Uyusun da büyüsün…

Filmler
Çıkışını melodramlarla yapsa da esasen “Mustafa Hakkında Her Şey” ve “Karanlıktakiler” gibi karakter dramalarına hakimiyetiyle dikkat çeken bir isim Çağan Irmak. Ancak ne hikme...
EMOJİLE

Çıkışını melodramlarla yapsa da esasen “Mustafa Hakkında Her Şey” ve “Karanlıktakiler” gibi karakter dramalarına hakimiyetiyle dikkat çeken bir isim Çağan Irmak. Ancak ne hikmetse her türün içinden bir ‘Yeşilçam melodramı’ ya da ‘demode sömürü sineması’ çıkarmayı beceriyor. “Prensesin Uykusu” da “Ulak” ile birlikte bu sinemanın fantastik şubesi. Sözde bir peri masalı filmi. Ancak ülkemizde bu alanda ‘auteur’leşen Ezel Akay’ın dünyasıyla karşılaştırınca bir B filmi olduğu gerçeğini daha iyi kavramanız mümkün. Sektörde bu ihtiyacı 2010’da “Yüreğine Sor” ile birlikte karşılayan ikinci film olmasını ve onun kadar trajik durmamasını takdir etmeli miyiz peki? Hayao Miyazaki etkisindeki animasyon bölümlerinin yaratıcı hatrına belki. Ancak böylesi özgün öğelerin ‘fikir’ bazında kalmasının, buradaki bayağı efektlere ve Hollywood’da 20-25 yıl önce gördüğümüz alt tür örneklerini hatırlatan bir yapıta yansıdığını da es geçmeden elbette…

Ezel Akay’ın üç filmle birden sektöre girmesinin ardından neyse ki bizde de fantastiğin alt türü olarak peri masalı filmi alanında ürünler verilmeye başlandı. Hatta Handan Öztürk imzalı “Benim ve Roz’un Sonbaharı” (2009) ve Aren Perdeci’nin “Yanlış Zaman Yolcuları” (2008), ilk film olarak çabaları takdirle karşılanacak denemeler sundular bu alanda.

Birkaç özgün fikir bir sinema filmi eder mi?

Ancak bunların hiçbiri Akay’ın “Neredesin Firuze?” (2003), “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” (2006) ve “7 Kocalı Hürmüz” (2009) filmlerindeki ‘auteur’ (belli bakış açıları olan bir yönetmen kimliği) yaklaşımının cesaretine ulaşamadı. Üstüne üstlük efektleriyle de zaman zaman bizim prodüksiyonların düşük bütçeli olmasının zararını görmekten kurtulamadı. En son “Prensesin Uykusu” örneğinde görüldüğü gibi.

Zira Çağan Irmak da belli ki korkunun alt türlerine el attığı ‘Kabuslar Evi’ serisi ile lanetli kasaba filmi konusunda iddialı olan “Ulak”ın (2008) ardından, burada peri masalı filmine giriş yapmayı deniyor. Aslında kimi açılardan yaratıcı, özgün duran fikirlerin oluşturduğu bir film “Prensesin Uykusu”, onu kabul etmeliyiz.

Ezel Akay’dan ders alması lazımmış

Aynen ‘Kabuslar Evi’nin ilk halkasında kullanılan kurt adam efektindeki cesaret ve özen duygusunda da görüldüğü gibi. Ancak yönetmenin her eseri gibi bu ana fikri de ‘Yeşilçam melodramı’ gibi çekmeye meyletmesi garip bir oluşumla yüzleşmemizi sağlıyor.

Belki elimizdeki yapıt, sinefil bir yönetmenin işi olduğunu her daim hissettiren dramatik yapısı, Irmak’ın şanını sürdürdüğü melodram alanında (Bkz. “Babam ve Oğlum” ve “Issız Adam”) verdiği ürünlerden uzak duran hikayesi ve deneme güdüsüyle takdir edilebilir. Ancak biraz da Ezel Akay’ın yolundan alana hakim işler üretilmesi gerektiği gerçeğiyle yüzleşmek lazım kanımca.

