Kabadayı mı, Mafya Babası mı?

Doğal Yaşam
Hazırlayan: Engin Dinç Türkiye’de son yıllarda özellikle Deli Yürek, Kurtlar Vadisi ve son dönemde Ezel gibi dizilerde mafya babası, kabadayı gibi tiplemeler canlandırılıyor. Mafya babası, ...
EMOJİLE

Hazırlayan: Engin Dinç

Türkiye’de son yıllarda özellikle Deli Yürek, Kurtlar Vadisi ve son dönemde Ezel gibi dizilerde mafya babası, kabadayı gibi tiplemeler canlandırılıyor. Mafya babası, kabadayı ya da serseri diyebileceğimiz insanların her zaman ve her ülkede kendine göre bir şekil aldığını söyleyebiliriz. Geçmişte Osmanlı’da bu tip insanların oluşturduğu kesimler kendi içinde bir geleneğe sahipti. Osmanlı’da kabadayılık, külhanbeyliği ve kopukluk olarak adlandırılabilecek bu insanlar günümüzün mafya babası, çete reisi ya da serserisine yakın karşılıklara sahipti. Ama kesinlikle aynı değildi.

Modern hayatın ve kapitalist anlayışın dünyanın her yerinde hakimiyetini ilan etmesiyle birlikte geçmişin kabadayılığı ya da külhanbeyliği de şekil ve içerik değiştirdi. Artık bu insanlara kabadayı denmediği gibi Osmanlı’da kabadayı olarak isimlendirilen insanlar gibi de davranmıyorlardı.

Kurtlar Vadisi dizisinin ülkemizde yıllardır reyting rekorlarını kırması,  belki Ezel dizisindeki Ramiz Dayı karakterinde kendini bulan o kendine has duruşu bulunan kabadayıvari tipleminin insanımızda oldukça kabul görmesi geçmişin bu kavramlarını yeniden ele almamızı sağladı. Tabi bu kavramları bugüne yansıyan şekliyle ele almak gerektiğini söylemeye gerek yok.

Bu konuyu incelerken tabi ki kaynak bulmakta da sıkıntı çektik. Ama özellikle Mehmet Doğan’ın Polis Dergisi’nin 33. sayısında yayınlanan Serseriler, Kopuklar, Külhanbeyleri adlı makalesinden yararlandığımızı söylemek isterim.

Osmanlı toplumunda çok farklı ve zengin toplumsal sınıflar vardı. Tabi bunun sokağa yansımaları da oluyordu. Sokağın da tabiri caizse kendine göre sınıflara ayrılmış insanları vardı. Bunlara genel olarak serseri deniyordu. Serseri kelimesi Farsça kökenli bir kelime olmakla birlikte genel anlamda "belli bir işi ve yeri olmayan başıboş (kimse), kabadayı, hayta" gibi anlamlara geliyordu. Gelin külhanbeyi, kabadayı, kopuk, hayta gibi isimlerle adlandırılırdan bu serseriler grubunu daha yakından tanıyalım.

Hamamda büyüyen genç serseriler: Külhanbeyleri

Evsiz olduklarından hamamların külhanlarında (ateş ocakları) yatıp kalkanlara Külhanbeyi deniyordu. Giysileri ve kullandıkları dil kendine hastı. Çapkın, her türlü edepsizliği yapabilecek yaratılışta olan kimse, baldırı çıplak grubundan insanlar olarak görülüyorlardı.

17. yüzyıl İstanbul’unda başlayan külhanbeyliği geleneğinde kimsesiz ve başıboş gençler külhanbeyi olarak yetişirdi. Külhan bu işin mektebi kabul edilirdi. Külhana girmek içinse yetim olmak ve bir sınavdan geçmek gerekiyordu. Anasız babasız olmak, hiçbir aile bağının olmaması tercih sebebiydi. Külhana girmek için 15 yaşını doldurmak gerekliydi. 23 yaşına yaşına kadar külhanda kalan bu gençler daha sonra kendilerine uygun işlere yönelirlerdi.

