Esin Orhan, Marmara Üniversitesi Radyo Sinema ve Televizyon Bölümü mezunu bir yönetmen. 1997 yılında Samanyolu Televizyonu’nda kadın ve çocuk programlarında asistanlık yaparak işe başlamış ve birçok başarılı işe imza atmıştır. Çocukların ilgiyle seyrettiği Tarçın ve Arkadaşları TV programında yardımcı yönetmenlik, Yeşil Oba’da yönetmenlik görevini üstlenmiştir. Bu günlerde Samanyolu Televizyonu bünyesinde kurulan Çizgi Film biriminin yöneticisi olarak Allah’ın Sadık Kulu : Barla filmini ekibiyle birlikte tamamladı.
İşte filmle ilgili merak ettiklerimiz:
Filmin konusundan bahsedebilir misiniz?
Film, Üstad Hazretleri’nin Barla’ya 1927’de sürgün edilişini ve 1934 yılında tekrar sürgünden dönüşünü konu ediyor. Ancak film şöyle başlıyor: Üstad Hazretleri sürgünden on sene sonra Barla’ya geliyor. Artık özgür bir halde. Barla’ya geldikten sonra eski dostlarını,arkadaşlarını görüyor. Oradan bir flashbackle asıl sürgün zamanına dönüyoruz.
Animasyon filmi yapmak fikri nasıl ortaya çıktı ? Bunun çalıştığınız Çizgi Film birimiyle bir ilişkisi var mı?
Yumurcak TV’den bağımsız olarak Çizgi Film birimimiz kuruldu. Amacımız şuydu:Bizim çok önemli değerlerimiz var. Hikayelerimiz var. Kahramanlarımız var. Ancak biz bunları çok fazla ekranlara aktaramıyoruz.Bizim çocuklarımız Spidermanlerle, Bakuganlarla, Ben 10′lerle büyüyor. Bunlar gibi kahraman sayılabilecek çizgi filmleri izlemeyi tercih ediyor çocuklar. Herkesin içinde bir kahraman olma dürtüsü vardır. Bir kahramanla özdeşleşmek ister. Ama doğru ve düzgün birilerinin anlatılması lazım çocuklara.
Filmde hedef kitleniz kimdir?
Çizgi film birimimiz çocuklara yönelik kuruldu ama Allah’ın Sadık Kulu:Barla çocuklara yönelik bir çalışma değil. Genel izleyici kitlesine hitap eden bir çalışma. Bunun altını çizmek gerekir.Ama içinde çocuklara sıcak gelecek hikayelerin yer aldığı bir yapım. Üstad Hazretleri’nin Barla dönemini herkese görsel bir şekilde anlatmak için animasyon tekniğini kullandık.
Nasıl bir anlatım izlendi? Ne kadar ayrıntıya yer veriliyor filmde?
Elbette ki bütün detaylarıyla anlatması mümkün değil. Ama netice itibariyle Üstad’ı merkeze alıp, Üstad Hazretleri’nin oraya nasıl sürgün edilişini, ilim insanı olarak, ibadetinde titiz bir insan olarak nasıl yaşadığını, bu yaşayışının başkaları tarafından yanlış anlaşılıp, sürgün edilişini anlatıyor. Aslında amacının yazı yazmak, ilmi yaygınlaştırmak olduğunu, o dönemdeki asrın getirdiği tereddütlere vereceği cevapların pek çok insana ufuk olabileceğini belirtiyor. Bu anlamda yapılmış bir eser.
Karakterler gerçekleriyle birebir modellenmiş. Bunu yaparken nelere dikkat edildi?Senaryo yazılıp gelmişti bize. Birim kurulduktan sonra bu senaryoyu nasıl realize edebiliriz diye düşündük. İlk önce, stilize bir karakter mi ortaya çıkarsak, dedik. Ama hemen bu fikirden caydık, çünkü herkesin kafasında bir Üstad imajı var. Dolayısıyla o imajdan bağımsız bir şey yapmak istemedik. Hal böyle olunca iş, bizi daha reel olmaya götürdü. O zaman fotoğraflardan yararlanma kararı aldık. Üstad ve talebeleri kendi orijinal fotoğraflarına bakılarak üç boyutlu olarak modellendiler.
Fotoğraflardan üç boyutlu modellemek zor değil mi?