80’lerin ucuz peri masalı filmlerini hatırlatıyor

Öyle ki burada Irmak, “Ulak”takinin benzeri ucuz efektlerle yürüyen bir iskeletle çıkageliyor. Bunun sonucunda “Prensesin Uykusu” 80’ler Amerikan sinemasının, peri masalı filminin önemsenmeyen bir alt tür olarak görüldüğü döneminden izler taşıyor. Bu sebeple “Pan’ın Labirenti” (“El Laberinto del Fauno”, 2006), “Amélie” (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Polain”, 2001), “Yurttaş Köpek” (“Mah Nakorn”, 2004) gibi bu alanda verilen modern başyapıtların çok uzağında seyrediyor.

Bunun ana nedeni, “Prensesin Uykusu”nun gerçeklik ile hayal arasındaki çizgiyi yıkıp zamansız dünyaların izini süren alt türün postmodern örneklerinin bu duruşunu, tamamen reddetmesi ya da bu durumdan bihaber olması. Ancak Irmak’ın böylesi tutucu ve ‘demode formüllere tapan’ kitleyi yakalama arzusu konusunda şaşkın değiliz.

Gelişen sektördeki B filmlerimiz arasına bir yenisi daha eklendi

Burada sözünü ettiğimiz meseleyi sorgulayarak Tim Burton, Terry Gilliam, Jean-Pierre Jeunet gibi dünya sinemasının alanında ustalaşan yönetmenlerinin izini süreceğine, masal duygusunun gerçekliğini masaya yatırmayı hedefliyor. Bu sebeple de ucuz efektler ile 80’lerin kitsch (bayağı) alt tür örneklerini andırmaktan kurtulamıyor. Sondaki yaratık efektinin de Ridley Scott’ın “Efsane”sindeki (“Legend”, 1985) ucuz, çizgi filmden fırlamış gibi duran zebaniden farkı yok.

Yani “Ulak” gibi bir ‘ucuz zevki’ ile karşı karşıyayız bir kez daha. Bunun nedeni Irmak’ın aslında peri masalı filmi alt türüne hakim olmadığından, her şeyi tek tek izleyicinin önüne atmayı arzulaması. Adeta seyircisini aç köpekbalığı yerine koyarak yönlendirmek istemesi. Zaten hayalet efektinden masal duygusu ya da dünyası yaratmaya çalışan bir filmle ilgili de başka ne söylenebilir ki? Hadi onu bıraktık masaldan anladığının, sessiz dönemden fırlamış, sürekli gülümser gibi duran, dıştan (external) oyunculuk temsilcisi bir karakter olmasına ne demeli?

Masal öğeleri taşıyan bir Yeşilçam melodramına dönüşmesi uzun sürmüyor

Bu sebeple de bu konsepte ‘Yeşilçam melodram’ dokusu, abartılı karakterler ve duygu sömürüsü üzerinden yürüyen bir iskelet yerleştirmeyi seçiyor yönetmen. Aslında bu anlayış ışığında Genco Erkal’ın Yılmaz Atadeniz’i temsil eden ‘avantür film yönetmeni’ tiplemesinin de yeri çok doğru duruyor. Zira filmin masal denen o postmodern sinemada çokça yön değiştiren kavramla dertleri var.

Bunun gerçekliğinden özellikle uzak durup keskin bir set çekiyor hayal ile gerçek arasına. Böylece İngiliz sinemasının ‘sosyal gerçekçi’ işlerini hatırlatıyor zaman zaman. Fantastiğin çöp olmasıyla dalgasını geçerken ilginç bir şekilde kendisi ‘çöp’ kıvamına yaklaşınca da, bir hayli acayip bir durumla yüzleşiyoruz.