Külhana kabul edilen gençlere buraya ait dil, bugünün söyleyişle jargonu öğretilirdi. Bazen bu jargonu kullananların ne dediğini anlamak imkansızlaşırdı. Argo tabirlerin kullanıldığı bu dilde, "baba, külhancı" "ocak yöneticisi"; "çamur" "ziyafet" demekti, "darphane" "kumar"; "sermaye" ise "kadın", "sucuk" "zengin" le aynı anlama geliyordu. Bunun yanında "ağı delme" "kaçma"; "soğan doğrama" "zaruri yiyecekleri aşırma" anlamında kullanılan özel deyimler vardı. "Su yolunda uykuya yatmak" ise "sokakta kendine bir iş bulmak" demekti.

Külhanbeylerinin kendilerine has giyimleri de vardı. Bunlar başlarına sıfır kalıp siyah fes, sırtlarına altından sakız kuşağı görünen camadanvarî yelek, yardan ayrıldım biçiminde yakası büzmeli siyah gömlek, bacaklarına bol paçalı pantolon, ayaklarına da arkası basık yumurta ökçeli kundura giyerlerdi.

Mahallenin Saygın Delikanlıları: Kabadayılar

Osmanlı’da hemen her mahallenin saygın sayılabilecek delikanlıları vardı. Bunlara kabadayı denilirdi. Ama kabadayılığı özellikle külhanbeyliği ile karıştırmamak gerekiyor. Çünkü kabadayılık aleminde külhanbeyleri makbul sayılmaz, hatta kabadayılar birbirlerini küçültmek için külhanbeyi derdi.

Kötülükten uzak duran, yiğit, iyi yürekli, yardımsever insanlar olarak bilinirdi kabadayılar. Bugünkü dizilerde iyi gibi gözüken, mafyavari ama hala yiğitliğini ve iyi yürekliliğini koruyan tiplemeler biraz kabadayılıktan alınıyor aslında. Dönemin Osmanlısı’nda kabadayılar, kendilerini mahallenin düzenini sürdürmekten sorumlu sayarlar, sorunları çözmeye çalışır, özellikle kızları ve kadınları ayaktakımının kaba davranış ve tacizlerinden korumaya çalışırlardı. Gençlerin meyhane ve kumarhanelere gitmelerine de engel olurlardı. Mahalleyle çok iyi ilişkileri vardı, hatta zenginler ve eşraf kabadayıları gerektiğinde korur kollardı.

Kendilerine "külhanbeyi" denilmesinden ödleri kopan bu adamlar cahil ama terbiyeli, zevkli, iyi giyinen hatta iyi terzilerden giyinen adamlardı. Yanlarında silah olarak ‘saldırma’ taşırlardı. Dost meclislerinde içki de içen bu adamlar asla sululuk yapmaz, kendilerini kaybedip çevreye zarar vermezlerdi. Aynı zamanda sportif adamlardı kabadayılar. Hatta bu gerekliydi, çünkü eğer mahallelerinde nam salmak istiyorlarsa, şöhretli bir kabadayıyla –bugünkü tabirle- kapışıp mağlup etmeleri gerekiyordu. Ama kabadayılar aynı zamanda tevazu sahibi insanlar olarak da bilinirdi. Hatta herkesin hava atmak için fırsat kolladığı günümüzün aksine asla icraatlarını ortaya dökmez, kendilerini övmezlerdi. Yeri geldiğinde bir dava ya da kadın uğruna kavga eder, birbirlerine kabadayılık alemine has raconlar keserlerdi.

İstanbul’un en ünlü kabadayıları arasında Azapkapı iskelesinde sandıkçılık eden Arap Reyhan Ağa, Haddehaneli Kel Eşref, Kasımpaşalı Hüsnü, Matlı Mustafa, Mirasyedi Necim, Arap Abdullah ve 1909’da bir ara Büyükada’da baskomiserliğe tayin edilen Sarraf Niyazi, bu âlemin önde gelen ünlü kabadayılarındandı.