Hollywood’da gizli semboller: Ay Ritüeli

Yabancı Sinema
Mustafa Odabaşı’nın yazısı Amerikan sinemasında gizli semboller : Ay Ritüeli Günümüzde ‘basının özgürlüğü’ ve ‘sinemasal sanat’ kavramlarının hiç kirlenmeden kaldığını dü...
EMOJİLE

Mustafa Odabaşı’nın yazısı

Amerikan sinemasında gizli semboller : Ay Ritüeli

Günümüzde ‘basının özgürlüğü’ ve ‘sinemasal sanat’ kavramlarının hiç kirlenmeden kaldığını düşünmek güç. Dev şirketlerin küresel yayın yapan kanallar kurma, sinema filmlerini finanse etme sevdasıyla ne yazık ki özgürlük ve sanat gibi ‘arı’ kalması gereken iki kavramın temelleri yıkılıp yeniden tasarlanıyor, sonucunda önümüze bambaşka bir formda getiriliyor.
Basın özgürlüğü belki de başka bir yazının konusu ancak bir kaç noktaya değinmekte yarar var.

Amerikan MSNBC TV kanalı Microsoft ve General Electric ortaklığıyla kuruldu.
NBC’nin başındaki MS Microsoft’u temsil eder. 2000 yılındaki ABD başkanlık seçimlerinde General Electric’in George W. Bush’un seçim kampanyası için 1.1 milyon dolar, Microsoft’un ise 2.4 milyon dolar bağışladığını pek fazla kişi bilmiyor.

CBS kanalının sahibinin kim olduğuna baktığımızda Westinghouse Electric Company’yi görüyoruz. Başındaki isim Frank Carlucci, aynı zamanda Carlyle Group’un da patronu. 2000 sonrasındaki Irak işgali ile fazlasıyla şişmanlayan bir şirket. Geçmişlerinde görülen Bin Laden ve G. W. Bush’un şirket üzerindeki yatırımları fazlasıyla soru işareti barındırıyor.

Viacom International’ın sahip olduğu TV kanallarına baktığımızda Paramount Television, Spelling Television, MTV, Showtime, Nickelodeon ve The Movie Channel gibi stratejik kanalları görüyoruz. Paramount Pictures ise Hollywood devlerinden biri. Üzerinde çalıştığı sinema projeleri birbirinden ilginç ve nokta atışı niteliğinde, her birine ayrı bir başlık altında değinmek gerekiyor.

Neredeyse tüm meşhur tütün mamüllerinin üreticisi Phillip Morris, George W. Bush’un seçim kampanyası için 2.9 milyon dolar bağış yapmıştı. Ne ilginçtir ki Fox TV, The London Times, New York Post ve Hollywood devlerinden Twentieth Century Fox’un aynı kişi tarafından yönetildiğini görüyoruz; Rupert Murdoch. Fox Movies de Hollywood’un en stratejik filmlerinin fabrikası konumunda.

Time Warner’ın da W. Bush’un seçim kampanyası için 1.6 milyon dolarlık bağış yapmış olması pek şaşırtıcı değil. ABD’de 15 milyona yakın aktif üyesi bulunan kablolu yayın sistemine dahil kanallara baktığımızda CNN, HBO, Cinemax, Turner Network Television, Warner Brothers Television, Cartoon Network, Sega Channel, TNT ve Comedy Central’ı görüyoruz. Ayrıca şirketin HBO Independent Productions, Warner Home Video, New Line Cinema ve Looney Tunes gibi çok güçlü ayakları var. Popüler kültürü yönlendiren, trendleri belirleyen 33 dergisinin arasında Time, People, Fortune, In Style ve Sports Illustrated’ın da bulunduğunu belirtmekte fayda var. Sadece Time dergisinin tirajı 3,5 milyon ve dünya üzerinde 40 milyon kişi tarafından okunuyor. Yani Time Warner’ın etki edebileceği küresel potansiyel kitle neredeyse 400 milyon civarında ve AOL ile birleşerek bu gücünü katlamış durumda. Bu gücün sadece belli bir yöne kanalize edildiğini, Time Warner’ın global zihin kontrolünde Queen/Vezir rolünde olduğunu iddia etsek, bunu ispatlayacak pek çok doneyi de beraberinde getirebiliriz.

