Altın Portakal Kan Kaybediyor

Türk Sineması
Ali Koca’nın yazısı Bu yıl Altın Portakal’da ulusal uzun metrajda yarışan dokuz ilk filmin durum raporu pek iç açıcı değil. Maalesef bu yılki festival, filmlerle değil, ödül törenlerindeki...
EMOJİLE

Ali Koca’nın yazısı

Bu yıl Altın Portakal’da ulusal uzun metrajda yarışan dokuz ilk filmin durum raporu pek iç açıcı değil. Maalesef bu yılki festival, filmlerle değil, ödül törenlerindeki öfke dolu siyasi söylevlerle hatırlanacak. Gündem olma açısından ‘iyi’ görülebilecek bu durum, hastalıklı bir alışkanlık haline gelir ve festivalin ‘can damarı’ ulusal yarışmada titiz davranılmazsa Altın Portakal büyük bir çöküntüye doğru yol alabilir.

Altın Portakal’da ödüller bugün sahiplerini buluyor. Gerçi bu yıl festivalde iki güne bir ‘ödül töreni’ yapıldığı için açıklama gerekebilir; bu akşamki kapanış ve ödül töreni sonuncusu olacak! Açılışta onur ödülleri ve önceki akşam geç gelen ödüller, 32 yıl sonra sahiplerine ulaştırıldı. Festivalin kalbi olan ulusal uzun metraj yarışması bu yıl ilk filmlerin hâkimiyetinde gerçekleşti. Bu satırlar yazıldığında henüz gösterimi yapılmadığı için ‘Zenne’yi hariç tutarsak, bu yıl gördük ki, ulusal bir yarışmada ilk filmlerin çokluğuyla övünmek akıl kârı değil. Tabii ki o yarışma ‘ilk filmler festivali’ değilse!

Olabildiğince iyimser bir bakış açısıyla söylersek, bu yıl Altın Portakal’da yarışan dokuz ilk filmin durum raporu pek iç açıcı değil: ‘Kısa’dan uzunca çekilmiş olanlar, ‘öğrenci işi’ olanlar, film olamamış fikirler, buluşlar ve nihayet sinematografisi sorunlu görüntüler yumağı… Bunlar içinde, ‘eli yüzü düzgün’ diyebileceğimiz ‘Geriye Kalan’, ‘Güzel Günler Göreceğiz’ ve ‘Canavarlar Sofrası’ var. Yanlış anlaşılmasın, bu filmler ‘iyi’ demiyoruz; üzerine konuşulabilecek yapımlar. Geriye Kalan, senaryosundaki boşlukların yanı sıra ‘kadın’ meselesini erkeksi bakış açısıyla anlatan bir ‘kadın filmi’. Güzel Günler Göreceğiz, son yıllarda ilk filmcilerde sık görülen ‘ilk filmde her şeyi anlatma’ çabasından mustarip. Canavarlar Sofrası ise, iyi bir tiyatro oyunu olacak metni, sinemaya başarılı bir şekilde aktaramama, yani sinematografiden yana dertli.

ULUSAL YARIŞMA CAN ÇEKİŞİYOR

Ulusal yarışmada yaşanan kalite kaybı, belki de yakın zamanda hiçbir dönemle kıyaslanamayacak kadar tedirgin edici boyutta. Seyirciyi ve sinema çevrelerini yakalayan iki film oldu festivalde; ‘Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ ve ‘Can’. Bu yapımların da şöyle bir özelliği var. Behzat Ç., fenomen olan dizinin sinema için çekilmiş uzunca versiyonu gibi. Üstelik, iş yapacak bir polisiye gişe filmi kıvamında. ‘Can’ ise, yönetmeni Raşit Çelikezer’in de söylediği üzere bir ‘Yeşilçam güzellemesi’. Dün gösterimi yapılan ‘Nar’, Ümit Ünal’ın daha önceki filmleri ‘Dokuz’ ve ‘Ara’ ile olan akrabalıklarıyla dikkat çekiyor.

Bu yılın filmlerindeki hâkim temalarda dikkat çekici noktalar var. Kadın jürisi ve kadın temasına rağmen yarışma filmlerinde şiddet ve özelde kadına yönelik şiddet had safhada. Öte yandan, kapanmayan yaralarımızdan töre ve namus cinayeti ile Arap Baharı, birkaç filmin içine az veya çok sızıyor. En çok dikkat çeken iki konu ise filmlerin yarıya yakınında ‘kirli polisler’in yer alması. Başta Behzat Ç. olmak üzere filmlerde karakterler, kötü polislerle mücadele ediyor. Bir diğeri de; üç filmde, eşcinsel karakterlerin alışıldığı üzere yan rolde değil doğrudan başrolde karşımıza çıkması. Ulusal yarışma, filmlere nazaran oyunculuklar açısından şanslı. Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm’ün tüm erkek oyuncuları, Geriye Kalan’ın iki kadın oyuncusu, Nar’da Erdem Akakçe, Güzel Günler Göreceğiz’de Uğur Polat ve Nesrin Cavadzade, Can’da Selen Uçer ve çocuk oyuncu Yusuf Berkan Demirbağ ödül listesinde yer aldıklarında kimseyi şaşırtmayacak isimler.

Toparlarsak, yarışma filmleri açısından bu yıl kötü bir tablo çıktı ortaya. Festival yönetiminin doğrudan sorumlusu olmadığı bu alanda gelecek seneden başlayarak ciddi bir çalışma başlatılması hayati önem taşıyor. İlk filmlerin niceliği değil niteliği ön plana çıkarılmalı. Bunun için, ilk filmler ciddi bir elemeile yarışmaya alınmalı; kalanlar da özel bir ‘ilk film’ bölümünde gösterilmeli. Çünkü bu kalite kaybı, usta isimleri festivalden uzaklaştırabilir. Maalesef bu yılki festival, filmlerle değil, ödül törenlerindeki öfke dolu siyasi söylevlerle hatırlanacak. Gündem olma açısından ‘iyi’ görülebilecek bu durum, hastalıklı bir alışkanlık haline gelir ve festivalin ‘can damarı’ ulusal yarışmada titiz davranılmazsa Altın Portakal büyük bir çöküntüye doğru yol alabilir. Elbette ki yıkılmaz, yine gösterişli bir şekilde yapılır. Fakat Altın Portakal, Türk sinemasının kalbinin attığı, sinemamıza yeni ufuklar kazandıran bir festival olmaktan çıkıp Yeşilçam nostaljisinin abartıldığı, marijinal Kemalist bir elitin söylev çekerek tatmin olduğu siyasi bir arena olur ki; hakikaten yazık olur.

Zaman