Ondan Kaçmak İmkansız

Filmler
 Weir’in ‘Truman Show’u, Gondry’nin ‘Sil Baştan’ı ya da Forman’ın ‘Aydaki Adam’ı gibi yönetmenleri baskın filmler bile Carrey’siz düşün...
EMOJİLE

 Weir’in ‘Truman Show’u, Gondry’nin ‘Sil Baştan’ı ya da Forman’ın ‘Aydaki Adam’ı gibi yönetmenleri baskın filmler bile Carrey’siz düşünülemez

İstediği kadar yetenekli, ‘star’ karizmasından nasiplenmiş olsun, en değme film yıldızı bile yeri gelir, ‘bir yönetmen filmi’ ibaresinin kapsamına hapsolur. Belki klasik Hollywood döneminde ya da Yeşilçam’ın o ‘eski güzel günlerinde’ filmlerin, yönetmenlerinden çok oyuncularıyla anıldığı bir zaman yaşandı. Ama en son ne zaman, vizyona yeni giren bir filmi ‘Matt Damon’ın filmi’ yerine ‘bir Matt Damon filmi’ diye nitelendirdiniz? Ya da ‘bir Steve Carrell filmi’ gibi bir tanımlamaya ihtiyacınız oldu mu hiç?
Ama genellemeye varmadan önce bir de Jim Carrey külliyatını şöyle bir gözden geçirin. ‘Aman Tanrım’, ‘Yalancı Yalancı’, yönetmenleri Tom Shadyac’le değil de yıldızı Jim Carrey’yle anılıyor, orası kesin. Peki ya, yönetmenleri daha baskın Jim Carrey filmlerine ne demeli? Peter Weir’in ‘Truman Show’u, Michel Gondry’nin ‘Sil Baştan’ı ya da Milos Forman’ın ‘Aydaki Adam’ı… Jim Carrey, güzel birer hikayede üstüne düşeni layığıyla yapan iyi bir oyuncudan çok daha fazlası bu filmlerde. Sanki o, filmlere, yönetmenlere değil de filmler, yönetmenler ona tabi gibi.
1994’te ‘Hayvan Dedektifi’nde Jerry Lewis’in vârisi olarak küresel çapta bir şöhret kazandığından beri Jim Carrey, sinema dünyasında böyle bir etkiye sahip. Gişede batan filmlerde de oynayabilir, Akademi onun ustalığını teslim etmeye hâlâ yanaşmayabilir de, eskisi kadar göz önüne çıkmayabilir, ama Jim Carrey’den umudu kesmek, ondan bıkmak zordur.
İsterse ‘Babamın Penguen-leri’ndeki gibi çocuk izleyicileri hedefleyen bir filmle perdeye gelsin, Jim Carrey yine de her yaş grubu tarafından seyredilmeye değer. Çünkü, içinde bulunduğu işin niteliğinden çok, kendi mevcudiyetiyle izleyiciyi tavlayan performanslardandır Jim Carrey’ninki. Yıllardır MTV Sinema Ödülleri’nde en ‘harbi’ komikliklerin altında imzasının bulunmasından, çıktığı her ödül töreninde en fazla kahkahanın, onun payına düşmesinden de anlaşılacağı üzere…

Her gün 10 dk. stand-up
Kaynakların yalancısıyız, çocukluğunda her fırsatta bir performans sergileyen, dışadönüklük özelliğini ‘dışavurumcu’ bir boyuta getirmiş Kanada doğumlu Jim Carrey belli ki içindeki cevherin ezelden beri kendisi de farkında. Hatta zamanında öğretmenlerinin sırf performans istekleriyle onları boğmasın diye Carrey’ye her okul günü sonrası 10’ar dakikalık stand – up yapma izni verdiği de söylenenler arasında. Ergenlik döneminde babası iflas edip aile, Toronto’nun ücra bir endüstriyel bölgesine taşındığında ve onlara destek için okul sonrası sekiz saat bir işte çalışmak durumunda kaldığında bile içindeki performans aşkı sönmüyor. 16 yaşında liseyi bırakıp stand – up kariyerine odaklanıyor. Sonrası malum… Annesinin ağır depresyonu, babasının iflası, sonradan felaket olarak nitelendirilecek ilk performanslar, şansını Hollywood’da deneme kararı, ‘İlk Isırık’ gibi düşük bütçeli komedilerle hafiften çıkılan düzlük ve bir aralar bizde de gösterilen televizyon şovu ‘In Living Color’da sürekli bir rol…
Carrey’nin isminin Kuzey Amerika dışında duyulmasının miladı ise ‘Hayvan Dedektifi’. Sonraki Farrelly Biraderler filmi ’Salak ile Avanak’a kadar Jerry Lewis’in 90’lara uyarlanmış hali muamelesi görse de, ’Maske’de çizgi film kahramanı esnekliğinde bir karakteri ete kemiğe büründürmede gösterdiği beceri, Carrey’deki mimik ve jest hazinesini değerlendirme konusunda da yönetmenlerin, yapımcıların zihnini açtı.
Joel Schumacher, ’Batman Forever’da Carrey’nin enerjisini ona çok uyacak bir yere, çizgi roman kötülerinin dünyasına kanalize etti. Ben Stiller, ’Baş Belası’nda Carrey’nin enerjisi sayesinde gelmiş geçmiş en manik takıntılı karakterlerden birini yarattı. İlk bakışta anlatı sinemasına fazla gelebilecek gibi duran bu taşkın enerji, dahil olduğu her filmi başka bir boyuta taşıdı. ’I Love You Phillip Morris’te zaten halihazırda ilginç hikâyeden çok Jim Carrey’nin gay bir üçkâğıtçıyı nasıl canlandıracağı meselesi ilgi çekiciydi. ’Aydaki Adam’, Carrey’nin performansı ve yönetmen Milos Forman’ın onu değerlendirme üslubu sayesinde düz bir Andy Kaufmann biyografi-sinden çok daha fazlasıydı.
Jim Carrey’yi benzeri taşkın komedyenlerden ayıran bir şeyler olduğunun izleyiciler de, sinemanın yaratıcı cephesindekiler de farkında. Onun işi, komiklik adına yapılan aşırılıktan ziyade gerçek bir performans. Abartılı mimikleriyle kahkaya boğarken hüznü, üzüntüyü vermek için de ’aşırılığını’ dizginlemeye ihtiyaç duymuyor. Her performansını kendine özgü kılmasının sebebi de bu. Çocukluğunda performans sergileme isteğiyle yanıp tutuşmasına da götürülebilecek bir gerçeklik hissi…
Özel hayatında depresyonla mücadele ettiği bilgisiyle, zorlu ergenlik yıllarıyla beraber düşünüldüğünde daha da ilginçleşiyor durum. Ama Carrey’nin ilginçliğine kanaat getirmek için özel hayat bilgisine de pek gerek yok. Çünkü perdede her göründüğünde dikkati ondan kaçırmak zaten imkânsız.

Radikal