Ve Disney Company. ABC Haber kanalı başta olmak üzere ESPN, Miramax, ve Touchtone Pictures’ın sahibi. 2000 seçim kampanyasında 640 bin dolar bağışla Walker Bush’u destekleyenlerden. İlişkiler ağı karmaşık gibi görünse de ışığı tuttuğumuz yerde hep aynı şeyi görüyoruz. En basitinden Afganistan ve Irak işgallerini tasarlayanların medya ve sinema sektörünü nasıl etkin bir biçimde kullandığını, haberleri ‘tarafsızlık’ ambalajıyla nasıl tek bir tarafın çıkarlarını koruma güdüsüyle sunduklarını ayırt edebiliyoruz.

Global habercilik anlayışı, TV ve sinema sektörü, küresel finansın köşe taşları denilebilecek isimlerle iç içe. Bu bağlamda basın özgürlüğü, sanat ve eğlencenin ismi aynı kalarak içeriğinin değiştirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Neye gülmemiz, neye ağlamamız, hangi haberi almamız ve hangilerini ‘farketmememiz’, çocuklarımızın hangi çizgi filmi izlemesi, bizim hangi dizinin esiri olmamız gerektiği önceden tasarlanıyor ve kontrollü bir şekilde, dozları ince hesaplarla ayarlanarak zihin damarlarımıza zerkediliyor. Günümüzde sadece besinlerin değil kavramların da genetiğiyle oynanıyor, tümüyle değiştirilip aynı isimle önümüze servis ediliyor. Öyleyse biz de tüm kavramları yeniden ele alıp belki de yeniden yorumlamalıyız.

Hollywood filmlerinde baskın bir hristiyanlık propogandası yapıldığı yönünde genel bir kanı mevcuttur. Bu öylesine kemikleşmiş bir yargıdır ki asla sorgulamayız bile. Bir kilise çanı duyduğumuzda, vaftiz sahnesine rastladığımızda ya da bir haç gördüğümüzde bu sorgulamadığımız yargılarımızı destekleyen veriler yakaladığımızı düşünürüz. Yani filmlerde bazı sembollerin kullanıldığını biliriz aslında, ama bilgimiz kadarını görebiliriz sadece. Peki ya görmediklerimiz?

Mel Gibson’ın koyu bir katolik olduğu bilinir. Hıristiyanlığa hizmet etme amacıyla kendi prodüksiyonu olan İsa’nın Çilesi’ni filme çekmiş, buradan elde ettiği gelirin hatırı sayılır bir kısmını Vatikan’a, Papalık bünyesinde misyonerlik faaliyetlerinin gelişimi için çalışan birimlere bağışlamıştı. Peki bu film gerçekten hıristiyanlığa mı hizmet ediyordu? İncil ile çelişen bölümleri nasıl açıklanabilirdi? En önemli soru ise şu, Vatikan gerçekten Hıristiyanlığın bekası için mi kuruldu?

The Passion of the Christ filminde bazı ilginçlikler sözkonusu. İncil’de cennetten bir meleğin İsa’ya göründüğü ve onunla konuştuğu yazar. Ancak filmde İsa ile konuşmaya gelen kadın suretinde bir şeytandır. İsa çarmıha götürülürken de bu kadın belirir, kucağında bir bebek vardır ama bebeğin Antichrist yani Deccal olduğu hemen sezilebilir. Yani bu sahnede Hıristiyan inanışında Tanrı’nın oğlu olduğu iddia edilen İsa ile şeytan’ın oğlu Deccal bir versus yaşarlar. Deccal alaycı bir biçimde gülümser. Bu duruş ve figür Katolik kilisesindeki "Meryem ve kucağındaki bebek İsa" fresklerinin bir kopyasıdır. Bu sahnenin filme nasıl girdiği muammadır. Hiçbir dini kaynakta Hz İsa’nın peygamberliğinden önce şeytan ile görüşmüş olduğu konu edilmez.

Şeytan ile buluşma sahnesinde ay ritüelinin kullanılması çok önemli bir ayrıntı. Çünkü ay sembolizminin kökenleri çok derin. Filmde, dolunayın altında İsa çaresiz bir şekilde, Aramice’yi kullanarak Tanrı’dan yardım ister.

