Abdullah Güner’in haberi
İstanbul Kültür A.Ş.’nin düzenlediği Film Arası dergisinin koordine ettiği ‘Türkiye’de Sinema Dergiciliği / Sorunlar ve Sorular’ açık oturumunda Türkiye’de sinema dergiciliğinin sorunları tartışıldı.
Atatürk Kitaplığı’nda gerçekleştirilen ve başkanlığını Abdülhamit Güler’in yaptığı panele konuşmacı olarak sinema tarihçisi Burçak Evren, Film Arası dergisinden Suat Köçer, Altyazı dergisinden Fırat Yücel, Modern Zamanlar dergisinden Ege Görgün katıldı.
"SİNEMA, SENDEN SÜREKLİ BİR ŞEYLER VERMENİ İSTER!"
Panelin ilk konuşmasını yapan Burçak Evren, panele gelen sinemaseverlere kendi tecrübelerini anlattı. Çok sayıda sinema dergisi çıkardığını ve aynı zamanda da bunları batırdığını dile getiren Evren, ‘sinema dergilerini batırmasının sinemaya bakışından daha çok Türkiye’deki sinema dergiciliğinin geçişi, yazgısı olduğunu’ dile getirdi. ‘Türkiye’de ilk sinema dergisinin çıktığı 1914 yılından bugüne gerek nitelik, gerekse nicelik açısından, gerekse de zamana dayanıklılık açısından sinema dergileri istenilen ve arzu edilen bir yerde olmamıştır’ dedi. Sinemanın bir tutku işi olduğunu ve sürekli senden bir şeyleri vermeni istediğini söyleyen Evren, Türkiye’de sinemanın dönemsel işleyişini ve dergiciliğin bu süreçte geçirdiği aşamaları ise şöyle anlattı:
“Türkiye’de sinema, Muhsin Ertuğrul’la başlayan bir süreç. 1930’larda Türk sinemasının da 4-5 film yapmaya başladığı bizim geçiş dönemi dediğimiz daha önce çıkan Osmanlıca, Fransızca dergilerin ayarında içerikleri çok zayıf, yüzeysel ve çoğunlukla da masa başında yazılan ve sinemanın sadece artist bazında kalan tanıtım yazılarının olduğunu görüyoruz. Sinema dergilerin kırılma noktasını 50’li yıllarda yaşanıyor. Sinemacılar kuşağı dediğimiz Ömer Lütfi Akad’la başlayan, Atıf Yılmaz ve diğer yönetmenlerle devam eden bir dönemde yavaş yavaş günlük basında sinema köşeleri oluşmaya başlıyor. Bunlar tanıtım yazısı olmasına karşılık yine de bunlar bizim sinema yazarları konusunda ‘ilk kuşak’ dediğimiz Salah Birsel’lerin, Fikret Adil’lerin ve Semih Tuğrul’ların sinema yazıları yazdıklarını görüyoruz.
Sinema dergileriyle ilgili esas kırılma noktası 1960’larda oluyor. Birçok sinema tarihi kitabında 60’lar Türk sinemasında ‘kriz’ olarak tanımlanıyor ki bu çok yanlış bir şeydir. Nereden, hangi kaynaklardan yararlanarak bu açıklamanın yapıldığı pek bilinmez ama 60’lar Türk sinemasının bir duraklama devridir. Oysa benim bu döneme verdiğim adlandırma, ‘Altın Yıllar’dır. Gerçekten 60’lara baktığımız vakit, ilk sinema festivalleri Antalya, İzmir ve Adana’nın başlaması, sinemayla ilgili ilk örgütlenmenin gerçekleştirilmesi… Yine bu dönemde bir çeşit bizim okulumuz diyebileceğimiz Sinematek’in kurulması, daha sonra Kulüp 7 diye Türk Film Arşivi’nin kurulması ve sonrasında Mimar Sinan’ın kurulması yine bu dönemde gerçekleşiyor.