Burada şöyle bir sıkıntı olabiliyor. Üç boyutlu modellenirken daha fazla fotoğraf, daha farklı açılardan çekilmiş fotoğraflar bizim çok daha işimize yarıyor. Örneğin sizi önden gördüğümle üç boyutlu tasarlayabilmem çok mümkün değil. Dolayısıyla bütün bu detaylara ihtiyacımız var. Ama o dönemki mevcut imkanlar buna fazla el vermediği için,biz kendimiz modellemeye çalıştık. Genel olarak ama şu ana kadar karakterleri gören insanlar, gerçeğe yakın, diyebiliyorlar. O anlamda iyi bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Doğru bir yerden çıkmışız ve doğru bir sonuca varmışız diye düşünüyoruz. Ama reel bir işe soyununca aslında biraz da zorluklar çıkabiliyor.
Ne gibi zorluklar?
Film, motion capture tekniğiyle yapılmış ilk uzun metraj animasyon film. Motion capture tekniğinin amacı zaten insan hareketlerinin animasyon karakterlerine giydirmek. O teknik daha reel bir teknik. O zaman biz karakterlerimizi böyle yapıyoruz, dedik. Hareketleri zaten oyuncularla bire bir sahne ne gerektiriyorsa gerçekleştiriyoruz. Yönetmen normal bir dizi setinde bir sinema setinde oyuncuyu nasıl yönlendirir, o sahne nasıl kurgulanır ise biz de aynen bunu sanal bir ortamda yapıyoruz. Bu hareketler belli aşamalardan geçtikten sonra üç boyutlu olarak tasarlanmış modele giydiriliyor. Karakterin hareket etmesi saptanıyor. Reel olan işlerde şu zorluk çıkıyor. Normal stilize karakterlere baktığımızda nasıldır? Gülmeleri farklıdır, konuşmaları farklıdır. Yapılacak herhangi bir teknik hata göze batmaz. Onun olağan bir hareketi gibi görünür. Ama bizde öyle olmuyor. Reel bir işe motive oluyorsunuz. Olabildiğince reel yapalım diye düşünüyorsunuz. Sonuçta Üstad Hazretleri var. Yürümesini düzgün yapalım, yanlış bir anlama sebep vermeyelim gibi titizlikler de olunca; iş tabii ki daha da zorlaşıyor.Ama üç buçuk sene içinde bitirdik biz bu projeyi.
Üç buçuk sene uzun bir süre değil mi?
Bu üç buçuk sene, aslında animasyon dünyasında uzunca bir süre değil. Uzun seneler çalışılması, animasyonun doğasında olan bir şey. Animasyonu normal bir sinema filmiyle karşılaştırmanız çok yanlış. Türkiye’de sinema filmleri üç ayda bitiyor. Üç ayla üç buçuk yılı kıyaslayınca aslında uzun bir süreç ve herkesin: Nasıl olacak yani? dediği bir süreç.
Ama bu anlamda Samanyolu TV ciddi bir cesaret örneği ve destekle bu birimi kurdu. Herkesin göze alıp yapabileceği bir şey değil.
Biz bakıyoruz internet sitelerine, animasyon filmlerinin haberleri çıkıyor. Biz seviniyoruz rakipler geliyor diye. Çünkü rekabet de işin kalitesini artıran bir şey. Ama bir süre sonra bakıyoruz, proje belli bir aşamaya geldikten sonra sonlanmış. Ya üretici firma batmış, ya kaynak eksikliğinden dolayı devam edilememiş. Ya süreç çok uzun gelmiş. Bu anlamda televizyon bünyesinde olmanın, onun desteğini almanın bir gücü var. Onunla birlikte devam edebiliyorsunuz. Çünkü bugün, animasyon piyasasına baktığınızda, ciddi uzun metraj sinema filmi yapabilecek ekipler yok. Çok iyi animatörlerimiz var. O anlamda söylemiyorum. Dünya çapında animatörlerimiz var ama pek çoğu ya yurt dışında çalışıyorlar. Ya da bireyselde çok önemli çalışmalara imza atabiliyorlar. Biz Türkiye’de ekip olarak bir ilk olduğumuzu düşünüyoruz. Bir proje yapmayı direten ve onu bir şekilde sonlandıran anlamında ilk ekibiz.
Kimlerle çalıştınız peki?
