Amerikan ana akım hikaye anlatma sinemasının gramerini Türkiye’ye ilk getiren isim kuşkusuz Sinan Çetin’dir. Ancak geriye bakınca yönetmenin 1980’lerdeki toyluk döneminde Yeşilçam dokulu komedi filmlerine imza atarak kariyerine başlaması da ilginç bir detay. Yeşilçam karşıtı temasal bütünlüğünü “Çirkinler de Sever”de en az 2010’da çektiği “Kağıt”taki kadar göstermesi ise şaşırtıcı değil. Zira 1993’te “Berlin in Berlin”den başlayarak Amerikan hikaye anlatma sinemasının gereklerini hakkıyla yerine getiren, zamanla da daha biçimci bir anlayışa bürünen bir isimdir Sinan Çetin. Son 10 yılını reklam, TV ve yapımcılık işleriyle geçirse de 20 sene önce yaptıkları hala değerli. Özellikle “Berlin in Berlin”, “Bay E” ve “Kağıt”, Türk sineması için önemli eserler. Yönetmenin sekiz filmini içeren ‘Sinan Çetin Koleksiyonu’ geçtiğimiz günlerde raflara girdi. Bu kullanışlı box sette “Çirkinler de Sever”, “Çiçek Abbas”, “14 Numara”, “Berlin in Berlin”, “Bay E”, “Propaganda”, “Komser Şekspir” ve “Romantik”in yanında bir de yönetmenin çektiği reklamları içeren DVD var. “Kağıt” ise ay içinde ayrı olarak ev videosundaki yerini alacak.
Yeşilçam’ın tam da zamanını doldurduğu bir süreçte ortaya çıkan Sinan Çetin, 80’lerde o ruhu yaşatan eserler çektikten sonra 90’ların başından itibaren Amerikan klasik sinemasının film gramerini perdeye taşımıştır. Ancak nedense son 10 yılda akılda kalıcı eserlere imza atmaktan ziyade ‘bitmemiş projeler’, ‘reklam filmleri’, ‘TV programları’ ve ‘yapımcılık’ gibi kavramlar ışığında bir kariyer inşa etmeyi seçmiştir. Buna karşın onun Hollywood dekupajı konusundaki hakimiyeti; yönetmenlik sanatı için işlevsel, ülke sinemamız açısından ise öncüdür. Özellikle de şimdinin kalkınmaya başlayan popüler Türk filmlerindeki etkisi tartışılmazdır Sinan Çetin’in.
İlk döneminde şimdinin kalitesinde Yeşilçam kaynaklı popüler komediler vermiştir
Aslında 80’lerde henüz gençken çektiği “Çirkinler de Sever” (1982), “Çiçek Abbas” (1982) ve “14 Numara” (1985) Yeşilçam’ın dilsizliğini perdeye aktaran, bunun devamında da fazla dramatik ya da eğlenceli dönüşleriyle kalpleri fethetmeyi amaçlayan eserlerdir.
Belki bunların ilk ikisi şimdinin komedi filmleriyle eşdeğer kaliteye sahiptir. Ancak “14 Numara”nın görsel yapısının bir yönetmen müdahalesiyle sarsıldığını görürüz. Özellikle açılış sekansındaki uyum kesmesi tekniğinin çarpıcı kullanımı ile müziğin üst üste kurgulanması Çetin’in filmografisi için kilometre taşı anlamına gelir. Zira bu, onun ilerleyen dönemde yönetmenlik sanatı üzerine kafa patlatacağı konusunda bir kıvılcım yakmaya yaramıştır.
Aslında bu yolda cesur meselelere eğilen “14 Numara”yı estetize etmek için çok uğraşsa ve hafif biçimci bir eser kotarsa da Yeşilçam’ın dramatik omurgasızlığından bir türlü kurtulamamıştır yönetmen. Ancak filmin belli sahneleri onun yönetmenlik becerisini sergiler. Özellikle masum aşkı anlatmaya yarayan seks sahnesi bu açıdan işlevsel bir detaydır.
Fatih Akın’ın esin kaynağı ve TV dünyası üzerine çarpıcı bir yapıt
“Berlin in Berlin” (1993) ve “Bay E” (1995) ise Türk sineması için önemli filmlerdir. Bunlardan birincisinin; Almanya’da yaşayan Türklerle ilgili “40 m² Almanya” (“40 Quadratmeter Deutschland”, 1986) gibi Yeşilçam demodeliğinde çekilmiş bir filmi kenara bırakınca ilkleri yaşatması ve Fatih Akın’a esin kaynaklığı yapması başlı başına bir değer olmasına yol açmıştır.