1970’lerle birlikte sinemanın politik olarak algılandığı ve her derginin bir kimlik kazandığı sinemaya bir başka pencereden ve açılardan bakıldığı sinema dergiciliğinin belki de altın yılını yaşadığı bir dönem oldu. 80’li yıllarda krizle birlikte sinema dergiciliğinde birtakım değişim, dönüşümler oldu. Bu sefer Film Market vb. dergiler çıkıyor. Tabi yaşamımıza giren video olayıyla ilgili dergiler çıkıyor. Ve 90’lardan günümüze kadar da bu süreç devam ediyor.
"SİNEMAYA EN ÇOK KATKISI OLANLAR, SİNEMA DERGİLERİ ÇIKARTANLARDIR"
Sinema dergiciliğinin hiçbir zaman cazip olmadığını dile getiren Evren, “Hani bana sorsalar, ‘sinemaya en çok katkısı olan kişiler ve sinemayı en çok seven, yaşam biçimi yapan kişiler kimlerdir?’ derseniz, yönetmenleri saymam, senaristleri saymam, yapımcıları saymam, gerçekten sinema dergilerini çıkaranları sayarım. Çünkü hiçbir karşılık beklemeden, bir getirisi olmadan, hep veren, verdiği oranda da batan, bir işi sevgiyle, aşkla yapmanın ötesinde bence başka hiçbir şey olamaz” diye konuştu.
Evren, birkaçı dışında sinema dergilerinin hiçbirinin istenilen noktaya gelemediğini belirterek, dünyaca ünlü sinema dergilerinin, ait oldukları ülkenin sinemasını ele aldıklarını, Türkiye’de yayınlanan dergilerde ise Türk sinemasının yerinin yüzde 5’i geçmediğini söyledi. Evren, “O da söyleşi ya da eleştiri bazında oluyor” dedi.
Günümüzde dergilerin özel sayılar çıkarmaları gerektiğini belirten Evren, “Bizim gazetecilikte sinema dergisinin tutulup tutulmadığına, değerli olup olmadığına dair bir kıstas vardır, o da çok basittir: Eğer bir sinema dergisi, piyasaya çıktıktan bir ay sonra sahhaflara düşüyorsa, okunup, bakılıp atılan dergidir. Eğer sahhaflara düşmüyorsa saklanan dergidir” dedi.
"SİNEMA ÖĞRENCİLERİ BİLE SİNEMA DERGİSİ OKUMUYOR"
“Ben, hasbelkader yedi üniversitede sinema dersleri veriyorum. Vallahi bu güne kadar öğrencimin elinde bir-ikisinin dışında bir sinema dergisi görmedim. Meselâ benim sınav sorularımdan birisi, 3 tane sinema eleştirmeninin adını sayın diyorum, hâlâ bizleri sayıyorlar, eskileri. Yani sinema dergisiyle bir bağlantı yok. Daha kötüsünü söyleyeyim; A tipi festivallerde kapıda bazı sinema dergileri promosyon olarak konuyor; inanın sinemacı bile promosyon olarak sunulan o dergileri eliyle tutup almıyor. Alsa bile baktıktan sonra oturduğu yere bırakıp gidiyor.”
Evren, sinema dergilerinin, sinemayı sevdirecek, sinemayı öğretecek, sinemanın tadını, zevkini, keyfini verecek en önemli araçlar olduğunu ancak sinemayla uğraşanların bile bu dergilerden habersiz olduklarını, okumadıklarını söyledi.
"KAYNAK SORUNU DERGİLER İÇİN BÜYÜK HANDİKAP!"
Altyazı Dergisi Yayın Yönetmeni Fırat Yücel, kaynak sorununun dergiler için büyük handikap olduğunu belirtti. Sinema dergiciliğinin eleştirel bir perspektife sahip olması gerektiğini ifade eden Yücel, Altyazı’nın bu noktada bir mecra olmaya çalıştığını söyledi.