Biz konsept art çalışmalarında projenin ilk başında 3,5 sene önce Türkiye’nin en önemli isimlerinden biri olan Hüseyin Yıldız’la birkaç konsept çalışması yapmıştık. Ve şöyle demişti : “Ya Esin Hanım siz başlıyorsunuz ama?” Bizi de çok üzmek istemiyor. Ama bu işin sonlanamayacağına dair de kuşkuları var. Geçenlerde bir daha görüştük.” Siz bitirmişsiniz Esin hanım” dedi. Bitmiş iş, en iyi iş hakikaten. Mesele bir işe başlayıp bitirebilme meselesi. Elbette ki eksiği, teknik sıkıntıları olabiliyor. Bir de sınırsız bir şey bu. Ekledikçe ekleyebileceğiniz… Dünyaya da baktığınızda animasyon filmi deyince, animasyon film ama bu insanlar en iyi örneklerini yapan insanlar, salt bir programın kullanıcısı değiller. Bu programları geliştiriyorlar. Yazılımcıları var. Destekçileri var. Birçok teknik ayrıntıları var. Dolayısıyla böyle bir destekle yürüyen bir iş zaten. Öyle olunca bu iş sınırsız. Bunun mutlaka çok daha iyisi iyisi iyisi yapılabilir ama bu bir süreç içerisinde böyle bir ekiple -ki ekip arkadaşlarımız alanında uzman arkadaşlar- ve kendimize bir süre koyduğumuzdan dolayı bu süreç içerisinde iyi bir sonuç yakaladığımızı umuyoruz inşallah.
Projenin sinema filmi olmasına nasıl karar verildi?
Sinema yapalım mı düşüncesiyle yola çıkmadık. Bir senaryo vardı zaten. Animasyon amacıyla yazılmış Allah’ın Sadık Kulu : Barla vardı proje olarak. Ama biz yapmaya başladık. Konsept çalışmaları, tasarımlar, karakterler… Gelen geri dönüşlerden şunu gördük. İş kaliteye doğru gidiyor. İlk kurulan bir ekipten çok kaliteli iş beklemek , çok zor olabiliyor. Ama biz dedik ki gelip geçici bir iş olmasın, titizlik gösterelim. Oya yapar gibi, kanaviçe işler gibi sahneleri işledik. O dönemin eşyalarını kullanmaya çalıştık. Eksiklikleri var mı elbette var. Eklenecek şeyler olabilir. Ama bazı şeylerden fedakarlık etmek zorunda kalıyorsunuz. Belli bir standarda oturtuyorsunuz. Dolayısıyla biz bu standartta iş yapalım ve işi sonlandıralım,dedik. Sonuçta bir eser ortaya çıkartmak istiyorsunuz. Dediğim gibi sınırsız bir iş, yaptıkça daha üst çıtalara çekilebilecek bir iş.
İlk sinema filmi yönetmenliğiniz. Siz nasıl hissediyorsunuz?
Sinemada seyrettikten sonra sanıyorum duygusal kısmı gelebilir. Şu an çok bilincinde değilim diye düşünüyorum. Ne olacak, merak ediyorum. Geri dönüşler çok önemli bizim için. Geri dönüşlerin iyi olması da, aslında bizi umutlandıracak şeyler olacak. Evet gerçekten bu işte devam etmeliyiz,dedirtecek şeyler olacaktır. Bu olmasa da neticede böyle bir ekip kurulmuş, bu tür işler yapmaya devam etmek istiyoruz. Elbette ki hiçbir sinema eseri evimizde seyretmek üzere yaptığımız işler değildir. Birileriyle paylaşmak amacıyla yapılmış işlerdir. Dolayısıyla paylaşım sürecinin olumlu geçmesi, olumlu geri dönüşlerin olması hem işi hem ekibi güçlendirecektir.
Filmin konusunun Barla olması, devamı gelecek düşüncesini uyandırıyor.
Barla, Risalelerin ilk çıkış noktası, o yüzden önemli ve değerli . Senaryonun yola çıkış amacı oydu zaten. Bir sinema eseri olarak bütün hayatını konu edinmeye çalışmamız, çok zor bir anlatım. Seyircinin de aklını karıştıracak bir anlatım aslında. Öyle olunca dedik ki, sınırlandırılsın. Sadece Barla’yı anlatsın, diye düşündük. Devamı gelir mi ? inşAllah gelir.