Bu sırada şeytan yanına gelir, dolunayın üzerinden kara bir bulut geçer, bu anda şeytan figürünün neden kadın formunda gösterildiğini anlayabiliriz. Ayın karanlık yüzü ibrani mitolojisindeki Lilith karakteriyle özdeşleştirilir. Lilith pek çok zaman yılan formunda tarif edilir. Tam da bu sahnede, ay karanlığa döndükten sonra, şeytanın bacaklarının arasından bir yılan süzülür. İsa’ya yaklaşır ve İsa yılanı ayaklarıyla ezmeye çalışır.

Hristiyan inancına göre güneş Hz. İsa’yı sembolize eder. İsa birçok figürde arkasından doğan güneşle resmedilmiştir. İncil’e göre İsa şeytan ile asla bir araya gelmez. Bu ise ay ve güneşin biraraya gelemeyeceği düşüncesiyle sembolleştirilir. İsa’nın Lilith ile buluşması da bu anlamda semboliktir, filmin tamamında, İsa figürünün temsil ettiği tüm değerler yenilgi halindedir, şeytanın İsa’yı altettiği duygusu tüm filme yansıtılmıştır. Bu durum, filmi, gören gözler için bir hıristiyanlık propogandası olmaktan çıkarır.

Metafizik hasat

Hollywood filmlerinde kullanılan sembollerin kökenlerini anlamak için doğaya, kadim inanışlara, evrenin işleyiş sistemine bakmamız gerekir belki de. Çünkü sembollerle anlatılmak istenenler, doğrudan anlatılanlarla hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Doğada her dönemin kendine özgü nitelikleri bulunur. Bazı meyveler bazı aylarda yetişir, bazı balıklar sadece belli zamanlarda bulunabilir. Her tarlanın özel bir hasat zamanı vardır. Evren döngülere bölünmüştür ve her döngünün anlamı, niteliği, zarar ve faydası farklıdır. Peki, bu sistem metafizik evren için de geçerli olabilir mi? Yani bazı gecelerin, günlerin, ayların ve dönemlerin diğerlerine göre farklılıklar taşıdığı söylenebilir mi?

Varolan fizik kurallarının metafizik dünya için de uygulanabilir olduğu teorisini öne sürdüğümüzde, yeryüzündeki dini yönelişlerde her inanışın ‘özel’ kabul ettiği gün ve geceler olduğunu görür, teorimizi böylece destekleyebiliriz. Bu özelliklerin tümü döngüsel sistemin bir ürünüdür. Hıristiyanlık’ta Happy Halloween, Paskalya ve Noel, Müslümanlık’ta Hacc Mevsimi, mübarek aylar, bayramlar ve cuma geceleri, Musevilikte ise Roşaşana, Yom Kipur ve Pesah gibi günler metafizik hasadın verimliği olduğu dönemlerdir.

Bunun yanı sıra kötü olduğuna inanılan güçlerin de harekete geçtiği özel geceler olabilir mi? 1975 yapımı Black Moon/Kara Ay adlı filmde, kadın ile erkek arasındaki mental savaş konu edilir. İki insan ırkı ayın iki yüzüne benzetilir. Yeryüzünde de iyi ile kötünün savaşı Ay Ritüeli ile sembolize edilir.

Black Moon / Kara Ay

Ay spritualizmde kadınlık ile özdeşleştirilmiştir. Black Moon/Kara Ay kavramı, ‘dolunay’ın tersidir. Dolunay nasıl ayın en parlak ve ışık alan evresiyse, Black Moon da en karanlık gecesidir. Yılda 13 kez gözlenir. Tüm kötü güçlerin harekete geçtiği gece olarak bilinir, ezoterik inanışlara göre bu gecede yapılan kara büyüler çok etkilidir. Harry Potter filmindeki Remus Lupin karakteri bir kara büyü ustasıdır. Lakabı Moony’dir ve dolunayda bir kurda dönüşür.

