunlar oluşturmaktadır. En önemli etki ise kutup bölgelerinde bulunan buzulların erimesiyle görülmektedir. Bu erimeyle birlikte her yıl deniz suyu seviyesi artış göstermektedir. Bu artışın yanında deniz suyu sıcaklığının değişmesi ile birlikte büyük okyanus akıntılarında da değişimler olmaktadır. Bunlara bir örnek olarak İngiltere kıyılarında görünen Gulf Stream akıntısı örnek verilebilir. Türkiye’de küresel ısınma açısından bakıldığında 1990’dan 2008’e enerji sektöründe %114 endüstri açısından ise %79’luk artış gözlenmiştir. Bu da küresel ısınma da Türkiye’nin rolünü gösterme açısından önemli bir veri olarak sayılabilir.
 

 

• Gençlerin çevre bilincine sahip olmaları için ne yapılması gerekir?
Çevre bilinci aslında tüm sorunların ortak çözüm noktasıdır. Yalnız bu bilincin oluşumu uzun ve zahmetli bir süreç olması ve ülke olarak kısa süreli anlık çözümlere olan sevdamız nedeniyle hep arka plana attığımız önemli bir adımdır. Çevre bilinci için gençlerimizin anlayacağı dilden, anlayacakları yol ile içten içe oluşturulmalıdır. Olayın tüm yönlerinin değil de onları en çok ilgilendiren kısımlarının çok basite indirgenerek gençlerimize duyurulmalıdır. Bu konuda resmi ve gönüllü kuruluşların okullarda, kurumlarda ve yerleşimlerde yaptıkları tanıtım, sunum ve anket çalışmaları önemli bir mesafe kat edilmesine neden olmuştur. Ayrıca ödüllü okullar arası çevre ile ilgili yarışmaların düzenlenmesi de ilgi odağı haline getirmektedir. Okullarda yapılan geri dönüşüm çalışmalarındaki başarılar da bunların en önemli göstergesidir. Bu çalışmaların yaygınlaştırılması, sadece bazı firmalar ile gönüllülük esası değil de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenerek “Çevre ve İnsan” isimli dersin tüm okullarda okutulması ve müfredatının da bilgiye boğma şeklinde değil de gerçek anlamda geleceklerimizin bilinçlenmesi odaklı olması gerekmektedir. Çeşitli kampanyalar ve ödüllerle bu konuya gençler tarafından duyarlılık amaçlanmalıdır. Böylece zamanla bu bilincin beyinlerde kalıcı olması sağlanabilecektir. Ülkemizde bu konuda seçilen hedef kitle genelde erişkin olmayan genç nüfustur. Aslında mutlaka bu çok önemlidir. Ancak burada kaçırılan nokta ise “her yaştan gençlerin bu konuda bilinçlendirmeye ihtiyaçlı olduğudur”.