Belli konular üzerine gidildi mi? Örneğin fragmanlarda çocuklara hitap edebilecek sahneler görüyoruz.
Filmin merkezi Üstad Hazretleri. Üstadı konu edindiğimiz için Üstad’ın çevresindekiler, orada değişimler de ekleniyor. Çocuklara yönelik şöyle bir şey var. Bir kere çocuk karakterimiz var: Mustafa. O karakterin gözüyle Üstad’ı görüyoruz. Mustafa, Üstad’a yakın bir evde oturuyor. O’nu gece gündüz gözlemliyor. Aynı zamanda dedesi var ve O’nu dedesiyle kıyaslıyor. Üstad gece boyu ibadette. Sabah kalkıyor, Üstad hala ibadette. Böyle bir kişiliğin nasıl olacağına dair soruları var. Üstad Hazretleri ile güzel bir iletişimi var. Üstad Hazretlerinin ona dua öğrettiği bir sahne var. Dedesiyle o duayı geliştirmek istiyor ama dedesi çok yorgun olduğunu söylüyor.
Oralarda hani çocukların duyguları yakalanabilir. Üstad’ın zaten çocuklar hakkındaki hassasiyetini ve merhametini de biliyoruz. Sonuçta çok şey yapmak istiyorsunuz dediğim gibi çok sınırsız bir dünya. Ama onları yapmak için çok daha büyük ekiplerle, ciddi teknik donanımlarla birlikte gelecek şeyler. O anlamda tam arzu edilen düzeyde olamayabilir ama. Bu anlamda çocukları yakalayabileceğini düşünüyoruz.
Filmde Üstad Hazretleri ile ilgili bilmediklerimizi de öğrenebilecek miyiz? Mesela internette afişi gören birinin şöyle yorum yaptığını görmüştüm : Üstad’ın gözleri mavi mi?
En dikkat çeken bu. Üstad Hazretlerinin çakır mavi denilen bir renk tonuymuş gözü. O detayları filmi izledikten sonra siz bulun. Hangilerini biliyoruz, hangilerini bilmiyoruz; onu seyirciye bırakalım. Herkesin bildiği eşit değil sonuçta. Onu seyrettikten sonraya bırakalım.
Filmin müziklerini Budapeşte Senfoni Orkestrası’ndan duyacağız. Nasıl karar verildi buna?
Müzikler Aria grubundan Bora Ebeoğlu ve Cengiz Onural tarafından bestelendi ve yapıldılar. Biz istiyorduk ki bu çok güzel, iyi, hoş ama öyle görseller var ki orada müzikle hissetmek istiyorsunuz. Ama bunu normal bilgisayar kaydıyla yapmak, çok doğru olmayacak. Zaten sinemaya çıkarıyorsunuz,bir orkestranın yer alması gerekiyordu. Araştırdık , en iyi kim olabilir diye. Müzik grubumuz olsun, TV yöneticileri olsun, Budapeşte Senfoni Orkestrasını iyi buldular. Orada 70 kişilik bir orkestrayla bütün besteler çalındı. Ama öyle bir şey olmuş ki, yabancı ,Türkçe bilmeyen sanatçılar sahneleri izlerken, sahnede ne anlatmak istemiştiniz ona göre devam edelim, demişler. Orada doğaçlama yola çıkılan, onların da katkılarıyla artı bir yön kazanan olan müzikleri oldu inşAllah. Böyle bir titizlikle çalışılmış yani.Biz de soundtracklarımızın güzel olacağını düşünüyoruz. Filmin içinde de sürpriz bir bölüm olacak müzik anlamında . Beğenilir inşAllah.
Film ortaya çıkarken problemler yaşadınız mı?
Animasyon olup da problem yaşanılmaz mı? Sıkıntı her türlü sette olabiliyor. Üç buçuk sene çalışınca bir proje üzerinde, genel motivasyonlarda inişler çıkışlar olabiliyor; ekip içerisinde o enerjiyi tepe noktada tutmak zor oluyor. Ama Üstad Hazretlerinin hayatı konu olunca, moral yüksek oluyor.
