Bu hafta seninle sohbet edeceğimi söylediğim bir gazeteci arkadaşım bana “Murat’la yapacağın her sohbet ya daha önceden konuşulmuş olur ya da kültür sanat söyleşisine döner…” dedi. Ne dersin? Artık seninle bilinmeyen, bir sohbet yapılamaz mı?
Belli bir çevre tarafından tanınmış olmanın en büyük zorluğu bu Rasim. Gazeteciler genellikle sohbet etmeye geldiklerinde, daha önceden oluşturdukları kalıp fikirleri teyit etme eğilimiyle sohbet ediyorlar bizimle. O zaman da yeni, “hiç tanınmamış” bir sohbet ortaya çıkamıyor.
80’lerde ODTÜ’de mühendislik okumaya başladın ama üçüncü sınıfın sonuna geldiğinde okulu bırakıp, tiyatroya geçtin. Değil mi?
Ben ODTÜ’de Maden Mühendisliği okumaya başladığımda bir türlü istediğim sosyal ilişki ağını kuramadım. Matematik ve fizik benim en sevdiğim ve başarılı olduğum alanlar olmasına rağmen yeşeremedim o kendi içine kapalı çevrede. Bu, hem maden mühendisliği binasının kampüsün en kıyısında konumlanmış olması hem de kafasında “hayatta yırtma” stratejisinden başka bir şey olmayan geleneksel aile çocuklarının tercih ettiği bir okul olmasından kaynaklandı sanırım. Zaman geçtikçe oraya, o iklime ait olmadığımı yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştım.
Üniversitende başka faaliyetlerle mutlu olmayı denemedin mi?
Müzik kulübüne üye oldum, sevmedim. Tiyatro kulübüne girdim, attılar beni kulüpten… Bir türlü istediğim, mutlu olacağım ortamı yakalayamadım anlayacağın. Sonra da yavaş yavaş vücudum isyan etmeye başladı. Resmen bünyem kaldırmıyordu artık o okulu. Çok mutsuzdum. Ben başka bir şey istiyordum. “Böyle devam edersem seveceğim bir hayatım olmayacak” diye karar verdim ve okulu bıraktım.
Ne istiyordun peki?
Beni iki şey çok heyecanlandırıyordu. Müzik yapmak ve sinema seyretmek. Hatta bana ücretsiz filmler getirsin diye kardeşimi bir video kiralama dükkanına işe sokmuştum. Kendim de Ankara’da bir müzik markette çalışmaya başlamıştım. Sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde tiyatro okuyan birisi ile tanıştım. Ona söyledim ilk “Ben tiyatro yönetmeni olmak istiyorum galiba” diye. Tiyatro ile uğraşanlar o dönem bu sonradan, geç gelen tiyatro aşkını pek kabul etmezlerdi. “Bu hep içinde var olmalıdır” diye cevap verirlerdi benim gibi geçkinlere.
Onlar başka bir gezegenin doğuştan kutsanmış insanlarıdır tabii.
Tabii tabii! “Tiyatrocu doğulur, sonradan olunmaz!” kanaati geleneksel anlayış içinde çok yaygındır. Neyse, ben bu geleneksel anlayışta olmayan tiyatro adamlarının da desteğiyle sınavlara girdim ve kazandım. Verdiğim en iyi karar da bu oldu sanırım. Hayatta geçirdiğim en güzel yıllarım DTCF’deki öğrencilik yıllarımdı.
Ailen, ne dedi mühendisliği bırakıp, tiyatrocu olma durumuna?
Ailem uzun süre benimle konuşmadı tabii. Çok pişman olacağım bir işe kalkıştığımı söylediler sürekli. Babam Ankara’da hâkimlik yapıyordu. Annem de ev hanımıydı. Bizim hayatımız geleneksel sınırlar içinde tanzim edilmiş bir hayattı aslında. O sınırların dışına çıkıldığında çok sert reaksiyonlarla karşılaşırsın.
Okul bitti ve sen büyük bir karar daha verdin. Ankara’yı da terk edip, İstanbul’a geldin.
Ankara benim için bitmişti. Aslında hayatım gayet iyi, rahatım yerindeydi. Epey de tanınmaya başlamış bir tiyatro oyuncusuydum. Ama işte yine o sesi dinledim ve çantamı toplayıp, İstanbul’a geldim. Ben zorlukların, çatışmaların arasında daha yeni şeyler üretebiliyorum. Hani dedektiflik filmlerinde iz sürmeye, maktulün çöplerini karıştırmakla başlarlar ya. Ben de onun gibi geri dönüp, kendi çöpümü – geçmişimi- karıştırmayı severim. Gelecekte yapmak istediklerin o geçmişin çöpünü karıştırma seanslarında önüne çıkıverir. İstanbul’a geldim ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’na girdim. Uzun yıllar da kurumda tiyatro yaptım.
