Türkiye’nin Oscar aday adayı Bir Zamanlar Anadolu’da filminde savcı rolünde oynayan Taner Birsel, filmin Oscar almasının çok zor olduğunu söylüyor. Nedeni ise büyük film şirketlerinin stratejileri. Birsel, "Onlar daha öncedenbazı filmleri yarış atı gibi hazırlıyorlar. Pazar payı açısından uygun formatta bir film seçerler." diyor.
Bir Zamanlar Anadolu’da filminde savcı Nusret rolünde oynayan Taner Birsel, en son filmin Türkiye prömiyerinde çıkmıştı karşımıza. Altın Koza Film Festivali’nin jürisiydi o zamanlar, yoğun bir koşuşturma içindeydi. Festival bitti, Birsel ortalıklardan kayboldu. Önceki gün yeniden çıktı geldi İstanbul’a. Akbanksanat’ta düzenlenen söyleşide kendisinin ve filmlerinin hikâyesini anlattı. Mesela bir proje başlarken rolle yaşamaya başlıyormuş. Savcı Nusret rolünü çalışırken de aynı yöntemi uygulamış. "Savcıya çalıştığımdan beri paltomun cebindeydi. Onu hep yanımda taşıdım. Gerçekten savcıydım, sadece yemek içmek için rolden çıkmışımdır. Kırıkkale’de 67 gün boyunca it gibi titreyerek çekim yaptık. Bazı geceler o kostümlerle yattım. Bu yüzden çok emek verdiğim ve hakkını verdiğim bir rol olarak görürüm." diyor. Filmin Oscar macerası ile ilgili de bir tespiti var. "Bir Zamanlar Anadolu’da’nın Oscar alması zor." diyen Birsel’in gerekçesi de şu: "Oscar’da büyük film şirketlerinin stratejileri söz konusu. Onlar daha önceden bazı filmleri yarış atı gibi hazırlıyor. Pazar payı açısından onlar için uygun formatta bir film seçerler. Bizimki gibi bazı filmleri bezdiren, yoğun konsantrasyon isteyen 2,5 saatlik bir filmin ana akım içinde yer bulması zor. Amerikalılar için fazla zekice olduğu söyleniyor."
İstanbul’un kalabalığından dert yanıyor. Sürekli koşuşturma durumu onu da yormuş, Bodrum’a yerleşmiş. Bir proje için şehir dışına çıktığında, işi biter bitmez evine dönüyormuş. Başka birinin evinde ya da otel odasında kalmak ona göre değil. Şu cümle bakış açısını net gösteriyor: "Eşkıyalar gibi İstanbul’a gelip para kazanıyor, tekrar dağa çıkıyorum." Yaşadığı ortamı anlatıyor: "Bodrum kışları bir kasaba. Yazın sirke dönüşüyor. 80 bin kişi oluyor, 800 bin kişi. Kasaba olma dokusunu hiç bozmuyor. Nalbur Hüseyin, bakıcı Dursun ile arkadaşlık ediyorum. İstanbul’da kalabalık seni alıp götürüyor, orada saate değil, güneşe bakıyorum. Takıntılı bir adam olduğum için saplantılarımdan kurtulmak daha kolay oluyor." Tercihini taşradan yana kullanmasının özel bir sebebi de ortamın sessiz sakin olması tabii. Bugünlerde masasının üzeri senaryolarla dolu. Bunları daha rahat okuyor. Tercihlerini yaparken neye dikkat ettiğini söylüyor: "Önce yönetmene bakarım, sonra senaryoya, sonra yine yönetmene. Üçte ikisi yönetmen." Onu başarılı yönetmenlerle buluşturan yol bu. Tanımadığı yönetmenlerle çalışmıyor bir de. En azından birkaç defa bir araya gelip nasıl düşündüğünü, neler yapmak istediğini öğreniyor.
Yönetmen konusu açılmışken beraber çalıştığı yönetmenleri değerlendiriyor: "Tolga Örnek sınıfın başarılı öğrencisi. Dersine iyi çalışıyor. Keşke daha bireysel bir sinemaya yönelse… Yavuz Özkan sineması çok demode. Dili bu dünyaya ait değil. Bugün çalışalım dese, gitmemek için bahane ararım… Derviş Zaim çok fazla sembol kullanıyor. Birden fazla hikâyeye odaklandığı için sorun çıkıyor. Birine odaklansa daha başarılı olacak. Derviş oyuncusuyla konuşmuyor, Zeki Demirkubuz boğaz boğaza geliyor."
Zaman