Gelecek Uzun Sürer

Türk Sineması
Özcan Alper, ikinci filmi ‘Gelecek Uzun Sürer’de, 90’larda JİTEM’in eliyle gerçekleşen ‘kayıp’lara yakılan ağıtları duyuruyor. Kürt sorununda çözüm için siyaseti ad...
EMOJİLE

Özcan Alper, ikinci filmi ‘Gelecek Uzun Sürer’de, 90’larda JİTEM’in eliyle gerçekleşen ‘kayıp’lara yakılan ağıtları duyuruyor. Kürt sorununda çözüm için siyaseti adres gösteren genç yönetmen acı bir soru soruyor: "Bu mesele bir gün çözülecek. Ancak iki taraftan da anneler çıkıp ‘Niye vaktinde çözmediniz; bizim evlatlarımız neden öldü?’ derse ne cevap vereceğiz?"

‘Sonbahar’ ile daha ilk uzun adımında yerini sağlamlaştıran genç yönetmen Özcan Alper, ikinci filmi ‘Gelecek Uzun Sürer’de, güncelliği devam eden bir meselenin üstüne cesaretle gidiyor. Bu hafta gösterime giren filmde, 90’larda JİTEM’in ‘kaybettiği’ insanların yakınlarının ağıtlarını duyuruyor Özcan Alper. "Bu filmde askerler niye yok?" diyeceklere ya da "JİTEM’in yaptıklarını çok az göstermişsin" itirazını yapacak Kürtlere ise cevabı net: "Ben tam ortada durup yitip giden insanların hikâyesine bakıyorum." Kürt sorununun çözümü için siyaseti adres gösteren genç yönetmen, acı bir soru yöneltiyor: "Bu mesele bir gün çözülecek. Ancak çözüldüğü zaman, iki taraftan da anneler çıkıp ‘Madem siyasetle çözülebiliyordu, niye vaktinde çözmediniz; bizim evlatlarımız neden öldü?’ derse ne cevap vereceğiz?"
 
Hikâye için nereden yola çıktınız? Kürt meselesine nasıl dâhil oldunuz?

Aslında üniversite yıllarından beri takip ediyorum. Askere giden arkadaşlarımız olduğu gibi dağa çıkan arkadaşlarımız da vardı. Bunlar bir şekilde çarpıyor insana. 90’larda üniversitelerden çok ciddi şekilde dağa çıkışlar oldu. Ama bunlar çok da gündeme gelmedi. Bu savaş, sadece orayı değil, başka tarafları da kirletiyor, insanı da kirletiyor. Benim derdim savaşanlardan çok, geride kalanlar. 2005’te Diyarbakır’la ilgili bir şey yazmıştım. ‘Sonbahar’dan sonra üniversiteli beş gencin hikâyesi vardı elimde. Onlardan biri, Harun, bu hikâyeye girdi ve Gelecek Uzun Sürer’in senaryosu ortaya çıktı.
 
Sumru karakteri, gereğinden fazla soğuk gibi. Bunun sebebi olaya ‘dışarıdan’ bakan izleyiciyi göstermek miydi?
 
Evet, diğer karakterlerin aksine kız, dışarıdan biri. Aynı zamanda ortalama Türkiyeli seyirci gibi düşündüm. Bildiğimizi zannediyoruz, ama hiç de öyle değil. Bu filmi Trabzonlular da izlesin, hatta çok acı olmayacaksa oğlu askerde şehit düşmüş bir anne de. Ve "Bir taraftan da o insanların evleri yakılıyormuş, hayvanları öldürülüyormuş, çocukları götürülüp kemikleri bile geri verilmiyormuş; bizim bilmediğimiz bir şeyler daha varmış" desin. Bu irtibat kurulabilir mi diye tamamen insani bir amacım var.
 
Sizin için zor bir durum. Filmi izleyen ve yakınlarını JİTEM’e kurban vermiş bazı Kürtler "Fazlası vardı, niye bu kadar az gösterdin?"; oğlunu askerde şehit vermiş aileler de "Bizim evlatlarımızı niye anlatmadın?" diyecektir…
 
Dizilerde, televizyonlarda, gazetelerde vs. hep anlatılıyor zaten. Ben bu taraftan bakan biri olarak gördüklerimi anlattım. Çünkü vicdanı sızlayanın, kayıp giden canları önemsemesi gerekir. Asker ya da gerilla, artık fark etmiyor, bu bir can. Bu sorun siyasetle çok rahat çözülebilir. Çözüldüğü zaman, iki taraftan da anneler çıkıp "Madem siyasetle çözülebiliyordu, bizim evlatlarımız niye öldü?" derse ne cevap vereceğiz? Daha geç olmadan bunu hatırlatmak istedim. Dolayısıyla asker ya da gerilla açısından bakmadım olaya. Tam tersine, durduğum yer burası, ortadayım yani.
 
Bu meselenin çözülmesi için somut olarak neler yapılmalı?

Öncelikle batıdaki insanlara, şunu söylemek lazım: Böyle bir mesele var ama bugünün meselesi değil. Maalesef Cumhuriyet’in kuruluşundan beri olan bir mesele. Cumhuriyet tarihi boyunca asimilasyon ya da baskı politikasıyla çözüleceği zannedilmiş. Çok büyük şeylere gerek yok, anadilde eğitim mesela. Dil, senin ruhundur, onun yok edilmesi gerekmiyor. Anadilde eğitim verilemiyorsa Kürt meselesinde kökten çözüm olmaz. Doğudaki insanlara da, bu meselenin birlikte halledilebileceğini, iç içe geçtiğinin anlatılması gerekir. Gerçekten bir umut görseler inanacaklar. Ben orada insanları dinleyince şunu gördüm: İnsanların Türklerle bir sorunu yok, ama devlete güvenmiyorlar.
 
Filmden ilhamla sorarsak 25 yıl sonra bu ülkeyi nasıl hayal ediyorsunuz?

Bu çatışma ortamı sona ermiş, sorumlularla mahkemelerde hesaplaşılmış bir ülke. Yok olan, tehlike altındaki diller hakkında enstitülerin kurulduğu, insanların daha iyi ve güzel yaşadığı ve gerçeğe daha rahat ulaşabildiği, ekonomik ve demokrasi anlamında herkesin isteyebileceği bir Türkiye…
 
‘Bir ev düşünün…’

"Bir ev düşünün, sorun çıkınca kapısını kapatıyorlar. 1915’te çıkmış, kapatmışlar, 1925’te kapatmışlar, 38’de kapatmışlar, 60’ta kapatmışlar, 80’de, 90’da… Hep aynı. Aslında böyle yaparak evin içindeki alanı da daraltıyorsunuz. Orada yaşayanların hayatlarını zindana çeviriyorsunuz. Artık klişe bir laf oldu, ama Kürt meselesi aslında Türk meselesidir. Beraber yaşadığın kişi özgür değilse sen de özgür olamıyorsun."
 
‘Filmi çekerken daha umutluydum’

"Ben iki yıl önce, filmi çekmeye başlarken bu meselenin çözümü konusunda daha umutluydum. "Tamam, bu sefer çözülecek" demiştim. Ama son altı ayda her şey tersine döndü. Bunun şiddetle, özel harekâtla falan çözülemeyeceği, tam tersine sorunu büyüteceği görülmeli artık. Aklıselimin galip geldiği, çok rahat bir mesele gibi algılanarak çözülmesi gerekir."

Zaman