‘‘ Türkiye ’ye özgü bir korku sineması olabilir mi? Olsa neye benzer; neye benzemeli?” Bu sorular etrafında, hele de 90’lı yıllar boyunca az tartışılmadı. Gelinen sonuç hep şöyle bir yerdi: “İşte bize özgü korkular olması lazım. Yani cinler filan…”
Doğu Yücel, bu bakış açısına bir alternatif getirerek, üniversiteye giriş sınavlarına dair endişeler, deprem korkusu, orta sınıfa ait kâbuslar gibi başlıklardan yola çıkarak ‘yerli korku’ kavramını dikkate değer biçimlerde yorumladı senaryolarıyla (‘Okul’, ‘Kıyamet’). Ama bu esnada şu ‘inler-cinler’ meselesi açıkta kalmıştı.
En nihayetinde birisi, Hasan Karacadağ ortaya çıktı ve öte âlemlerden seslenen, İslam ’dan beslenen yerel korku motiflerini sinemanın malzemesi haline getirdi. Karacadağ, ‘Dabbe’ filminden bu yana, 2005’ten beri hayatımızda. Sonra ‘Semum’ (2007) dedi; ‘Dabbe 2’ (2009) dedi; şimdi de ‘Dabbe: Bir Cin Vakası’ diyor ve ekliyor: “Gerçek cin görüntüleri kullandım!” Yılın sonuna doğru da, üç boyutlu ‘El-Cin’ ile karşımıza çıkacak.
Sinema zaten gerçeklik sanrısı yaratmaya dair bir sanat. Karacadağ ‘gerçek’ derken neyi kastediyor, ayrıca cinlerden ne alıyor, insan merak ediyor haliyle… Yönetmen hepsinden çok, ‘found footage’ (buluntu film) kavramıyla ilgiliymiş meğer. Diyor ki, "Dabbe Bir Cin Vakası’nda, bir cin çıkarma seansı sırasında çekilmiş görüntüler var elimde!”
Hasan Bey nerede buldunuz cin çıkarma görüntülerini?
Diyarbakır’ın bir köyünde çekilmiş görüntü ve ses kayıtlarına yer verdim. Görseniz, kıza üzülmekten kendinizden geçersiniz. Kızın bedeninden bir şey çıkıyor kapıya doğru. Ben o mini DV kasetleri alıp cinin görüntülerini monte ettim kendi filmime. Türkiye’nin en iyi efektçileriyle çalışıyorum. O arkadaşlara sordum, ‘bunlar efekt mi değil mi’ diye. Olayı şarlatanlığa dökmüş bir sürü insan var çünkü. Anadolu’da da, cin çıkarma vs. olaylarından anladığını iddia edenlerin yüzde 99.9’u sahtekâr.
Ama siz, efektçi arkadaşlarınıza sorarak anladınız gerçeği.
Yani ben de görüyorum zaten. Bu, bana göre bir cin olayı. Psikiyatrlara göre delilik. Baştan sona filmde böyle “Bööö!..” diye bir cin görmüyoruz. Oradaki cin gerçek cin. Yani gerçek cin olduğunu düşünüyoruz. Belki de değildir, başka bir şeydir. Ama enteresan bir şekilde Anadolu kültüründe tanımlanan cin kavramına benziyor. Kaldı ki ben ‘Semum’ filminde konuşan bir cin tasarladım.
Ama bunlar pek özgün tasarımlar değil aslında. Yani Batılı korku filmlerinde gördüğümüz iblislerden pek farklı görünmüyorlar. Cini siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Cinlerin Hıristiyanlardaki ‘demon’ kültürüyle hiçbir ilgisi yok. Türk- İslam kültüründeki cin kavramı tamamen özgün. Onlarda cinler ve şeytanlar, insanlara saldırmak üzere komünleşmiş yaratıklar, daha çok vahşi hayvanlara benzeyen.
İşte sizinkiler de öyle.
Doğru ama durun, açıyorum mevzuu… Şimdi bizde bir onlardan var, bir de, insan gibi yaşayanlar da var. Evleniyorlar, çocuk sahibi oluyorlar, okula gidiyorlar… Kur’an’da cinlere açıkça hitap ediliyor.
Türk- İslam kültürünün cin kavramıyla Arap- İslam ’ınki farklı mı?
Farklı. Şöyle: Arap- İslam kültüründe İslamiyet’ten önceki Arap kültüründen (putperestlik vs.) birtakım öğeler de var.
Bizde şamanizmden öğeler yok mu?
Var tabii. Ama şamanların bazı teknikleri cin çıkarma seanslarına daha çok benziyor.
Sonuçta genel manada metafizik dünyayla ilgiliymişsiniz gibi geliyor bana. Neden ille de senaryolarınızın Kur’an’a dayandığını ortaya sürüyorsunuz?
Buralardaki en yaygın korku mitleri cinler vs. üzerine çünkü. Kelimeye takılmamak lazım. UFO’ları, uzaylıları, reenkarnasyonu da dahil edebiliriz bu temaya. Ki bir sonraki filmimin konusu reenkarnasyon olacak.
O zaman neden İslam ’ı sadece kültürel bir motif olarak kullandığınızdan değil de, Kur’an’a uygun tasvirler yaptığınızdan bahsediyorsunuz?