Bunun yanında “Prensesin Uykusu” gerçek HD dokusuyla gelen steril ya da işlenmemiş renkler üzerinden akar iken, hayal ya da masal kitsch bir dünyanın izinde karşımıza çeşitli referanslarla çıkarılıyor. Zira Irmak belli ki Binbir Gece Masalları, Denizler Altında 20.000 Fersah gibi romanlar, Pamuk Prenses, Rapunzel, Polyanna gibi masallar ile “Amélie” ve Hayao Miyazaki filmlerinin hayranı.

Sinemayı ölümü sömürme sanatı olarak mı görüyor?

Ancak onları 80’ler Hollywood’unda kullanılmış gibi yerleştirince gerçeklik duygusu ile yüreklere seslenmeyi, kötü yöne giden veya ölüm döşeğinde kalan karakterlerle de ağlatmayı hedefliyor. Her zamanki gibi hedef kitlesini genişletmek, izleyiciyi duygu seline 50’lerin Hollywood’undaki veya 60’lar 70’ler Yeşilçam’ındaki gibi kaptırmak istiyor.

Gelin görün ki burada özellikle Erkal’ın karakterinin hikayeye dahil edilmesiyle birlikte Yeşilçam melodramlarının dokusunu izleyen demode bir iskelet var. Böyle olunca da başlangıçtaki postmodern yaklaşım yerle bir olup ‘klasik’e meylediyor. Zaten Irmak’ın amacı masalı kitsch bir doku olarak kullanıp dışlamak. Bunu isteyerek mi yapıyor bilemeyeceğiz. Çünkü iş fantastiğe gelince “Ulak”ta gördüğümüz gibi ne kadar eli koluna dolandığından haberdarız.

David Lynch’e iyi malzeme çıkmış!

Ancak “Prensesin Uykusu”, masal filmi olurken gerçek hayattaki karakterleri ‘masalsı kostümlerle dokuma’ mantığını uygulayan yenilikçi Amerikan bağımsız filmlerinin (Bkz. “Tenenbaum Ailesi”, “Hayalet Dünya”, “Juno”) bu güdüsüne bile karşı çıkıyor. Sadece ‘kırmızı giyimli kötü fahişe’ veya ‘sarışın anne’ olarak basite indirgenmiş öğelerle bu duyguyu çocuklaştırıyor.

Böylelikle adeta David Lynch’in “Vahşi Duygular”ında (“Wild at Heart”, 1990) bilerek yapaylaştırdığı anne ve sevgili karakterlerinden bir kuple daha izliyoruz. Zaten karton ve çocuksu olan dramatik yapısı, böylece kendini inkar etmemiş oluyor neyse ki! Ama ilginçtir, hikaye çocuğun gözünden de akmıyor!

Türk sinemasının çapını belli eden bir film

Sadece ‘çok yaratıcı’ bir şekilde sürekli güleryüzlü duran bir karakterin izi sürülüyor. Daha çok da çocuk-olgun kişi dostluğu ile gelen “Merkez İstasyonu” (“Central do Brasil”, 1998), “Mutlu Zamanlar” (“Xingfu shiguang”, 2000) gibi yapay melodramların izini sürmüş oluyor. Bu sayede “Sözün Bittiği Yer” (2007) kadar trajik olan Türk filmi örneklerindenmiş gibi durmasa da ucuz dünyasıyla Türk sinemasının çapını belli eden bir yapıt var karşımızda.

En iyimser yorumla sektörün yıllık B filmi ihtiyacını “Yüreğine Sor” (2010) ile birlikte karşılamasıyla bir yere oturtulabilir. Buna, çocuk oyununa gidiyormuşuz izlenimi veren afişiyle başlaması ise, farkına varılsaymış ‘kült film’ kategorisinde ne kadar keyifli bir işe çevrilebileceğini ispatlıyor “Prensesin Uykusu”nun.