Animasyon olunca belli bir noktaya kadar siz yapıyorsunuz, belli bir noktadan sonra bilgisayara bırakıyorsunuz.O noktada zorluklar oldu. Sahneyi düzenlemişizdir mesela. Artık rendera basılacaktır. Hatta rendera basılmıştır. Ertesi gün bir bakarsınız , sahnede karakterin eli yok. Verdiğiniz sahneye bakıyorsunuz, eller mevcut ama anlayamadığınız bir detaydan karakterin ellerinin olmadığını görüyorsunuz. Bu tür şeyler olabiliyor. İşin içinde bilgisayar var. Bazen unutulan şeyler olabiliyor. Doktorlar unutur ya ameliyatlarda bir şeyler. Vardır öyle şehir efsaneleri. Bizde de unutulan şeyler oldu. Karakterin yürüdüğü bir mekanda yanlış yerde duran bir sandalye var mesela, karakter sandalyenin içinden geçiyor.
Bu proje yaparken siz neler öğrendiniz? Proje size ne kattı ?
Geri dönüşlerle o kadar tecrübe kazandık ki hataların nelere mal olduğunu veya nasıl düzenekle yaptığınızda nasıl doğru sonuçlar aldığınızı çok daha iyi biliyorsunuz. Şu an en iyi noktadayız diye düşünüyoruz. Ama çıtayı yükseltebiliriz. Çıtayı yükseltmekten kaynaklanan mutlaka detaylar artabilir. Ama şunu görüyoruz. Bir sahneyi uyguluyoruz. Üç boyutlu mekana karakterleri konumlandırıyoruz. Drama gibi işleniyor sahneler. Ne anlamda? Işık anlamında.daram ışığı kullanılmaya çalışıldı. Bu animasyon tekniğinde zor gerçekten. Ama biz bu yapımın daha gerçekçi olmasını istediğimiz için kullandık. Siz oturuyorsunuz; sahnede ışık şuradan olsun diyebiliyorsunuz. Ama renderda çıkmasını dört gözle bekliyorsunuz. İstediğiniz gibi çıkınca o zaman mutlu oluyorsunuz.
Filmin yapımını bitirdiğiniz de film sinema izleyicisiyle buluştuğunda amacınız yerine gelmiş olacak mı? Filmle ilgili başka amaçlarınız var mı?
Konu edindiğimiz Üstad Hazretleri. Herkesin DVD arşivi var. Çocuklarınıza ara ara oturup Risale okutmanız zor olabilir. Ama Üstad’ı bilir. Onun hayatını resimlerle anlatmak, bir hikaye örgüsü etrafında anlatmak daha değerli ve akılda kalıcı bir şeydir. Amacımızın bu olduğunu düşünüyorum.
Bu projenizden sonra başka proje planlarınız var mı?
Kısa ara verip TV’ye yönelik işler yapmayı daha sonra sinemayı düşünüyoruz. Ama bunlar geri dönüşlerle ilgili şeyler.
Üstad’ı kim seslendirdi ? Nasıl seçildi ?
Enver Seyitoğlu seslendirdi. Sinema başka bir şey. O yüzden ses, diğer seslerden öne çıkan bir ses olsun istiyorduk. Çünkü o ana karakterdi. Baskın bir ses olsun istiyorduk. Farklı farklı denemelerimiz oldu.Bu anlamda Enver Bey en son kararımız oldu. Enver Bey’in Arapça bilgisi de bu anlamda iyi oldu. Çünkü seslendirmede şöyle sorunlar olabiliyor. Filmde Kur’an’dan bir yer okutmak istiyorsunuz , her daim bu mümkün olmayabiliyor. Her ağza yakışmayabiliyor. Dolayısıyla o yakışanı bulmaktı amaç. Bu anlamda tercihimiz iyi oldu. İnşAllah geri dönüşler de iyi olur.
Sizin bu projeden sonra animasyon alanında yapacağınız işler var mı? Hedefleriniz neler?
Çocuklarımıza kahramanlık duyguları aşılayabilmek, bizden birilerini gösterebilmek istiyorum ama bunu da güzel tekniklerle yapmak istiyorum. Bu çağda artık belli bir kalitenin altına düşmemek, onun ötesinde iş yapmak için gayretli olmak lazım. Tabi ki zor. Ekiplerin olmamasından dolayı zor. Bir şekilde amaçladığınızda hedefe ulaşırsınız diye düşünüyorum.
Peki en büyük ödül ne olur bu projede?
Seyircinin seyretmesi,beğenmesidir ödül.
sinefesto.com