Sirk Dünyasını Sinemaya Taşıdı

Doğal Yaşam
Cüneyt Arkın kahramanlık demek; dörtnala giden iki atın arasından koşmak, ters parende atarken seri ok atışları yapmak demek. Bir neslin çocukluk kahramanı, sinemadaki milli gurur kaynağı olan Cüneyt ...
EMOJİLE

Cüneyt Arkın kahramanlık demek; dörtnala giden iki atın arasından koşmak, ters parende atarken seri ok atışları yapmak demek. Bir neslin çocukluk kahramanı, sinemadaki milli gurur kaynağı olan Cüneyt Arkın, Esquire dergisinin Kasım sayısında Tolga Üyken’e sinema yaşamını anlattı…

‘Çılgın Dershane’ ve ‘Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu’ gibi beğenilmeyen filmlerde neden oynadınız?
Ekonomik nedenlerden dolayı oynadım. ‘Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu’ başarılı değildi. Senaryo iyi değildi. Bu yapımlarda yer aldım, çünkü biz çok büyük paralar kazanmadık. Benim çok saygı duyduğum ünlü isimler arasında, üç kişilik hastane odalarında tedavi görenler var. En popüler olduğum dönem, 150 bin lira alıyordum; arabeskçiler ise 5 ile 10 milyon lira kazanıyordu.

FAZIL SAY ÇOK HAKLI

Ücret uçurumu nasıl oluştu?
Arabesk, sadece sinemaya değil, müziğe ve kültüre de zarar verdi. Müthiş bir gerileme yaşandı. Fazıl Say’ın arabeske karşı aldığı tavrı destekliyorsunuz o halde. Baştan beri o tavırdayım. Arabesk filmleri gördüğüm zaman dayanamıyorum. Benim halkım dinamiktir. Yenilgiyi kabul etmez. Zorluklarla baş etmeye uğraşır. Müthiş bir yaşama sevinci vardır. Arabesk kültürü o kadar kaderci ki, adamın annesi ölüyor; oturuyor, şarap içip şarkı söylüyor. Kemal Tahir’in çok güzel bir sözü vardır; “Bana bir milletin şarkılarını dinletin, o milletin ne mal olduğunu size söyleyeyim” der.

Sinemamızda ‘Cüneyt Arkın filmleri’ diye bir tür var. Cüneyt Arkın’ın muadili yok. Bu, nasıl oldu?
Ben, koskoca sirki sinemaya getirdim; bu, az bir şey değil. Kazak Sirki’nde çalıştım. Sirkte görsel şov olarak ne varsa, aldım getirdim. Seyirci dehşete kapıldı. Artisttim, oyuncuydum ama kendimi geliştirmeye gidiyordum. Bununla birlikte artık piyano çalan bir aktör olmaktan sıkılmıştım.

Biz çok alçakgönüllü davrandık. ‘Cüneyt Arkın filmi’ deyince, beş dakika duracaksın. O filmlerin arkasında büyük bir birikim var. Ben bir parende atıyordum, o parende halkı kesmiyordu. Hem parende hem ok atmamı bekliyorlardı. Avrupa’da George Arkın, İtalya’da John Arkın, İran’da Fahrettin, Türkiye’de ise Cüneyt’tim.

FİLMLERİM İNSANÜSTÜ

‘Yıkılmayan Adam’ gibi bir film neden çekilmiyor artık?
Öyle insanlar kalmadı. Türk halkı kahramanı sever. Destanlarında, masallarında ve ninnilerinde bile bir kahraman vardır. Kahraman yoksa halk yaratır. Ben onların gözünde bir kahramandım. Fakat bu hiç kolay değildi. Düşünüyorum da, filmlerim gerçekten insanüstüymüş! İki atın arasından gidiyorum; üstelik atlar, araba atı. Sete gidiyorum, “Atım geldi mi?” diyorum. “Geldi” diyorlar ve arabadan söküp getiriyorlar.

Hollywood’daki gibi eğitimli hayvanlarınız yok muydu?
Faytona bağlanan atlardandı, bildiğiniz araba atı yani. Sonra kendime bir at aldım eğitmek için. Ancak ne yazık ki çok fazla eğilemedim üzerine. Mükemmel bir attı. Komşular şikayet etti.