Animasyon bölümlerinin devrimciliği ana yapıya dağılmalıymış

Son bir not olarak, Hayao Miyazaki kıvamındaki animasyon bölümlerin ve bazı hayal öğelerinin yaklaşım açısından son derece devrimci durdukları söylenebilir. Bu da daha önce de olduğu gibi her türde bir Yeşilçam melodramı izlememize yol açıyor.

Çünkü Irmak, türlere hakim olmadığından ‘farklı bir şey yapalım’ güdüsü onda, ‘tür hikayelerini Türkiye’nin demode melodramlarının içine sokalım’ olarak işliyor maalesef. “Karanlıktakiler” (2009) ve “Mustafa Hakkında Her Şey”de (2004) karakter dramasını denediğinde böyle miydi halbuki?

FİLMİN NOTU: 4

Künye:

Prensesin Uykusu
Yönetmen: Çağan Irmak
Oyuncular: Genco Erkal, Çağlar Çorumlu, Sevinç Erbulak, Alican Yücesoy
Süre: 110 dk.
Yapım Yılı: 2010

HAYRANLARINI TATMİN EDECEK Mİ?

Önceki iki filmi TV dizisi kıvamında üretilen Harry Potter serisinin son ayağının bu ilk bölümü, Eduardo Serra gibi bir görüntü yönetmeni ile Alexandre Desplat gibi bir bestecinin katkısıyla felsefe dozu yüksek ve teknik anlamda kusursuz bir varoluş serüvenine dönüşüyor. Öyle ki burada ‘gençlik filmi’ konseptinin okul motifi rafa kaldırılırken, psikolojik metafor olarak sinemada bolca gördüğümüz orman, gri dokusu, mitik duruşu ve dünyadan yabancılaştırılan haliyle Avrupa’dan çıkan modern sinema dilinin öğeleriyle servis ediliyor. Böyle olunca da “Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Birinci Bölüm”, adeta iyi-kötü (Potter-Voldemort) mücadelesini anlatan bir ruhsal maceraya dönüşerek serinin en iyi iki-üç filmi arasındaki yerini almakta sıkıntı çekmiyor.

Hayranlarını tatmin edecek mi?

FİLMİN NOTU: 6.3

Künye:

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part I)
Yönetmen: David Yates
Oyuncular: Daniel Radcliffe, Emma Watson, Rupert Grint, Helena Bonham Carter, Ralph Fiennes, Alan Rickman
Süre: 147 dk.
Yıl: 2010

KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor (Loong Boonmee raleuk chat): 3.8
Aşka Fırsat Ver (L’Age de Raison): 5.5
Aşkın İkinci Yarısı: 5.2
Cehennem: 0.8
Çoğunluk: 6.5
Durdurulamaz (Unstoppable): 4
Harbi Define: 2.1
Kavşak: 4.2
Mahpeyker: Kösem Sultan: 1.5
Nefes Nefese (Inhale): 5
Nene Hatun: 2
New York’ta Beş Minare: 6.4
O Kul: Hayal Bile Etme: 3.4
Ölüm Zinciri (Chain Letter): 4
Pak Panter: 4.9
Paranormal Activity 2: 7
Red: 4.3
Resident Evil: Ölümden Sonra (Resident Evil: Afterlife): 4.2
Sammy’nin Maceraları (Sammy’s avonturen: De geheime doorgang): 6
Satılık Ruh (My Soul to Take): 2
Sihirbaz (L’Illusioniste): 6.8
Son Ayin (The Last Exorcism): 3
Son Savaşçı (Centurion): 6.1
Sosyal Ağ (The Social Network): 7
Şantaj (Stone): 7.1
Testere 3D (Saw 3D): 3.3
Toprak Altında (Buried): 4
Üç Harfliler: Marid: 4.6
Vay Arkadaş: 5.5
Ye Dua Et Sev (Eat Pray Love): 3
Yedek Polisler (The Other Guys): 5.6
Yukarıdaki Tehlike (Skyline): 6

Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

keremakca@haberturk.com