“Bay E” ise Hollywood’un TV dünyası üzerine “Katil Doğanlar” (“Natural Born Killers”, 1994), “Bir Yerde” (“Being There”, 1979) ve “Şebeke” (“Network”, 1976) sonrası ulaştığı noktada zaplama ve yapaylık odaklı gerçeküstücü ve öznel evreniyle dikkat çekicidir. Çetin’in her iki filmde de balık gözü objektifini bolca kullanırken, kurgu konusunda Amerikan dekupajını uyguladığı, renk dokusunu da ince ince işlediği görülebilir.
Cesur ve dünya ile aynı anda
“Berlin in Berlin”, Türkiye’de töresel yozlaşmayı kontrol altına almaya yarayan ‘silah’ın Alman toplumunda ‘fotoğraf makinesi’ne denk gelmesi gibi son derece çarpıcı bir cümlenin izini sürmesi açısından dikkat çekicidir. Cinsel anlamda sıkıştırılmış Türk kadınının mastürbasyona yönelmesi gibi açılımlarıyla da sinemamızda cesaret edilemeyen şeyleri söylemeyi ve perdeye yansıtmayı becermiştir.
Ancak Çetin’in ulusal konumunu esas sağlamlaştıran; “Bay E”nin gerçeküstücü evreniyle Hollywood’da 90’larda hakimiyet kuran ‘TV’nin insan hayatında açtığı yaralar’ meselesini son derece Lynchesk bir dünyaya transfer etmesidir. Sistemle olan dertlerini “Çirkinler de Sever”de Yeşilçam karşıtı bir tavırla başlattıktan sonra yavaş yavaş popüler kültür, Hollywood ve ABD üzerinden canlandırmıştır yönetmen. Sinemacının 80’lerde ürettiği filmler de dekupaj ve anti-Yeşilçam tavrı açısından geriye bakınca filmografisi için değer arz eder.
‘Kör kör parmağım gözüne’ mesajlarla sendelemiştir
1999’da “Propaganda” ve 2001’de “Komser Şekspir” ile dramadan elini çekip komedi-drama ya da çok türlü filmlere kayan yönetmenin, bu eserlerde de dil açısından tutarlı bir duruşu vardır. Her ikisi eserin de duygusallık, eğlence ve gözyaşını bir arada bulundurmasıyla, oyuncularından görsel yapısına kadar rahat özdeşleşilebilecek bir dünya oluşturduğu söylenebilir. Mesajsal açıdan birazcık ‘kör kör parmağım gözüne’ olmaları eleştirilebilse de Çetin’in kariyerinde tutarlı konumları tartışılmaz bir gerçektir.
2007’de “Romantik” ile daha biçimci bir evren dokuyan yönetmenin, 2011’de “Kağıt” ile bu mantığı; neredeyse Lars Von Trier kadar deneyci ve yenilikçi bir Yeşilçam taşlamasına çevirdiği görülebilir.
Amerikan hikaye anlatma sinemasının gramerini Türkiye’ye getiren ilk isim
Yani popüler sinema alanındaki ‘sanatçı’ların ciddiye alınmaması sebebiyle ve para kazanma isteğiyle geri çekilen Çetin’in sinema kariyerine zarar verdiği tartışılmaz bir gerçektir. Ancak bunun yanında son beş yılda bu konseptin içinde üretim yapanların kaale alınmasıyla birlikte beklenmedik bir geri dönüşe de imza atmıştır yönetmen. Zira bu sefer ‘postmodern denemeler’ noktasına bağlanabilecek yenilikçi eserlerle çıkageleceğinin mesajını vermesi, kendisinin kademe atlayacağına dair umutlarımızı güçlendiriyor.
Sinan Çetin, hiç kuşkusuz Mustafa Altıoklar ile beraber popüler sinemamız için önemli figürlerden biri. Ancak Çetin’in Altıoklar’a göre yönetmenlik sanatına ve Amerikan dekupajına daha hakim bir isim olduğu gerçeği de ortada. Tek eksiği fazlaca para kazanmak için sektörden kolay uzaklaşmasıdır. Bu sebeple de Mahsun Kırmızıgül, Abdullah Oğuz, Taylan Biraderler ve Ömer Faruk Sorak gibi yönetmenlerin isimleri ondan daha önlerde anılıyor şu sıralar. Ancak Hollywood estetiğini ilk kez Türkiye’ye getiren, çok ileriye götürmese de en temel hatlarıyla kullanan Çetin’in ta kendisidir.
En iyi 3 Sinan Çetin filmi:
1-Bay E
2-Berlin in Berlin
3-Kağıt
HT