ARTIK DİZİDE OYNAMAM

Eski filmlerinizi izlediğimizde, oldukça becerikli bir aktör görüyoruz. Çok çalışmakla oluşan bir etki bu, öyle değil mi?
Hayatımı verdim bu işe. 23 yaşında, gencecik bir insandım bu işe başladığımda. Sabah 07.00’de kalk ve fiziksel olarak her şeyini ver; zor iş! Yıllarca 72 kiloydum; 73’e çıkamadım. Çünkü bütün aletlerim, o kiloya göreydi; yoksa çalışamazdım. Benim bir filmim tutmadığı zaman, “Cüneyt Arkın’ın filmi yattı” diyorlardı. Her şey bana bağlıydı. Şimdi bir dizi tutmadığı zaman, “Dizi yattı” diyorlar. Bir filmi çekerken, ötekinin senaryosuna çalışırdım. Bir taraftan da sirke gidip antrenman yapardım.

Sirkteki eğitmenlerle diyaloğunuz nasıldı?
Çok ciddi bir çalışma tempom vardı. Çalışmak zorundaydım; çünkü ben kaza geçirdiğimde 20 kişilik kavgacı ekibim parasız kalırdı. n “Keşke içinde olsaydım” dediğiniz bir televizyon dizisi var mı? Yok. Çok dizi çektim. Gençken çekilebilir ama belli bir yaştan sonra zor. Belli bir disiplin olsa, “Sabah 09.00’da gel, 13.00’te işin biter” deseler, olabilir. Ama sadece yarım saat sürecek bir sahnen var, seni bütün gün sette tutuyorl

NE TELİ LAN KENDİM UÇARIM

Sizin filmlerinizden başkakahramanlık filmleri göremiyoruz. Türkiye’de neden kahramanlık filmi çekilmiyor?
Bugünün dizilerine bakın; işte size yüzlerce kahraman! Tabii o kahramanları bizim zamanımızın kahramanlarıyla karşılaştırmak hata olur. Kahramanlık, dörtnala gelen 10 atın üstüne atlamakla olur. Kavga sahnelerinde şimdi çok meşhur olan Amerikan güreşinin alasını yapmışız. Ve hepsi gerçek, görsel efekt yok.

ARTIK SİLAH VAR

‘300 Spartalı’, ‘Spartacus’, ‘Truva’ gibi yabancı yapımlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
‘Truva’yı devamlı seyrediyorum. ‘Braveheart’ı seviyorum. ‘Gladyatör’ beni çok etkiliyor. Koca Roma İmparatorluğu’nu reddedip, buğdayı okşayan bir kahramandan bahsediyoruz. Artık kahramanlar silaha daha çok sarılır oldu.

Uzak Doğu dövüş filmlerini nasıl buluyorsunuz?
Artık çok mekanikleşti ama bazıları güzel oluyor. Bakıyorsun, ikisinde de kavga ediliyor ama arada fark var. Şimdi bir de telle bağlayıp uçurmak moda oldu. Avrupalı’lar geldi, benim filmlerimi gördü. ‘Tel var mı?’ dediler, “Ne teli lan, biz kendimiz uçuyoruz” dedim.

DOKTORLUKTA TUTUNAMADIM

Mezun olduktan sonra doktorluk yaptınız mı?
Yaptım. Şimdiki hastanelere bakıyorum, her şeyin makinesi var. Biz, elimizle ve tek stetoskopla teşhis koyuyorduk. Koymak zorundaydık, yoksa köyde adımız çıkardı. Katır sırtında giderdik ve teşhisi koyardık. Ben hiçbir zaman şalvarın altından iğne yapamadım; hep üstünden yaptım. Gözümün önünde çocuklar ölüyordu. Pratisyen hekimdim; her türlü hastalığa, ilk anda müdahale etmeye çalışıyordum.

Neden vazgeçtiniz?
Uzmanlık için kadro bekliyordum. Kadro olmadığı için öğle yemeği bile vermiyorlardı; hemşirelerin yemeklerinden yiyordum. Hayat o dönem çok zordu. Doktorlukta tutunamadım.

DOĞAYLA İÇ İÇE

Resimlerinizi, şiirlerinizi ve hikayelerinizi bilmeyenler var. Sanatsal altyapınız ve bunlara olan ilginiz nasıl doğdu?
Toprağa, tabiata bakarak doğdu. Babam bir buğday buldu ve ekti. “Ekinlerin sesini duyuyor musun?” dedi. Büyüyen ekinlerin sesini duymak, nasıl bir ruh zenginliğidir… Onun dışavurumu da sanatsal yollarla oluyor.