Ben bir sinemacıyım. Bu konularla ilgili ihtisas yapmak isteyen birisi değilim. Tamamen metafizik sinemaya odaklanmış durumdayım. Ben hep, cinlerle ilgili somut deliller olabileceğine inandım. Şu çantanın aniden havalanması, görünmeyen birinin saçınızı çekmesi gibi…
Şu açıdan tehlikeli bir mevzu aslında. Anadolu ’da zaman zaman ‘cin çıkarayım’ derken dövülmek suretiyle ölen insanlar oluyor. Veya meşhur ‘The Exorcist’ filmine esin kaynağı olan Annelise Michel de, 1970’lerin Almanya ’sında bir seneye yakın süren ‘şeytan çıkarma’ seansları neticesinde, açlık ve susuzluktan ölmüştü.
Psikiyatri biliminin öldürdüğü insanlar da var. Ben de cin çıkarma işine girişenlerin yüzde 99.9’unun şarlatan olduğunu söylüyorum. Bence bu tür vakalarda bilim insanlarıyla parapsikoloji uzmanları birlikte çalışmalı. Sonuçta ne yaptı ‘Exorcist’? Peder sonunda ‘haç’ı çıkardı, Şeytan’dan kurtuldu. Bu fikri insanların bilinçaltına aşıladılar ve mesela Uzakdoğu’da bu sayede milyonlarca İncil sattılar. Sonuçta ‘The Exorcist’e korku sineması tarihinin en iyi filmlerinden biri gözüyle bakılıyor. Bize de eşit bakılması lazım.
Eşit bakılıyor işte… William Friedkin’in filmi de, tutuculukla eleştirilir sık sık; 70’lerdeki kadın özgürleşmesine bir tepki olarak değerlendirilir örneğin.
Amacım politika yapmak değil. İstesem, bu filmlerdeki temaları birer propaganda amacı olarak kullanırdım.
‘Semum’da cin çıkarmaya gelen imam, kendisine inanmayan bilim adamına diyor ki, “Niye ayrımcılık yapıyorsun?” Bu, ülkemizde son yıllarda çok sık gündeme gelen, farklı kesimlerin birbirine saldırmak için kullanabildiği bir soru. Filmleriniz, “sadece başı sıkışınca Allah’a sığınanların feci sonu” gibi bir noktaya bağlanınca, politikadan sıyrılmak biraz zor oluyor.
Evet, ben belki filmlerimde kendi inandığım veya ‘olabilir’ dediğim şeylerin altını çiziyor olabilirim. Ama tamamen propaganda amaçlı olduğu söylenemez. Dabbe filminde bana en çok eleştiri İslami kesimden geldi. Dediler ki, “La ilahe illallah” diyerek kurtulabilirdi cinden. Zaman gazetesi dalga geçti filmimle. Ben aslında hayal gücünü gerçeklikten daha çok önemseyen birisiyim. Favori yazarım, bir ateist olduğu halde metafizik dünyaya tutkun olan H.P. Lovecraft.
Hem hayal gücünden dem vuruyorsunuz hem de ‘bunlar gerçek’ demek ihtiyacı hissediyorsunuz. Ve filmlerinizde, İslami referanslar dışında tutunacak bir dal bulamıyoruz. Diyelim ki, ‘Rosemary’nin Bebeği’ gibi klasiklerdeki psikolojik ya da sosyal çıkarımlara izin veren ipuçlarıyla karşılaşamıyoruz filmlerinizde.
İşte aslında benim gitmek istediğim yön o. Buna bir başlangıç diyemez miyiz? Yani çok kesimin inandığı, korktuğu, ürktüğü bir kavramdan yola çıkmak ve sonra sizin dediğiniz gibi başka perspektiflere yönelmek. Ben de henüz tam olarak istediğimi elde edemedim. Arıyorum.
Bir Cin Vakası’na ilham verdiğini söylediğiniz, psikiyatri tarihine geçtiğini söylediğiniz Ceyda T. vakası nedir? Neden izine rastlayamıyoruz internette?
Tabii ki gerçek ismi kullanmadım. Bu, adli yönü olan bir vaka çünkü. Ya benim bunları söyleyen kişi olmamam lazım… ‘Found footage’ türü böyle bir şey. (‘Blair Cadısı’ başta olmak üzere ‘Paranormal Activity’ gibi filmlerin ‘gerçeklik’ iddiasıyla ortaya çıkmasını kastediyor.)
Bu bir tür değil aslında. Bir malzeme. Görüntü ya bulunmuştur ya da yaratılmıştır. Ve ‘Blair Cadısı’nın yaptığı ‘espri’yi defalarca kullanmak mümkün değil maalesef.
Ben bunu izah ettikçe kendi filmime de zarar vermiş oluyorum…
Karacadağ’ı anladık. Özetlemek icap ederse, dünyada mevcut ve ‘trendy’ olan bir pazarlama tekniğini kullandığından bahsediyor. Ve neden üzerine gidildiğini anlamıyor. Aslında, sinemasevere göre hava hoş. ‘Star Wars’a, ‘jedi dini’ne bile inanıyoruz yeri gelince. Galiba tüm bunları tartışmamızın tek sebebi, filmlerindeki hayal gücü eksikliği. Ya da çok sıkça bahsettiği ‘cin araştırmaları’nın izlerine, eserlerinde rastlayamayışımız. Yoksa Karacadağ’ın bana 30-40 dakikalık bölümünü izlettiği ‘Cin Vakası’ndaki görüntüler ‘gerçek mi’, değil mi, kimsenin umurunda olmaz.
Dabbe (Bİr Cİn Vakası)
Oyuncular: Nihan Aypolat, Koray Kadirağa, Pervin
Bağdat, Elif Erdal
Yapım: 2012-Türkiye
Yeşim Tabak
Radikal