Black Moon bir kurban adama gününü simgeler. 11 Eylül 2001 gecesi bir Kara Ay gecesidir. Bunun tesadüf olup olmadığı tartışılabilir. Hollywood yapımı Alaca Karanlık ya da orijinal adıyla Twilight serisi bu kara büyü ve kurban adama töreni sembollerini kullanır ve tüm seri "ay ritüeli"ne endekslenmiştir. Dünya üzerinde Wicca öğretisinin taraftar sayısı fazlasıyla sınırlı olmasına karşın, popüler kültürü etkileme başarısı olağanüstüdür. Belki de bunu yapım şirketlerine borçludurlar. Küresel zihin kontrol odakları, paganizm ve wicca öğretilerine özel bir ilgi duyarlarken bu inanışların sembollerini her filme ustalıkla serpiştirmeyi de iyi bilirler.

Lilith sembolizmi
 
Lilith, judaik okültizme göre Hz. Adem’in varsayılan ilk eşidir. Havva ile olan evliliklerini kıskanır ve doğacak her ademoğlunu öldüreceğine dair yemin eder. Lilith, inanışa göre ‘beşik ölümü’ olarak bilinen nedensiz bebek ölümlerinin ve gebelik düşüklerinin müsebbibidir. Yani metafizik bir karaktere bürünmüş ve her doğan bebeğe düşmanlık beslemiştir. Ayın karanlık yüzünü temsil etmesi ise ilginçtir. Lilith bir çocuk hırsızıdır, bu çocuk hırsızlığı meselesi pek çok Hollywood filminde farklı şekillerde konu edilir. Bu sayısız örneğin bir kaçını bu noktada anmalıyız.

1989 yapımı I Know My First Name is Steven filminde, 7 yaşındayken kaçırılan bir çocuğun hikayesi konu edilir. Ailesi tarafından fazla ilgi göremeyen Steven, başka bir şehre taşınmalarının ardından içine kapanır. Yalnız başına dolaşırken sapkın biri tarafından kaçırılır ve yıllarca cinsel istismara uğrar. ‘Kötü’ bir güç tarafından ‘alınan’ çocuğun gördüğü insanlık dışı muameleler akla Lilith’in yeminini getirir.

Türünün en ilginç örneklerinden 1995 yapımı The City of Lost Children’da tasvir edilen, ayışığı ve karanlığın hakim olduğu yeraltı dünyasının işleyişi ve kuralları farklıdır. Krank adlı karakter çocukların rüyalarına girebilen bir zihin kontrol uzmanıdır. Ay, kayıp çocuklar ve zihin kontrolü öğeleri dikkat çekicidir.

1976 yapımı The Omen, 2000 yapımı Bless the Child ve 2007 yapımı Whisper, kötü güçler tarafından ele geçirilmiş çocuk temalı filmlerdendir. Yani kaçırılma sembolü bu sefer ruhun kaçırılışı olarak çıkar karşımıza.

2003 yapımı The Missing filminde transformasyon yani şekil değiştirme yeteneğine sahip kötü bir güç tarafından kaçırılan bir kızın hikayesi anlatılır. Kızın adının Lily olması önemli bir ayrıntı. Kimi korku, kimi drama, kimi gerilim türündeki bu yapımlardaki ritüeller çoğu zaman gözlerden kaçabiliyor.

En eski pagan dinlerinden bu yana ay, bir çok şeyi simgelemesi bakımından önemli bir sembol. Ay gecenin ve karanlığın sembolüyken, karanlığın çağrıştırdığı kötülükleri de simgeler ve her gün yüz değiştirir, bu yönüyle değişken ve yenilikçidir. Eski babil inanışına göre Sin, ay tanrısıdır. İngilizce’deki günah kelimesi olan sin bu kökene dayanır. 2005 yapımı, Frank Miller’ın çizgi romanından uyarlanan Sin City/Günah Şehri filminin tamamının ay ışığında geçmesi tesadüf değildir.

Hollywood sinemasındaki sembollerin derin, birbirinden farklı olmasına karşın ilintili, pek çok farklı göndermeler içeren anlamları var ancak bunlar neyi işaret ediyorlar, ne gibi mesajlar verilmek isteniyor? Parçalar birleştirildiğinde ortaya ne çıkıyor? Konunun ilerleyen bölümlerinde tüm bu küçük parçaları birleştirecek ve elimizde en kapsamlı "Hollywood semboller haritası"nı tutoyor olacağız.

USASABAH