Bu konuya bir virgül koyalım. Hayatına baktığımızda, sana koyulan sınırları kaldırmadaki ısrarın çok öne çıkıyor. Bunun gerisinde Ankara’da hâkimlik yapan babanın ve içine doğduğun çevrenin kuralcı hayat dayatmaları ile kavgan mı var acaba?
Çok doğru. “Hâkim çocuğu böyle davranmaz, hâkim çocuğu bu insanlarla arkadaşlık etmez…” Çok fazla böyle kurallara maruz kaldım ben. Hayatıma da bu kuralları yıkıp, kendi doğrumu bulmak konusundaki ısrarımla devam ettim.
Peki oğlun Arda ile ilişkinde kurallar ne kadar var?
Ben gerçekten kural koymayı sevmiyorum Arda’ya. Hayatını sağlıklı idare edecek kadar sınır koymaya dikkat ediyorum. Hiçbir şey için zorlamıyorum. Önünde durup, benim müsaade ettiğim kadar ilerlemesi değil de arkasında durup gittiği yeri seyretmek daha sağlıklı diye düşünüyorum.
Bana istedikleri hayatı dayatamazlar
Tiyatrodaki geleneksel yaklaşımla ayrılıp, kendi yoluna gittin ve Tiyatro DOT kuruldu. Sahnelemeyi seçtiğin oyunlar çok sert. Hemen hepsinde bir taciz hikayesi var. Hiçbir seçim tesadüf değildir diye düşünüyorum.
Haklısın. Kendi hayatımda fiziksel olarak taciz edilmesem de manevi olarak çok fazla tacize maruz kaldığımı hissettim. Bu benim kuşağımın da dramı diye düşünüyorum. Bizim kuşakta hemen her genç işletme okumaya takmıştı kafayı. Bu tesadüf ya da öylesine oluşmuş bir moda değildi tabii. Erkek egemen ekonomik sistem, ara eleman ihtiyacındaydı ve gençleri mühendislik okuyup, üzerine de işletme yüksek lisansı yapmaya zorlamıştı. Ben buna boyun eğmeyi reddettim. Çünkü bunun adı benim için tacizdir. Hayatımı bana rağmen şekillendirmeye teşne sistemi reddediyorum. Bunun kaynağının da erkek egemen kaba sistem olduğunu düşünüyorum. Örneğin, son oyunumuz Festen/Kutlama, bir babanın, oğluna yaptığı cinsel tacizden çok üst ahlak kurumlarının bu tacizi normal sayması, görmezden gelmesi ve hayatın aynı sıradanlıkla devam etmesini istemesi üzerine kuruludur. Yani taciz neredeyse kurumsal hale gelmiştir. Cinsel taciz, hayatımızın her yerinde bize dayatılan tacizin somut halidir sadece. Taciz var olan sistemin dayatmasıdır. Bunu yaratan zihin iklimi de erkek egemen sistemdir. Benim bununla kavgam var. Örneğin, hayatta öne çıkmaya çalışan kadınlara bakıyorum, onların da erkekleşmeden başarılı olması neredeyse imkansız hale getirildi. Kendi varoluş özellikleriyle başarılı olmalarının önü tıkandı. “Erkek gibi kadın!” lafı bile kadınlara yapılan ahlaksız bir taciz değil mi? Taciz kurumsallaşmadı mı? Eşcinsellerin uğradığı hak ihlallerinin gerisinde bu erkek egemen, kaba zihin yapısı yok mu? Hayır kardeşim ben eşcinselim ve sana benzemek zorunda değilim! Senin koyduğun kurallara göre, seni rahatsız etmemek üzerinden bir hayatı bana dayatamazsın.
Cinsel tacize uğramadan da tacizin zihin dünyasıyla kavga edebiliriz.
Gayet tabii. Taciz, tacizdir çünkü. Otoritenin sana rağmen dayattığı her şey tacizdir. Zamanla kendi geleneğini, ahlak yapısını oluşturdu, kültürünü egemen kıldı diye makul bir şey haline gelemez. Benim kuşağımın – sen de bizim kuşaktansın- bu tacize çok fazla maruz kaldığını düşünüyorum. Çocukluğumuz, gençliğimiz tacizle geçti ve hatta orta yaşlarımız halen bu erkek egemen sistem tarafından sürekli taciz edilmekle geçiyor. Benim sanatımda bunun kavgası var.
Kendi tiyatron için gelecekten beklentilerin ne?
Özgün, kabiliyetli ve zamanın ruhunu yakalayan oyun yazarlarının, tiyatro yönetmenlerinin ve oyuncuların varlığı tiyatronun geleceğini belirleyecek. Tiyatro geleneği 4 bin yıllık bir hafızaya sahip. Üzerine yeni şeyler ekleyerek ben de buna katkıda bulunmak istiyorum. Kendi oyun yazarı, yönetmen ve oyuncu altyapımızı oluşturmak için girişimlerimiz var. [Radikal]