Altyazı dergisinin Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciyken başlayan yolculuğunu anlatan Yücel, 10 yıl içinde yaşadıkları sıkıntıları, sponsorlarla yaşadıkları anlaşmazlıkların kimi zaman kendilerini de batırma noktasına geldiğini belirtti. Boğaziçi Üniversitesi’nin bünyesinde yayına devam ettiklerini belirten Yücel, sinema dergilerinin ülkemizde sinema kültürünün oluşmasında öncü bir misyon üstlenmesi gerektiğini söyledi. Yücel, bu farkındalığı oluşturamayan dergilerin piyasanın parçası haline geleceklerini ve eleştirel düşünce üretemeyeceklerini ifade etti.
"SİNEMA ÇEVRELERİ İÇERİK İÇİN DESTEK VERMİYOR!"
Sinema dergisi Yazı İşleri Müdürü Engin Ertan, dergilerinin başlangıçta sinema eleştirisine yer vermeyen popüler bir dergi projesi olarak düşünüldüğünü ancak bu projenin işletilemediğini ve 5. sayıdan sonra kadrosunun değiştirilerek sinema yazarlarının içerik hazırladığı bir dergiye dönüştürüldüğünü söyledi. Ertan, sıradan bir sinemaseverin de bir sinema tutkununun da, sinemayı öğrenmek isteyen birinin de eşdeğer bir içerik bulabileceği bir dergi yapmak istediklerini ifade etti.
Bir sinema dergisine yatırım yapan kişinin kesinlikle ve kesinlikle bir sinemasever olduğunu ve bunun sayısının da çok fazla olmadığını belirten Ertan, dolayısıyla satışınızın 50 binlerde 60 binlerde seyretmesi Türkiye’de sinema dergiciliği açısından mümkün olmadığını söyledi.
"DERGİLERİ İDEALİZM AYAKTA TUTUYOR"
Film Arası Dergisi Yayın Yönetmeni Suat Köçer, konuşmasında sinema dergilerinin büyük bir özveriyle yayın yaptıklarını söyledi. Film Arası’nın da arkadaş çevresi içinde yapılan sinema konuşmaları sürecinde ‘kendiliğinden’ doğduğunu belirten Köçer, kendi dergilerinin de ekonomik sıkıntı çektiğini, Türkiye’de sinemanın henüz gerçek anlamda bir meslek olarak kabul edilmediğini ifade etti.
Bu dergilerde görev alan isimlerin idealist duygularla çalıştıklarını belirten Köçer, dergilerin her ay, bir diğer sayıyı çıkaramama korkusu yaşadıklarını söyledi. Ticari kaygıların ister istemez içeriğe yansıdığını hatırlatan Köçer, tüm olumsuzluklara rağmen hala yayına devam edebilmelerinin yalnızca idealizmle açıklanabileceğini söyledi.
"ÇIRAKLIK, USTALIK SÜREÇLERİNE ARTIK İTİBAR EDİLMİYOR"
Modern Zamanlar dergisini temsilen temsilen katılan sinema yazarı Ege Görgün ise, panelde sözü edilen sorunların çoğunun tüm dergilerde yaşandığına dikkat çeken Görgün, Türkiye’deki dergicilik sektörünün Avrupa ülkelerinden çok geride olduğuna dikkat çekti.
‘Zamanın ruhu’ olarak nitelendirdiği tüketim toplumunun özellikle 80 sonrası doğan kuşağa ‘sen istediğin her şey olabilirsin ve bunun için uğraşmak zorunda da değilsin’ mesajı verdiğini, üniversite öğrencilerinin de okumadan yazmak istediklerini çünkü okumadan yazabileceklerine, çalışmadan yapabileceklerine inandırıldıklarını söyledi. Görgün, çıraklık, ustalık süreçlerine artık itibar edilmediğini söyledi.
On5yirmi5.com